Şanslı Bir Adam
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Şanslı bir adamım. Şanslı bir adamım. Kesinlikle şanslı bir adamım. Göğe yönelmiş gözlerimin, karların gün batımını yırtışıyla dansına biraz mola verdirerek derin bir nefes aldım, şanslıyım, kesinlikle şanslıyım, yıllar sonra tekrar geldiğim bu şehre ayak bastığım gün ona rastladım. Bu, ne yapacağını bilmez, üstelik meteliksiz halimle… Kim bilir… Ne… Nerede olurdum. Şanslıyım, çünkü o var, o hala bu şehirde, o, yani Aysel, ilk sevgilim…
Pencereyi kapadım. Yumuşak koltuğa geri döndüm. Dışarı çıkmadan önce bana uzattığı yumurta kafayı sehpanın üzerinden aldım, tekrar inceledim. Saklamış. O gün doğum günü olduğu unutmuştum. Tanışma yerimiz olan kampüsteki o kafeye, onunla buluşmaya giderken bir anda aklıma gelmişti. Cepte pek para yok. Yolda halime lanet ettim, bir taşa savurdum tekmeyi. Sonra aldım o gri taşı… Aysel’e uzattım, “doğum günün kutlu olsun.” Teşekkür etti, çantasına koydu. Bir gün evlerine gittiğimde taşı çalışma masasının bir köşesinde gördüm. Kaş göz çizilmiş, bir adam kafası haline getirilmiş. Taşı elime alıp inceledim, kafanın arkasına kocaman E. yazılmış, ismimin baş harfi. Ya gözlerime bakıp, “artık ölümsüzsün” deyişi…
Giriş kapısının kapanışını duyunca taşı sehpaya bıraktım. Az sonra elinde iki şişe şarapla içeri girdi, dışarısının çok soğuk olduğunu söyledi, şişeleri sehpaya bırakırken. Gülümsedim.
“Siyah saç sana yakışmış.”
Yanıma oturdu.
“Bir yıldır siyaha boyuyorum.” dedi, masmavi gözleriyle, “sen yaşlanmışsın biraz” derken gri uzun saçlarımı avucunda tutup bıraktı.
Önümüzdeki sehpaya bıraktığı şarap şişelerinden birini açıp kafasına dikti, sonra birkaç kez daha…
“Sen eminsin di mi içmeyeceğinden, dur sana çay getireyim, demini almıştır herhalde.”
Çayımı doldurdu, karşımdaki koltuğa oturdu, bacaklarını sehpaya uzattı.
“On beş sene geçmiş, vay be…” dedi.
“Yirmi yaşlarında veletlerdik.”
Kahkaha attı.
“Senin tayfa cidden veletti, neydi o sizle takılan abinin ismi, 55 miydi yaşı neydi, hani liseli sevgilisi olan?”
Kafamı kaşıdım.
“Neydi o herifin ismi sahi ya?”
“Hani bir gün...”
“Hatırlayamadım ismini” dedim, kafamı iki yana sallayarak, ardından kahkahama engel olamadım. “Sahilde karpuzu soyma hikayesi vardı bunun, onu hiç unutamam. Artık mevsim kış, bizimkilerle iddialaştı bu; ben bu havada denize girerim giremezsin… Gittik sahile, soyundu, altında şortla kaldı, biz geldiğimizde iki ergen kız da bize üç beş metre ilerde kumlarda oturuyor, masum masum denizi izliyorlar. Bizimki atladı denize, iddiayı kazanması için yarım saat denizde kalması lazım. Yarım dakika dayanamadı adam, titreyerek, bağırarak sudan sahile doğru fırladı, suyun azizliği işte, şortunu deniz kapınca, biz üç kişi “naptın abi!” der gibi bakıyoruz, ergen kızlar çığlık atarak kaçıyor…”
Salon kahkahalarımızla inliyordu.
“Sadece karpuzu soymamış...”
“Sizin Esra’ya tutulmuştu bir ara, hani şu göbeğini içine çeken…”
“Kimmiş ki o göbek çeken be?”
“Kabadayı gibi yürüyordu hani, ufak tefek bi şey… Bir gün ayak üstü konuşuyoruz, “yeter be” dedi, “yoruldum, şişmansam şişmanım” nefesini bıraktı, bir anda göbeğinin fırladığını gördüm.”
“Ha şu Esra, takıntılı bir tipti o, ama göbeğini içine çekerek dolaştığını bilmiyordum.”
“Ne günlerdi be” dedim iç çekerek.
Sehpa üzerindeki sigara paketini alıp, içinden iki sigara çıkardı, birini yaktı.
