- 642 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İyilikler Unutulmaz
Trabzon, Doğu Karadeniz’in incisi, kültür kenti. Mavinin yeşille en hoş biçimde bütünleştiği kent. Orhan Veli, Egeden gelenlere seslenir:
“Gemliğe doğru denizi göreceksin,
Sakın şaşırma.”
Benim de denizi ilk kez gördüğüm ve de şaşırdığım kent Trabzon. Çalışkan, girişken ve neşeli insanların yaşadığı güzel bir yurt köşesi. Ve kemençelerin çalındığı, ülkede horonun en hızlı en güzel oynandığı diyar.
“Oy Trabzon Trabzon içi kalay, içi kalaylı kazan,
Efkârlı günlerime, sevdalı günlerime geldi çattı ramazan…” Diyerekten dünyevi ve uhrevi duyguların coşkuyla yaşandığı bu topraklar kendine has kültür ve bilgi birikimiyle ilginç bir yerdir.
“Dünya iki imparator için küçük, bir imparator için biraz büyüktür.” Diyen Yavuz’un şehzadelik yıllarında bir Rum beyinin kızına:
“Şirler pençe-i kahrımdan olurken lerzan
Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek” dizelerini de yine bu kentte söylediği rivayet edilir. Rivayetin muhtelif olduğunu da belirtmek isterim.
Bu güzel kente on beşli yaşlarımı yaşadığım bir gece yarısı vardım, benim gibi öğretmen okulu adayı arkadaşlarımla. Zaman altmışlı yılların sonları. O yıllarda kent içinde olan otobüs durağının yakınında bir sabahçı kahvehanesinde sabahladık. Başımızı masalara koyarak uyumuşuz. Sabahleyin sahil yolunda denizi seyrederek uykusuz ve yorgun halimizden kurtulduk. Karşımızda mavinin en koyu tonuyla hafif dalgalı bir su kitlesi. Gökyüzünde parlak bir eylül güneşi. Güneş ışınlarının mavi sularla dansı bir başka evrendi denizi ilk gören benim için…
Okullu olduk. Okulumuz deniz sahilinde. Günde dört mevsimin sık sık yaşandığı bu kentte denizin her türlü halini üç yıl doya doya izledim. Bazen çarşaf gibi taze köy gelinleri saflığında sessiz ve sakin, bazen kükremiş aslanlar gibi hışımlı metrelerce yükselen dalgalarıyla.
Boztepe’si, Soğuk Suyu, limanı, Kale Parkı, Çömlekçi Mahallesi, hele Bakırcılar Çarşısı ile ne güzel bir kenttir bu ilk gençlik yıllarımım masal kenti. Uzun Sokağı’nın İstanbul İstiklal Caddesi’nden farkı yoktur. Yüzmeyi öğrendiğim, şimdilerle çift yol yapımıyla ortadan kalkmış Uzun Kum’uyla bu güzel kent; üniversitesi, eğitim enstitüsü, öğretmen okulu, sağlık koleji, imam-hatip ve ünlü Trabzon Lisesiyle bölgenin bir kültür şehriydi. Ta altmışlı yılların sonunda bile.
Okul yılları rüzgâr gibi çabuk geçti hiç farkına varamadan. Daha on sekiz yaşında, kafasında pedagojik bilgiler yüklü ve kalbi yurt sevgisiyle dolu bir öğretmen olarak yine bu şehrin uzak bir köyünde buldum kendimi.
Görenler daha iyi bilir; Kara Deniz bölgesinde dağlar denize paralel uzanır. Dorukları bulutlarla buluşur sürekli. Bu dağların yukarlarından çıkan sular birleşip çayları oluştururlar. Yüz yıllar ötesinden bu yana akarak denize ulaşan çayların, upuzun ve dar vadiler içine akışları her mevsimde debisi değişmez. Eksilme olmaz. Yıl boyunca yağan yağmurlarla beslenirler. Vadilerin yamaçları diktir. Küme küme orman koruları ve fındık bahçeleriyle kaplıdır. Bölgenin köyleri derin vadilerin yamaçlarında dağınık biçimde kurulmuştur.
