- 492 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İnsan 4
İnsan tanımı neye karşı söylenmişti? Her halde durduk yerde “dinlerin” söylediği gibi her şeye bir isim verirken sıra hem cinsimize geldiği zaman da bir lütuf oluşla “senin adın da insan olsun” diye söylenmemişti! Tilki tavuğu yerken adını öğrenmiyordu. İnsan elma toplarken “haydi bunun adı da elma olsun” demiyordu. “İnsan” denme lafzı, diğer canlılara veya hayvana karşı da söylenmemişti.
Başlangıç koşulları içinde hem cinsimiz çevresine doğru yönelir olduğunda yönelimleri nedenliydi. Yenilir içilir nesnelerin sağlamasını yapacaktı. Tehditlerden savuşacaktı vs. Bu esnada da kişiler elde edilenlerin haz ve mutluluk vermesi ile coşacaktı. Yine çevresinde olanların kendisine tehdit olmaları bağlamıyla elem vermelerinden kaynaklı olan kendi deneyim ve izlenimlerini edinecekti.
Kişimiz ya da kişiler bu türden yansımaların size sirayet etmenin (geçişmenin) verdiği baskı ve basınçla kaygılarınızı ya azaltacak ya da kaygılarınızı artıracaktı. Böylece kendisi kaygıları artmış ya da azalmış bir kişi davranış olmakla çevresine yansıyacaktı.
İnsanın bu türden kaygı güdenle olur davranışları bağlamıyla çevresine bakan kişimiz, çevresini haz ve elem düzeyine göre sınıflayacak veya kategorize edecek; kendi içinde algılama imgelerini oluşacaktı. Yani insanın yönelimli oluşu içinde insanın kendi içinde ve kendi dışında kaygılarını oluşmasıyla veya kaygılarını indirgemesine referans olurları kategorize kılmalarının anlamlandırılmaları vardı.
Değilse insan çevresine bakıp; olmuş bitmişle kendisine verilmiş dağarcıkla; bu fildir, ben buna kütük taşıtayım demiyordu. Bu da öküzdür. Bunu da ben sabana koşayım demediği gibi bu da koyundur. Koyunun da etinden, sütünden, derisinden gerisindeki döktüğü gübreden yararlanayım türü seçme ayıklamanın beyin dağarcığı içinde olma kriterleriyle davranması bilinci henüz hemcinsimizde yoktu.
Kişi ya da kişilerimiz yönelimli eylemleri nedenle ancak bu dağarcıklarını kendileri oluşturuyordular. Çünkü öküzü sabana koşacakla gücünden yararlanma ve öküzün gerisinde döküleni de, yine gübre olmasıyla değerlendirmelerinin şartları ortada yoktu. Bu şart, hemcinsimizin tarım yapıyor olmasıdır. O şartlarda hemcinsimizin tarım yapıyor olması da olanaksızdı.
Tarım sal üretim şartları henüz ortada olmamasından ötürü öküzün gücünden ve öküzün gübresinden yararlanmakla hemcinslerimiz öküzü, tilkiye göre kategorize etmelerinin seçme ayıklamalarını ortaya koyamıyordular da ondan. Yani isimlendirme ne hemcinsimizin beyninde vardı. Ne de o aşama itibarı ile isim eşlemesi yapmanın ihtiyacını duyuyorlardı.
Elbette ki hayli ileri süreçler içinde insanın kategorize etme bilinci oluştuktan sonra insanın hayvana göre kendisine bir tanımlama yapılması da doğrudur. Ama bunu böyle yapmanın zamanına daha çok vardı.
Ön ittifaklar totem dönem aitliğine göre; totem aitliğine karşı; ittifak eden gruplar sentezli insan tanımındaki anlamı, kategorize etmeyi öğrenmişti. Yine ön ittifak içine her bir totem gruplar kendi totem mesleğinin patenti ile gelmişti. Yani ön ittifak gelen gruplardan birisi, öküzü besliyor; öküzü sabanda kullanıyor. Henüz bu aşama da değilse de kuram sal oluşla bu şartlar içinde öküz gübresini de o tarım ürünü nesnesi için kullanıyor olacaktı.
Hâlbuki köleci sistem ön ittifakın bu dağarcığını aktarıyordu. Yine köleci sistem, özel mülk sahipliği için kendisine çok tehlikeli ve maksatlı düşünce olmakla gördüğü, ön ittifakı; yok sayıyordu. Buna rağmen ön ittifaklardan edindiği dağarcıkla Mamon’a şeylerin adını ve şeylerin gördükleri işleri sanki insanın yararlanmaları için Mamon’un yarattığını, ön ittifaka yabancılaşmayla Mamon’a saydırıyordular.
Oysa insanlık tarihi anlatıcıları grupların birbirini tanımazdan önceki süreçlerini “Ne adı vardı yerin ve göğün; ne de demet edilmişti kamışla, ekin” diyen anlatımları bu isimlendirme olmayan süreci söyler iken zaman; sürece henüz köleci imgelerin karışmadığı nesnel tarihin akışıydı.
Buradaki yer, gök tanımı da ön ittifaka gelen grupların ittifaka katılacak olanların bahse konu olması ile her birinin her bir tarafta yaşadığı yerlere şimdilik ilk aşama içinde ikili tanımıyla o gruplara yer ve gök deniyordu. Yer aşağı yer olmakla Sümer topraklarıydı. Gök Sümer’in yukarısı olan topraklar olmakla Akad diye bildiğimiz yerlere de, gök deniyordu.
Henüz bulutlu göğün grup karşılaşmaları için gruplara geldikleri yön ve kapıları belirtme bağlamıyla göğün bir anlamı yoktu. Elbette göğün kendileriyle aralarında olan uzaklık algıları ile yukarı topraklara uzaklık olmakla gök; yukarı yer topraklarda oturanlarda; aşağı yerin kendilerine olan aynı uzaklıktan ötürü aşağı topraklara da “yer”, “kara”, “karabaşlar” diyordular. Ama henüz şimdiki göğe “gök” adı denmenin ismi verilmemişti.
Mamon, kolektif hünere (marifete-niteliğe toplumsal güce) ve kolektif zenginliğe sahip çıkıyordu. Bu benim ve ben bunları size rızk olarak yaratmakla keyfime göre verdim. Keyfe göre takdir içinde kiminiz mülk sahibi olmakla talihliydiniz. Kiminiz de mülksüz olmakla şansızdınız diyordu.
Üstelik “ biz bunu böyle eşitsiz dağıttık ki, hanginizin güzel davranış içinde olacağını sınamak için böyle yaptık” demesiyle MAMON; nesnelde olup biten gerçekliğin yerine, gerçekliği olmayan İMGELERİ kafalara oturtuyordu. Ön ittifakı yok sayıp; ön ittifakın yerinde de bir kara delik olmakla; silinmiş bir hafızanın kendisini duyurtmasını bırakıyorlardı.
Artık Mamon’un her seslendiği söylem, üzerinde geçilmekle silinme yapılmış olan geçmiş belleğin kendisini duyurtan bastırılmış izleriyle kendisini hatırlatan geri beslenme; süreci ileri akıtan referans hafızaydı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.