- 583 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
MEHLİKA ( YARDIM MELEĞİ )
FİKRET BABA’DAN ÖYKÜLER - 18
İki genç; biri erkek, diğeri kız. Hayatlarının baharında ikisi de. Aynı üniversitenin Edebiyat fakültesinde okuyorlar. Erkek Felsefe Tarihi, kız ise Yüksek İslâm Enstitüsü öğrencisi.
Felsefe sınıfı üst katta, İslâm Enstitüsü ise bodrum kat. Felsefecilerin adı solcuya, hatta dinsize çıkmış ! O yüzden alt kata inmeleri hiç de kolay değil. Başlarına neyin geleceği hiç de belli olmaz. Bodrum kattakiler deseniz, hiç de işleri olmaz üst kattaki ’ dinsizler’ le !
Erkeğin adı Faruk, kızınki ise Mehlika. Felsefe okuyor olsa da dinsiz falan değil delikanlı. Din düşmanı hiç değil. Koyu bir müslüman üstelik. Fakat bunu dışa vurmayan, dinini reklâm etmeyen, Allah ile kendisi arasında bir bağ olarak yaşayan biri o. Ne Hegel’in felsefesi, ne de Darwin’in evrim teorisi onun inancını zedelemeye, sorgulamaya yetmiyor. O Allah’ın varlığına, Peygamber ( SA) ’in O’nun elçisi olduğuna ve İslâmın en güzel din olduğuna ve tüm insanlık için indirildiğine kuşkusuz inanan birisi. Fakat siyasî görüş olarak solculuğu, demokratlığı, ilericiliği, çağdaşlığı seçmiş. En ağrına gideni ise, birilerinin İslâm dinini tekellerine alması, siyasete alet etmesi ve kendilerinden olmayan herkesi dinsiz, kâfir, din düşmanı olarak nitelendirmeleri.
Daha ilk gördüğünde içinde bir kıpırdamanın olduğunu hissediyor Mehlika’yı. Yeşilin tüm tonlarını barındıran baş örtüsü, yeşil gözleri, saf tertemiz yüzü, güleç ama ciddî bakışları çok etkilemişti onu. Yemekhane idi ilk gördüğü yer. Çok yakınında olmamasına rağmen görebilmiş ve etkisini yüreğinde hissedebilmişti.
Sadece yemekhane idi ilk önceleri onu görebildiği yer. Onun için iple çekti yemek saatlerini. Utanmadan çekinmeden yüzüne yüzüne bakıp fark ettirdi kendini ve ona olan ilgisini. Hoşuna gitti Mehlika’nın da. Yürekleri, gözleri birbirini arar oldu.
Okuldan daha uzaklarda görüşmeye konuşmaya başladılar. Aşklarını itiraf ettiler birbirlerine. Zamanla siyaset girse de aralarına, dinleri bağladı yine onları birbirlerine. Çok ateşli tartışmaları bile oldu. Yine de kopmadılar birbirlerinden.
Mezun olduklarında nişanlandılar. Faruk askere gitti. Mehlika çeyizini hazırladı o gelinceye kadar. Evlendiler, kavuştular sevdalarına.
Faruk siyasete atıldı. Partisinin ilçe teşkilâtında önemli bir görev aldı. Görüşüne uygun bir gazetede de köşe yazıları yazmaya başladı.
Ülkedeki İslâmî akımın temsilcisi olan bir parti iktidara geldi. Tüm yazılarında eleştirdiği, adeta yerden yere vurduğu bu parti, Mehlikâ’nın yürekten inanıp desteklediği parti idi. Mehlika, ilçe belediyesinin sosyal yardım kuruluşunda işe başladı. Çevredeki ihtiyaç sahiplerini, yoksulları araştırıp, onlara devletin, belediyenin yardımlarını ulaştırıyordu . Mehlika, tam bir yardım meleği oldu. Yaptığı işten büyük bir haz alıyor, bu şekilde Allah’ın da rızasını kazanmış olmanın inancıyla mutlu oluyordu.
Faruk, iktidar partisinin dini kullanarak, çeşitli suistimaller yaptığını, yardımlarda bile çeşitli yolsuzluklar yapıldığını evde ve yazdığı köşesinde iddia ediyordu. Bunlar aralarında sert tartışmalara neden olmaya başladı. Tam da o günlerde dünyaya gelen kızları Yasemin, evlerinin havasını bir anda değiştiriverdi. Mehlika, doğum izninden dolayı bir süre işe gitmedi. Faruk da evde hatta gazetedeki köşesinde bile sevgiden, mutluluktan söz etmeye başladı. Okurları eleştirmeye başladı onu. Aşk, sevgi yazılarını ona yakıştıramadılar. ’ Memleket elden giderken, sen de mi düştün aşk derdine ? ’ diye mesajlar almaya başladı okuyucudan. Öyle ki, istifa etmek zorunda kaldı. Bir süre eşiyle, kızıyla ilgilendi sadece. Parti teşkilâtına bile gitmemeye başladı. Eşiyle, çocuğuyla gezmeye, akraba ziyaretlerine gidiyordu.