Atandığım köy Karadere diye adlandırılan bir büyük çayın oluşturduğu uzun bir vadinin sahilden en uzak yamaçlarında kurulmuş. Bir garip köy. Okula kavuştuğunun ikinci yılı başladı benim öğretmenlik yıllarım bu köyde. Altı altın yıl yaşadım Anadolu kültürüne has misafirperverlik duygularının hiç bozulmadığı; güler yüzlü insanların yaşadığı köyde. Karadeniz Bölgemiz, hele de Doğu Karadeniz Bölgemiz yurdun en çok yağmur alan bölgesidir. Bilinir… Yağmurlu, sisli-puslu günler ne kadar sıkıcıysa, güneşli günlerin de bir o kadar güzeldir her mevsiminin yeşillikler ülkesi olan bu bölgemizin. Okulumuzun az yukarısındaki yamaçlarda küçük kestane koruluğu orman hiç unutamadım. Eylülde yemyeşil yapraklarıyla bezeli bu ağaçların ilerleyen hazan mevsiminde gazellenen, gökkuşağının tüm renklerine dönüşerek toprakla buluşan yapraklarını gün gün izlerdim.
İlkbaharlarda yeşeren fındık dalları süslü giysileriyle köy düğünlerine giden köy kızlarına benzerdi. Öğrencilerimle, velilerimle yıllarca aynı çeşmenin duru sularını içtik. Tarlalarda yeşeren karalahana yemeklerini yedik. Düğünlerinde güldük, cenazelerinde birlikte hüzünlendik. On dört-onbeş yaşındaki öğrencilerimiz,
“Yeni çıkayır yeni, derelerin ormanı,
Sevdaluktan kesildi, dizlerimin dermanı…” türünden bölgeye has türküler söylerlerdi.
Eşim bu köyde öğrendi hamsi kızartmasını. Kız öğrencileri okula devam etmiyordu. Köyden bir yıl önce çayın öte yakasında açılan ortaokula dört öğrenci gidiyordu. Bir öğrenci de Rize İmam-hatip lisesine devam ediyordu. Yüz yirmi evli köyde okulculuk etkinliği bu kadardı.
“Öğretmen muma benzer, etrafına ışık seçer, kendisi tükenir.” Diye bir söz vardır. Tükenmedik. Ailemden aldığım etik değerler ve öğretmenlerimden öğrendiğim bilgileri uygulama çabası içinde oldum bu güzel insanlar arasında. Bir öğretmenin neler yapması gerekirse öyle çalıştık arkadaşlarımla. Genelde iki öğretmendik. Sahildeki ilçeden ancak doksan- yüz dakikada arabayla, altmış-yetmiş dakika da patika yoldan tırmanarak çıktığım bu köyden nihayet güzel anılar bırakarak ayrıldım.
Aradan yıllar geçti. Doksanlı yılların sonları. Telefonum çalmaya başladı.
“ Alo öğretmenim nasılsınız? Osman Akdağ ben. Hani Kükürtlü Köyü İlkokulu’nda kendi yazdığınız piyeste baba rolü verdiğiniz öğrenciniz.” Sevinç, heyecan, şaşkınlık… gibi tüm hümanist duygular sardı benliğimi. Kükürtlü ’de yaşadığım o unutamadığım güzel yıllar bir sinema filmi şeridi gibi hafızamda canlandı.
Osman, benim öğrencilerimden biri. Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur derler. Bir biçimde telefonuma ulaşmış. Konuştuk. Daha sonra ziyaretime geldi. On parmağında on beceri. Şair ve yazar. Dergi çıkarmış. Yüzlerce şiir yazmış. Senarist. Radyoculuk yapmış. Bir ara bir yerel televizyon müdürüydü… Çalışan, üreten bir değer. Ve Osman sayesinde ilk öğrencilerimle iletişim kurduk yeniden. Telefonlaştık. Ziyaretime geldiler. Özlem giderdik.
Dünya iyice küçüldü. Bu kez yıllar sonra da olsa benim ilk fidanlarımla buluştum. Birleşmişler. Klasik bir yardımlaşma-dayanışma derneği kurmuşlar. Genel kurul yapacaklarını duydum Sapanca yakınlarında bir yerde. Soğuk algınlığından yana rahatsız olmama karşın heyecan duymamam olanaksız. Yine Osman ve iki yıl okuttuğum bir öğrencim beni alıp toplantı yerine götürdüler. Uzun yıllar yurt dışı gurbeti yaşamış, sılasına dönen insanların yaşadığı heyecana eşdeğer bir heyecan yaşadım. Bu kez daha çok öğrencimi görecektim. Salona vardığımızda hayret ve şaşkınlık içinde hoş duygularla özlem giderdik. Köyün üst mahallesinden söyleyeyim Ergünler, Soydeğerler, Ersöyleyenler, Köseler, Aktaşlar, Kahveciler, Söylemezler, Hancıoğulları, Gümüştaşlar… ailelerinin hepsi birer saygın yurttaşı olan benim kadim dostlarımla buluştuk. Polatlı’dan, Bursa’dan, İstanbul, Sakarya ve Kocaeli’nin çeşitli ilçelerinden gelmişler.
