bir taşla iki münferit kuşa yedirilen intihar süsü
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
zifiri karanlık...kuş dahi uçurtmuyor hava...tel tel dökülen yıldızlar ışığını veren umuttan yoksundur şimdi...gecenin bu kör vakti en güzel çürüme saatleridir matmazel...giyotine güçlü bir rakip daha çıktı anlayacağınız...yazık ki tarih kitaplarında adı hiç geçmeyecek...gökyüzüne açılan bi penceremiz olmayacak belki...perde arkasında yüzünü gelin gibi saklayan bi tebessüm..ya da sol gözü seğiren buluta ısmarlanan bi düş...hepsini içimizdeki mezara gömeceğiz...sizi ne kadar sevdiğimi bilmeyeceksiniz örneğin...evet çünkü sizi türk dil kurumu bi cümle içinde gerektikçe kullanıp, özneye alet ettiği için zavallı zamir konumundan kurtulamıyorsunuz hiç...çekim eklerinizi çoğalan hüzünlerinizden alıyorsunuz durmadan...hatta bazen hiç ağızda söylenmeden, şöyle bi parmak işaretiyle çağırıyorlar adınızı...ya da ucu kesik tiz çalınan bi ıslıkla...köpeğe yaraşır bi sıfat da cümleye dahil burda...
dişlerimdeki dolgulara benzetiyorum hayallerimi bu yüzden...yer yer oyuk olmakla birlikte arasında biriken yemek kırıntılarına dört beş kürd.anı feda edip kanatıyorum diş etlerimi...onlar da benimle çürümeye mahkûm...içerde de aynı bulantı aynı sürenmecede tıkanan valonlu hava hakim...dışarda bulunamayan, eşgali çizilemeyen huzur içerdeki mecliste tartışma konusu oluyor sürekli...bazıları gömülmek istemiyor mesela...bazı ataist ve budist kardeşlerimiz kendi inançlarıyla ayrılmak istiyorlar aramızdan...halkın iradesine ve direnişine burda da ihtiyaç duyulduğu gözleniyor...ama sör charles’ı görebileceğimiz şekilde tabutun üstü açık ve samanlarla tutuşturup yakarak, yeni bir bulantıya yol açan bambaşka bir havayla ebediyete uğurladık...memnun görünüyordu giderken...dudağının kenarındaki tebessüm henüz ölmemişti...ama bulutların etrafı közleşmiş etin o kesif kokusuyla sarılmıştı...o saydamsız tabakayla burnumun direği bütün gün sızlamıştı...ona bakarken şöyle düşünmüştüm: yalnızlığını bize emanet edip öyle gitti şerefsiz!..ne yapacaksak onunla...atsan atılmaz, satsan satılmaz...oysa ben yalnızlığımın da aile mezarlığına gömülmesini isterdim...sessizlik de yeraltında çürümeli...bazıları günah çıkarmaya gider...bazıları küflü odalarında sevişmeye...bazıları da gayriihtiyarî susmaya...ama bazıları sadece ölmeye giderler mösyö...vasiyetimdir mezar taşına siyah harflerle not düşülsün...p.s: einzelhaft’da çürümeye gitti sinyorina! bir saate kalmaz döner allein aranıza...
