- 750 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
417 - IŞIK
Onur BİLGE
Farkında olmadan uzun bir yolculuğa çıkmışım. Ne kadar inkâr edersem edeyim, gerçeği değiştiremem. Kendimden kendime gitmek için çıktığım yol nasıl olduysa oldu, ona sapıverdi.
Bir ışık yandı.
Vakitlerden en güzel vakitti, zamanlardan harika bir zaman! Yılların yıllardır bekleneni, mevsimlerin en güzeli, ayların en can alıcısı, haftaların en parlağı, günlerin en ışıltılısı, saatlerin aşkı vurduğu, dakikaların tükendiği, saniyelerde geri sayımın başladığı ve nihayetinde O/Nur/lu yüzde sabitlenip kaldığı…
Kalemime: “Donup kaldın gözlerimin içinde!”, şarkılara: “Saatler mi durmuş yoksa zaman mı?” dedirten muhteşem an…
O olaydan sonra şiirimsi bir zaman başladı hayatımda. Çöl ortasında yapayalnız kaldığım anda bir vaha açıldı önüme. Seraplarım gerçek halini aldı. Ruh üflendi hayallerime. Sular fışkırdı kumların içinden. Gölledi, aynalandı… Yalandı yalnızlığım, tatsızlığım hep yalan… Artık o vardı! O benim bütün dünyam, evrenim kadardı.
Karanlığıma bir huzme olarak düştü. Bir ay olarak doğdu geceme. Yıldızlarıyla birlikte geldi. Her biri onunla ışıdı… Her biri bir heyecan, her biri başka umut, başka kut… Zindanım aydınlandı.
Bir ışık yandı.
Küçük bir aydınlanma, nasıl da gündüze döndürüverdi gecemi! Yaşam aynı yaşam belki fakat O/Nur/la muhteşem!..
Eskiden de yazardım ben bir şeyler ama sözcüklerin anlamları dardı, bana kadardı. Sanki cümlelerin tadı samansı… İfade kekremsi, metinler buruk… Şimdi şiirimsi bir anlatım, tatlı mı tatlı! Belki bana öyle geliyor, onu yazdığım, anlattığım yerlerde.
Adını andıkça heyecanlanıyorum, yazdıkça rahatlıyorum. Ruhumdan çıkarıp çıkarıp sıralıyorum satırlara… Zikrettikçe rahatlayan derviş misali… İsmini… O herkesten titizlikle gizlemekte olduğum ismini… Ki onu yalnız kaldığım yerlerde fısıldamaktayım. Söylemekten haz almakta, tekrarladıkça deşarj olmakta, huzur duymaktayım. Hoş yankılar yapmakta kulaklarımda. İsmini her tekrarlayışımda adı ballanmakta… Şeker tadı kalmakta dudaklarımda… İçimden neşeyle dans etme arzusu gelmekte… Yüreğim kıpır kıpır… Anlam veremediğim bir heyecanla kalbim bedenimi sallamakta… Acayip bir heyecan, hücre hücre bütün vücuduma yayılmakta… Sonrasında sıtmaya tutulmuş hasta gibi ürpermeler… Sanki bir dervişin cezbe hali…
Bir ılık bir soğuk sular dökülmekte adeta başımdan aşağıya… Bedenime yabancı tuhaf olaylar silsilesi… Ruhumsa kanat kanat… Bulutların üstünde raks etmekte… Başım göklere ermiş, ben benden çok ötelerde… Yedi kat göklerde sema eden, her sıfatta yıldız yıldız dolanan salik gibiyim.
İçimde biri mütemadiyen konuşmakta… Güzel şeyler fısıldamakta hale ve geleceğe dair… Dünyanın en mutlu insanı olduğumu telkin etmekte ve inandırmayı başarmakta… Kandırmacanın başka bir şekli tezahür etmekte belki. Gönüllüsüyüm kanmanın.
Kanarsam durur kanamam. En güzel özcükler dolanır dilime, kalemimde döner durur… Evrilir çevrilir, imgeleşir, güzelleşir ruhum gibi.
Bir Polyanna daha doğar, Sindirella’lların birinden. Küller içinde eşelenmekteyken külün kedisi, külle birlikte kül eder evreni, evrenle beraber kendisini… Külde Kül’ü bulur, külde kulluğu…
Kendisinden kendisine doğru giderken, ne olduğunu, neye uğradığını anlamadan harikalar diyarında buluverir kendini. Çöl aynı çöl, insan aynı insandır ama ismini değiştiriverir sevgisi. Erkekse Mecnun adını alır, değilse Leyla ismini… Artık ne isimden haberdardır ne de cisimden… Dünya yansa yorganı yok içinde… O mutlu mu mutludur, her şeye rağmen, iki kişilik dünyasında.
Aşkın çölünde kaybolmuştur, kayboluşla yol bulmuştur. Aşkla sütrelenmiş, maskelenmiştir. Kimliği kaybetmiştir önemini. Çünkü onda, kendine dair bir şey kalmamıştır. Baştan aşağı aşktır, tepeden tırnağa sevgili… Sonunda sayıyı bire indirgemiştir.
Renkleri değişir onu sevince. Her renk onun rengidir, onu anımsatır. Herkes biraz ona benzer, onu andırır. Her söz onu hatırlatır. Her tıkırtı ondan gelir, her şıkırtı ondandır. Melodiler onun tınısıdır; şarkılar, türküler, şiirler onu söyler. Tüm güzel sözler ondan gelmektedir, bütün mesajlar ondan…
“Şarkılar seni söyler, dillerde nağme adın…”
Rüzgâr onu fısıldar, kuşlar onu şakır. Yağmur şakır şakır gözyaşları taşır. Aşkla buğulanan gözler, onu özler. Parmaklar, buğulanan camlara aşkı resmedemeseler de iki basit hareketle birer kalp çizivermeleri hiç de zor değildir. Birer de ok… Birer harften çıkmış diğerini hedeflemekteler… Kalplere saplanmış halde beklemekteler… Ötesi yok! Çıkış yok! Gereği de yok!
Gizlice isimler yazılır bir yerlere… Sevgiye dair itiraflar… Ya titizlikle saklanırlar ya da karalanırlar. Nasıl da saklıdırlar! Onlar, duyguların ruhların derinliklerinden buharlaşarak çıkan, harf olarak yağan halidir. Susuzluktan çatlayan, yarılan toprak gibi yazıya aç kağıda yağdıkça ferahlatır onu da yazanı da okuyanı da… Birinde burcu burcu toprak kokusu, diğerinde türül türül mürekkep…
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 417