“Sen içer misin?”
Uzattığı sigarayı aldım, yaktım. Bir nefes çektim. Of, ne baş döndüren bir şey şu sigara… Dönmeye başladı, her yer… Çaktırmadım, çaktırmamaya çalıştım. Başımı öne eğdim, düşünür gibi.
“Sahi neydi o abinin ismi ya? Ne…”
“Siktir et abiyi” dedi bir anda, “hadi sevişelim.”
İçime çektiğim sigaranın dumanı gırtlağıma tekme atıp kaçtı. Öksürdüm. Adi duman hala tekme atıp kaçıyordu.
“O… Olu.. Oluur” dedim, güçlükle, yaparız bir şeyler.”
Yanıma yaklaştı, yanağıma bir öpücük kondurdu.
“Hemen geliyorum.”
Hazırlanmaya gitmişti. Benim için. Onu düşünüyordum. Hala başım dönüyordu, onu düşündükçe daha da şiddetlenerek… O bir okyanustu, ben bir gemi. Üzerinde izleyeceğim rotayı planladım. Tüm girinti çıkıntılarını tekrar keşfedecek, onu tekrar, tekr… Başım dönüyr…,onu düşdüçe dha da şidetne…
Uyandım. Karanlık. Kapkaranlık. Yataktayım. Aysel kollarımda. Onu öptüm. Işıklar bir anda yandı. Göz gözeyiz. Beni öptü. Yatakta oturma pozisyonuna geçti.
“Nasılsın aşkım, iyi uyudun mu?”
“İyi” dedim şaşkınlıkla, “iyi.”
“Şey” dedi, “şey, bu arada sen uyurken şeyini kestim.”
Yatağın kanlar içinde olduğunu o an fark ettim. Korkuyla yorganı sıyırdım üstümden. Uzun uzun baktım. Nefesimi tutarak. Yok. Yok. Yok. Dehşetle fırladım yataktan.
Karanlık. Kapkaranlık. Hala yataktayım. Burası yatak odası olmalı. Kalkmak istedim. Boşa çaba. Ellerim ayaklarım kelepçelenmiş. Az önceki kabusun beni yataktan atma çabası yüzünden bileklerim zonkluyor. Bağırmak üzereyken kapı açıldı: Aysel. Beni dürterken fısıltısı heyecanlıydı.
“Uyan, nolur uyan, uyan lan.”
“Neler oluyor be” dedim biraz sesli. Elleriyle ağzımı tıkadı.
“Sus nolur sus, hemen kaç, git burdan.”
Kelepçelerimi sökerken, ısrarla sorular soruyordum, ona uyarak fısıltıyla. Sadece git diyordu, hemen gitmemi söylüyordu. Ayaktaydım. Yarı çıplak.
“Giysilerim, giysilerim nerde?”
“Vakit yok, kaç hemen.”
Odadan çıkarken, oturup lafladığımız salona göz attım, sehpa tertemizdi, şişeler yok, çay, bardak… Sadece bir tabanca… Siyah bir tabanca… Ve çiçekler… Banyodan gelen sesleri o anda duydum. Israrla neler olduğunu soruyordum, ağlamaklı cevap veriyordu. Tek söylediği kaçıp canımı kurtarmam gerektiğiydi. Çıkış kapısını sessizce açıp, beni dışarı itti.
Şanslı bir adamım. Şanslı bir adamım. Kesinlikle şanslı bir adamım. Demiştim ya hani. Unutun gitsin. Çölde kutup ayısıyla cinsi münasebet yaşayan bahtsız bedevi var ya, işte o benim. Bir haltlar karıştırıp yaşadığım şehri acilen terk etmek zorunda kalıyorum. Aklıma ilk gelen bir zamanlar üniversite öğrencisi olduğum bu şehir oluyor. En son taş devrindeyken kar yağışı alan şehre ben adım atar atmaz kar yağışı başlıyor. Yağış kısa sürede şiddetini arttırıyor. Ve ben sevişme hayalleri kurarken, kızgın kumlardan Aysel’in engin sularına atlama hayalleri kurarken, üstüm çıplak altımda don, yalınayak gecenin bir vakti kendimi sokakta buluyorum. Ve benim kıçım donuyor. Daha kötü ne olabilir?