Halkla iç içe oldukça, onlarla konuştukça, yaptığı hatanın farkına varmaya başladı. İnsanlar çok zor duruma düşmüşlerdi. İş yerleri birer birer kapanmaya başlamış, işsiz sayısı artmış, çoğunluk borç batağına düşmüş, intiharlar, bunalımlar, ahlâksızlıklar çoğalmıştı. Memleketin her tarafından yolsuzluk kokuları tütüyordu. Gazetesine yeniden döndü. Daha bir hararetle yazmaya başladı. Ülkedeki gerçekleri, yolsuzlukları, suistimalleri anlattı. En çok Mehlika’nın tepkisini alıyordu şimdi.
Mehlika da bebeğine bakması için annesini yanına çağırıp, işine döndü. Yoksulların çoğaldığının o da farkındaydı. Fakat devlet hepsine yardım edilmesi için kaynak gönderiyordu onlara. O da ihtiyaç sahiplerini bulup , onları büyük bir zevkle dağıtıyordu .
’ Oy almak için dağıtılıyor o yardımlar !’ diyordu Faruk. Çok kızıyordu Mehlika.
Seçimler geldi çattı. Bu sürede Faruk’la Mehlika arasında tartışmaların dozu bebeklerini ve anneyi ağlatacak boyutlara bile ulaştı.
Kendileri adına kurban kesilmesi için para yatırdıkları hayır kurumunun, kurbanları kesmediğini öğrendiklerinde çok tartıştılar. ’ İftira !’ dedi ve inanmadı Mehlika..
Seçimi kaybetti iktidar. Yeni gelenler önce belediyelerden başladılar soruşturmalara. Yapılan sosyal yardımlarda kanıtlandı en büyük yolsuzluklar. Bir liralık alımlarda üç-beş liralık faturalar alınmıştı. Halka ne kadar yardım yapılmışsa, o kadar büyümüştü vurgunların miktarı. Şimdi mahkeme köşelerinde, hakim karşılarında, hatta hapishanelerde, bu yolsuzlukları yapanlar hesap vermeye başlamışlardı.
’ Gördün mü ? Yıllardır anlatmak istediğim buydu işte ! Bu sahtekârlar, bu sahte müslümanlar, insanlarımızın duygularını suistimal edip, böyle soydular işte memleketi ! ’ diye bir akşam yemeğinde haykırdı Faruk , Mehlika’ya.
’ İftiracılar ! Dinsizler ! Allah’sızlar !’ deyip kalktı masadan Mehlika. Bebeğini hazırladı, kendisi hazırlandı. Annesini ve bebeğini de yanına alarak vurdu kapıyı, uçup gitti yuvasından !
Fikret T....
YORUMLAR
Aynur hanım ; öncelikle , sizi sonuna kadar haklı bulduğumu belirtmek isterim. Siz namuslu, dürüst, sağlam karakterli, işini, görevini en doğru şekilde ve de severek yapan birisiniz. Üstelik yazarlığınız , insanlığınız ve anneliğiniz de takdire şayan. Şunu da bilin ki ; Mehlika karakteri de öyle. O yüzden zaten, öykünün sonunda çocuğunu da alarak terk ediyor yuvasını ve sevdiğini.
Peki, ben kimim, neyim ? Size göre, iftiracı, fesat ve sonuçta şerefsizin teki oluyorum ! Ben sizi sadece yazılarınızdan tanıyorum ve anlayabiliyorum ama sizin beni anlamanız mümkün değil. Peki bunun sebebi nedir ?
Ben , en siyasi dönemde, İstanbul'un üç değişik üniversitesinde, ( İTÜ, İÜ, MÜ ) belli sürelerde okudum, hiç bir fraksiyona, derneğe, partiye bağlı kalmadan. Hayatta çok kısa bir dönem sadece bir partiye üye olup hizmet verdim. Şaşıracaksınız ama o parti Refah Partisi idi. O günden sonra ve şimdi, yemin ediyorum ki, hiç bir partiyle bağım yoktur. O yüzden de her kuruma, partiye, eleştirel gözle bakabiliyorum. Oysa siz, partilisiniz. Sizin olaylara benim kadar objektif bakmanız mümkün değil.
