- 825 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
ONDAN SONRA
ÇITIR
*
ondan sonra
Çiçek Pasajında bir meyhaneye girdi, cam önünde bir masaya oturdu. Kendisiyle ilgilenecek bir garson beklemeye başladı. Masalar arasında dolanan iki garson kızın gelip sipariş almak için bir aceleleri yok gibiydi. Kızlardan biri sıska ama iri memeli, diğeri ise tam tersine tombulca ama memesi var mı, yok mu belli değildi. İkisi de ilgilendikleri masalarda yılışarak askıntı olan erkeklere asık suratlarıyla karşılık veriyordu.
“Kendilerini bir bok sanıyor olmalılar.”
Sıska geldi, “patron kaç yaşında olduğunu soruyor,” dedi.
Çıkarttı, nüfus kağıdını gösterdi kıza. “On dokuzumdayım.”
Kız nüfus kağıdını eline alıp baktı. “Kusura bakma, biraz küçük gösteriyorsun da, malum polisler sıkı tutuyor,” diyerek kimliğini iade etti. Sonra ne içeceğini sordu.
Bir ufak şişe rakıyla bir karışık meyve söyledi.
Kız gidip siparişi getirdi, bluzunun yakasından iri memelerinin çatalını göstererek servisini yaptı.
“Kadehime rakımı da koyuver,” dedi kıza. Maksadı kızın iri memelerini bir kere daha görebilmekti.
Kız denileni yaptı. Şişenin kapağını açtı, kadehin yarısına kadar rakı koyup üzerini suyla tamamladı.
Kız eğildikçe doyasıya seyretti bluzun içini.
“Kafam kadar varlar! Onları sulak yerde mi büyüttün?” deyip sırıttı. Cebinden bir elli liralık çıkarttı. “Eğil de bahşişini oraya sokuşturayım!” dedi.
Garson kız eğildi, parayı bluzun içine bıraktı. Doldurulan rakıyı eline alıp, “kadehimi onların şerefine kaldırıyorum,” dedi.
Kız asık suratını hiç değiştirmeden, “teşekkür ederim!” diyerek gitti.
Bol bol vakti vardı. İçkiyi bir saate yayarak bitirdi, birkaç dilimlenmiş portakal ve elmadan ibaret meyve tabağından bir şey yememişti, getirildiği gibi duruyorlardı. Kalktı, hesabı ödeyip çıktı.
Cadde boyunca beş dakika kadar yürüdükten sonra Taksim meydanındaki metro girişine geldi, metroya binmek için derin merdivenleri indi. Binmesiyle metronun hareket etmesi bir oldu. Gördüğü ilk boş koltuğa oturdu. Yanındaki koltukta on üç, on dört yaşlarında bir kız çocuğu vardı. Okuldan çıkıp evine dönen bir sübyendi, fakat dökündüğü koku pahalı bir fahişeninki kadar keskindi. Aklından, “annesinin parfümünü aşırmış, muhtemelen dökünmesi gereken miktarı bilemediğinden şişeyi üstüne boşaltmış,” diye düşündü. Tahmini doğru değildi. Kızın annesi parfümün nemenem bir şey olduğunu bile bilmeyen gariban bir kadındı. Evet, pahalı bir parfümdü dökündüğü, ama annesinden değil, bir parfümeri dükkanından aşırmıştı. Bunu bir biz biliyoruz, çünkü öykünün perspektifinden bakıp neyin ne olduğunu görebiliyoruz. Sakin bir yolculuktu. Yeraltında devrialem. Yanındaki kız karanlığa girip çıktıkça bir yanıp bir sönen ışıklara bakıyordu. O da kıza. Memeleri bile belli olmuyordu ama süründüğü o kokuyla onu bir fahişe kadar tahrik ediyordu. Küçük maymun. Ona bir sarılabilmek için metronun aniden arızalanıp karanlık tünelin içinde kalakalmasını diledi. Kızın korkuyla bir çığlık atacağına emindi. Arıza giderilinceye kadar kızı teselli etmek bahanesiyle bir güzel okşayıp öpebilirdi. Belki de tecavüz bile ederdi. Şip şak; karanlıkta kimse fark etmezdi bile… Dileği tutmadı, metro duraklarda dura kalka yolculuğa devam etti. Bir ara sarsıntıdan istifade kızın üstüne doğru kaykıldı, burnunu saçlarına kadar sokup parfüm kokusunu daha yakından soludu. Kız hiç umursamadı. Sanki hoşlandı bu temastan. Şişli’de inmesi gerekirken yola devam etti, kızı bırakamadı. Birlikte 4. Levent’e vardılar. Kız kalktı, o da kalktı. Normal davranıyordu. Kapıdan çıkarlarken yol verdiği kız gülümseyerek teşekkür etti. Yürüyen merdivenlerin üstünde caddeye çıktılar. Kızın oturduğu yeri öğrenmek istiyordu. Kız önde o birkaç metre arkasında, bir süre yürüdüler. Kız onun peşinden gelmesi nedeniyle tedirgin olduğunu belli ederek adımlarını hızlandırdı. Çevre kalabalık sayılırdı ve karanlık henüz tam olarak çökmüş değildi. Akşam üstünün ala karanlığı. Kız caddeden ayrılıp yüksek binalar arasında dar bir sokağa döndüğünde o da daldı sokağa. Kız onun peşinden geldiğine iyice emin olmuştu artık. Aniden durdu. Karşısına dikildi.
