Fedakarlık Aptallık mıdır?
Birinci Kısım
Birincisi benim adım İhtiyar değil, ikincisi Züleyha ile ilk karşılaştığımda anlatıcının beni sapık gibi göstermesi hoşuma gitmedi. Bazılarınız, senin sapık olduğunu hiç düşünmedik, diyebilir... Bazı okuyucuların beni ilk etapta sapık sandığını adım gibi biliyorum. Bu arada benim adım Hüseyin. Biraz kendimden bahsedeyim. Kadınlardan, bitkilerden, hayvanlardan hoşlanırım. Ömrümün son günlerini, yıllarını yaşadığım bu günlerde makinelerden de hoşlanmaya başladığımı söylemeliyim. Eşyaya tapmıyorum ama. Konumuz neydi, size neyden bahsedecektim? Evet, aşktan bahsedecektim. Aşklarımı veya tek aşkımı unutmuş numarası yaparak heyecanımı dindirmeye çalışıyorum. Uzun bir hikaye olduğunu belirtmek isterim. Şu ana kadar romanın ana kahramanı Züleyha idi. Bu sayfadan sonra ben olacağım sanırım.
Kız gibi bir arkadaşım vardı. Aramız çok iyiydi. Düşündüğünüz gibi değil, gerçekten çok iyiydi aramız. O kadar iyiydi ki bir gün arkadaşlığımıza nazar değeceğini düşünüyor, bu korku zaman zaman beni esir alıyordu. Elbette Hasan da beni çok seviyordu. Kıyaslamak gerekirse sanırım ben onu daha çok seviyordum. Hasan da bunu farkında olduğu için bana karşı sonsuz güven duyuyordu. Her şeyini anlatırdı bana. Hayallerini, ilgi duyduğu son kızı (kıza açılmazdı ama), sıkıntılı hallerini filan... Gel zaman git zaman Hasan sıkıldı bekâr yaşamaktan. Bana bir gün evlenmek istediğini söyledi. Yüzündeki ifadeden kadınsızlıktan sıkıldığını anladım. Arkadaşımı biraz alaya alarak ’’Sana en kısa zamanda bir kız bulacağız. Ve sen onunla evleneceksin. Bu işlerde beceriksiz olduğun için ben devreye gireceğim. Aşüfte bir kızın seni kandırmasına izin veremem,’’ dedim. Bu kararımızın üstünden birkaç ay geçmiş olmasına rağmen iyi bir kız bulamamıştım. Aslında iyi sayılabilecek kızlar bulmuştum ama bunları yine de Hasan’a yakıştıramamamıştım. Üçüncü aydan sonra sevgilim devreye girdi. Tüm samimiyetiyle Hasan için o da kız aramaya başladı. Bu süreçte zaman zaman üçümüz bir araya gelir son durum üzerine konuşurduk. Nedendir bilinmez, sevgilim olan Mehtap da en az benim kadar titizdi bu konuda. ’’Yok o kızın burnu iri. Onun kültür seviyesi düşük. Bence bu kız da olmaz!’’ derdi. Hasan’ın yüzüne dikkatli bakmadan son gördüğü kız hakkında bazen mantıklı, bazen saçma şeyler söylerdi. Sonunda ikimizin kararı kızın uygun olmadığı olurdu. Hasan ise kendisine uygun olmadığını tastik ederdi sakince.