Ne yapacaktım şimdi? Bilmiyordum. Gök üstüme askerlerini acımasızca yağdırıyordu. Çaresizdim. En derin, yıllarca gözüm gibi koruduğum sığınağıma kadar girmişler, orada kamplarını kurmuşlar, keyif çatıyorlardı. Şerefsizler! Şerefsizler! Lanet ediyordum her şeye. Şerefsizler! Şerefsiz kargocu! Hepsi onun yüzünden. Eğer ölmediysen geri dönüp öldüreceğim seni! Bomboş, ıssız sokakta yürüyordum; gözlerimin önünde oynayan dünü izlememi engellemek için var gücüyle saldıran karları savuşturarak. Görüyordum. İşteydim. Mesajı tekrar okuyordum. Kargo şirketinden. Adreste bulunamadığıma, ertesi gün şubeden gelip almama… Şerefsizler! Görüyordum. O şerefsiz kargocuyu görüyordum. Film oynuyordu. İşten çıkıp neşeyle şubeye gidişim. Araya giren Aysel görüntüsü. Kargomu soruşum. O kızın, ha o paket, dağıtımda o deyişi. Gelen mesajı gösterişim. Onu sistem otomatik gönderiyor cevabını alışımla, ama olmaz ki böyle işi gücü bıraktım da geldim tepkisi gösterişim. Araya giren Aysel, sehpa, siyah tabanca, çiçekler. O Dandik Kargo isimli şirketin üniformasını taşıyan herifin, ne var lan ne var diye bağırarak bir anda üstüme saldırışı. Aysel’in memeleri. Kendimi korumak için adama attığım okkalı yumruk. Düşerken kafasına fırlattığım telefonum. Herifin yere yığılışı. Başından akan kan. Sonrası kaos. Ambulans çağırın. Biri ambulans çağırsınlar arasında korkuyla kaçışım. Panikle çaldığım araba. Arabayı ıssız bir yerde terk edişim. Aysel’in kıçı. Otostop.
Pansiyon bulmalıyım. Parasızım. Pansiyon bulmalıyım. Çıplak ve ıslağım. Pansiyon bulmalıyım. Parasız, çıplak bir ıslağı kim pansiyonuna alır ki? Lanet olsun! Ya kargocu ölmüşse? Ya her yerde beni arıyorlarsa? Ya..? Donuyorum! Donuyorum! Oysa Aysel’in memeleri, ne güzeldir Aysel’in memeleri! Kimdi o banyodaki? Silah onun muydu? Kocası mı? Hiç evlenmedim demişti. Erkek arkadaşı mı? Erkek arkadaşım yok demişti. Neler oldu orada? Ben bayıldım mı? Bulanıklaşıyor. Ya başı beladaysa? Her şey bulanıklaşıyor. Çünkü ben donuyorum.
Üstüm çıplak, altımda don, yalınayak gecenin bir vakti kendimi sokakta buluyorum. Ve benim kıçım donuyor. Daha kötü ne olabilir? Demiştim ya hani. Onu da unutun gitsin. Caddeye çıktım. Yollar karla kaplı. Tek araba yok. Koca apartmanlarda tek ışık yok. Çıplak ayaklarımla karları yara yara ulaştım o inlemelere. Kaldırım kenarında, sokak lambasının altındaydı, ışığın zorunlu misafiri. Beton direğe bağlı… Kırklı yaşlarının ortalarında olmalı. Ağzı burnu yamulmuş. Kıyafetlerimiz hemen hemen aynı. Yanına yaklaştım. Titriyordum.
“Sa… Sana no… nolduu lan?”
“Dövdüler” dedi güçlükle.
Sanki saatlerdir bu direğe bağlıymış. “Çöz beni” diye yalvarıyordu, “kurtar beni!”
Denedim. Düğümler çok sıkıydı ellerim gevşek…
Sinirle karşıki apartmanlara döndüm, karşılarında insanlık katliamı yapılırken nerelerdeydiler, hiç kimse mi görmemişti, görmüyordu? Hepsi mi uykudaydılar? Gündüz gece hep mi uykudaydılar?
“Uyanın be, uyanın!”
Koşarak yolun karşısına geçtim, yüksek binaların zillerine rasgele basmaya başladım, bağırarak, uyanın be, uyanın!” Binadan binaya koşuyordum, düşe kalka… Birkaç ışık yandı, sonuç yok. Binaların karşısına geçtim, bağırdım.
“Topunuzun Allah belasını versin lan, topunuzun!”
Adama geri döndüm. Karlara bıraktım kendimi, direğe yaslanıp oturdum.
“Kim yaptı bunu sana?”
“Bilmiyorum” dedi, “bilmiyorum, bir anda saldırdılar. Önce para istediler, bende para ne gezer. Sonra her şeyimi aldılar, telefonumu, cüzdanımı…”
Ayağa kalktım. Arkasına geçtim. Onu düğümlerden bir kez daha kurtarmaya çalıştım. O sesi adamın inlemeleri arasında duydum.