“Niye peşimden geliyorsun ya?” diye çıkıştı. “Bir bağırırsam herkes koşup gelir, o zaman görürsün gününü!”
Telaşlandı. “Seni korkutmak değildi niyetim, özür dilerim! Metroda yan yana düştüğümüz ilk andan itibaren çok etkilendim senden. Sadece arkadaş olmak istiyorum. Başka bir niyetim yok...”
Kızın cümleleri de, mimikleri de çocuksuydu. “Niye arkadaş olmak istiyorsun ki benlen? Ben öyle bir kız değilim bir kerem…”
“Elbette değilsindir. Benim niyetim ciddi…”
“Metroda bir görmekle hemen ciddi niyet mi olurmuş? İstemiyorum ben, arkadaşlık filan, rahat bırak beni! Hem ben daha on üç yaşındayım.”
“Ben de on sekiz yaşındayım, ne olmuş... Bir fark yok aramızda. Tanışalım, arada sırada görüşelim, sen de benden hoşlanırsın belki…”
“Olmaz!”
“Olmaz diye kesip atma işte! Yüzyüze görüşmek istemiyorsan telefonla konuşalım. Cep telefonumun numarasını vereyim de çaldır beni…”
Kız, bu defa, “olabilir,” dedi. Asıl niyeti onu başından defedip kurtulmaktı. “Yaz da ver madem.”
Kızın çantasındaki kitapları gösterdi. “Ver şu kitabı, oraya yazayım.”
Kız çantasındaki bir kitabı çıkartıp uzattı.
Aldı kitabı, ilk sayfasındaki kenar boşluğuna numarasını yazıp iade etti. “Ara ama bak…”
“Bilmem… Ararım belki! Hadi şimdi dön git sen madem. Burası bizim sokağımız, görüp yanlış anlayan olur belki…”
“Tamam. Ha, bu arada benim adım Arif. Senin ki?”
“Telefon edersem, orada söylerim benimkini.”
“Tamam, sabırsızlıkla aramanı beklerim ben de… Hoşça kal!”
“Güle güle!”
Bu ilk ilişkileri oldu.
Arif, gidiyor gibi yapıp bir duvar dibine sinerek onun hangi apartmana girdiğini gördü.
Kız sokağın ortalarında iki blok halindeki bir binanın dış kapısını açıp, merdivenlerden bodrum katına indi, kapıcı dairesine girdi.
Babası, “geldin mi prensesim?” diye karşıladı onu.
“Geldim,” dedi.
“Okul nasıl geçti?” diye sordu babası.
“İyi,” dedi.
Annesi, “hadi soyun da sofrayı hazırlamama yardım et!” diye seslendi mutfaktan.
Üstünü başını değiştirmek için, iki kardeşiyle paylaştıkları odasına geçti.
Arif bir taksiyle Şişli’ye döndü. Abide-i Hürriyet Caddesinde bir apartman dairesinde, onu süslü püslü bir kokana kucaklayıp öperek karşıladı.
“Hoş geldin yakışıklım!”
“Hoş bulduk! Sana yakında iyi bir çıtır düşüreceğim,” dedi kadına.
YORUMLAR
hayattan ders alınmaz,,,, asıl hayat aileden ders notları gibi gercek sınavda hep önümeze gelir,,,,,,,
paranın değer gördüğü yaşamda
galatada balık tutarken ölen amcanın sessizliğinde
ölen insanlığın ve seref ekmek bulamazken serefsizliğin kazandı yalanda
kimse namusun ne kadar serefli bir onur olduğunu unutmasın,,,
yüreğine sağlık hayatın tam ortasından alınmıs gercek bir hikaye okudum,,,,dilerim bu yazı okuyan gençler biraz daha dikkat eder,,,,,,