- 1872 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
XVIII nci yüzyıl Fransız Edebiyatı
XVIII nci yüzyıl Fransız edebiyatı
Hazırlayan : Sunar Yazıcıoğlu
© copyright 06-01-2011 by Sunar Yazicioglu
Genel bakış
Filozoflar çağı :
Genel anlamda filozof sözüyle, nereden gelindiği, doğa, dünyanın ya da yaşayan
insanların kaderi gibi büyük metafizik meseleler üzerine düşünen ve bunları
evrensel bir sistem şeklinde çözümlemeye çalışan kimse kastedilir. Bununla
beraber Montesquieu, Diderot, Voltaire zamanında ifade, özel bir değer kazandı.
Bu filozofların çoğu metafiziği beğenmeyip bilinmeyen üzerine kafa yormanın
gereksiz olduğunu düşünürler. Buna karşı hepsi, insanın yeryüzünde mutluluğunun
bağlı olduğu politik, sosyal, ahlâki ya da dinsel düzen konularıyla
ilgilenirler. Onlar bu konuları bütün ön yargıları bir tarafa bırakıp bizzat
kendileri incelemeği iddia ederler. Ansiklopedi’de “filozof” ispat edilmeyen
hiçbir şeyi kabul etmeyendir denilir; onlar aldatıcı mefhumları hiç kabul etmezler;
mutlağın, olağanın, şüphelinin kesin sınırlarını çizerler. Böylece filozoflar
her sahada önceki yüzyılda Descartes ve inanmayanlar tarafından da açıklandığı
gibi, otorite ilkesine karşı baş kaldırırlar; en yaygın fikirleri, en oturmuş
gelenekleri sarsarlar, kurumlarda ve âdetlerdeki büyük devrim öncesi
düşüncelerde devrim yaparlar.
Felsefi düşüncede ilerlemeler ve klasik zevke bağlılık (1715-1750) .
XVIII nci yüzyılın ilk yarısında, felsefî düşünce kendini ortaya koymak için
yönetimin zayıflığından faydalanır; ama sosyal eleştirilerinde en gözü pek
yazarlar, klasik zevke sadık kalırlar.
Otoritenin Zayıflaması
XIV ncü Louis’nin ölümünden itibaren, rejime yenik düşen otorite krizi potansiyel olarak müsaittir.Kral naibi seçilen Orleans dükü sansür ve polis gözetimini gevşek tutar. XV nci Louis düş kırıklığına uğratan siyasetinin sebebiyet
verdiği memnun olmayanların görüşlerini bilhassa kendisine iyi ve usta bir
yardımcı, iyi bir öğütçü olan kardinal Fleury’ nin ölümünden sonra bastıramaz.
Bu memnuniyetsizlik 1748 yılında, kıralın Avusturya kraliçesi Marie-Therese’e
karşı başarılı bir savaştan sonra Aix-la Chapelle antlaşmasını imzalaması ve
bütün kazanımlarını terk etmesi ile zaten güvenilmez olan bir barışı satın
almasıyla doruk noktaya ulaşır. Bu kriz boş bir meydanı, fikirleri halkın
görüşünde gittikçe geniş bir ilgi bulan yenilikçilere bırakır.
Felsefenin ilkeleri
İnceleme ruhu- Tanrı esini üzerine kurulmuş olan geleneksel inanç yerine
filozoflar bilinç ilkeleri olarak aklı ve deneyimi koyarlar. Descartes onlara
mantıklı düşünme çalışmasıyla gerçeği yanlıştan ayırmağı öğretti. İngiliz
deneyselciler, özellikle Locke, onlara pozitif olayların zevkini vermeğe
katılırlar.
Bilim ruhu- Böylece dinin saygınlığı yerine insanî bilimlerin saygınlığını
koymağa çalışırlar. Newton sistemi, kültürlü halk içinde büyük merak uyandırır,
bilim dünyasında gittikçe artan sempati kazanır ve peşin hüküm (batıl itikat)
ile dolu eski fizikin zararına kendini kabul ettirir. Taşra Akademilerinde,
hatta yurttaşların görüşlerinde deney ve laboratuar araştırmaları artar, aynı
zamanda tarihî ve arkeolojik bilinç gelişir.
Kozmopolit (çok dünyalı) ruh- Bundan başka yabancı ülkelerin kurumları ve
âdetlerine olan güçlü bir merak yayılır. Yabancı değiş tokuşlar artar;
seyyahlar gittikçe çoğalır. İngiltere özel bir saygınlık kazanır: Milli özsaygı
konusunda Fransız ve İngiliz kurumları arasında sık sık acımasız kıyaslamalar
yapılır.
Edebiyat gelenekleri
Sanat alanında, bununla beraber, büyük klasikler örnek model olarak dururlar.
