Gümnâm 5
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Gözümü açtığımda karşımda mavi gökyüzü vardı. Bir süre boş boş gökyüzünü izledim. Nerede olduğumu ve ne yaptığımı hatırlamaya çalıştım. Hafif hafif burnuma gelen çiçek kokuları ve yüzümü ısıtan güneş sayesinde orada saatlerce öylece yatabilirdim. Sonra birden yattığım yerden doğruldum. Boğazımda hafif bir yanma vardı. Yangın!!...Evet en son alevlerin içindeydim. Ne olmuştu peki? Ölmüş müydüm?
Çevreye bir göz attım. Yüksek bir dağın tepesindeydim. Hafif eğimli yamaç ön tarafımda kayalarla kesiliyor, arka tarafımda ise biraz daha yükselip boz renkli bir toprakla sona eriyordu. Ufuk her yanda yüksek bulut kümeleriyle noktalanıyordu. Ayağa kalkıp yamaçtan biraz yukarı yürüdüğümde bulutların denizle birleştiğini ve bir adada olduğumu anladım. Yamacın sonundaki boz renkli kısmı geçtiğimde birden derin bir uçurumla karşılaştım. Burası sönmüş bir yanardağın ağzıydı. Büyükçe bir köyü içine alacak kadar geniş bir çukur ve ortasında da küçük bir göl vardı.
Toprak yamaçtan yarı koşarak, yarı kayarak gölün yanına kadar indim. Güneşin altında elmas gibi parıldayan su aynı zamanda oldukça berraktı. Yüzümü yıkadım ve soğuk suyundan bolca içtim. Boğazım bir kez daha acıyla yandı. Ölmüş olsam böyle bedensel bir acı duyamazdım herhalde diye düşündüm.
Az ileride suya doğru çıkıntı yapan bir kaya farkettim. İnsan eliyle biçimlendirilmiş gibiydi, aynı zamanda bir o kadar da doğal görünüyordu. Kayaya tırmanıp ucuna oturdum ve ayaklarımı aşağı sarkıttım. Buradan gölün sığ kısımları net bir şekilde görünürken ortalarının epey derin olduğu farkediliyordu. Gündüz vakti göl kıyılarının aldığı yeşim renginin görüntüsü ise enfesti. Bir süre öylece oturup olanları düşündüm. Yangın şu an bir rüya gibi geliyordu. Peki burası neresiydi? Yada nasıl gelmiştim buraya?
Tüm bunları düşünürken gölün derinliklerinde bir hareketlenme farkettim. Bir balık sürüsüydü sanki. İri balıklardan oluşan bir sürü? Kulaç atan balıklar? Az sonra bunların balık olmadığını farkederek ürperdim. Bunlar insana benziyordu. Kadın ve erkek bir sürü çıplak insan. Her biri gölün farklı kıyısından karaya çıkıp bana bakmaya başladılar. Ayağa kalkarken arkamdan gelen sesle irkildim:
-Benim yerimde oturuyorsun!
Hızla arkamı döndüğümde dengemi kaybedip suya düşmek üzereyken bir el beni kolumdan tutup çekti. Bu saçı sakalı karışmış, oldukça uzun boylu bir ihtiyardı. Saçlarında yosunlar vardı. Çıplak gibiydi ama mahrem uzuvları görünmüyordu. Ayrıca bana dokunduğunda elinin çok yumuşak, hatta bir balık kadar yapışkan olduğunu farkettim. Göz bebekleri gri ve donuktu. Ses tonu ise daha çok bir yankıyı andırıyordu. Çekinerek ve korkuyla konuştum:
-Ö-ö-özür dilerim. Bilmiyordum.
-Haklısın, bu makul bir bahane. Hoşgeldin.
-...
-Evet alışılmadık bir karşılama oldu farkındayım. Ama buraya gelene kadar baygındın ve uyanır uyanmaz bizi görmeni istemedim. Kuzey yamacında bir süre istirahat ve temiz hava seni kendine getirmiş gibi görünüyor. O yamacı çok severim. Kafamdaki bir çok düşünceden arınmak için birebirdir.
-Neredeyiz?
-Uzun bir ismi var. Dilinizde anlamı "Kudretli ataların istirahatgâhı". Ama şu sıralar buralarda meskun olanlar kısaca Semadirek diyorlar.
