- 701 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
KADIKÖY’DE SİZE DE DENK GELDİ Mİ?/ KARIŞIK KURUŞUK BİR KADIKÖY HİKAYESİ
İstanbul’da yaşıyorsanız hele de Kadıköy’de, ya da benim gibi sık sık Kadköy’e giden biri iseniz etrafınıza ne kadar ilgisiz olursanız olun bir kaç şey mutlaka dikkatinizi çekmiştir.
Ben Ümraniye’den giderim Kadıköy’e. Kadıköy’de minibüsten indiğim nokta Haydarpaşa’ya yakın olan minibüs duraklarıdır. İşte o noktadan itibaren Kadıköy’ün vazgeçilmezleri ile karşılaşırsınız.
Minibüsten inip sahile doğru bir iki adım attığımda beni ilk karşılayan bazen hüzünlü, bazen coşkulu bir müzik olur. Bu müziğin sözleri ya ‘’ Artık seninle duramam. /Bu akşam çıkar giderim./ Hesabım kalsın Mahşere./ Elimi yıkar giderim.’’ Türünden sözleri Türkçe olan protest bir şarkıdır ya da ‘’Şemmamê Şemmamê Şemmamê bûkê/Dotmamê dotmamê dotmamê bûkê’’ Türünden coşkulu Kürtçe bir türkü... Genelde Kürtçe olur.
İşin doğrusu ilk önceleri bu türküleri söyleyenlerin ortalığı karıştırmak, yepyeni kaoslar yaratmak, birilerinin kendilerine çatmasını, tartaklamasını, sonra da mağdur edebiyatı yaparak kendilerine puan kazandırmak amacında olduklarını düşünmüştüm ama zamanla gördüm ki hiç bir Allah’ın kulunun salladığı yok. Yani her yerde, her ortamda dinlediğimiz bir sürü farklı dilden ( İngilizce, Fransızca, Almanca , İspanyolca vs) şarkıya bir şey mi dedik bu güne kadar. Kürtçeye de - anlasak da, ben gibi anlamasak da - bir şey demedik. Çalıp söylüyorlar ve millet anlasa da anlamasa da dinliyor. Yani sıkıntı yok. Olması gereken de bu zaten. Türkülere, şarkılara düşman olmanın anlamı yok. Yeter ki o türkü ve şarkılar sevgiden, dostluktan, aşktan bahsetsin. Ya da ne bileyim gurbet desin, sıla desin, hasret desin, yokluk, yoksulluk desin…
Bu arada o mıntıkada zaman zaman kemençe sesi ya da klarnet, keman, akordeon sesi duymanız ya da mesela Grup Sümela gibi gruplara rastlamanız mümkündür ama genelde Kürtçe Müziğin hakimiyeti tartışılmazdır o kısımda. Kiliselerin olduğu sokakta, yani iç kesimde, Mühürdar Caddesinde yine müzik grupları vardır ama bu kesimde de Kürtçe müziği göremezsiniz pek. Kızılderili grupları bile görmeniz mümkündür ama iç kesimde Kürtçe müziğe en azından ben hiç rastlamadım.
Evet…Genelde Kürtçe olan bu türkülerden sonra kılık kılık kıyafet ve davranışlarıyla farklı bir grup karşılar sizi yine sahil kesiminde. Bu grup cinsiyet olarak kadındır. Çok renkli kıyafetleri içindeki bu kadınların büyük kısmı, kocaman karınlarıyla tam bir karnıbaharı andırır. Bu karnıbahar tipliler içinde bir iki tanesi çiçek satarken çoğunluğu hiç bir iş yapmadan gezer durur.
Karnabahar tipli bu kadınların yanlarında oldukça güzel kadınlar da vardır. Güzel derken tabii ki güzellik soyut bir kavramdır. Hele hele de saçına bir tarak bile vurmayan bu hatunları hiç de güzel bulmayabilir pek çoğumuz ama şöyle dikkatlice baktığınızda ‘’ Ah ulan ahh..Şimdi şu kadını sokacaksın önce şöyle güzel bir hamama, üzerindeki yıllanmış kirlere bir kese atacaksın, sonra güzel kıyafetler giydireceksin, bir de güzellik salonuna sokup şöyle sağlam bir boya cila attıracaksın, Adriana Lima’ya beş çekmezse ben de adam değilim’’ Diyebileceğiniz neler vardır içlerinde.