o değil mi ki hindistan`daki zerdüştler ölülerini akbabaların yemesi için açıkta bırakıyor...ne acıdır ki akbabaların çoğu da insan ve sığır leşi yemekten ölüyor...bir hayvana bile bu kadar dokunuyorsa kokuşmuş et geride kalanlar n´apsın peki?..yeterince havaya hidroklorik asit, sülfür ve karbondioksit karışmadı mı sanıyorsunuz?..isveç`te ise ekolojik defin rağbet görüyor...sosyal hakları gibi vicdan yönüyle de bizden çok çok öndeler...ölü bedeni sıvı nitrojenlerle dondurup, mısır nişastasından hazırlanmış özel bir tabutla toprağa gömüyorlar...daha mantıklı tabi çevreyi temiz tutmanın, toprağı kirletmemenin derdindeler...ama madagaskar yerlileri ölülerin kemiklerini toprağın altından çıkarıp kasabanın etrafında bir tur gezdirdikten sonra tekrar gömüyorlar...dünya gözüyle son kez görün halimizi...siz kurtuldunuz muhterem! bakın biz neler çekiyoruz burda? bu rituelin adına"famadihana" diyorlar...bir de 19.yüzyılda mısır`daki demiryolu şirketleri toprak altından çok sayıda mumyayı çıkarıp lokomotifler için yakıt ihtiyacını gidermiş...yaşarken bi işe yaramadınız bari ölünüz bi işe yarasın der gibi...halbu ki embriyoların gelişmesi sürecinde organlarımızdaki bazı hücreler kendi kendini yok ediyormuş zaten...yoksa genetik arızalarla doğabilirmişiz...vücudumdaki darbe izlerine bakıyorum ve gülüyorum... hatta embriyolarımı iyi iş çıkarmadıkları için sorumlu tutuyorum...komple baştan aşağı bi hata ürünüyüm ben...her tarafım arızalı mösyö...bu saatten sonra ne dirimin ne de ceset torbası görüntümün size bi faydası dokunacak...ama ben inadına sancı dokumaya devam edeceğim size...elimden başka bir şey gelmiyor mösyö...bağışlayın! neticede bi boka yaramayan asosyal’in tekiyim ben!..gözyaşlarınızı boşuna israf etmeyin...başka ızdıraplı günlerinize saklayın lazım olabilir madam...
karşı evlerin balkonuna bakıyorum...gökyüzünü bizden daha iyi görüyorlar sanki...küçük bir ricamdır size...lütfen arada bir güneşe çıkarıp havalandırın beni...farkındayım konuştukça mide bulantınız artıyor ve duvarlara kusmamak için zor tutuyorsunuz kendinizi...ama bence çıkarın o siyanürlü asitleri içinizden...rahatlayın...olmadı sonra zehirlersiniz yine psikolojinize daha uygun bi dramla...biliyorum bu hüzünler havayı bozuyor...aramızdaki gerginliği büsbütün ikiye katlayıp artırıyor...hep bir önceki acıların tesiriyle sarsılıyor yerinden gökyüzü...güneşi kapatıyor...hani masallarda deli divane aşıkların hilesiz, hurdasız sevgileri olurdu ya; benim de haddinden fazla hile ve hurdaya dönen ağrılarım var mösyö...balkondaki tele asmaya kalksak ipin boyu atmosferden çıkıp uzaya yerleşecek nerdeyse...buna rağmen dikkat ediyorum...içerde acıklı bir sahne gösterimdeyken bir başka travmayı odaya almıyorum... misafir odasında yeni değiştirilmiş çarşaf ve yatak yüzlerinin güzel sabun kokuları arasında tekrar spermlerini salgılayıp kirletmeyi güden av müptelası hayvanlar gibi beyaz çarşafları kana bulamanın sabırsızlığıyla kıvranıp duruyorlar...
ah her şey eriyip gidiyor da, toza dumana karışıyor da yalnız bu cümleler can veremiyor bi türlü...oysa odada bi tek ben varım...yanımda konuşan biri de yok...yani ruhumun ortadan ikiye bölündüğü falan yok...ben ve müdavimi olduğum şu duvar arkadaşlarım...çoktan ölmemiz gerekirdi...beynimdeki ur gibi aksine çoğaldık olabildiğince...
p.s: burda kısa bir ara veriyorum... anlaşıldı bu yazı uzayacak ve kuyruğu uzayda bi yerde kopup kendini imha edecek...böyle programlanmış zararsız bir mikrop işte paşa hazretleri...sanki meramını yeterince anlatamamış olmanın derin izlerini taşıyor üstünde...öyle olmalı...yoksa çoktan çürümüş ve fosilli toprağa karışmış olması gerekirdi...
p.s: tastatur bozuk...tepeden tırnağa yanlış her şey...gereğinden fazla nokta türedi ve şapkalarını çıkarmak zorunda kaldı bazı imtiyazlı aristokrat sülalesinin aramızda hãlã varlığını sürdürmekte olan harfleri...
