- 1208 Okunma
- 5 Yorum
- 2 Beğeni
BEHİCE ÖĞRETMENİN OĞLUYDUM
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Yıl 1966. İstanbul Pendik Lisesi Orta kısım . Eski binanın en alt katında , 1-İ sınıfı. Kapı açıldığı anda çıt çıkmaz olmuştu sınıfta . Henüz görünmese de kimin beklendiği belliydi. O’nun dersiydi çünkü.
Az sonra kapıda göründüğünde, askerî bir ordunun neferleri gibi, hep birlikte, bir anda ve oldukça sert bir şekilde kalktık yerlerimizden. O’ydu işte gelen. Kısa boyu, kısa saçları, mavi önlüğü ile, gözlüğünün üzerinden sınıfı şöyle bir kontrol ettiğinde, sınıfta korku filmi sessizliği çoktan başlamıştı.
’ Oturun ’ dediğinde, yine askerî disiplinle, bu defa sessizce oturduk yerlerimize. Gözlerini bizden ayırmadan kürsüdeki sandalyesine oturup , sınıf defterini kontrol ettikten sonra, başkanımız Gülten Ablaya seslendi :
’ Mümessil hanım ; sınıf tamam mı, herkes burada mı ? ’
’ Tamam hocam. Herkes burada. ’ İki yıllık öğrenciydi ve uzun boyluydu Gülten abla. En arka sıralarda oturuyordu. ( Gülten Ün ; ileriki yıllarda Gül Erda ismiyle sanat hayatına atıldı )
Sınıfı bir kez de kendisi sayıp, listeyle de karşılaştırdıktan sonra sıraların arasında gezinmeye başladı. Elleri arkasında, adeta herkesi tek tek kontrol ediyordu. Korkuyorduk ondan. Hiç kimseyi dövdüğünü gören olmadı ama sertti bakışları, ciddiydi, disiplinliydi. Gülmezdi, şaka yapmazdı. Fen Bilgisi öğretmenimizdi ve ondan not almanın kolay olmadığını duymuştuk.
’ Eveeet ; yazılılarınızı okudum. Hepiniz çok iyi toto oynamışsınız doğrusu. ’ deyip arka sıradaki Gülten ablanın yanına oturdu. Not defterini çıkardı. Hepimiz daha çok korkmaya başladık. Az sonra okunacak notların çok kötü olacağını, azar işiteceğimizi anlamıştık.
Daha bir hafta kadar olmuştu yazılıyı olmamız. Sorular bana çok kolay gelmiş, kendimden bu kolaylıktan dolayı şüphe bile etmiştim. Fakat hocanın sözlerinden sonra gerçekten aldandığıma inanmış ve şimdi ben de herkes gibi kötü not bekliyordum.
’ Doksan Cesur ; iki ! ’ diye başladı. Benin numaram ilerlerdeydi ; ikibin yüzelliüç. Numarası dokuzyüzlerde olan Seher Kâhyaoğlu’na gelinceye kadar üç alan bile galiba olmamıştı. Seher, yedi almış ve çok sevinmişti. Sınıfın bir numarası oydu zaten. Bana gelinceye kadar beş alan ya oldu ya olmadı .( maalesef hatırlayamıyorum )
Benim numarama yaklaşıldığında titremeye bile başladım. İyi not alacağıma hiç umudum kalmamıştı. Sonunda dayak yoktu, ceza yoktu ama ben korkuyordum. Çünkü utanıyordum.
Kurtköy’deki sefalet kahvesinde birlikte yaşadığımız, benden çok şeyler bekleyen, bana güvenen, inanan, adeta benim için yaşayan babamın emeklerini boşa çıkarmaktan korkuyordum. Bana okuma aşkını aşılayan, sefaletten kurtuluşumun ancak okumak sayesinde mümkün olacağını söyleyen ve okuyacağıma söz verdiğim , ilkokul öğretmenim İlhan Türker hanıma mahçup olmaktan korkuyordum. Benim çok akıllı, zekî bir çocuk olduğuma hükmetmiş, okuyacağıma, büyük adam olacağıma inanmış olan Kurtköy halkına mahçup olmaktan korkuyordum.
