BİR RÜYA MIYDI ÇOCUKLUĞUM? 1. BÖLÜM - 15
OYUNA DALINCA NE YAPMALI?
Çocukluk işte… Oyun deyice hangi çocuk kendini kaybetmez? Okul zili çalınca bahçe duvarının bitişiğindeki toprak yolda mahallenin çocukları çoktan gülle oynamaya başlamışlardı. En sevilen oyun taş güllelerle oynanan enek(düğme) ütme oyunu idi. Enekler toprağa dik olarak saplanır ve gülleler sırayla belirli bir uzaklıktan usulüne göre yuvarlanır, dikili düğmeye isabet ettirip deviren o düğmenin sahibi olur böylece oyun sürüp giderdi. Oyunda kazanılan düğmeler çocuklar için tarifsiz bir değere sahipti. Oynayanlar kadar izleyenler de büyük zevk alırdı. O gün ben oyunda değildim, seyre dalmış ve zamanın nasıl geçtiğini ancak hava kararmaya başladığında fark etmiştim. Bir telaşla eve doğru yürürken geç kalışımı nasıl açıklayacağımı da düşünmeye başladım. Bir cezam olacaktı ama bunu nasıl hafifletebilecek tim? Sonunda eve iyice yaklaştığımda bir çalı dibinde oturup gözlerimi tükürüğümle iyice ıslatıp yüzümü de ekşitip, çocukların beni dövdüğünü söyleyerek ilgiyi başka yere çekmeyi planlamıştım. Babam ve ağabeyim avluda ocakta yakmak için çalı çırpı hazırlamakla meşguldüler. Babam beni görünce, “Yaklaş bakalım dürzü, nerede kaldın” demesiyle birlikte, ağabeyim “Şimdi beni dövdüler diye yalan söyleyecek” demesi bir oldu. Daha yalanımı söylememe bile fırsat olmamıştı, benim yalanım ona bir şekilde malûm olmuştu. Gerçi hazırladığım yalanın mazeretimi açıklayacak bir tarafı da yoktu. Anlayacağınız benim mumum yanmadan sönmüştü. O gün babam beni cezalandırmadı ve ben ‘yalanın ortaya çıkma gibi bir huyu’ olduğunu o anda kavramıştım.
ATEŞ KIRKİKİ DERECE OLUNCA
Beşikteki dönemimde sol el başparmağımın eklem yerinde muhtemelen zehirli bir örümceğin sokmasıyla oluşan morartı zamanla yaraya dönüşmüş ve parmak kemiğine kadar açılmış ki bu yaranın izlerini bir nişane olarak halen taşımaktayım. İlk ciddi hastalığımı ise unutmam mümkün değildi. O akşam ilk kez evimize misafir gelmiş bir amca ile çok haşır neşir olmuş ve çok gülüp eğlenmiştim. Hatta bana çözmem için bir matematik sorusu sormuştu. Şöyle bir şeydi. “Hayma üzerinde tünemiş olan bir topal kaz, aşağıda duran kazlara seslenmiş. Heey! Kazlar. Bende yanınıza geleyim olalım yüzler(yani sayımız yüz olsun) diye seslenmiş. Aşağıdaki kazların lideri topal kaza seslenmiş. Olmaaaz! Yüz kaz olmamız için bir bizim kadar, bir bizim yarımız kadar, bir yarımızı yarısı kadar bir de sen gelirsen yüz kaz oluruz demiş. Acaba yerdeki kazarın sayısı kaçtır?” Sorusunu çözememiştim ama hatırımdan da çıkaramamıştım.
O gece yüksek ateş nedeniyle sayıklamaya başlayınca babam derece ile ateşimi ölçmüş ve termometre (nadir evde bulunurdu) 42 dereceyi gösterince babam telaşa kapılmış, ateşin düşürülmesi için hastanın üzeri iyice örtülüp terletilmesi ve böylece ateşin düşeceği anlayışı geçerliymiş, babam da üzerimi iyice örtmüş ve bu arada ‘havale’ geçirmişim ve bayılmışım. Babam çaresiz Kur’an okumaya başlamış. Saatler sonra gözlerimi açtığımda vakit öğleye yaklaşmış. Ölgün bakışlarla geçen günlerin izlerini derin bir şekilde hatırlarım. Hiçbir şey yemeden geçen iki gün sonunda ikram olsun diye pişirilmiş düdüklü makarna ve yoğurttan bir lokma aldım o kadar. Bu nedenle uzun yıllar yoğurt ve makarnayı gördüğüm zaman oradan uzaklaşırdım.
Hastalık deyince anlatmazsam olmaz. Bir akşamüzeri bir köylü kadın gelip babama hasta çocuğunun iyileşmesi için muska yazması için adeta yalvarıyordu. Birilerinden babamın eski yazı yazıp-okuduğunu duymuş olmalıydı. Babam; “muskanın batıl olduğunu, hiçbir işe yaramayacağını anlatmaya çalıştıysa da kadın bir türlü ikna olmuyordu. Nihayet babam kadını başından savmak için bir kâğıda bir şeyler karaladı ve kadın dua ederek ayrıldı. Ben ne yazdın baba diye sorduğumda; “estane mestane, kuru kuru kestane” yazdım dedi, gülüştük. Birkaç gün sonra o kadın bir satır yoğurt ile çıkageldi ve “Muska çok iyi geldi. Allah senden razı olsun usta” dedi. Bilmeden yaşayan insanlar nasıl mutlu oluyorlar, işte bunu hiçbir zaman anlayamamışımdır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.