siz yine bana vazoda hiç solmayan plastik çiçekler getirin mösyö...suni tenefüsle hayata döndüremedikleri gülüşümün hiç olmasa yapay kokularla yanaklarıma yeniden yerleştirilmesini istiyorum...yanında kibritle çakılmış bir de bahtiyar mum olsun...babaannemin her perşembe yatmadan önce yaktığı mumlar, ettiği dualar aklıma geliyor şimdi...mübarek saydığı tek gündü ve bütün iyi niyetlerini o bir güne saklıyordu...benim de eriyen bu mumlardan farkım yok...ve kibritin tutuşurken boynunun kavis çizerek öne eğilme pozisyonuyla kırılmaya eş değer durumdayım...ama mum gibi erirken vaks’ımı da her yere bulaştırma konusunda ustayım...içimdeki zehirli asitlerden ötürü solunum yollarımda tıkanıklık var ve biraz da boğulma hissi...yine de şanslı sayıyorum kendimi yağlarımdaki enerjiyi hüzünlerime harcamak zorunda kalırken...vücudum da ona göre fazla nötr lipit salgılıyor normal insanlara nisbeten...belki de bu yüzden insanların ağız kokularını daha iyi alıyorum...bunaltı veren bir başka his: zulamızda yine bir ceset var...kaburga kemiklerine yediği darbelerle diyaframı yırtılmış...göğüs kafesi birkaç yerinden kırılmış...sağda ve solda birleşemeyen toplam yirmi dört kemiğinden ötürü artık uçamayacak bu yeryüzünde...
tıpkı helin’in kırılan göğüs kafesi gibiyim...içerde tutulan bağrı açık ve yanık sesi...yayları koparılan ve yumruklanan şu gitar...piyanonun öfkeyle birbirinden ayrılan tuşları...mozart’ı, beethoven’ı dinleyememek gibi... havaya uçurulup boynu bükük komponistsiz bırakılan notalar gibi...bundan böyle grubumuz yorum’unu çalgısız a capella seslendirecek sizlere...acılar tıklım tıklım gene ayakta konser verecek...parmaklarınız tetikte olsun...mendillerinize davranmanız gerekebilir sör...
güftesi ve şivesi bozuk buruk bir havayla edebiyata uğurluyorum sesimi...sizi öldürdüğümü zannetmeyin matmazel...böyle kolay ölüm, ’tabutta rövaşata’ her yerde bulunur...madem gebermeyecektiniz öyleyse dörtlüleri yakıp açsaydınız gözünüzün farlarını ve dinleseydiniz hüzünlerin ayaktaki kanserini...
"ah beni yaşamak öldürüyor!" ama gelin görün ki henüz ölmedik majör...ve molozların arasındaki acılara taze kan arayışı sürüyor boyuna...çağırın bütün kepçe ve buldozerleri gelsinler...söksünler göğsümden kefensiz gidenleri...ah ben de gömülmek istemezdim mösyö...tellere takılan kuşlara sözüm olmasaydı...örsteki demir gibi dövülmeseydi bu yüreğim...
merąlgül
p▪s: "ah! beni yaşamak öldürüyor."
~Simone De Beauvoir~
YORUMLAR
Okudum.
Tekrar geldim ve farklı bir esinti eşliğinde yoğurdum iç sesimi.
Bir kez daha gelip farklı bir açılım yakalamaya doğru uzandı ruhum.
Yazmak özel bir duygu ve esinlendiğimiz yine birbirlerimizin ruhunda nakşeden o farklı nüans ve ruh devinimi ki farklılığın tadını duyumsamak sonra da kalemin peşrevinde boyutsuz bir günceye dahil olmak.
Yüreğinize sağlık.
Saygılarımla...
Gule
sevgi ve saygılarımla...
Türkçe yazım kurallarını altüst etmiş bu yazıyı yazan, beğenen, günün seçkisi yapan tüm edebiyat dostlarını ayrı ayrı tebrik ederim.
Gule
bu anlamda rahatsızlık verdiysem özür dilerim...açıkçası yazdıklarımın güne gelmiş olmasıyla da yakından-uzaktan hiçbir alãkam yok...
eleştiriniz için teşekkürler Nurten Hanım...
