KAÇAK... son...(FANTASTİK ÖYKÜ)
“Korkma! O bir otobur…”
Radyo cızırtısı böyle sesleniyor. Gözlerimi açıp bakıyorum, ejderhanın arka tarafındaki kayalıklarda bir çıkıntı üzerinde oturmuş siyah pelerinli yaratığı görüyorum. Ormanda beni kovalayıp bu çukur vadiye düşmeme sebep olan yaratığın ta kendisi.
Sesten sonra ejderha da vaz geçiyor üstüme gelmekten. “Ya-aa…Niye mıncıkcılık yapıyosun yaa?” diye söylenerek hoplayıp zıplamaya başlıyor. “Kıncıkcı sen de! Sen insanları korkuturken ben karışıyor muyum?”
“Adam korkusundan altına sıçtı, görmüyor musun? Korkudan öldürecek misin zavallıyı?”
“Sıçarsa sıçsın! Azcık eğleniyorum şurada…”
“İnsanlarla eylenirsin. Bu zavallıyla değil!” Kayalıklardaki yerinden ejderhanın önüne atlıyor. “Otur oraya!” diye emrediyor. Ejderha itaat edip olduğu yere çöküyor. Kendisi de yanıma geliyor. Kol yerine tüylerle kaplı iki kanadı olduğunu fark ediyorum. Pelerininin başlığını indirip suratındaki maskeyi çıkartıyor. Aman Allah’ım! Gördüğüm surat, normal bir surat değil. Bir surat bile değil! Sadece bir gaga, ördek gagası gibi. Uzun ince bir boynun üstünde, saç olduğunu sandığım koyu, siyah tüylerin altında. Dikkatlice bakınca gaganın ucunda burun delikleri olduğunu sandığım iki deliği görüyorum. Gaganın üst tarafında da denizaltı periskopunun uç kısmını andıran iki gözü var. Konuşmaları duyup cevapladığına göre mutlaka kulakları da vardır, ama onları göremiyorum. Konuştukları ağzından değil, boynundaki bir ses yükselticiden çıkıyor. Sesinin cızırtılı bir radyo sesini andırması ondanmış demek ki!
Görüntüsü bu kadar komik olunca güleceğim tutuyor. Güldüğüm için hemen utanıyorum. “Afedersin dostum görünüşün birden çok komiğime gidince tutamadım kendimi,” diyerek özür diliyorum.
“Sorun değil,” diyen ördek adam önümde bir referans yaparak kendini tanıtıyor. “Ben, Abdülmütekebbirrezzak Boğazlıkazzak. Bana kısaca ‘a’ diyebilirsin…”
Böyle kibar davranınca onlara karşı duyduğum korkuyu yeniyorum. Hatta ikisini de sevimli bile buluyorum artık. Ben de aynı centilmen tavırlarla kendimi tanıtıyorum. “Ben de Kemal Yavuz Paracıkoğlu’yum. Sen de bana kısaca Kemnur diyebilirsin.”
Radyo sesli ‘a’ yanıma geliyor. “Ormanda vebalı görmüş gibi benden niye kaçtın?” diye soruyor.
“Korktum!” diyorum.
“Seni korkuttuğum için çok özür dilerim! Sana zarar vermek gibi bir niyetim yoktu halbuki.”
“Niye kovaladın madem?”
“Seni merak ettiğim için. Bu dünyadan olmayan bir yaratık olduğunu görünce merak ettim seni.”
“Yanılıyorsun,” diyorum ona; “ben bu dünyadanım. Buraya başka bir gezegenden değil, bu gezegenin geleceğinden geldim. Buradaki insanlardan eş edineceğim karılarımdan yeni bir soy yaratarak geldiğim zamanın üstün ırkı olan Türk soyunun oluşumunu başlatmakla görevliyim. Görevimi ifa etmek için aralarına karıştığım ilkel insanların arasında uğraşırken ilkel erkekler kıskançlık gösterip beni öldürerek görevimi engellemek istediler. Ben de çaresiz kalıp kaçarak canımı kurtarmak istedim.”
“Gelecekten bu güne nasıl gelebilirsin? Zamanı geriye doğru işletemezsin. Mantıksız!”
“Zaman makinasıyla hallediyoruz o işi biz,” diyorum.. “Sanırım sen de bu dünyadan değilsin. Dünyalılardan değişik bir tipin var.”
Pelerinin altından çıkarttığı kanadını (kolunu değil) omuzuma atıyor. “Ben buraya Sarı Cüce’den sürgün olarak ışınlandım,” diyor. “Gezegenim Kepler-452b’deki ülkemde demokratik yollardan seçilmiş bir cumhurbaşkanıyken, ülkemi bir darbeyle ele geçiren diktatör beni buraya ışınladı.
“Seni anlıyorum,” diyorum ona; “Yabancısı olduğum konular değil bunlar. Bu zamana gelmezden önce yaşadığım ülkedeki seçilmiş cumhurbaşkanı da getirdiği başkanlık sistemi ile diktatörlüğünü ilan etmişti.”
İşin içine siyaset girince herkesin çok iyi bildiği bir konu olduğu için devrik cumhurbaşkanıyla sohbeti koyulaştırıyoruz. O arada ejderhanın oradaki varlığını bile unutmuşum.
Ejderhaya bir göz atarak. “bildiğim kadarıyla ejderhalar et yerler. Otobur olanını hiç duymamıştım. Onun karnı acıkınca yiyeceği bitkileri nereden temin ediyorsunuz? Burada gördüğüm kadarıyla ot bile yok, her yan kayalık. Girip çıktığınız bir gizli kapınız mı var?” diye soruyorum.
Kısaca, “uçuyoruz, diyor.
“O da mı uçuyor?”
Ejderha oturtulduğu yerden, “ne oldu? Beğenemedin mi? Bok kokulu herif sen de!” diye homurdanıyor.
Gerçekten de altıma kaçırdığım kakam ıslak giysilerime bulaşmış ve leş gibi kokmaya başlamıştı. “Güneş batmadan önce şunları gölette bir yıkayıp kurutsam iyi olacak,” diyorum.
Abdülmütekebbirrezzak Boğazlıkazzak, “ben de tam onu diyecektim,” diyerek gülüyor.
Çıplak kalmaktan utanarak soyunuyorum ve giysilerimi yıkıyorum. Az kuruduklarında da giyiniyorum.
Abdülmütekebbirrezzak Boğazlıkazzak, “böyle daha iyi oldu, diyerek yine gülüyor. Biraz alınganlık gösterdiğimi fark edince ciddileşiyor. “Gelecek zamandan bu cilalı taş devrine Türk soyunu oluşturmakla görevlendirildiğin için zaman makinanla geldiğini söylemiştin. Anlat Kemnur, o görevini nasıl tamamlamayı düşünüyorsun?”
Pek fazla detaya girmeden ona bildiğim efsaneyi anlatıyorum. “Dar ve sarp bir yer olan bu yerin adı Ergene Qon olacak ve ben burada kendi soyumu üreteceğim. Benden dört yüz yıl sonra benim neslimden üreyen sülalem çoğalıp buraya sığımaz olunca büyük bir ateş yakıp bu dağları eritecekler ve Asena isimli bir dişi kurdun yol göstericiliğinde buradan çıkıp dünyaya yayılacaklar.”
KAÇAK... son...(FANTASTİK ÖYKÜ) Yazısına Yorum Yap
"KAÇAK... son...(FANTASTİK ÖYKÜ)" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.