Hırçın Karadeniz’in bu çalışkan evlatları çok güzel işler başarmışlar. Çoğusu işveren konumunda. Okumuşlar. Çocuklarını okutuyorlar. Lisans ve lisansüstü eğitimlerini sürdüren onlarca öğrencilerinin olduğunu söylediler. Benim köylerinde çalıştığım yıllarda kız öğrencilerimizin ancak iki elin parmakları kadardı okula kaydedebildiklerimizin sayısı. Kızlarımızı okullu yapmak için ne büyük çabalar harcamıştık. Şimdilerde sanal ortamda da gözlemliyorum. Kızlar artık okumuş. Kariyer yapmış olanlar var aralarında. Osman, dernek çalışmalarının her aşamasında var olduğunu anlatıyor lider kadrosundaki arkadaşlarıyla birlikte.
“İnanın bana öğretmenim,” Diyor Osman.
“ Köyümüzde en uzun süre siz çalıştınız. Ve eşinizle birlikte bizlerle yaşadınız. Bu arkadaşlar, bizler bir yerlere geldiysek sizin emeğinizi hiç ama hiç unutamayız.” Mahcup oluyorum. “Arkadaşlarım ve ben görevimizi yapmaya çalıştık…” diyerek toplantıyı izlemeye devam ediyorum.
Toplantıyı tarih öğretmeni olduğunu öğrendiğim bir arkadaş yönetti. Anlatımımda hiç abartı yok. Klasik deyişle söyleyeyim, gönül ister ki, bu dernek toplantısını öncelikle meclis üyelerimiz izleyebilseler. Yıllarca birçok toplantıya katıldım. Böylesine uygarca icra edilen bir toplantıyı ilk kez görme mutluluğuna tanık oldum. Başkan anlatıyor:
“Arkadaşlar, köyümüzden bir biçimde ayrıldık. Büyük uğraşlar vererek bir yerlere geldik. Köyle ilişkimizi hiç koparmadık. Aramızda birlik oluşturduk dernek kurduk. Acı ve tatlı günlerimizde bir araya geliyoruz. Sosyal etkinlik projeleri yürütüyoruz. Yükseköğrenim yapan gençlerimize burs veriyoruz… Gençlerimize kültürümüzün aktarılmasında köprü görevi yapıyoruz. Alın terimizle çalışıp, dayanışma içinde yaşıyoruz. Ülkemizi ve bayrağımızı hep sevdik. Devletimize isyan etmedik. Cebimize haram para koymadık…”
Arkadaşlar anlatıyorlar. Derneğimize siyaseti hiç sokmadık. Aramızda farklı görüşler taşıyan, farklı partilere sempati duyan arkadaşlarımız var elbette. Demokrasiyi diyebiliriz ki, en iyi bizler yaşatıyoruz aramızda. Toplantı süresince hiç kimse birbirinin sözünü kesmedi. Söz alan temiz bir Türkçe ile düşüncelerini anlatıyor. Yeni söz alan arkadaş sözlerine bir önceki konuşanın düşüncelerini yorumlayarak başlıyor.
Konuşmaların başında söz alarak yıllar sonra bilgi adına, aydınlanma adına arkadaşlarımla başlattığımız çalışmaların böylesine her türlü övgünün üstünde başarı sağladığının görmenin engin mutluluğu içinde olduğumu belirttim… Aralarında oluşturdukları örnek dayanışmanın devamını diledim…
Yapmak istediklerini başaramayanlara atfedilen bir söz vardır. “Ölürsem gözlerim açık gidecek” diye. Çiçeği burnunda, mesleğe yeni adım attığım ilk yıllarımda yetişmelerinde karınca kararınca tuzum olan öğrencilerimin, onların çocuklarının böylesi övünülecek durumlarını yakinen gözlemlemekle tanımsız, uçsuz mutluluklar yaşadım. Hani az sonra ölüm meleği Allah’ın verdiği emanetini almaya gelse, daha görevini bitirip yanımdan ayrılmadan iki gözümde birlikte kapanır. Bundan kesinlikle eminim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.