ONDAN SONRA
Gule
Bütün imlalar, noktalar ve virgüller yerli yerinde olsaydı da yazılanların bir tarafı hep eksik kalacaktı...
Kuralları dikkate almıyorum çünkü düşünce ve duyguların bazı kuralların içine hapsedilip, boğulmasına karşıyım...
Sizden ricam ortada bir yanlış varsa benim hatamdır zaten...bazı ithamlarla diğer arkadaşları veya okurları da zan altında bırakmayalım lütfen...
Aşkar
kısmında ki yazıyı beğenen çok beğenen okuyucu olarak söz hakkımı kullanıyorum
talihsiz bir yorum sayın Nurten Hocam
öncelikle özgür bir birey olarak değil ki hatalı
hatalı bile olsa beğenime müdahale edildiği için
ikincisi dediğiniz olayın yazım kuralları ile bir ilgisi olmadığı gibi
postmodern ve üzerine bir de bilinç akışı yazılıyorsa üç noktalar arası tamamen bağımsız ve yazarın takdiridir
zaten bu durumda yenikuşak postmodern akımda zaten böyledir
noktadan sonra küçük başlaması ile ilgili bir durum değildir bu
İngiliz edebiyatında James Joyce Ulysses ile alışılmışın dışına çıktığı için adına sözlük yazılmış yazardır köşe taşıdır
klişelerden sıyrılıp Mevlananın yeni şeyler söylemek lazım felsefesine tutunamadığımız için hep aynı yerde dolanıp duruyor koskoca bir ülkenin edebiyatı
bu bağlamda Dalinin Picassonun resimleri de ne insana ne balığa benzer
bu balık olmanın kurallarına uymuyor sözü bile söylenmiş ressama hatta yoluna devam edip dev bir kubik akım doğurmuş
yazım kuralları ayrı bir şey yazarın kendine ait bir tarz geliştirip üç noktalar arasını ayrı bir sayfa olarak kullanması ayrı bir şeydir
söylenecek çok şey var bu tarz üzerine
yoğun bir iş gününden sonra bu kadarına müsaade ediyor gözlerim:)
başka bir zaman başka bir platformda bu konuyu uzun uzun tartışmak dileğimle
kısa da olsa güzel bir fikir alışverişiydi
iki kalemi de beğeni ile okuyor
hatta sayın Yazarımızın eşi Kemalettin beyi sıkı takip ediyorum favorimdir :)
iki yazarımızı da en içten saygılarımla selamlıyorum
geceniz ışıklı ola
-Ezrak Rahel-
Zaten insanoğlunun sorunu da bu değil mi? "Kaş yapayım derken göz çıkarmak." Birisi gelip bu yaziyı begenmedigini soyleseydi buna saygı gösterirdim. Lakin sizin beğenmediğiniz şeyi bir başkasi beğeniyor diye niye eleştiresiniz ki? Burada olmasi gereken davranış şuydu bence: Gelirdiniz, sayın yazar içerigi beğendim lakin yazim kurallari çercevesinde yazılmasinı arzu ederdi gönlüm diyebilirdiniz, daha yapıcı bir dil kullanabilirdiniz. Çünkü okurken yazının içerisine öyle dalmıştim ki umrumda değildi imlası ve kuralları. Neyse bilimsel yanını Aşkar Hocam söylemis zaten. Ben de davranışsal bölümüne açıklık getırmek istedim, burada sizi değil davranışı eleştirdiğimi belirtmek isterim.
Yazının içeriğinde sessiz kalmama konusu işlendiği için canlı bir orneğine şahit oluyoruz böylece:)).