-Semadirek.
-Evet?
-Bayçura bahsetmişti. Ay dağı burası mı? Yoksa siz de...
-Bayçura mı? O cüce hergeleler ne anlattı sana?
-Bir çok şey, buradan da bahsetti. Semadirek’te Aydağında bir ata var demişti.
-Doğru demiş. Bir tane yok gerçi.
-Siz...bahsettiği ata siz misiniz?
-Bilmiyorum, başka ne demişti?
-Bir takım tuhaf olaylar yaşadım, hala da yaşıyorum. Onlarla ilgili bir arkadaşının öldüğünden, örak dediği garip varlıklardan, kötü şeyler olacağından bahsetti ve bir şeyler öğrenmeye gitti. Gelmezsem de burada bir su atasına gelmemi söyledi.
-Anladım, benden bahsetmiş, eh heh hee..
-Kimsiniz siz, bu çevrede bekleyenler?
-Su iyelerinin en yaşlısıyım. Suyun olduğu her yere gidebilirim. Çünkü bu dünyanın bütün suları birbirine bağlıdır. Eski insanlar beni denizlerin tanrısı ilan etmişlerdi, fırtınaları benim çıkardığımı düşünüyorlardı. Tabi tasvip etmediğim şeyler bunlar. Ben de insanlara görünmemeyi tercih ettim. Hatta uzun zamandır buradan da ayrılmıyordum. Ta ki...
-Ta ki?
-Ta ki kuzeyde yaşanan gariplikleri ve bir melezin varlığını duyana kadar. Bizzat kendim gelip görmek istedim. Evet o gece kapıda gördüğün ayak izleri bana aitti. Tabi sen o sıra dünyadan bîhaberdin.
-Yangından nasıl kurtuldum?
-Üzerinde hiç yanık görüyor musun?
-Hayır, tek bir kızarıklık bile yok. Sadece biraz boğazım acıyor.
-Ateş sana zarar veremez.
-...?
-Bize de veremez. Su halkı ateşten etkilenmez. Sen de bizden birisin, anne tarafından.
-Evet bayçura bundan bahsetti, ama ateşin zarar vermeyeceğini bilmiyordum.
Bu arada gölün çevresindeki herkes suya girmeye başladı. İhtiyar bir süre onları izledikten sonra konuşmasına devam etti:
-Ateş dokunmaz ama gün ışığı çok iyi gelmiyor bize. Gün ışığında en çok gezebilen benim. Ben de en fazla bir kaç saat. Melez olmanın en güzel tarafı bu günün iki yarısında da rahat dolaşabilmek. Şimdi aşağıya inmek zorundayız. Beni takip et.
-Nasıl? Suya mı? Pek iyi bir yüzücü değilim.
-O kadar emin olma.
Böyle söyleyerek beni göle itti ve ardımdan kendi de atladı. Tatlı suda dibe batarken ayağımdan tutup beni daha da derine çekti. Nefesimi tutmuştum ve ilginç bir şekilde nefes alma ihtiyacı hissetmiyordum. Yıllarca sulardan uzak duran ben, bu yeteneğimi de bu kadar geç keşfettiğim için hayıflanmıştım. Hiç tanımadığım annemin bir çok özelliği bana da geçmişti.
Uzun bir müddet derinlere doğru indik. Sonra kolumdan çekip beni yan tarafa sürükledi ve kuru bir yere çıkardı. Uzun bir koridordan geçtikten sonra geniş bir açıklığa çıktık. Manzara göz kamaştırıcıydı. Mağaranın tüm duvarları kristaldi ve ortada yanan bir ateşle tüm mağara aydınlanıyordu. Burası adeta küçük bir şehirdi. Sokaklar, evler ve ateşin yandığı meydan. Meydanda su halkı toplanmış merakla bizi bekliyordu. Aralarına girdiğimizde her biri, bilhassa çocuklar bana dokunmaya çalışıyorlar, korkuyla karışık bir merakla kendi aralarında fısıldaşıyorlardı.