Bir Saint-Simon onlara elbette hiçbir şey borçlu değil ama rakipsiz bir
örnektir. Benimsenmiş türler, trajedi, komedi, roman gene yenilenerek birçok
yazar tarafından işlenmiştir. Marivaux’nun tiyatrosu klasik bir başarı
taslağıdır. Montesquieu ile Voltaire’in felsefi eserlerine gelince, onlar
klasik dehaya uygun olan düşünce aydınlığı ve ifade açıklığıyla kendilerini
kabul ettirirler.
Felsefî düşüncenin zaferi ve romantik duyarlığın ortaya çıkması (1750-1795)
Aşağı yukarı, 1750 den itibaren, oldukça büyük bir özgürlüğe sahip olan
filozoflar kraliyet iktidarına saldırırlar ve gittikçe artan bir şiddetle
geleneklerin bozulmasını ortaya koyarlar. Açıkça farkına varmadan, siyasî ve
sosyal bir devrimi hazırlarlar. Duygusal ve mistik titizlik adına, akılcılıklarının
duygusuzluğuna karşı bir tepki doğar. Böylece uzun bir zaman diliminde bir
edebî devrim kendini ilan eder.
Otoritenin çöküşü:
Saray politikası tarafından tekrarlanan hatalar rejimin yıkımını hazırlar. XV
nci Louis idaresinde diplomatik ve askerî başarısızlıklar artar. Fransa Yedi
Yıl savaşlarında II nci Frederic tarafından yenilmiştir; Hindistan’ı ve
Kanada’yı İngiltere’ye bırakır. XVI ncı Louis idaresinde, Turgot’nun ileri
görüşlü gayretlerine rağmen monarşi gözden düşer. Halktan kendini yalıtlamış
olan kral, itibarını sarsar ve imtiyazlılar tarafından oyuna getirilir; ne
Parlamenterlerin sistemli muhalefetine, ne de gelecek Devrimin sebebi olan
korkunç malî krize karşı koyamaz.
Felsefenin Yüreklilikleri:
Metafizik düşüncenin korkusuzluğu- Filozoflar eski sistemleri topa tutarlar.
Condillac duygudan düşüncenin çalışmasını türetir. Holbach, La Mettrie, Diderot
ruhun varlığını inkâr ederler, düşüncede organik bir meleke görür ve modern
materyalizmin temelini atarlar. İnancın üniversal ışıldamasıyla ayni zamanda,
geleneksel ahlakın üzerinde durduğu ön gerçek (postula) ortaya konulmuş olur.
Sosyal denge ya da mutluluk isteği üzerine kurulmuş sadece insanî olan ahlâk
yayılır.
Din karşıtı eleştirinin şiddeti- Ortaya konulmuş din doğmaları kötü yorumların
saldırısına uğrar. Dinsel anlatılar açıkça anlamsız saçmalıklar, mucizeler ise
düzmeceler gibi gösterilir. Kilisenin eğitimine filozoflar bazen belirsiz bir
deizm ile, bazen açık bir ateizm ile karşı çıkarlar.
Yabancı etkilerin ağır istilası- Sonunda kozmopolit (çok dünyalı) düşünce
durmadan alan kazanır. İngiltere moda olmuştur. II nci Frederic’in Prusya’sı
bir zaman Voltaire’i cezp etmiştir. II nci Katerina’nın Rusya’sı Diderot’yu
kendine çeker. Her ikisi de akıllı bir prensin, filozof bir bakanın aydın
nasihatlerini izleyerek keyfî yönetimden uzaklaşacağına inanır.
Edebiyatın yenilenmesi:
Edebî eserlerde felsefî eğilim kendini ortaya koyar. 1760 dan itibaren Voltaire
gerçek bir düşünsel hakimiyet gösterir. Yorulmaksızın adaletin kötüye
kullanımından, dinsel fanatizmin aşırılığından bahseder. Diderot Ensyclopedie
(Ansiklopedi)’yi yayınlamağa girişir, akıl ve bilim adına geleneksel inançlarla
savaşır. Mistik eğilimleri öteki filozoflara karşı gelen Rousseau, politik ve
sosyal eleştirileri içerisinde özellikle gözü pek görünür. Halk eğemenliğinin
ilkesini koyar. Beaumarchais iki komedisinde de halk temsilcisi gibi görünen
bir uşak kişiliği çizer. Idille’leri ( konusunu kır ya da çoban yaşamından alan
kısa sevgi şiiri) eski Yunan antik devrine dönüşü işaret eden Andre Chenier ise
modern dehanın şerefine büyük bir destan yazmağı hayal eder.
Bununla beraber edebî zevk değişir. Fransız halkı filozofların hoşlandıkları
biraz kuru analizlerden bıkmağa başlar, heyecan ve giz gereksinimlerine yanıt
veren yabancı eserlere sevgiyle bakar: Richardson’un İngiliz romanları,
Grey’in, Young’un İngilizce şiirleri, Macpherson’un Kelt ozanı Ossian’a
mâledilen İrlanda şiirleri, Klopstock’un Messiade’ı, Goethe’nin Werther’i gibi.