“Fanteziye bak kız” diyordu alçakça.
“Ulan millet kar kış demiyor, kadın erkek demiyor sevişiyor işte” dedi başka bir ses.
“Bir biz sevişemiyoruz anasını satayım, bir biz…”
Yolun karşısında çaprazımızda kalan ara sokağın hemen ağzındaydılar.
“Hey!” diye bağırdım, “hey yardım edin!”
Aniden hareketlendiler. Ara sokağa koşarak girdiler. Arkalarından bağırıyordum.
“Durun, durun bir dakika, kızlar!”
Halime bir kez daha lanet ettim. Adama geri dönerken, az ilerde duran giysiler gözüme ilişti.
“Bunlar senin mi?”
Onunmuş. Islak bir pantolon, kazak, atlet, ayakkabı teki… Giydim hemen. Biraz dar olsalar da… Ayakkabının burnunu sol ayağıma güçlükle soktum, ezdim.
Hedefim barlar sokağıydı. Yani, hala öyle bir sokak varsa, bulunduğumuz yere bir kilometre uzaklıkta. Şansımı deneyecektim. Ya aranıyorsam? Çare yok. Şansımı deneyecektim. Polise çaktırmadan. Yola koyuldum. Ben bir yüzük taşıyıcısıydım. Ve çok uzakta değildi Mordor. Yol zorluydu. Saruman üstüme ordularını yağdırıyordu. Kargocular, saldırın! Bir sağ çakıyordum. Ayseller, sıra sizde! Bir sol çakıyordum. Kardan adamlar! Alın size de. Bilardo sopaları, polisler! Çığlık atmak istiyordum. Gollum! Gollum! Gollum ardımdan geliyordu. Efendimis, bana güvenin efendimis. Siyah tabanca, çiçekler, şarap, çay, sigara… Deliriyordum. Ve Saruman’ın orduları bitmek bilmiyordu. Şimdi de Leva’s Polka’yla saldırıyordu. Kadın sesleri arasına karışan bir erkek sesi de var.
Nuapurista kuulu se polokan tahti
Jalakani pohjii kutkutti.
Ievan äiti se tyttöösä vahti
Vaan kyllähän…
Yaklaşıyor. Leva’s Polka giderek yaklaşıyor.
Ievan äiti se kammarissa
Virsiä veisata huijjuutti,
Karşımdalar. Geliyorlar. Üç kız bir erkek. Aramızda birkaç metre kaldı. Bir binaya girmek üzereler.
“Yardım” dedim, “yardım edin!”
Bayılmışım. Tam önlerinde. Elif söyledi. Uyandığımda Elif yanımdaydı. Yatakta oturmuş telefonuyla oynuyordu. Bana baktı.
“Günaydın” dedi, “yıllar sonra seninle böyle karşılaşacağım…”
“Elif” dedim heyecanla, “sen…” şaşkınlıktan konuşamıyordum.
“Kaç sene oldu, on seneden fazla di mi? Yıllardır aklıma gelip duruyorsun biliyor musun, sahi nereye kayboldun öyle aniden, sessiz sedasız?”
Elif bu şehirdeki yaşantım boyunca en iyi arkadaşım, kız meseleleri hariç sırdaşım olmuştu. Barlar sokağı yerinde duruyormuş. Oradaki kafelerden birinde hafta sonları çıkan bir A Capella grubunun üyesiymiş. Tam önlerinde bayıldığım an binanın giriş kapısını açmak üzere olan oymuş, diğerleriyse, grup üyeleri, onu eve bırakıp devam edeceklermiş. Bayılanın ben olduğumu görünce çok şaşırmış. Neyse ki ayılmışım, ama yine de sersem sersem bakıyormuşum. Elif beni eve alınca, hemen soyunup gördüğüm yatağa atmışım kendimi, yorganı çekmiş horlamaya başlamışım.
“Şansa bak” diyor Elif, “sahneden ineli çok oldu, salak Hamit, eve arabayla dönmekte ısrar etti, araba kar yüzünden yolda kaldı, onla uğraştık, sonunda evlere yürüyerek dönmeye karar verdik. Ve… Vay be!”
Konuşacak çok şey vardı. Bana tüm hikayemi anlattırmakta kararlıydı. Kahvaltıya oturduk. Elif bir yandan hala telefonuyla oynuyordu. Gülmeye başladı birden.
“Çatlak ayol bu kız, harbi çatlak!”
Bana döndü.
