- 1098 Okunma
- 8 Yorum
- 1 Beğeni
BİNGÖL HİKÂYESİ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
BİNGÖL HİKÂYESİ
Esenboğa aktarmalı bir yolculuktayım. Biraz daha fazla ücret ödeyerek pencere kenarına oturdum. Bu kez mavilikleri yararak gideceğim. Yeşil ise imgelemem için bir malzeme olacak.
Saçları bembeyaz, gözleri biraz daha derin ve yüzünde kesik gibi duran çizgileri olan rahat giyimli bir bey yanıma oturdu. Işıltılı gözlerle etrafı aydınlatırken başıyla selam verdi. Bu bölge insanımızın davranışına uygun değildi. Ben de selamına aynı şekilde karşılık verdim. Aktarmalı bir uçak yolculuğu olduğundan çok da şaşırmadım.
Daha tanışmaya fırsat bile vermeden. Alıcıymış gibi baştan ayağa süzdükten sonra “Yolculuk nereye?” dedi.
Şaka olsun diye “Gittiği yere kadar.” diye cevap verdim.
Adam yarı tebessümlü sadece “hımmm” dedi ve ekledi. “O zaman aynı yere gidiyoruz.”
Esenboğa aktarmalı bir yolculuk.
“Çok espritüel birisiniz, ne iş yapıyorsunuz?”
“Kamuda çalışıyorum.” dedim ama adamın sorularını bitmeyeceği her hâlinde belli. Zaten dar alanda yapılacak en iyi şey, ikili konuşmalardı.
“Çok olduğumu biliyorum ama yine de soracağım, hangi ildeki kamu idaresi ki?”
Soruların arkası gelmesin diye keskin bir cevapla “Bingöl” diyebildim. Adam şaşkınlıkla “Yapma ya…” dedi.
Bu kadar şaşkınlık neden olabilir ki diye düşünürken adamın, bu hayret verici duruma açıklama yapma ihtiyacıyla bana doğrulduğunu gördüm. Sakin bir yolculuk yapamayacak mıyım diye kızacaktım ki konuşmak için can atıyor olması da ayrıca canımı sıktı.
“Kusura bakma beyefendi. Gazeteciyim, bir haber için çalıştığınız şehre gitmiştim. Harika bir şehir yahu. İnanamadım gözlerime. Tıpkı Hindistan. İnekler, öküzler sokaklarda. Tüm canlılar şehirde birlikte yaşıyor. Önce tesadüfi bir şey sandım. Sonra baktım ki yok, ciddi ciddi tüm canlılar bir arada. Gerçekler de gözümün içine bakıyor. Türkiye’nin Yeni Delhi’si gibiydi. Birçok fotoğraf çektim. İnekler, çocuklar, insanlar, aynı sokakta ve parktalar. Çocuklar salıncaklarda sallanırken, inekler parkın otlarını yiyordu. Vallahi beyefendi çok şanslısınız. O şehri çok sevdim” dedi.
“Ya öyle mi? Olaya hiç sizin gözünüzle bakmadım. Demek ki birkaç gün kalınca insanın bakış açısı da değişebiliyor” dedim.
Bunun üzerine adam bir ebeveynin çocuğuna bakar gibi; “Güzellik aranıp bulunan bir şey değil; güzellik, bir yoldur bir yöntemdir. O güzelliği yaşamayan, içinde hissetmeyen tanımlayamaz, tanımlarsa da güdük kalır. Tıpkı benim kısa sürede yaşamayarak yaptığım güzel tanımlama gibi. Ya da sizin gibi o şehirde yorulan ya da bıktırılanlar için güzellik, fısıltıdan başka bir şey değildir. Konuşan ama duyulamayan. Belki bir gölgenin izi kalmıştır sizde. Babam derdi ki; -unutma oğlum gölgeler, gölge olmadan önce bir cisimdi.-” dedi ve servisten aldığı suyu içti. Ve tekrar anlatmaya başladı. “Bir diğer açıdan ise dağların arasında kalan bu şehir tıpkı türkülerdeki gibi ‘Bingöl dört dağı içinde, Gülü bardağı içinde…’ çobanlarının sesindedir ve o çobanların ilkyazda güneşin toprağa düşmesinde bir düştür.” dedi.
Çok şaşırdım, bir gazeteciyle değil uzak doğu keşişiyle yolculuk yaptığım duygusuna kapıldım. “Ee güzel söylersiniz de güzellik somut durumdan soyut bir çıkarım yapma hâli gibi durdu burada. Güzellik, istenilen bir şey değil bir duygu metaforu değil midir?” dedim.
Bu kez bana daha öncekinden farklı baktı. “Aslında delikanlı biliyor musun? Bütün mesele ne görmek istediğindedir ne bir imge sağanağı ne de işitmek istediğimiz bir ‘Deniz üstü köpürür’ türküsündedir güzellik. Siz gözünüzü kapatırsınız, yazacağınız imge yüklü bir öykü ya da kulağınızda yuva yapmış bir ‘Güzelliğin on para etmez’ türküsüdür” güzellik dedi.