İşte bu hatunların bazen yanlarında ufak veletler de olur. Yani çoğu ya evlidir ya da dul.
İstanbul’a ilk geldiğim yıllarda işin doğrusu merak ederdim bu kadınları. Tamam bir ikisi çiçek satıyordu ama çoğunluğu hiç bir iş yapmadan dolanıp duruyorlardı. Önceleri yankesici olarak düşündüm bunları ve yanlarından geçerken eğer cebimde – kaybettiğim takdirde üzüleceğim miktarda- para varsa hep dikkatli oldum. İllevelakin hiç yaklaşmadılar bile. Yani yankesici değillerdi açıkçası. İyi de neydi? Çoluk çocuk ne işleri vardı her gün her gün Kadıköy sahilinde, otobüs duraklarının olduğu o kalabalığın içinde?
Uzun süre sırlarını çözemedim. Taa ki bir 14 Şubat Sevgililer gününe kadar.
Bir 14 Şubat Sevgililer gününde bunlardan bir karınıbahara - ki suratında ayrıca geniş bir yanık izi vardı – dikkatlice ve alıcı gözlerle baktım. Maksadım bir gariban ‘’ Ulan bana da bakan biri var ‘’ diye kendine bir övünç payı çıkartsın.
Kadın, dikkatlice baktığımı görünce yanıma yaklaştı. İyice sokuldu. Ağzının sarımsak kokusunu taa ciğerlerime dolduraraktan sordu: ‘’ A be karı lazım mı karı?’’
Anlamıştım artık ne iş yaptıklarını…Cevap verdim: ‘’ Karı her zaman lazım. İllevelakin benim o karılara senin düşündüğün şeyi yapıp yapamayacağımdan emin misin?’’ Pişkin pişkin gülerek cevap verdi ‘’A be sen o gençleri değil, istersen beni bilem halledersin.’’ O tabii ki ‘’ Halledersin değil daha sinli, kaflı bir şey demişti ya burada yazmak olmaz tabii ki.’’ Git işine be kadın. ‘’ dediğimde ise ‘’ Kuş ötmüyor galibam’’ deyişini unutmak mümkün değil…
Evet..Kadıköy’ün sahil kesiminin vazgeçilmezi bunlardır.
Sonra az yukarı, bankaların olduğu kısma çıkarsınız. Eskiden o kısımda her Kadıköy’e indiğimde gördüğüm bir iki tip vardı ama şimdilerde yoklar. Herhalde sokakta yaşamanın doğal bir sonucu olarak ölüp gittiler ya da belki şu sokakta yaşayan insanlar için yapılmış sığınmacı evlerine filan yerleştirildiler. Bunlardan biri banka önünde yatıp kalkan, bazen elindeki kalın şişlerle devamlı bir şeyler ören bir kadındı. Bir iki tanesi damarlarında ucuz şarap dolaşan ayyaşlar, bir tanesi de yaz kış ayakkabısız, ama yazın da kışın da paltoyla dolaşan otuz beş yaşlarında iri kıyım birisiydi. Şimdi yoklar.
Ziraat Bankasının köşesine geldiğiniz anda hemen bir kaç delikanlı yanınıza yaklaşır. Aynen yukarıda bahsettiğim kadının tavrıyla: ‘’ Abi proğram var, cd var, oyun var…Yardımcı olayım mı?’’ Kadıköy’de sırrını çözemediğim bir olaydır bu. Bir bilgisayar programı, cd veya oyun satın almak isteyen insan yol boyunca sıralanmış dükkanları görmüyor mu? Yaz-kış, her gün sabahtan akşama kadar dükkanların önünde aynen kadın satıcıları gibi insanlara sokulup ‘’Program var, cd var, oyun var’’ diye çığırtkanlık yapmanın alemi ne?
