- 481 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
418 - BAHANE
418 - BAHANE
Onur BİLGE
Uykumun tavana çıktığı, sabaha kadar bir türlü göz kırptırtmadığı, sarı ışıklı sokak lambasıyla aydınlanan perdenin ardında, o alacakaranlıkta yatağımda sırtüstü uzanmış, gözlerimi tavana dikmiş vaziyette tahtaları ya da uyuma gayreti içinde gözlerimi yumarak hayalime çağırdığım sürüdeki bembeyaz koyunları birer birer çitten atlatarak saydığımı, sayma sayıları sonsuza uzandığı halde bir türlü sızıp kalamadığımı söyleyecek değilim, bu tamamen yalan olur hem de kuyruklu yalan… Tam teheccüd vakti uyandırıldığım halde dörderden on iki rekât namaz kılacağım yerde gecenin en kıymetli saatlerini dünyevi işlerle zayi ettiğimi zaten gayet iyi biliyorsunuz. Işıktı, âşıktı derken, yazarken çizerken nasıl sabah olduğunu bilemedim!
Mel’un, zerre kadar taviz vermiyor, işini asla aksatmıyor! Bu yönden bakılırsa cenneti benim gibi gafillerden çok hak ediyor. Görevini tıkır tıkır yapıyor, bin bir bahane üretmesine de gerek kalmıyor.
Gece yarısı beni tatlı uykumdan uyandıran melek de olabilir, şeytan da… Ukbaya yatırım yapmış olsaydım, ilkinin uyandırdığını söyleyebilirdim. O zaman harcadığım vakit boşa gitmemiş, dolayısıyla da savunma yapma gereği hâsıl olmamış olurdu. Şimdi tek seçenek kalıyor ki o da ikincisi…
O ikincisi ne kadar kendinden emin ki: “Şimdi bunu uyandırırsam, o da fırsattan istifade ibadete yönelirse, ben de zarar edersem!..” diye düşünmemiş demektir. Hele hele: “Ya sabaha kadar fikirle zikirle meşgul olur da beni cayır cayır yakarsa!..” dememiş demektir. Bu ne cesaret!.. Bu nasıl bir özgüven!..
İşin gerçeği malum… Melek de olsa şeytan da olsa, izinsiz bir şey yapamayacaklarına göre hangisi vesile olduysa, o işi, vesile eden yapmıştır. Bense O’nu hiç aklıma getirmeden nefsimin emrettiği şeylere yöneldim.
Aslında yalnız bırakan da O’ydu, yalnızlığı derinlemesine yaşatarak kıyasıya hissettiren de… Yalnızlıkla yol buldurtmuştu görevlendirdiği nebilere… Kimine Tur’da, kimine Sagir’de, kimine Nur’da… Yapayalnız istedi onları kendisine… Çekip çıkardı kalabalıklardan… Her birine görevler verdi. Ancak onları, İsmet sıfatıyla sıfatlandırdı. Günahtan korudu. Ya biz? Biz ne olacağız? Üstelik lain kıyamete kadar izinliyken… Ensemizde boza pişirmekteyken…” Hişt hişt!..” diye uyarıp, mütemadiyen: “Haydi! Haydi!..” diye kışkırtıp dururken… Gece gündüz durmadan, bıkıp usanmadan nefse hitap ederken… Onunla kol kola gezip tozarken, kulağına akla gelmedik tatlı sözler fısıldayarak sarmaş dolaş dans ederken… Ah, ben onun şerrinden nasıl kurtulayım!? Ne yapayım ne edeyim nerelere gideyim!?
Minareyi çalan kılıfını hazırlarmış. Namaz ya da diğer ibadetler zor değil ama onların yapılması zor! Akıl etmeyince, üşenip yapmadıkça sorumluluğu yüklemek için bin bir bahane ya da bir keçi aramaya başlayınca kimse çaresiz kalmaz! Hele daima emre âmade ve her birimize musallat edildiği gayet iyi bilinen mel’un gibi bir günah keçisi varken elimizin altında, sorumlu aramaya bile gerek yok!
Amcamın oğlu, dört beş yaşlarındayken bir gece bizde altını ıslatıyor. Annem ona: “Ne yaptın Sacit!.. Örtü döşek kalmamış!..” diyince yataktan fırlamış, kediyi kaptığı gibi getirerek: “Ben yapmadım, yengeciğim! Bu yaptı!..” diyerek işin içinden sıyrılmış. Onu anneme gösterdiğiyle de kalmamış, bir de oturtmuş kucağına, pataklamaya başlamış:
“Pis Tekir! Neden yaptın!? Bak yengemin yatağı nasıl ıslandı! Üstümü başımı da ıslattın! Ne yapacağım şimdi ben?” diye aklına geleni sıralamış durmuş. Zavallı kedicik, neye uğradığını şaşırmış!.. Kafasına gözüne epey bir darbe aldıktan sonra can havliyle silkelenmiş, iyi ki çocuğun yüzünü gözünü tırmalamadan, canhıraş çığlıklar atarak fırlamış kaçmış!