Meydanın bir köşesinde altı-yedi büyük basamaktan oluşan daha küçük bir meydan vardı. Orada ata kadar yaşlı on tane daha iye oturuyordu. Ata beni ihtiyarların ortasına oturtarak kendi de baş köşeye geçti ve kendi dilllerinde konuşmaya başladı. Bu konuşma dilini tarif etmem imkansız, ancak bazı kısımlarının kurbağa seslerine benzediğini söyleyebilirim. Ardından benim anlayabileceğim şekilde devam etti:
-Kudretli atalar, analar ve su halkı! Misafirimiz yasaklanmış bir birliktelik sonucu dünyaya gelen bir melez. İlk defa gördüğünüzü ve hiç bir halkın tasvip etmediğini biliyorum. Ben uzun zaman önce bir melezle tanışmıştım ve sonu iyi olmadı. Ama bu kez bu melez tüm halklar için bir lütuf olabilir. Kuzeyden uğursuz haberler geliyor. Hem gündüz halkı, hem gece halkı öraklar ve ubırlar tarafından büyük bir tehdit altında. Tarih boyunca ilk defa bu kadar kalabalık ve saldırganlar. Duyduğuma göre bu durumla kuzey insanlarının alakası var. Henüz neden ya da nasıl olduğunu bilmiyorum ama şimdiden siyah denizin batısı örak kaynıyor. İşte tüm bunlara karşı bu melez tek çıkış yolumuz gibi görünüyor.
Kudretli atalardan biri lafa girdi:
-Lanetli bir melezin bu duruma ne gibi bir faydası olabilir?
Ardından diğerleri de mırıldandılar. Ata hepsini susturdu:
-Dinleyin, bir süre önce ben de sizin gibi düşünüyordum. Ancak bir süre önce diğer ulu atalarla görüştüm. Yer-Atası bu konuda tek çıkış yolunun bir melez olduğunu söyledi.
-...
-Örak ve ubırları yokedebilecek tek şey günışığı.
-Ne yapacağız, hepsini bağlayıp sabahı mı bekleyeceğiz. Biz bile güneşin altında fazla duramazken hem de.
-Hayır geceyi gündüze çevireceğiz.
Herkes sessizliğe büründü. Atalar kuşkuyla bakıyor, iyeler şaşırmış bir şekilde Ulu Ata’dan ne kastettiğini anlatmasını bekliyorlardı. Bense duyduklarıma inanamıyordum ve hala yaşadıklarımın bir rüya olup olmadığını sorguluyordum. Gayri ihtiyari lafa girdim:
-Geceyi gündüze çevirmek mi? Kim yapabilir ki böyle bir şeyi?
Ulu Ata gülümseyerek cevap verdi:
-Bir melez, yani sen...
======================================================>>>>>>
YORUMLAR
Den(iz)
Seri yazılarını yazmakta ve hatta okumakta en büyük zorluk bu galiba. Yazan için de okuyan icin de araya cok fazla zaman girince biraz hatirlamakta zorluyor.. yani en azindan benim icin boyle oldu. Yangindan bahsetmese yangini dahi unutmustum. Cok ara verilmese bizler icin daha iyi olmaz mi?
Ve şu bir yanının su canlilarindan olmasi fikri guzelmis. Acı hâlâ cok güncel olunca, keşke dedim Adana'daki cocuklarin da anne taraflari en azından oyle olsaydi:(
grafspee
yazılarını çoğunlukla çaktırmadan da olsa okuyorum, iyi yazıyorsun.
dur bir anımı anlatayım, melezi görünce aklıma geldi. bir gün skyrim'deyim, ben ejderdoğan olarak, köyün birini ejderha basmış, tesadüfen ben de tam oradayım, hemen en güçlü büyülerimi hazırladım, ellerimden püskürtüyorum ejderhaya, askerin biri yanaştı yanıma, "artizlik yapma lan" dedi, "öyle garip garip şeyler çıkarıyon elinden, insanları korkutuyorsun." ya kardeşim ejderhadan kurtarıyorum, gördüğümüz muameleye bak. gülmekten ölmüştüm, sonra kayıttan tekrar başladım.
grafspee
eyvallah olricx, nostalji iyi oldu.
olricx
elder scrolls V skyrim, açık dünya rpg oyunu. acayip fanatikleri var bu oyunun, geçenlerde gördüm online versiyonu da çıkmış. ben o fanatiklerden değilim de dönem dönem oynarım böyle oyunlar.