- 697 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
419 - KARASEVDA
Onur BİLGE
Hiç konuşmayalım biz. Hiç yaklaşmayalım birbirimize… Yanacağımız kadar yanmışız zaten, daha fazla yanmayalım. Bir araya gelmeyelim hiç. El ele kol kola, kuytularda sarmaş dolaş gezen sevgililer olmayalım.
Hep böyle iç seslerimizle konuşalım, kaçamak bakışlarla anlaşalım ve hep böyle kıyasıya sevelim birbirimizi, çılgın gibi özleyelim ama hiç söylemeyelim. Ne kadar acısı varsa hissedelim, ne kadar ıstırabı varsa çekelim ama yine de aşksız bir tek nefes bile almayalım. O zaman belki daralırız, boğuluruz. Cennetimizden kovulur, cehennemlik oluruz.
Cennetsi hayaller kuralım geleceğe dair. İlk buluşmamıza dair… İlk sözlerimizi düşünelim… İlk kaçışımızı, ağaçlık bir yere… Bir kır kahvesi, bir çay bahçesi mesela… Söze nereden gireceğimizi, neler söyleyeceğimizi birbirimize…
Huzur dolu günler düşleyelim, mutlu zamanlar… Sevinç dolu, neşe dolu, çığlık çığlık… Kırmızı kiremitli, beyaz badanalı, pembe panjurlu evler kuralım. Fidanlar dikelim, çiçekler ekelim bahçemize… Tahta çıtalardan yapılan çitlerle çevirelim. Beyaza boyayalım bir güzel. Umutlarımızı maviye, düşlerimizi hep pembeye… Hep hayalde kalalım.
Kurallar koymayı ve uygulamayı hayalleyelim mesela… Birlikte kurallar düşlemeyi… Sanki kavuşacakmışız gibi… Kavuşacakmışız da ayrılmamamız için gerekecekmiş gibi… Olmayana ergi kurallar… Hiç uygulanmayacaklarını bile bile… Sinirlenmemeye, hep sakin kalmaya çalışmak gibi… Ne olursa olsun hiç mi hiç tartışmamaya, birbirimizi kırmamaya dair… En iyiyi, en mükemmeli yakalayabilmek için öneriler getirmeyi hayal edelim. Muhteşem beraberliklerin nasıl olması gerektiğinden bahsetmeyi…
Hiç bir araya gelmeyelim biz. Hiç mi hiç konuşmayalım, yazışmayalım. Hep böyle yeni, yepyeni kalsın aşkımız. Hiç yıpranmasın, hiç mi hiç eskimesin! Hep böyle kirlenmemiş, el değmemiş olarak kalsın.
İnsanlar nedense uzaktayken arar, yakındayken kırarlar birbirlerini. Hep mesafeli kalalım biz. Gökyüzünde salınarak dolaşan ama hep uzak kalan o iki sevgili gibi… Ayla güneş gibi… Ki onlar ahenkle dans ederler ama hiç bir araya gelmezler. Birbirlerine değmezler. Çok sık görüştükleri de söylenemez. Arada sırada ve çok az görürler birbirlerini ama çok özlerler. Her gün görseler bile yıllardır ayrı kalmışnçasına özlerler.
Döne döne kendilerinden geçen semazenler gibi sarhoş gezerler. Ne çok yıldız vardır etraflarında ama kaşlarını kaldırıp hiçbirine bakmazlar.
Yalnız bir ışık alışverişi vardır aralarında… Güneşten mütemadiyen ayın yüzüne, ondan da yansıyarak geldiği yere… O ışık sevgidir, o ışık nur… Öyle bir aşk yalnız onlarda ve onlar gibi olabilenlerde bulunur. Masum bakışlarından, mahmur gözlerinden okunur. Nasıl da dokunur, aşkı iyi bilenlere! Hele vuslata eremeyenlere…
Aşk, aşk olmaz ki o sözcüğü bilse! Vuslatın ilk harfini bile ağzına almaz, alamaz! Çünkü o zaman büyüsü bozulur! İyi anlamak gerekir onu. İtinayla korumak, beslemek, büyütmek… Yoz sevgilerden biri olarak başlar boy atmaya… Bir yere gelince aşılanır, aşk adını alır ve öylece kalır.