Şimdi bankaların olduğu o kesimi bir balici genç mesken tutmuş.
Bu genç 20-25 yaşlarında esmer, uzunca boylu, zayıf, karayağız biri.Elinde bir poşet, poşetin içinde krem rengi ile sarı arası ve muhallebi kıvamında bir madde, sürekli o maddeyi koklayarak dolaşır bankaların önünde. Giyimi kuşamı da öyle döküntü filan değildir. Yani elindeki o poşet içindeki nesneyi kokluyor olmasa günümüzün düşük bel pantolon giyen sıradan gençlerinden biri sanırsınız. Öyle tipi kaymış filan da değil aslında. Ancak yine de insanı ürperten bir tarafı var zira balici ve tinerci dediğimiz bu tipler oldumolası tehlikeli tiplerdir. Ne zaman ne yapacakları hiç belli olmaz.
İşin doğrusu polisin sık sık üst ve kimlik kontrolü yaptığı o mıntıkada bir balicinin böyle pervasızca dolaşması ve atm lerden para çeken ya da işlem yapan insanların burunlarının dibine kadar sokulup onlardan para istemesi üzerine ben o gencin elindeki maddenin patates püresi olduğunu zannediyordum. Zira bir balici bu kadar rahatsız edici bir şekilde ve her zaman sivil ya ya da resmi kıyafetli polislerin dolaştığı bir mıntıkada dolaşamazdı. Elindeki nesnenin bali sanılması insanlar üzerinde ürkütücü bir etki yapsın diye o poşete patates püresi, ya da muhallebi gibi bir şey koyuyor, bir polis çevirdiğinde de ‘’Abi bali değil, muhallebi bu’’ filan diyerek kurtarıyordu vaziyeti diye düşünüyordum.
Neyse… Neredeyse her Kadıköy’e indiğimde gördüğüm bu delikanlı ilk kez iki ay önce atm den maaşımı çekerken yaklaştı yanıma ancak o gün yanımda büyük oğlum vardı ve buna ‘’ Haydi uza’’ deyince fazla ısrarcı olmadı, uzadı. Ancak dün tektim ve maaşımı Ziraat bankasından çektikten sonra ev kirasını yatırmak için İş Bankası atm sinin önündeydim.
Önce burnuma keskin bir bali kokusu geldi. Hemen ardından omuzumdan bir dürtülme… Kafamı atm ekranından kaldırıp baktığımda bu balici genç ile burun burunaydım. Para istiyordu benden ‘’ Görüyorsun işim var’’ dedim ve ev sahibimin hesap numarasını girerek işleme devam ettim. Balici genç ‘’ Benim de işim var ‘’ dedi.
İşin aslına bakarsanız o kadar kalabalık bir yerde bir insanın bir başka insana saldırması pek de akıllı bir şey olmazdı. Yani normal şartlarda balici - eğer ona para vermezsem - bana saldırmayı göze almamalıydı ama öte taraftan bunlar zaten beyinleri bali çekmekten doğru düzgün kararlar veremeyecek duruma gelmiş insanlar olduğundan insan ister istemez tedirgin oluyor. Ayrıca poşetin içindekinin patates püresi ya da muhallebi olmadığı kesindi artık.
Baktım atm ekranıda ‘’ Yanlış hesap numarası girdiniz’’ Diye bir yazı belirdi. Baliciye bir lira verip başımdan savmadığım takdirde doğru hesap numarasını giremeyecektim. Hani çok korktum dersem yalan olur. Zira alt tarafı bir lira verip başımdan savmak çok kolaydı. Ama her nedense tedirgin olmuştum ve ezberimdeki hesap numarası uçmuş gitmişti. ‘’ Hocam ! Korkudan altıma ettim de rahatla’’ dediğinizi duyar gibiyim ama valla öyle bir durum yoktu. Az bir şey ellerim titriyordu hepsi o.
