- 664 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
422 - BENLİK
Onur BİLGE
Zararın bir yerlerinden dönülmüş… Bu cümle beni epey düşündürdü. Bunlar boşanma sebebi miydi? Öyle olmuş olsaydı, bu iş çok daha önce gerçekleştirilir, durumdan şikâyet bu kadar çokken bunca zaman katlanılamaz, hatta gönüllü kul köle olunamazdı. Bir anda aklıma arka arkaya birçok soru geldi. Acaba sebep sadece bu sayılanlar mı? Arkasında anlatılmaktan çekinilen ya da sonraya bırakılan başka etkenler de var mı? Boşanma gibi sevimsiz bir olayın neresi kârdır! Allah’ın rızasına uygun mudur! Hangi hallerde gereklidir? Hangi hallerde çok günahtır?
“Dedeciğim ya! Siz birbirinizi hiç sevmeden mi evlenmiştiniz? Hani ablasıyla buluştuğunuzda o da geliyor, senin etrafında dolanıp duruyor, dikkatini çekmek için her yola başvuruyormuş ya! Seni seviyormuş demek ki! Sevmeseydi, ablasına bırakırdı. Değil mi ya? Koparıncaya kadar asılmış, anlaşılan! Koparmış da…”
Neşe, sözünü tamamlamadan sustu. Define uzun bir iç çekti, ofladı pufladı çünkü. Onun konuşması için fırsat verdi. Sorusu yerindeydi. Ben de o düşüncedeydim ama Define’nin dediğine göre, kazın ayağı öyle değilmiş. İşin içinde iş varmış. Halk arasında ‘eşirgeşmek’ diye adlandırılan, çekememezlik, kıskançlıktan kaynaklanan bir yarışma hali…
“Onun derdi, ablasıyla edinmekmiş. Meğer peşimde dolanması, beni ayartarak elinden almaya uğraşması falan onun önüne geçmek içinmiş. Bu da farklı bir tatmin yolu… Ablasından üstün olduğunu ispatlamak, tercih edilen olma gururunu tatmak ve galibiyetin mutluluğunu yaşamak için… Çünkü Nesrin çok güzel ve oldukça alımlıydı. Bu, sümsüğün biriydi. Çelimsiz bir şey… Onun güzelliği altında eziliyordu. Beni kullanarak bir nevi intikam almış oldu. Aslında, ablası zengin bir şapşal bulduğu için buna gün doğdu! Öyle olmasaydı ben buna tenezzül mü ederdim! O beni kullandığını zannederken ben de onu ona karşı kullanmaya başladım. Sevimsiz olaylar oldu işte! Neticede olan bana oldu! Hem güzelim sevgilimden oldum, hem de başıma püsküllü bir bela buldum!
Aslında onu almaya mecbur değildim. Başkasıyla evlenmeyi de tercih edebilirdim ama gururum fena halde kırılmıştı. Hırsımı, en yakınıyla almayı yeğledim. Zaten elimin altındaydı. Aramaya gerek yoktu. Dünden hazırdı!
Annem o kadar kız gösterdi, hiç düşünmeden reddettim. Akraba kızları, komşu kızları… Hele birisinin üstünde çok ısrar etti. Onu tercih ediyordu. Çünkü ona rahatça söz geçirebileceğinden emindi. Hepimiz birbirimizi kullanmaya başlamıştık ya o da onu bütün işlerinde kullanmayı tasarlıyordu. Zengin kızına dilediği gibi emredemeyeceğini, söz geçiremeyeceğini gayet iyi biliyordu. “kapıdan içeri girmeyecek!..” diyordu ama bana da söz geçiremedi! Aklıma koymuştum bir kere!
Aklıma koymuştum. Çünkü ben bağımlıydım. Ne olursa olsun, Nesrin’den uzak kalmak istemiyordum. Sık sık görmek için de rahatça kıskandırarak intikamımı almak için de…
Madem beni istememiş, o enayiyi seçmişti, ben de en yakınıyla evlenerek, ona nispet yapmak, hâlâ deliler gibi sevmekte olduğum halde inadına buna sırılsıklam âşıkmışım gibi yaparak, beş para etmediği halde son derece değer vermek, şımartmak suretiyle onu kıskançlıktan çılgına döndürerek hırsımı alma yolunu seçmiştim. Arzumu gerçekleştirerek istediğimi elde etmiş, onu inim inim inletmiştim! O kadar ki o geri zekâlıda benim özelliklerimi aramış bulamamış, bulamadıkça ona saldırmış, manevi açlıktan ve kıskançlıktan kudurmuştu!