herkesi sevgi ve saygı ile selamlıyorum
ONDAN SONRA
evet, kelimelerin kelimelerle söyleşisi çok güzel. aslinda biz konuşmuyoruz burada, sözlerimiz birbiriyle konuşuyor bizden habersiz.derin ağrilar duyuyoruz bu aralar, bu genel bir hale doğru evrimleşiyor. yani ne bileyim önceden pazardan eli dolu gelen baba, yemek yapan anne, akraba ziyaretleri falan.. daha organikmiş yaşam bile. şimdi hepimiz o duvarlar arasinda kalan ve git gide birakin birbirimize, kendine dahi bu duvarlar içinde yaşam hakki tanimayan ve yabancilaşan bireyler haline geldik. geçen televizyonda bir amca vardi, şöyyle görmüş geçirmiş. diyordu ki, bir yerde bir yanliş varsa oturup başkalarini eleştirip bu kusuru konuşmayin. sizin elinizden neler geliyor, neler yapabilirsiniz, ona bakin" diyordu. sanirim bizim en büyük handikapimiz bu. tembelleştik mi, küstürüldük mü, bananecileştik mi bilmem. ama sadece siz değil, hepimiz birer asosyal ve varliği bi *oka yaramayan tipler haline geldik.
ve böyle böyle daha da kaniksadik durumumuzu ve sindik. ne bekliyoruz, onu da bilmiyorum. sihirli değnek değmeyecek ya da bir banka oturduğumuzda aksakalli bir amca gelip, bize ne yapmamiz gerektiğini de söylemeyecek. bunu düşününce çok üzülüyorum ama bu gel-gitler arasinda geberip gideceğiz galiba.
belki çok karamsar bir tablo çizeceğim gibi ama biraz da buna yazidaki o hiç bitmeyen üç noktalar sebep oldu:) bu içinde bulunduğumuz patrimonyalizmden de, bu derin uykumuzdan da, bu sokaklardan da, sokaklardaki insanlardan da, kendimden de tiksiniyorum.
Gule
anlamlı düşüncelerini paylaştığın için çok teşekkür ediyorum küsss...
Oldukça guzel bir yazıydı icinızin kanyonlarından gözler önüne serilen.
küçücükken farklı dualar dilimde dolaşırken epey bir zamandır "Allah iyi insanlarla karşılaştırsın" diyorum.
çünkü insandan başka zúl eden yok, hem kendisine hem başkasina ve cidden zor insan olabilmek, insan olmanin erdemini taşıyabilmek.
herkesin genelde sessiz kalmaya çalıştığı bir toplumda çığlıklarınizı duyurabilmenin zorluğunu iyi bilirim. Okulda öğrencilerimle sohbet ederken çok sevdiğim bir fıkrayı anlatırım. izninizle paylasmak isterim.
"bir ermeni, bir kürt ve bir türk, erik bahçesine erik araklamaya girerler ama, pat diye bahçenin sahibi gelir.
bahçe sahibi önce "türk ve kürt benim din kardeşim, sen ne hakla eriklerimi yersin?" deyip ermeni'yi döver.
sonra kürt'e döner "bu adamla ben aynı milletteniz, sen ne hakla eriklerimi yersin" der, onu da bir güzel döver.
en son ise türk'e "bahçe benim, ben yaptım, sen ne hakla eriklerimi yersin?" diyerek, onu da döver.
üç arkadaş, dayağı yemiş otururlarken türk'ün kafası dank eder: "biz başta ermeni'yi dövdürmeyecektik"
O yuzden ortada bir olay varsa insanı açıdan bakıp varsa haksızlığı bağıra çağıra dile getirmeli insan. Yoksa toplum zenginlerin ve kendini bilmezlerin hegomanyalari altında çürüyüp gidecek.
Bu anlamda yazını saygı ve sevgi ile selamlarım Meral
kaçtır okuyorum bilemedim şimdi sayısını
...
Gule
insanlığı ininde kış uykusuna yatırmışlar sanki..yağlı postuna fazla güveniyor...bi yerde okumuştum "bizde zür yok!" diyordu arkadaşın biri...insanlar ikiye ayrılırlar: iyiler ve kötüler...bu dünya, bu devran böyle döndükçe iyiler ve kötülerin savaşı da aynı devam edecek...iyilerin insanlığı ve dünyayı kurtarması, mazlumların ve çocukların yüzünü güldürmesi dileğimle...
sevgi ve selamlar...