Benim gibi onun da işi vardı(!) Daha fazla bekletmemeliydim. Çıkarıp 1 lira verdim. O değil de insan bir teşekkür eder, bir dua eder değil mi? Yok.. Namussuz, attı bir lirayı cebe yan taraftaki atm de işlem yapan mini etekli bayanı dürtmeye başladı.
‘’ böylelerini dürt ki akılları başlarına gelip bir daha bu soğukta böyle giyinmesinler’’ dememek için kendimi zor tuttum. Ya hakket biz erkek kısmı ‘’ Kadınlar zayıf yaratıklardır’’ Deriz ya. O soğukta mini etek giyebilecek bir erkeğin alnını karışlarım. ‘’Erkek kısmı neden mini etek giysin ki abi’’ mi? Şorta da fitim. Bu havada şort giyebilen erkeğin, delikanlının alnını karışlarım. Kadınlar- kızlar giyiyorlar ama..
Neyse…İnsan hem üzülüyor böyle gençlerin göz göre göre yitip gitmesine hem de marak ediyor insanları böyle korkutan, tedirgin eden birisine karşı bu güne kadar ne polisin, ne zabıtanın ne de devletin başka organlarının herhangi bir önlem almamış olmamasına.
Bir de yine Kadıköy’de sık sık gördüğüm ilginç ama hiç bir anlamı olmayan ya da şifreli yazılar var duvarlarda. Mesela: ‘’Vicdan koltuğu Araç’’ "Tek far araç" "Tek far Allah" "Araç emperyalist" ‘’Ana ezan okudu. Yanlış okudu ‘’ ‘’Ak bil taşıtı araç ‘’ gibi… Sırrını henüz çözemedim bu aynı kişinin elinden çıkmış yazıların. İşin ilginci bu yazılar sadece Kadıköy’de değil Mecidiyeköy, Ataköy, Bakırköy gibi semtlerde de varmış. Yani yazan her kimse İstanbul’un köylerini mesken tutmuş. Altından nasıl bir Çapanoğlu çıkacak bilmiyorum ama araştırıyorum şimdilik.
Efendim, buna mozaik mi dersiniz, güzel ülkemin farklı renkleri mi dersiniz bilemem ama her şeye rağmen ben Kadıköy’ü severim. Tüm karışık kuruşukluğuna rağmen severim. Özellikle de Kadıköy’de yaptığımız şiir etkinliklerini… Arkadaşlarla şiir solumak güzeldir Kadıköy’de…
RESİMLER:
1-Bahsettiğim anlamsız yazılardan sadece biri
2- Bahsettiğim balici genç bu değil ama yaklaşık olarak böyle bir şey.
3- Kadıköy’de fuhuş pazarlığı
4- Kadıköy’de çok değerli arkadaşlarla bir şiir etkinliğinden sonra. ( Ayaktakiler Soldan Sağa: Salih Özel Nebioğlu, Hüseyin Kuzucan, Mehmetali Işık, Aliosman Aslan, Hayrünisa Şenel, Ben, İnayet Millidere, Semiha Kaçar.
Oturanlar Soldan sağa: Saadet Kılıçarslan, Bekir Odacı, Gülşen Öztürk, Neşe Kızılyar, Melek Dönmez, Zehra Ö. Yılmaz. )
5- Velhasılıkelam fotoğrafta da görüldüğü gibi Kadıköy aklı başında insanlara göre bir yer değildir.
YORUMLAR
Bu beklediğim hikaye galiba. Okumadım daha. Akmeşe'ye gidiyorum. Oraya her gidişimde aklıma geliyorsunuz hocam. Dönüşte okuyacağım inşallah.
sami biberoğulları
Bunun senin beklediğin hikaye olduğunu sanmıyorum zira senin yazdıklarının yanında hikaye bile sayılmaz. Öte taraftan çok farklı bir anlatımın var senin. Ben o tarzı pek beceremiyorum Fakat işin o kısmında değilim. '' ne zaman Akmeşe'ye gitse'' Demişsin ya işte oraya takıldım. Demek ki Akmeşe'ye sık sık gidiyorsun ya da en azından arasıra gidiyorsun. Bu durumda senin de bir bağın var Akmeşe ile. İşte bunu merak ettim şimdi.