Merak ve hevesten kaynaklanan, arayışlar sonucunda, gayretlerle oluşturulmaya çalışılan sevdalanmalar gibi geçici duygulardan değildir. Kör bir biyolojik güç de değildir, körebe gibi bir oyun da… Kişisel ve manevi gelişim için gereken en güzel ve en gerekli unsurlardandır. Bilinçli bir şekilde sürdürülürse, ölümsüzleşir. Oldukça çekici ve heyecanlandırıcı bir histir. Onunla güçlenir âşık, o denli ki meydan okuyabilir herkese! Her şeye rağmen onunla yaşamak ister ve asla vazgeçmeye yanaşmaz!
Aşkta bin hayat iksiri vardır. Sevemeyenlerin yürekleri ne kadar da dardır! Onlar ne duygusuz, ne tatsız tuzsuz insanlardır! Ne kadar zavallı ve ne kadar naçarlardır!
Aşk, vuslat sözcüğünü telaffuz etmez, edemez. Çünkü canlı için ecel neyse, onun için de kavuşmak odur. Bütün aşk hikâyeleri, vuslatla son bulamayan anlatılardır. Romeo ve Juliet, Paul ve Virginia, Leyla ile Mecnun, Ferhat’la Şirin, Soni ve Mahival gibi… Onlar, toplumsal veya ailesel nedenlerden dolayı evlenemezler. Her birinde mutlaka bir mani vardır. Onun için kalıcı hale gelmişler, asırlara meydan okumuşlar, zerre kadar değer kaybetmeden bu günlere ulaşmayı başarmışlardır. Ölümsüzleşmiştir o aşklar da o âşıklar da… Ne mutlu onlara… Ne güzel sevdalarmış! Nasıl da harlanmışlar, ne kadar çok parlamışlar, adları kara, sonları fena olsa da...
Ne olacaktı sanki kavuştuklarında? Sıradan evlilere döneceklerdi. Öyle bir değişecekti ki iyiden güzelden yana her şey, şaşırıp kalacaklardı! Ne pembesini kalacaktı panjurların ne de umutlarının mavisi… Öyle şeyler girecekti ki aralarına, engelleri geri çağıracaklar, mesafeleri mumla aramaya başlayacaklardı!
Aşkın hedefi bellidir ve tek kişidir. Başka hiç kimseye yönünü dönmez. Karşılıklıysa sorun olmaz. Onlar, birbirlerini ateşleyen odunlar gibidirler. Yanan, yakan… Yanmaktan da yakmaktan da usanmayan, aksine ateşler içindeyken kendilerini mutlu hisseden… Aşkın ateşi, onlar için hayattır! Hava gibi muhtaçtır o cehennemi oda aşk da âşıklar da… Ateşten çıkmadır aşk! Âşıklar ateşte açan çiçeklerdir. Doğal ortamlarıdır o nâr ki onlara cennet gibi gelir. O ateş söndüğünde her şey biter! Sudan çıkan balıklara dönerler. Teneffüs edemez hale gelirler. Çırpınmaya başlarlar!
Her âşık, ateşini içinde gizler. Kalbi üretir o enerjiyi. Cömertçe dağıtmaya başlar her gördüğüne. Dağlara taşlara, ağaçlara, kurtlara kuşlara… Çiçeği sever, böceği sever, hayvanı sever, insanı sever… Sever de sever… Sevgi yüreğinin kökünden gelmekte, hiç mi hiç bitmemektedir. Sevgi, onun kendi eseridir.
Aşk, engel tanımaz. Kelepçe, pranga bilmez! Önüne geçilmez! Coşkun seller gibidir. Şefkatli eller gibidir. Okşayan yeller gibidir. Seven, deliler gibidir!.. Öylesine sevinç içinde, öylesine özgür! Yerinde duramaz, kabına sığmaz! Baskılanamaz!
Aşk, bitimsiz bir yolculuktur
Hedefe erilmez, yolunda ölünür.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 419