Kız bulma çabalarımızın birinci yılı dolduğunda Hasan sıkılmaya başladı. Beceriksiz olduğunu söyleyip durmaya başladı. ’’Ben kız konularında beceriksiz olmasaydım sen ve Mehtap’ın devreye girmesine gerek kalmayacaktı,’’ diyordu sürekli. Ben de çabamızdan bir şey anlamıyordum. Bir sorun vardı bir yerlerde... Bir yanlış yapıyorduk! Yine de zaman zaman üçümüz bir araya geliyor, kız konusunu fazla ciddiye almadan konuşuyorduk. Son günlerde Hasan’da tanımlayamadığım bir huzursuzluk kendini göstermişti. Her şeyi bana anlatan Hasan son durumu hakkında tek kelime etmiyordu. ’’Yok bir şey!’’ diyordu sadece. Bir bayan olan Mehtap’a Hasan’a olanlar hakkında bir fikrinin olup olmadığını soğuk bir kış günü akşamında tenha caddelerde yürürken sordum. Yüzünün rengi değişmişti. Akşamın karanlığından faydalanıp yüzünün aldığı ifadeyi gizlemek için caddenin karanlık tarafına doğru yürürken, ’’Hiçbir fikrim yok Hüseyin!’’ dedi. Ardından alaylı bir tona geçti. ’’En iyi arkadaşın olduğunu sanıyordum. Ona sor cevabını versin!’’ Kafamdan dumanlar çıkmaya başlamıştı. Sokak lambasının direğine bir tekme vurdum. ’’Neden bu kadar sert tepki verdin?’’ diye sordum öfkeyle. İlk kez Mehtap’a bağırıyordum. ’’Bir açıklama bekliyorum.’’ Bir açıklama yapmak yerine başı öne eğik yürümeye devam etti. Ansızın, ’’Yoksa Hasan senden mi hoşlanıyor?’’ dedim şaşkınlık ve sinirle. Mehtap’ın sinirli hali aniden kayboldu. Yüzüme dikkatlice bakıp, ’’Sanırım bana âşık olmuş!’’ dedi. Hiçbir tepki vermedim artık. Yüzümü buruşturarak, ’’Sen de ondan hoşlanıyor musun?’’ diye sorduğumdan yüzü renkten renge girdi. O an hızlı bir şekilde bir karar verdim acıdan patlamak üzere olmama rağmen. ’’Belli ki sen de onu seviyorsun! İstediğiniz zaman evlenebilirsiniz. Aranızdan çekileceğim. Polislik için başvuru yaptım... Başka şehre giderim olmazsa. Hatta bu son görüşmemiz olsun!’’ Mehtap ağlamaya başladı. Beni bir parkın içine doğru sürükledi.
’’Buraya otur!’’ dedi Mehtap ve beni zorla banka oturttu. ’’Ben seni seviyorum! Beni bırakamazsın. Hasan’a acıyorum. Bazen ona acırken içimde bir sevgi beliriyor o kadar. Buna aşk filan diyemezsin!’’ Cevap vermemi bekledi. ’’Buna aşk diyemezsin değil mi? Bir bayan iki erkeği bir arada sevemez değil mi?’’ Çaresizlikle gözlerime baktı. Sert bir tepki vermemi bekliyordu. Cevap vermek yerine yüzüne sert bir tokat attım.
’’Git o adamla evlen! Onu seviyorsun gözlerinden belli.’’ Oradan ayrılmak için ayağa kalktığımda bacaklarıma sarıldı. Hüngür hüngür ağlarken dikkat ettim... Gözyaşları ile soğuk algınlığından dolayı burnundan akan sümüksü sıvı dudağının kenarında birbirine karışıyordu.
’’Bir kadın iki erkeği bir arada sevemez. Ben seni seviyorum. Beni bırakamazsın. Bunu bana yapamazsın!’’ dedi inilti ile. Bacaklarımı Mehtap’ın ellerinden kurtarmaya çalışırken ben de dehşet acı çekiyordum. ’’Gitmeyeceksin değil mi? Gidersen kendimi asarım anlıyor musun?’’
’’O adama git!’’ dedim tekrar tekrar.
Mehtap pes etmiş gibi bacaklarımı bıraktı, banka oturdu. Bir şeyi yeni fark etmiş gibi kötü şekilde gülümsedi. ’’Sen o adamı benden çok seviyorsun! Ya beni arkadaşın için feda ediyorsun ya da hiç sevmedin. Beni hiç sevmedin!’’ Üzerindeki suçluluk duygusu kaybolmuştu. Bu kadar kısa zamanda rahatlayıp beni suçlamaya başlamasının sebebi belliydi. Mehtap, Hasan’ı sevmiyordu. Aralarında da zerre kadar bir şey geçmemişti.
