- 1042 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
KASIMPATI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
KASIMPATI
Güneş inatla açılıp saçılıp da insanlar ve toprakla kaynaşmak isterken dağlar, tepeler ona engel oluyordu. Bulutlar, her zamankinden daha çok perdeliyordu onu. Aralık bulup otobüs bekleyen gıdığı sarkmış yanakları bir çift küpe gibi yüzünde sallanan teyzenin, elindeki kasımpatılarına, güneş bilmem kaç milyon km öteden vuruyordu. Kasımpatılar neredeyse canlanıp elinden toprağa fırlayacakmış gibiydiler.
Bu vakitte elinde çiçekle giden birini hiç görmemiştim. Kim sabahın köründe bir demet çiçekle yola çıkardı ki... Bulutlar güneşi daha fazla önleyemedi. Güneş ışığını tüm engellemelere rağmen bize ve yer küreyle buluşturdu.
Belediye otobüsünün hızla durağa yaklaştığını gören yaşlı kadın, panik içinde otostopçulara benzer şekilde; duraktaki insanlardan birkaç metre öne çıkarak, el sallamaya başladı. Otobüs, balataları sıyırarak birkaç metre ilerde durdu. Bedenini panter çevikliğinde ileri attı. Sol kolundaki çantası bedenindeki fazlalıklara biraz daha yoğunluk katmış olmalı ki, koşarken at başı gibi kalkıp iniyordu. Daha önceden hazırlıklı olduğu belliydi. Kartını elektronik makineye uzattı. İndirimli kart makinesi “geçebilirsin” dediğinde yüzünü hafif bir hüzün kapladı. Artık emekliliğini, bu makine bile biliyordu. O hüzünle ilerledi. Gözleri boş koltuk bulmak için etrafı taradı. Ama otobüs doluydu. Amerikan tıraşlı ve kravatlı bir genç kadının bu arayışına tanık olup ayağa kalktığındaysa kadın bunu fark etmedi. Kendini sağlama alacak boşluğa iliştiğinde koltuğun kenarından sıkıca tuttundu.
Otobüsün arkasından “Hanımefendi bakar mısınız?” diye bir ses yükseldi. Herkes o yöne döndü ama bir tek kasımpatılı kadın çevirmedi yüzünü. Eliyle ortama yerleşmeye çalışırken ona oturulacak yer gösterildi. Koltuğun başına geldiğinde gülen bir yüz ile gence dönerek “Çok teşekkürler, sağ olasınız” dedi. Ve çantasını bir duvar işçisinin taş üstüne taş yerleştirmesi tarzında dizlerinin üstüne koydu. Arkasından iki eliyle çantasının üzerine koyduğu çiçekleri kavradı. Otobüsü hafif bir çiçek kokusu sardı. Yandaki genç kız kısık bir sesle “Ne hoş çiçekler!” dedi.
Kadın, konuşmaya hasret bir şekilde birden söze girdi: “Evet, çok hoşlar, sonbaharda baharı yaşatır insana. Bu ayda tüm renkleri ve kokularıyla ayrı hava katıyorlar bulundukları yerlere. Kasımpatının diğer bir adı krizantemdir. Çiçek dünyasında, melankoli olarak bilinen ve renklerine göre anlamı olan bir çiçek. Beyaz renk krizantem sadakati, kırmızı sessiz isteği, sarı karşılıksız sevgiyi, mor ise burukluğu ifade etmektedir.” dedikten sonra gözlerinden birkaç damla gözyaşı süzüldü.
Genç kız anlam veremedi. “Hanımefendi bir şey mi oldu?” diye sordu.
Kadın “Hayır be yavrum, yaşlılık işte duygusallık almış başını gidiyor.” derken gözleri uzağa daldı, anlamsızca baktı.