’ İkibinyüzelliüç Fikret Tezel . ’ ( O zaman soyadım Tezel’di )
Bana sesleniyordu ; duyuyordum. Yerimden kalktım ; farketmedi beni.
’ İkibinyüzelliüç Fikret Tezel. ’ Birkaç defa tekrarladı. Kısa boylu olduğum için en ön sırada, sınıfın diğer kısa boylu öğrencisi, okulun kalorifercisinin oğlu, tam bir zenci tipli, esmer, kıvırcık saçlı Ali Nevruz ile birlikte oturuyordum
Ben sesimi çıkaramayıp, hoca da beni farketmeyince Gülten abla olaya müdahale edip beni işaret etti :
’ Fikret şurada hocam. En ön sırada. ’
’ Çık bakalım şöyle ortaya da yüzünü görelim ’ dediğinde korkum da , utancım da, titremem de doruk noktasına ulaşmıştı. Ortaya doğru çıktım ama başımı hiç yukarıya kaldıramadım. Cezamın açıklanmasını bekleyen bir suçlu gibiydim sanki.
’ Vaaay, vaaay , vaaay ! Sen boyundan büyük numara almışsın ; sekiz . ’
Ne duydum, ne anladım, ne sevindim ilk önce. Korkum, utancım, titremem devam etti bir süre daha. Ancak diğer öğrencilerin şaşkınlıkları ve fısıldaşmalarından sonra idrak edebildim iyi not aldığımı. Bir anda , idam sehbasına çıkmış, asılmayı beklerken berat eden bir mahkûm kadar sevindim diyebilirim.
Başarmıştım işte. Benim için çırpınan, çalışan, o sigara dumanından boğulmamak için mücadele verdiğimiz sefalet yuvası kahvemizde, onca insanın kahrını çeken, onlara gece gündüz hizmet eden babamın emeklerini, umudunu boşa çıkarmayacaktım. İlhan öğretmenime verdiğim sözü tutacak, bana güvenen Kurtköylülere de mahçup olmayacaktım ; okuyabilecektim, başarabilecektim demek ki ! Koskoca sınıfta, en zor sayılan derslerden birinden, sınıfın en yüksek iki notundan birini alan bendim.
Biraz sonra zil çaldığında herkes gibi ben de teneffüse çıkmaya hazırlanırken bana seslendiğini duydum:
’ Sen bekle bakalım biraz. ’
Daha sonra birlikte orta sıralardan birine oturduk. Bir elini omzuma atarak konuşmaya başladı :
’ Anlat bakalım ; kimsin sen, neyin nesisin ? ’
Görüntüm gerçekten de merak uyandırıcıydı benim. Boynum başımı zor taşıyacak kadar inceydi, zayıftım. Kısa boylu, kötü giyimliydim. Temiz değildim. Boyunlarım kirden simsiyahtı. Ön dişlerim bir fareyi andırır gibi çürüktü. Acınası bir halim vardı işte. Buna karşın renkli gözlü, kıvırcık saçlı, esmer, zekî ve çalışkandım.
’ Kurtköy’de oturuyoruz. Babamla birlikte kahvede yatıp kalkıyoruz. Annemle babam ben bir buçuk yaşındayken ayrılmışlar. Annem burada, Pendik’te oturuyor. Babamdan ayrıldıktan beş- altı yıl sonra, üçüncü kocaya varacağı zaman, beni babamın yanına yollamış. Babamın da hem evi hem de iş yeri kahve olduğundan birlikte orada yaşıyoruz işte. ’
Gözlerim elbette dolmuştu bunları anlatırken. Yine aklıma gelmişti annemin beni babama gönderdiği gün. Okuldan dönmüştüm. Evimizin önünde bekleyen kamyona bindirdiğinde gezmeye gidiyoruz sanmıştım. Oysa annem kamyona binmemişti. Bez bir pazar çantası tutuşturmuştu elime sadece. Ne veda, ne öpücük, ne de tek bir söz . Arkamdan el salladığını bile görmedim. Babama göndermişti beni. Evleneceği adam fazla çocuk istemiyordu. O güne kadar kötülediği, düşman ettiği, öcü gibi nitelediği babama göndermişti beni. Korkmuştum, gitmek istememiştim, kaçmak istemiştim babamı karşımda gördüğümde.