’’Yanılıyorsun, ben seni seviyorum! Hasan konusunda haklıydın, Hasan’ı senden çok seviyor, sayıyordum!’’ Korktuğum başıma gelmişti işte. Aramıza bir kız girmişti. Ve bu kızı Hasan için feda etmeliydim. ’’Hasan’a gitmiyorsan, canımı daha fazla sıkma! Bu olaydan sonra seninle devam edemeyiz. Yürüyüp git ve bir daha birbirimizi aramayalım. Hasan’ın sana karşı bir saygısızlığı, yanlışı oldu mu hiç? Sana âşık olduğunu fark ettikten sonra yanlış bir şey yaptı mı?’’
Alaylı bir ses tonu ile ’’ Hayır, bir yanlışını görmedim. Gördüğüm en efendi delikanlı,’’ dedi. ’’Senin gibi korkak biri de değildir herhalde.’’ Ayağa kalkıp sallantılı bir yürüyüşle ilerledi dökülen çınar yapraklarının üstünden. İçim cız etti ama elimden bir şey gelmiyordu. O an Hasan yanımda olsaydı kesinlikle ağzını dağıtırdım. Yapacak bir şey yoktu. Dünya hayatının tuhaflıklarını, evrenin saçma düzenini düşürdüm. Mehtap’ın basit bir canlı olduğunu, kafama takmamam gerektiğini kabul ettim. Titiz şekilde fikir yürütünce şöyle bir sonuca vardım o akşam: Ne Mehtap ne Hasan vardı. İkisi de gerçeklikten çok uzak şeylerdi. Varlık bile diyemeyiz bunlara. Tek gerçek bendim. Benim dışımdaki şeyler kafamın ürünüydü. Merkezde ben vardım. Her şey benim için vardı. Var olan bu şeyler gerçekten var olan şeyler de değildi. Bu şeyler sadece merkezde olan kafamın yansımalarıydı. Tek gerçek olan kafam sanrılar içinde debeleniyordu.
O günden sonra epey süre Mehtap’ı göremedim. Tahmin ettiğiniz gibi Hasan ile hiçbir şey olmamış gibi görüşmeye devam ettim. Kafamın ürünü olan Hasan’ı hafife aldığımı fark etmiyor değildim. Böyle geçti aylar. Felsefenin içinde kayboldum. Bir şey bile olmayan Mehtap’ı evrenin tek gerçeği ve merkezi olan ben’in içinde seyahat ederken yakalıyordum ara sıra. Kendimi kurtarmak için kısa sürede polis oldum. Hasan ile de görüşmemeye başladım. Kendi kendime, ’’Şimdi Hasan anlamıştır her şeyi bildiğimi!’’ diyordum G-3 silahı ile nöbet tutarken. Kendimce çareler arıyordum çaresiz hallerime. Salt iyilik veya salt kötülük bizleri çekmiyordu bir yerlere. Kimse sadece iyi veya sadece kötü değildi. Karışık durumlar vardı. Arada debelenen, gerçek olmayan gerçeklikler vardı. Nöbet tutan bir polisin bu kadar felsefe yapması, tek gerçek kendisi olmasına rağmen başkaları için nöbet tutmasını hafife alıyordum içimden. Kendimle dalga geçiyor, keyifleniyordum.
Zamanla kafam kendisini toparladı. İnsanların, dış dünyanın varlığını kabul etmeye başladım. Ben cevanmert biriydim. Arkadaşım için kız arkadaşımı, hayat arkadaşımı, sevgilimi feda etmiştim. Ruhumdan kutsallık akıyordu. Kendimle gurur duymalıydım. Tiksinti içinde yaşamamın bir faydası yoktu kimseye. Çeşitli hikâyeler okudum başıma gelenlerle ilgili. Örneğin Peygamberi çok seven bir adam eşinden ayrılmıştı. Hayat arkadaşını Peygamber alsın diye samimice istekte bulunmuştu. Yaptığı bu büyük fedakârlığa karşı cennette kendisine sonsuz güzellikle yoğrulan huriler sunulacaktı. Ben de çok sevdiğim arkadaşım için ona benzer bir şey yapmıştım. Doğru, arkadaşım sevdiğine ulaşamamıştı. Fakat bunun sebebi ben değildim. Fedakârlığı yapmıştım nihayetinde. Aptallık yapmamıştım bildiğim kadarıyla.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.