Kocası çakaralmazdı, kalptı. Ancak babasının koltuğu altına sığınmayı ve para kesmeyi biliyordu. Bir çift güzel söz etmekten acizdi. Ben öyle miydim ya! Kardeşine çiçekler, hediyeler, aşk kokulu şiirler… Bir dediğini iki etmiyordum! Şiirleri süslüyor püslüyor, evimizin duvarlarına asıyor, okuması ve delirmesi için ne gerekiyorsa yapıyordum! Beni bu sapsalağa sırılsıklam âşık zannediyor, hırsından çıldırıyordu!..
Onun neler kaybettiğini görmesini, bilmesini, bin kere bin pişman olmasını istiyordum. Köpek gibi pişman olmasını… Oldu da… Öfkesinden kocasına, kaynanasına, görümcesine saldırmaya başladı, salyaları aka aka! Saldırdıkça daha da sevimsizleşti! İstenmeyen bir eş, cazgır bir gelin haline geldi. O zamandan sonra, normalde olması gerekenler de hiç olmadı artık. Ne pahalı hediyeler, ne nadide çiçekler… Saltanatı sona erdi sultanın.
En güzel aşk sözlerini, kız kardeşi vasıtasıyla duydu. Ya ben ona söylerken ya da o ona naklederken… En güzel aşk şiirleri bizim evin duvarlarından okudu. “Keşke bu şiirler benim için kaleme alınmış olsaydı! Keşke bu şiirler, benim gözlerime bakılarak okunsaydı!.. Bütün bunlar şu sıska Nevin için mi yazıldı!..” diye kahroldu!..
Aslında ben onları, onun için yazıyordum ama o hiç bilmiyordu ve hiçbir zaman da bilmeyecekti. Öyle de oldu. Hiçbir zaman öğrenemedi. Nasıl başka birisi için yazabilirdim ki! Onu hâlâ deliler gibi severken… Kalbime ‘dur, çüş’ diyemezken…
Yıllar… Yıllar… Azap dolu yıllar… Nihayetinde yollar…
Çocuğun solunum rahatsızlığı… Temiz hava ihtiyacı… Çocuğun hastalığından daha önemliydi benim hastalığım! Kendime o kadar kızıyordum ki onu unutamama aczi içinde olduğum için! Bunu yenmeye çalışıyor, olanca gücümle kendimi zorluyordum!
Yalnız kaldığım zamanlarda kendimi yokluyordum. Onu görmeden ne kadar durabileceğimi hesaplamaya çalışıyordum. Kendi kendime mırıldanıyordum. Bir gün, yarım gün bile görmesem özlediğim, görebileceğim yerlere sürüklendiğim, geçebileceği yolları gözlediğim kadından ne kadar ayrı kalabilirdim?
Çekip gitmek İstanbul’dan… Bu kararı alabilmek kolay mıydı!.. Günlerce gecelerce düşündüm. Başarabileceğimi telkin ettim kendime. “Yaparsın oğlum! Dayanırsın! Neden olmasın! Sen onun başkasının olmasına bile katlanabilen adam değil misin!.. Dayanamayacak olsaydın, ona dayanamazdın! Hem başka yer, başka ortam… Belki başka bir… Bilmem ki! Bu zamandan sonra? Neden olmasın!” Neler konuştum, kendi kendime… Kendim sordum, kendim cevapladım. Ne bitmez tükenmez konuşmalardı!
Görebilme imkânım olduğu halde bir süre görmek istemedim. Görmeden durabilme egzersizleriydi yapmaya çalıştığım. Karşılaşmalarımızda yüzüne bakmamaya başladım. Tüm gücümle irademi kullanmaya gayret ediyordum. Onu eskisi kadar sevmediğime, zaten artık kavuşma ümidi diye bir şey de kalmadığına, çoktan başka bir yörüngeye girdiğine göre benimle alakası kalmadığına kendimi inandırmaya uğraşıyordum.
“Durduk yerden onu terslesem mi? Bir tartışma çıkarsam… Bana kötü sözler söylese… Söylese de ondan soğusam! O zaman çok daha kolay olacak onu unutmam! Daha kolay olur buralardan uzaklaşmam. Ya daha gider gitmez, hatta daha otobüste pişman olursam? Ya dayanamayacak kadar çok özlersem, özler de deliler gibi, tiryakiler gibi aranmaya başlarsam, ne yaparım? Nasıl katlanırım o hasrete?” diyordum. Daha çok ama çok şeyler diyordum. Bitmiyordu demelerim. Boşa koyuyordum, dolmuyordu; doluya koyuyordum, almıyordu!
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 422