"umarım şizofrenimdir ve hepiniz hayal ürünümsünüzdür"
Der gibi
Şizofren putlar çağında yaşıyoruz olabildiğince evrildik devrildik savrulduk
Ölebildiğimizde öldük olabildiğimizce gömüldük
Hayat ve ölüm hepimizin ortak bir Hayal ürünü sanki
Küçükken bir ara çekirdek satmıştım hani şu İzmirlilerin çiğdem dediklerinden
Bir grup zengin piçi laf atmıştıda kara murat pozlarında gelin lan ben tekim siz hepinizsiniz deyip zengin esnafında onlara arka çıkmasıyla bi araba dayak yediğimi hatırlarım:)
evet ben tektim ve esnaf o zengin çocuklarına arka çıkmıştı çünkü ellerim ayakkabı boyası yüzüm alnımın terlemesinden kirliydi
Şimdi fiziğim ve öfkem çok müsait değil dayak yemeye ama emperyalizmin para için çocukları bile katleden ezen sömüren kapitalizmin tehlikesini hâlâ çok iyi bilirim
ve zengine paraya nasıl tapındıklarına haksızda olsalar yanlarında durduklarına
Öğrenciyken solcu arkadaşların haklı bir eylemine destek vermiştim ve bana gruptan birisi seni tanıyoruz sen bizden değilsin ki demişti sahi kimdik biz
Bilmiyordu ezilen ötekilenen ve hakkı gaspedilen yaşama hakkı elinden alçakça alınan kişilerin aynı dili aynı milliyeti aynı rengi kısaca aynı kimliği taşıdığını
Ve hâlâ bilmiyorlar
Her şey söylenmiş aslında
Sağda veya solda durmuyorum hele ortada hiç değilim feylosofun dediği gibi
ego sum qui sum yani ben benim
Haklı haklıdır haksız haksızdır iyi iyidir kötü kötüdür
zalim zalimdir mazlum mazlumdur
Ne demişti Che;
Dünyanın neresinde olursa olsun; başkasına atılan bir tokadı kendi yüzünde hissetmeyenin, insanlığından şüphe duyarım..
Ve ne demişti Allah'ın Arslanı
Hakkı söyleyin; Zalime düşman, mazluma yardımcı olun, mazluma kalkan eli kendinize kalkmış bilin”
Her insanın olduğu kadar yazınında bir cinsiyeti vardır
Erkek kadın ya da agender olabiliyor hermafrodit ya da
Eyyy yazı
Erkeksen de kadınsan da teker teker gel :)
ya da fark etmiyor bu kadar yaranın üzerine artık
Ben de ötekiyim çünkü toprağı ve toprağa emek vereni bu uğurda mücadele edeni seviyorum bu faşist etkisi bırakıyor yurdum insanında :)
Bir tarafım Türkmen alevisi hâlâ ötekiyim
Bir tarafım düzene ve sisteme karşı sistemin sahiplerine oyunun kurucularına düşman
ve ben hâlâ ötekiyim
ben hayat hakkını kutsal bilenim ben çocukların sadece çocuk kimliği taşıdığını
ve dünyanın en kutsal en güzel varlıklar olduğunu bilen adamım
Batman da Bosnada Türkistanda Halepçede dini dili ırkı rengi ne olursa olsun bir çocukla birlikte yeniden ölen adamım çocukların milliyeti olmaz bunu bilen adamım
çünkü ben bir insanım
her yazının yazılanın okuyucu da bıraktığı bir etki vardır bende ki etkisi bu oldu yazının çünkü yazının kendi içine gizlediği bir acısı hüznü var çok fazla yarası var
çok beylik laflar etmeye edebiyat parçalamaya entel görünmek için anlaşılmaz olmak için çalışmaya gerek yok kendi adıma
yazı ağlıyor kendi içine
yazı kanıyor kendi içine
yazı bağırıyor çığlık çığlığa kendi içine
...
Sanırım bundan sonra yazılarınızı üst üste iki kere okumayacağım
Yoksa birazdan çocukluğumu anlatmaya çalışacağım çözüldüm çok fena ki beni psikiyatrist arkadaşlarım çözemedi :)
Uzattık yazarın alçak gönüllülüğüne ve kalemine sığınırız affola
Ve yazıyı bilinç akışı postmodern tarzından her bir cümlesinde ki haklılık payına kadar harf adedince selamladım
Ve yazarına en içten saygılarımı bıraktım
Tekrar affola
Eyvallah
Gule
çok sağolun...saygılar...