Bu ülkeye, tüm insanlığa, nerede , hangi hizmeti, karşılık beklemeden veren her kim varsa, hepsinden Allah razı olsun. Fakat ; ben bir beyaz eşya mağazalar zincirinin, su basmış deposundaki beyaz eşyalarının, mobilyalarının, seçim rüşveti olarak, elektriği, suyu olmayan, okulu , öğretmeni olmayan mezralara kadar dağıtıldığını gördüm. Hiç ihtiyacı olmayan partililere aylık sosyal kartlar dağıtıldığını gördüm, yakılması sağlığa aykırı kömürlerin sosyal yardım adıyla dağıtılıp birilerinin zarardan kurtarıldığını gördüm, birilerini zengin edebilmek için, yeşil alanların, sit alanlarının imara açıldığını gördüm, birilerine ekstradan özel imarlar verildiğini gördüm, mitinglere paralı insanların götürüldüğünü, bazı kamu çalışanlarının gitmeye zorlandıklarını gördüm.
Kısa keseyim isterseniz. Aynur hanım ; siz başkalarını da kendiniz gibi görebilirsiniz. Saygı duyuyorum. Keşke sizi bu kadar etkileyip de hakaretlerinize maruz kalmasaydım. Buna rağmen, şerefsiz sözünüze rağmen, size olan saygım değişmeyecek, inanın. Ben size rağmen, hala bu konularda bir şeyler söylemek zorunda kalıyorsam eğer, bu hastalık ,fesatlık falan değil, bazı gerçeklerin, gözümün önünde olduğunu görebildiğim içindir.
Yine de üzgünüm. Sizi, size hiç de yakışmayan , beni de içine alan, ağır hakaretler içeren yorum yazmak zorunda bıraktığım için.
Saygılarım samimidir. Lütfen itimat etmeye çalışın Aynur hanım.
Fikret TÜRKER tarafından 12/10/2016 2:38:59 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Tekrar ediyorum yazınızın altında direkt size gibi oldu ama sözüm bu hikayedeki durumları yarın gerçekten olmuş gibi bir yerlerde anlatacaklara. Siz benim büyüğümsünüz, sert çıkmak istemezdim ama çok yıpratıldık, çok. Kendi mesleğim adına konuşuyorum ve sosyal yardımlar çerçevesinde.
Saygılarımla.
Fikret TEZEL
Neyse arkadaş ; her şeye rağmen kırmayalım birbirimizi ve eksilmesin saygımız. Emin olun ki , az da olsa ben de hak ediyorum bunu. Hoşçakal.
Bilinçaltı mesajınızı okuduk. İlk yayınladığınızda da yanlı bulmuştum şimdi de. Son kısım hayaller ve hayatlar dedirtti hatta...Bunu bir parti adına asla söylemiyorum. Bunu bir sosyal hizmetler çalışanı olarak söylüyorum. Siz anlamasanız da o insanların huzuru bizim için her şeyden mühim. Oturduğunuz yerden ahkam kolay. Bunu şahsınızda herkese söylüyorum. Sosyal yardımları kimse siyasetine malzeme edemez. Ne devlet ne muhalif kesim! İktidar bununla övünemez çünkü lütfetmiyor, sosyal devlet olmanın gereği bu. Muhalif kesim küçümseyemez, karalayamaz çünkü o insanlarla yüz yüze bile gelmediler. Elinde belge olan en yakın mahkemeye koşsun. Zan üzerine siyaset yapmak haksızlıktır. Elbette hiçbir devlet kurumu pürü pak değil. Fırsatçılar, rantçılar yok değil. Münferit olaylarla sosyal yardımları topyekun karalamak art niyetlilikten öte bir şey değildir. Yardım mal ve hizmet alımlarını ilk elde görenim. Faturaları muhasebeleştiren de benim. Benim göremediğim yolsuzluğu, üç kuruş beş kuruşçuluğu kimse göremez. Haksızlık karşısında, milletin malını millete pay etme yolunda usulsüzlük gördüğü takdirde susan itiraz etmeyen şerefsizdir. Ama usulsüzlük olduğunu iddia edip bunu belgelere dayandırmayan, mahkemelere şikayet etmeyen sadece sağda solda laf sokanlar da aynı şekilde şerefsizdir. Bırakın yolsuzluğu, hırsızlığı bir devlet kurumuna gittiğinizde size yardımcı olmayan, sizi dışlayan vs. memuru bile gerekli yere şikayet edin. Biz halk sayesinde üç kuruşumuzu evimize götürüyoruz. O halk bizim efendimiz. Tepeden bakan, bugün git yarın gel diyen eskimiş köhne devlet kabul edilemez. Kaldı ki halkın parasını peşkeş çekmek. Makarna