“Her birimiz birer kedi mi alsak acaba?” dediğinizi işitir gibiyim. Hiç de gerek yok! Kullarının her ihtiyaçlarından haberdar olan El Habir, onca nimeti bahşeder de onu vermez mi! Çoktan hepimiz için bir değil sayısı belirsiz günah keçisi yaratılmış. Günah işleyeceğimizi işlemeyeceğimizi, tembellik edeceğimizi etmeyeceğimizi, vaktimizi nasıl değerlendirmeyi tercih edeceğimizi en iyi bilen Yaratan, günahın ve sevabın meydana gelmesi için o talihsiz asiyi görevlendirmiş.
Dağına göre kar veren Rabbim, kaldıramayacağımız yükü bize yüklemez ama onları uygulamak zorumuza gider, kendimizi kurtarmak için türlü bahaneler arar buluruz. Şu şöyle oldu, bu böyle oldu da o ondan öyle oldu! Ne sebepler icat ederiz! Öyle bahaneler buluruz ki şeytanın bile aklına gelmez!..
Hepimiz sütten çıkmış ak kaşık! Karışık bu işler, karışık… Hepsi karmakarışık… Ayaklarımıza dolaşık…
Yasaklardan sakınma ve emirleri yerine getirme, dünyayı dünya kadar ötesini sonsuzluk kadar düşünmek ve sermayemiz olan ömrü ona göre en rasyonel şekilde değerlendirmek yerine bahane bulma konusunda yarıştırılmış olsaydık, birincilik mücadelesi esnasında birbirimizi ezip geçer, olanca gücümüzle hedefe koşar, bunu hiç yüksünmeden yapar, hemen hemen hepimiz gereken puanın üstünü tutturarak kolayca başarıya ulaşırdık. Çünkü o konuda hiçbir konuda olmadığı, olamayacağı kadar uzmanız. O hususta ihtisaslaşmanın yanı sıra sözde nedenler icat etmeyi zevk haline getirirdik. Mesela ben, aşkı yazmaktan aldığım hazdan gönüllü vazgeçer, “Bin Bir Gece Öyküleri” yerine “Bin Bir Çeşit Bahane” isimli bir seri yazmaya soyunurdum.
Akıl fukara olunca, dil ukala olurmuş.
“Affet Rabbim! Ben nefsime yenik düştüm! Malayaniyle zaman öldürdüm. Hata ettim! Beni nefsimle baş başa bırakma! Beni ıslah et! Bir anlığına da olsa elini üstümden alma! Aklımdan Seni, dilimden ismini, gönümden sevgini hiç eksik etme! Beni bana, beni başkalarına bırakma!” diye dua etmek ve tam bir teslimiyetle en büyük kuvvet ve kudret sahibine sığınmak varken neler yazıyorum ben! Her yolun O’na çıktığını bile bile… Her düşüncenin O’nu bulduğunu, her şeyin O’na dayandığını…
Ne dersem diyeyim, O’nu diyorum. Ne yazarsam yazayım, O’nu yazıyorum. Sevdiğimi yazarken de yazdığım O, kendimi yazarken de… Her olmuş olacak O’ndan… Her varlık… Her yokluk…
O, öylesine var ki O’nunla beraber hiçbir şey yok!
Ey, göz kamaştıran gündüzlerin içinden lacivert geceleri, sessiz gecelerin suskunluğundan eşsiz duygu ve düşünceleri çıkaran, gökyüzünü kıvılcım kıvılcım süslediği gibi düşüncelerimi ışıl ışıl tezyin eden, ak kâğıtların hasretle yanan sinelerine inci gibi dizdiren Rabbim! Bu isteği yaratan da Sensin, ruhuma yükleyen de… Aklımı, kalbimi, elimi yönlendiren de… Gafilim! Günahkârım! İnsanım neticede…
Ya yok et beni! Ya da kul gibi kul et!
Sana layık kul… Yardım et!
Affet!..
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 418
YORUMLAR
Bir yerde okumuştum uzun zaman önce.. diyordu ki, "kul Yaraticisindan öyle uzaklaşır ve sorumluluk öyle ağır gelir ki, bir zaman sonra "keşke yok olsaydım" der." Dün bir arkadaşla konuşurken, " hiç olmamayı isterdim, en azından ne cezası olurdu bu işin, ne ödülü" deyince aklıma geldi işte. Varlık sorgulaması elbette güzel. Bize "düşünün, akledin, sorun" diyen bizzat Rabbimiz. Ancak sanıyorum bu işi yol yordamıyla yapmayinca, Haşr 19'dakiler gibi, Allah korusun, "Allah'ı unutan, dolayisiyla da Allah'in da onlara kendilerini unutturduklari insanlar gibi olmak" tehlikesi de var. Yani sanıyorum bu sorgulamaları Allah'i unutmadan yapmak gerekiyor. Boyle soyleyince "Allah unutulur mu" diyoruz ama aslinda oyle cok unutuyoruz ki bilmeden, hatta bazen namaz kilarken dahi.. ki oysa yazinin sonundaki dua gibi yumuşacık yapmaz mi içimizi, O'nu düşündüğümüz ve O'na kendimizi teslim ettigimiz her an? Bu öyle özel, öyle bambaska bir duygu ki, başka nerde bulabilir bunu insan....
Cok guzeldi yaziniz, öyle duygulandim ki gevezelik ettik biraz altinda, kusura bakmayin. Cok tesekkurler yazınız icin...