Genç kız, “Bu çiçekleri komşumuz deprem öncesi yetiştiriyordu. O zamanlar henüz ortaokula gidiyordum. Hep o bahçeye imrenerek bakardım. Sonra deprem oldu ve birbirimizi kaybettik. Eşi ve benim yaşımda bir oğlu vardı. Amcanın saçlarına beyaz düşmüştü. Erken emekli olup baharla birlikte bahçesindeki çiçekleriyle uğraşırdı. Merakla rengârenk çiçekleri izler bazen kokularını içime çekerdim. O süreçte kasımpatılarına papatya derdim. Hatta bu anlatımınıza kadar da hep öyle aklımda yer etmişti. Şimdi öğrendim. Utandım, bunu itiraf ediyorum.” dedi.
Kadın; “Çok önemli şeyler değil adlarını bilmen. Aklında kalan onların size kattığı anlam ve yarattığı güzelliklerdir. Sizin bu güzellikleri o zamandan bu zamana unutmamış olmanızı, o kokuyu şimdiki gibi aldığınızı yüzünüzdeki tatlı tebessümde görüyorum.”
“Sağ olun, size minnettar kaldım. Elinizdekiler karşılıksız sevgiyi ifade ediyor.”
Bu arada araba hayli yol aldı. İnenler, binenler derken yaşlı kadın düğmeye bastı. Çok geçmeden otobüs mezarlığın önünde durdu. Yavaşça kalktı ve yanında oturan genç kıza baktı.
“Biliyor musun kızım o bizim evimizdi, çiçeklerle uğraşan ise eşimdi. Depremde eşim, bizden ayrıldı. Şimdi onu ziyarete gidiyorum. Yine çok sevdiği çiçekleriyle.” dedi ve yavaşça indi.
Genç kız şaşırdı. Ne diyeceğini bilemedi. On iki yıl olmuştu. Komşu Ayşe Teyzesi çıtı pıtı bir kadındı. Zaman ne çok değiştirmiş. Şimdi bu kadın o muydu? Gözlerine inanamadı. Hemen ayağa kalktı. Hareket halindeki otobüs şoföre “Dur, dur, ne olur! İneceğim” dedi ve paldır küldür indi.
Yaşlı kadın paytak paytak giderken arkasından “Ayşe Teyze, Ayşe Teyze!” diye avazı çıkana kadar bağırdı.
Kadın, sesin geldiği yöne doğru döndü. Güneşin keskin ışıkları düştü gözüne. Geleni elini perdeleyerek tanımaya çalıştı.
İçinden “Hay Allah, sabahın bu vakti burada beni kim tanır ki?”
Genç kız hızla eski komşusunun eline yapıştı.
“Lütfen elinizi öpmek istiyorum.” dedi.
Bu, otobüste yanında oturan kızdan başkası değildi. İsmini söylemediği halde nasıl bilmişti ki. İçinden bu gelgitleri yaşarken kız, “Ben Cemile’nin kızı Burçin” dedi. Kadın yılların özlemini çıkarırcasına genç kıza sarıldı. Elindeki kasımpatılarla “Çok büyümüşsün yavrum.” diyebildi.
YORUMLAR
gurelsurucu
Aslında her öykünün bir romanı gerçeğini düşündüm.
Ama zaman ve bir ekip lazım.
Ya da yazdığım öykülerin devamı niteliğinde şeyler yazmak.
yazacak çok şey var.
gurelsurucu
Hayat kısa öykülerin art arda sıralanmasından başka nedir ki?
sevgiyle.
Çok önemli değil, bir süre sonra yazanının adını hatırlamam ya da hatırlayamamam.
Okuduğum öykü, aklımda güzel bir lezzet bıraktı, hep hatırlanacak. Şairlerini unutsam da unutamadığım mısralar gibiydi.
Yazanın kalemine hakimiyetini fark etmemek imkansızdı ayrıca.
Teşekkürler paylaşım için.
Aynur Baş tarafından 11/27/2016 1:02:44 PM zamanında düzenlenmiştir.