İkinci elini de diğer omzuma atıp kendine doğru çekti beni. Sımsıkı sarılıp sırtımı okşamaya başladı.
’ Bunda sonra kimseye benim annem yok demeyeceksin ; ben Behice öğretmenin oğluyum diyeceksin ! ’ dediğinde onun da gözlerinin yaşardığını, hatta damlaların şakaklarını ıslatmaya başladığını gördüm. O sert bakışlı, herkesin korktuğu, çekindiği kadın öğretmenim şimdi benim için gözyaşı döküyordu.
’ Tamam mı, anladın mı ? Annem yok demeyeceksin ; Behice öğretmenin oğluyum ben diyeceksin , anlaştık mı ? ’
’ Tamam öğretmenim ; anlaştık. Annem yok demeyeceğim ; Behice öğretmenin oğluyum diyeceğim. ’
’ Hadi bakalım ; şimdi çık hava al. Sonra da aynı şekilde derslerine çalışmaya devam et. Sen mutlaka okuyacaksın, büyük adam olacaksın ;tamam mı ? ’
’ Tamam hocam, okuyacağım, büyük adam olacağım ! ’
Ertesi gün öğretmenler odasına çağırıp ölçü aldılar. Behice annem bana hediyelik kalemler, kitaplar getirdi. İlk bayrama yetişti ısmarlama kahverengi çizgili elbisem, kumaş paltom ve hayatımda ilk defa giyeceğim kauçuk tabanlı iskarpin ayakkabılarım.
O bayram durduğum yerde duramadım. hem Kurtköy’deki bayram yerini defalarca turladım hem de babamın köyü olan Gebze’nin Mollafenari köyüne ve akrabalarımızın olduğu diğer komşu köylere kadar gidip gezdim.
Bana o mutluluğu yaşatan, o mübarek insan, Behice Yalkın öğretmenimi rahmetle, minnetle anıyor, ruhunun şâd olmasını diliyorum. Onun şahsında bütün öğretmenlerin öğretmenler gününü kutluyor, hepsine saygılarımı sunuyorum.
Fikret T....
YORUMLAR
Behice Öğretmenin şahsında idealist, insan canlısı tüm öğretmenlerimize sonsuz saygılarımı, şükranlarımı gönderiyorum.. Kendisine, Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun inşallah..
Bizler şanslı çocuklardık sanıyorum, değerli yazar; hemen her birimizin tanıdığı bir ya da birkaç Behice öğretmen vardı.. Öğrenciliğimizde bu kadar şanslı olan bir kuşak, ebeveyn olmayı mı beceremedik ya da eğitimci olmayı seçenlerimizde mi sıkıntı vardı da toplum olarak, bu kadar dejenere olduk? Her birimiz, öz eleştirimizi yapmalıyız galiba; doğru dersleri de çıkartarak..Behice öğretmenlerin, cansuyu olduğu bu topraklardan yeni Behice'lerin kök salmasını dileyelim en iyisi bizler.. Tabiki, bu konuda üzerimize düşenleri de yapmaya çalışarak..
Seçki kuruluna de teşekkürler ayrıca, tebriklerimle...
Fikret TEZEL
Sevgili Fikret Bey Kardeşim.
Yazını bir solukta okudum. Behice Annen dışındaki kısmı daha önceki yazılarından biliyordum zaten. Ama Behice Öğretmen can evimden vurdu beni desem yalan olmaz..
Allah gani gani rahmet eylesin. Öyle öğretmenleri başımızdan eksik etmesin. Çünkü özellikle çağımızda çok ihtiyacımız var Behice öğretmenlere..
Ne mutlu ki onunla aynı mesleğin mensubuyum diyerek kendime pay bile çıkardım.
Ayrıca bir öğretmen olarak öğretmenlerle ilgili güzel dileklerinizden dolayı da teşekkür ediyorum.
Selam ve sevgilerimle.