Selam ve sevgilerimle.
İlahi ağabey gitme desem şu Kadıköy'e bu sefer de diyeceksin ki '''Şunun dediği söze bak!!!''' İşte böyle şeyler yaşamak işten bile değil. Yıllarca bende hep senin gibi indim Kadıköy sahiline, ana cadde ve sokaklarına. Ama o gördüklerimi senin gibi değerlendiremedim.Biraz belimdeki aletin verdiği cesaret, biraz da yolda hızlı yürümenin verdiği o etrafı görememe olsa gerek, biraz da umursamamak diyeyim. O dediğiniz olayların tümü illaha ki her insan tarafından görülse de bir boş vermişlik işte burada meydana çıkıyor. Yani bana dokunmayan Yılan bin yaşasın. Sonucunu düşünmeden söylenen bir söz!!! Polisin ''' Zor kullanma yetkisi''' var. Ama ne yazık ki o işlerle uğraşma zamanı mıyok desem, yoksa kişisel olarak boş vermişlik mi desem, yada amirinden o iş yüzünden fırça yiyeceği mi desem bilemedim. Sebepler sıralanır ama işin de bir gerçekliği var tabii ki! O zaman kim ilgilenecek o kişilerle? Kısaca Polisi tarif edeyim siz de karar verin. Aklımda kaldığı kadarıyla'''Polis Asayişi, amme, şahıs tasarruf emniyetini ve mesken masuniyetini korur! Yardım isteyenlere, çocuk, aciz ve alillere muavenet eder!'''
diyerek başlar. Burada şunu anlıyoruz! O şahıslar eğer aciz ve alil durumdalar ise Polisin o kişilere müdahalesi kanun gereği dir ve müdahale etmesi gerekir. Muavenet etmek ise hiç bir emre bakmaksızın kendisi yapar manasındadır. Sizde şu andaki durumu göz önüne alarak nasıl çalıştığını anlarsınız.
Ne diyeyim ağabey??? Allah u Teala dualarımızı kabul buyursun da inşallah, onun muhafazasıyla ayakta duralım. Yani Hafazanallah!
Yüreğine sağlık ağabey yine güzel bir Kadıköy macerası okudum.
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Kadıköy bir aşktır.
Gitme desen de, hatta birileri beni bağlasa da bir şekilde mutlaka giderim yine. Bana hitap eden çok fazla bir şey olmasa da giderim Kadıköy'e... Bilemiyorum, farklı bir cazibesi vardır Kadıköy'ün.
Bu arada....Emekli olmadan önceki dönemlerimde ben de öyle her şeye dikkatli bakıp incelemezdim. Emekli olup da yazarlığa soyununca anladım ki bir şeyler yazabilmek için çok iyi bir gözlemci olmak gerekiyor. O bakımdan bir insanın hapşırması bile bazen benim için bir yazı konusu olabiliyor. .
Polis hakkında söylediklerin de elbette doğrudur.
Selam ve sevgilerimle.
İlgi ile okudum yazıyı.
Tuzla-Pendik-Kartal üçgeninde epeyce bir zaman yaşamıştım.
O günlerde çok zaman geçirirdik ailece Kadıköy'de.
Severim Anadolu yakasını İstanbul'un.
Yeniden bir tur attırdı bana bu güzel yazı Kadıköy'de.
İnsan manzaraları da gerçekten ilginçti.
Bu arada,
o mini etekli kızın akıbetini merak etmedim de değil hani.
Baliciden dürtüğü yiyince, harareti tavan yapmıştır herhalde.
Hoş ve dinlendirici bir yazıydı.
sami biberoğulları
Öncelikle çok teşekkür ederim.
O mini etekli kız da aynen ben gibi bir lirayı toslamak zorunda kaldı baliciye...Alt tarafı bir lira için olası bir estetik ameliyatı geçirmeyi göze alamazdı tabii ki.)))))
Selam ve sevgilerimle.