“Bizim bir arkadaş var biliyor musun, Aysel adı. Kız bazı kötü tecrübelerden sonra erkek düşmanı oldu. Bir oyunlar bir oyunlar… Bir de bunun kız sevgilisi var bir tane, silahlı filan bir tip, var ya… Beraber ne numaralar çekiyorlar heriflere. Dün işte bu… Taa on beş sene önceki, işte öyle bir kaç hafta takıldığı sevgili çakmasıyla yolda karşılaşmış tesadüfen…”
Elif’in sesi giderek bulanıklaşıyordu, başımı ellerimin arasına aldım. Hala anlatıyordu.
“Baksana ne yazmış, dünkü mal çok kolay bir lokmay…”
Başımı kaldırıp masanın üzerindeki kumandayı aldım. Rasgele bastım bir düğmeye. Ekrandaki adam heyecanla anlatıyordu.
“Sayın seyirciler, işte size insanlık ölmüş dedirtecek cinsten bir haber daha. A. Şehrinin en işlek caddelerinden birinde, dövüldü, soyuldu, eşyaları alındı, direğe bağlandı. Sayın seyirciler, bu kadar da olmaz, nereye gidiyoruz ya, nereye gidiyoruz! İşte o zavallı adam baygın bir şekilde kar temizleme görevlileri tarafından bulundu ve hemen hastaneye kaldırıldı. İzliyoruz sayın seyirciler!”
Kapattım hemen televizyonu. Elif’in bulanık sesi beynime işliyordu.
“Sen git herifin çayına ilaç kat, ha ha!”
Elif telefonundaki fotoğrafı gösteriyordu.
“Baksana güzel kız ama…”
Bulanıklaşıyordu. Her şey…
“Anlatsana” diyordu Elif, hayırdır, anlatsana hikayeni?”
İsteksizce anlatmaya başladım.
“Şanslı bir adamım. Şanslı bir adamım. Kesinlikle şanslı bir adamım. Göğe yönelmiş göz…”
YORUMLAR
Varoluş kaygılarımın arasında bir yerde bizden bir yabancı. Tanıdık yerel ölümlü pis kırgın yenik deli...
Yahut toplumun tam ortasında kadınların ve erkeklerin arasında bir yerde kanlı bıçaklı herkesle.
ölümlü
ve
ölümsüz.
Yamamba vari kadınlar, Uysal komaçiler öldü hep.
olricx
olricx
yazının orta bir yerinde "bu delikanlı yine uykuda...uyanacak birazdan" dedim...ki üç beş cümle sonra gerçekten uyandı...ama yine kelime oyunlarıyla yine hayal-gerçek arası bi yerde zihnimizi bulandırdı...
...
taş örneği güzeldi...hikâyelerin hep action pur...cin gibi bi yudumda çabuk çarpıyor insanı...
yazmadaki güzellik de bu işte...
p.s: aslında her şeyi bi kenara bıraktım...boş konuşuyorum dedim...boş...her şey boş...bu boşluk hissiyle gelmiştim buraya...ama görüyorsun işte...artık derimizin içine işleyen taşları yontmak için mi? yoksa sessizliğin kafasına fırlatmak için mi konuşuyor insan bilmiyorum...sesin dönüp dolaşıp yüzüne çarpıyorsa; kaşını-gözünü yarıyorsa bu çok kötü...hüzünleri tuğla gibi ağır yapıp içimize ören o kadar çok şey var ki...hangi birini bruce lee yumruğuyla kırıp açıcaksın önünü...hangi birinin hesabını soracaksın...yoruluyor insan...ve bu akıntıya, bu hiçliğe kaptırıyor kendini sonunda...böyle böyle elimdeki taşları biriktirdim...çünkü herkese verdiğim renkli çiçeklerden bana dönen hep bir taş oldu...
dedim ya bu boş hisslerle geldim yazıya...yüzüne bi surat çizilen sendeki o taşın mahmurluğuyla da gidiyorum şimdi...
...
akü bitti...ben de bittim...
teşekkürler olricx...
p.s: x harfini aradım bi süre...nickini yazarken telefonun otomatik tarayıcı sistemi olric adını yazdı önce...içimden bu isimle de çağırmak güzel olurdu seni dedim...
Gule tarafından 12/2/2016 10:35:31 PM zamanında düzenlenmiştir.
olricx
teşekkürler.
şansın insanı nereden vuracağı belli olmuyor
kahramanımız çok şanslıymış çok da şanssız
karın kırk yılda bir yağması gibi bir şehre
olricx
-Sude Nur Haylazca-
Kim olmamıştır ki.