kömür edebiyatı yapan kesime de bir çift lafım var: Hadi ordan! Siz ne biliyorsunuz? Siz kaç ihtiyaç sahibi vatandaşın evine gittiniz ömrünüz boyunca? Kanser ilaçlarından çocuk bezine, kıyafetten beyaz eşyaya, obeziteyle ücretsiz mücadeleden engelli ve yaşlı hizmetlerine, afetzedelere yardıma sayamadığım kadar çok geniş bir alandır sosyal yardımlar. Aylarca süren bir çalışma neticesinde bütün şehir köyünden ilçesine kadar kapı kapı gezerek engelli vatandaş listesi çıkartmışız. On sekiz bin engelliyi tespit etmiş ihtiyaçlarına uygun çalışmalar planlamışız. Yaşlılarımıza evde bakım hizmetini gönüllülük düsturuyla götürmüşüz. Görevimiz mi, kesinlikle evet. Kimin parasıyla halkın parasıyla. Daha önce yapılmış mı yapılmamış. Siz bu halkı makarna kömüre kendini satanlar olarak bakarsanız bu iktidarın ekmeğine daha çok yağ sürersiniz. Çünkü bu iktidar bugüne kadar aşağılanmış halkın bilinçli tepkisi. İktidarı değiştirmek istiyorsanız önce bu halkı akit, Anadolu çomarı, bidon kafalı, göbeğini kaşıyan ve daha ağza alınmayacak yakıştırmalarla aşağılamaktan vazgeçmelisiniz. Siyasi yazıları yorumları sevmiyorum. Şurada edebimle edebiyatımla durayım diyorum konuşturuyorsunuz. Yeter artık aşağıladığınız. Belki de bu iktidardan en çok bıkan benim. Bir gitseler de çok istediğiniz hesaplaşma vakti gelse. Birgün elbet bu olacak. Hiçbir iktidar ebedi değildir. Bir kere daha anladım ki dünyanın en güzel ama en talihsiz mesleğini yapıyorum.
Aynur Engindeniz tarafından 12/10/2016 1:08:10 AM zamanında düzenlenmiştir.
Fikret TEZEL
Peki, ben kimim, neyim ? Size göre, iftiracı, fesat ve sonuçta size göre de şerefsizin teki oluyorum ! Ben sizi sadece yazılarınızdan tanıyorum ve anlayabiliyorum ama sizin beni anlamanız mümkün değil. Peki bunun sebebi nedir ?
Ben , ensiyasi dönemde, İstanbul'un üç değişik üniversitesinde, ( İTÜ, İÜ, MÜ ) belli sürelerde okudum. Hayatta çok kısa bir dönem sadece bir partiye üye olup hizmet verdim. Şaşıracaksınız ama o parti Refah Partisi idi. O günden sonra ve şimdi, yemin ediyorum ki, hiç bir partiyle bağım yoktur. O yüzden de her kuruma, partiye, eleştirel gözle bakabiliyorum. Oysa siz, partilisiniz. Sizin olaylara benim kadar gerçekçi bakmanız mümkün değil.
Bu ülkeye, tüm insanlığa, nerede , hangi hizmeti, karşılık beklemeden veren her kim varsa, hepsinden Allah razı olsun. Fakat ; ben bir beyaz eşya mağazalar zincirinin, su basmış deposundaki beyaz eşyaları, mobilyaları, seçim rüşveti olarak, elektriği, suyu olmayan, okulu , öğretmeni olmayan mezralara kadar dağıtıldığını gördüm. Hiç ihtiyacı olmayan partililere aylık sosyal kartlar dağıtıldığını gördüm, yakılması sağlığa aykırı kömürlerin sosyal yardım adıyla dağıtılıp birilerinin zarardan kurtarıldığını gördüm, birilerini zengin edebilmek için, yeşil alanların, sit alanlarının imara açıldığını gördüm, birilerine ekstradan özel imarlar verildiğini gördüm, mitinglere paralı insanların götürüldüğünü, bazı kamu çalışanlarının gitmeye zorlandıklarını gördüm.
Kısa keseyim isterseniz. Aynur hanım ; siz başkalarını da kendiniz gibi görebilirsiniz. Saygı duyuyorum. Keşke sizi bu kadar etkileyip de hakaretlerinize maruz kalmasam. Bu bile, şerefsiz sözünüze rağmen, size olan saygım değişmeyecek, inanın. Ben size rağmen, hala bu konularda bir şeyler söylemek zorunda kalıyorsam eğer, bu hastalık ,fesatlık falan değil, bazı gerçeklerin, gözümün önünde olduğunu görebildiğim içindir.
Yine de üzgünüm. Sizi, size hiç de yakışmayan , beni de içine alan, ağır hakaretler içeren yorum yazmak zorunda bıraktığım için.
Saygılarım samimidir. Lütfen itimat etmeye çalışın Aynur hanım.