Sohbeti orada barıştırdım.
İçimden -karşı ki dağlar duymaz ama- bir of çektim. Bir taraftan konuşmanın hiç bitmesini istemiyor diğer taraftan sorgulatan diyaloglara kulağımı tıkamak istiyorum ama bitti.
Hostesler yiyecek içecek servisini başlattı. Elime havayolunun dergisini aldım. Manşette dünyanın merkezi -Katmandu- altında da çok güzel bir fotoğraf.
Kaptanın ”Sayın yolcularımız! Lütfen yerinizden kalkmayınız, emniyet kemerinizi bağlayınız.” anonsunu duyunca anladım, inişe geçiyoruz.
Lastikler piste dokunur gibi yaptı ama pas geçti. İkinci hamlede tekerlekler tam olarak yola oturdu. İyice nefes aldım. Sonunda kazasız belasız bir yolculuğun yarısına geldim. Kaptan havaalanında yaklaşık iki saat kalacağımızı sonra tekrar yolculuğa devam edeceğimizi söyledi. Gazeteci yol arkadaşım iyi günler deyip gitti. Bende arkasından apar topar uçaktan indim. Yolculuklar da güzellikler gibidir; uçaktan yeryüzüne bakmak ya da hiç tanımadığın bir yolcunun hayat yolculuğuna katılmak gibi bir şeydi.
Havaalanının dışına çıkmadan kafelerde zaman öldürerek vakit geçirdikten sonra tekrar yaşamımı sürdürdüğüm şehre hareket ettim. Bu kez yanım da kimse yoktu. Artık rahatlıkla camdan bakabilecektim. Öyle de yaptım. Bulutların içinden geçerken onlara dokunma hissiyle gözlerimi kapattım. Dalmışım şehrime en yakın havalına inerken lastiklerin yerle sürtünmesinin çıkarttığı sesle uyandım. Biraz önceki gazeteciyle yaşadığım diyaloglar rüya olmalıydı diye düşündüm. Servisle, şehrin ana caddesine kadar bir hışımla geldik. Bundan sonrası gazetecinin anlatımı değil bir gerçekle yüz yüze kaldığımız anda sağa dönerken bir ineğe çarptık. Şehir içinde yavaş giden servis şoförü hayvanları sokağa salanlara ana avrat küfür ederek yoluna devam etti. Sonunda saat kulesinin önünde servisten indim. Eve doğru giderken belediyenin hoparlöründen “Sayın Bingöl halkı ineklerinize, öküzlerinize sahip çıkın yoksa sahipsiz bulduklarımızı kesip döner yapacağız ve halka bedava dağıtacağız. Sonra da ineğime, öküzüme ne oldu demeyin. İlgililere ve halkımıza duyurulur.” anonsuyla tekrar uyandım. Şehrim Bingöl’deyim.
YORUMLAR
Çok azdır yanındaki yolcuyla sohbet etmeyi seven.
Ben de sevmem. Şimdilerde otobüslerde televizyon var da onunla mesgul oluyor, yanındaki ile konuşmak sıkıntısından bir nebze kurtuluyoruz.
Bir uçak yolculuğunda yanımdaki yolcu uçak ininceye kadar bana korkmamam gerektiğini anlattı. Uçak tekerelrini piste koyana kadar sabrettim. Kemerleri çözüp inmeye hazınlanırken:
"Ben Hava Astsubayıyım" dedim. Utandı.
Yolculuklarda mecbur kalmadıkca mesleğimi söylemem. Neci olduğumu öğrendikleri halde;
ya bir astsubay parasını yemiştir. Ya da bir astsubayı askerde iken dövmüştür.
Güzel bir anıydı. Güzel anlatılınca anıda daha da güzelleşiyor tabii...
Selam ve Saygıyla.
hoş bir yazı okudum. kutlarım hayal gücünüzün enginliğini, kaleminizin gücünü...
türkülerle güzellikler ve selamlar olsun.
gurelsurucu
yeni öykülerde görüşmek üzere.
bu yazılar bizi zenginleştirir.
Gülümseten çok hoş bir yazıydı.
Özellikle "Türkiye’nin Yeni Delhi’si "
Kutlarım kaleminizi...
Sevgilerimle
gurelsurucu
güzel şeyler.
yazarken yaşamak gibidir.
dostlukla.
gurelsurucu
hayat art arda yaşanılan kısa öykülerden oluşur.
bizlere de geleceğe bunları edebiyatın diliyle anlatmak düşüyor.
elimizden geldiğince daha fazla üretmek ve taşımak dileğiyle.
hay Allah :)
bakis acisina göre degisiyor güzellikler, bu kadar dogalllik da fazla bir sehir icin-
gurelsurucu
gördüğün şey seni değiştirir.