Bu aynı halk, kendisine tabiatın görkemini ortaya koyduğu için Buffon’a,
coşkunun ışık saçan erdemini keşfettirdiği için Diderot’ya, ille de hayalin
vecdini ve duygunun tadını yeniden değerlendirdiği için Rousseau’ya
minnettardır. Böylece romantik ve romantik öncesi harekette tam bir ifadesini
bulacak olan ruh hali yavaş yavaş uyanır.
Felsefî düşüncenin gelişmesi
Sosyal yaşamda değişmeler: XVIII nci yüzyılın başında, yeni fikirlerin yayılması sosyal değişmelerle kolaylaşmıştır. Ekonomik kalkınma sayesinde Paris’te ve hatta taşrada toplum yaşamı gelişir, Versaille’ın saygınlığı düşer. Edebiyat adamları gitgide Sarayı terk ederler ve her çeşit tutsaklıktan uzak, kalemleriyle yaşamağı yürekten isterler; dünyanın çalkantısı içinde çalışır, tartışılan her yere girerler. Club Entresol’da ve moda olan kafelerde günün problemlerini serbestçe tartışırlar. Yeni ülkü salonlara girmeğe başlar: Maine düşesinin, Mme. de Lambert’ in evlerinde eğlence düşünülmediği zamanlar edebiyat partileri verilir; Mme. de Tencin’in evinde modern düşünce için felsefî mücadele hazırlanır ve entrikalar kurulur. Önemli salonlar: 1695 - Cafe Procope’un açılışı 1720-1731- Club Entresol’un etkinliği 1699-1753- Düşesse du Maine salonu 1710-1733- Mme. de Lambert salonu 1726-1749- Mme. Tencin salonu Âdetlerde gelişme: Zevk ve lüks isteği, Naiplik yönetimi altındaki ve XV nci Louis hâkimiyetindeki Fransız toplumunun âdetlerini esas olarak karakterize eder. Zevk eğilimi: XIV ncü Louis yönetiminin son yıllarının hırçın gösterişine tepki olarak Naiplik yönetimi havailik ve zevk döneminin başladığını işaret eder. İngiliz okulunun görgücü filozofları yaşama sevincini uyaran basit bir ahlâkı yaymağa katılırlar.
Voici le temps de l’aimable Régence,
Temps fortuné marqué par la licence.
İşte sevimli Naipliğin çağı,
Hoşgörüyle bilinen zenginlik zamanı.
diye Voltaire bağırır. Bizzat iktidardaki kişiler kokuşmuş âdetlerin örneğini
verirler: Naip, “safahatın sahte kahramanı” Palais Royal’daki ikametgâhında
zevk arkadaşı çıkarcılarla alabildiğine eğlenmektedir.
Oyun tutkusu ve bilhassa tiyatro tutkusu gittikçe yayılan ortamlarda
gelişmektedir. Bütün Fransa oyunculuk yapar. Sceaux’da, düşes “du Maine”’in
evinde, Versailles’da, Marki de Pompadour’un evinde küçük kukla sahnelerinde
opera-komikler oynanmaktadır. Profesyonel aktörler de, sonu akşam yemeğiyle ve
herkesin rolünü oynadığı, hayatı bir tiyatro oyunu gibi gören komediyle biten
bu eğlencelere katılırlar.
Âdetlerin değişmesi sanatın ve edebiyatın üzerinde etki yapar; “çapkın
şenliklerin” ressamları Watteau’nun ve Lancret’nin sevimli fantezileri,
Montesquieu’nün Lettres persanes’ı ve Temple Gnide’i, Voltaire’in Mondaine’i
zarif ama uçarı ve oldukça utanmayan epikürcü bir devrin zevklerini yansıtır.
Lüks eğilimi: Zevk eğilimine Lüks eğilimi sıkı sıkıya bağlıdır. Law zamanında
çok büyük servetlerin gerçekleşmesi ve bilhassa Fleury’nin bakanlığı zamanında
ekonomik refah pek çok kişiye şahane bir yaşam sürmesi için fırsat vermiştir.
Tarihçi Duclos Naiplik zamanını anlatırken “bu gün kimse arzularına sınır
koymuyor” diye yazar. Sofra, giyim kuşam ve araba konusunda ince zevk
gösterilir. Apartmanların iç dekorasyonunda zarafet ve konfor aranır. İnce
marangozluk işçiliği, kuyumculuk, ciltçilik ve gravür gibi daha küçük sanatlarda günümüze
kadar süren bir dalga görülür.
Ekonomistler, hatta bazı edebiyat adamları bir ülkenin zenginliğinin para
dolaşımı ile sıkı sıkıya bağlı olduğunu ortaya koyarlar. Montesquieu lüksün bir
monarşide gerekli olduğu ilkesini ortaya koyacak kadar ileri gider: “ monarşi
ile yönetilen devletin ayakta kalabilmesi için çiftçiden zanaatkara, tüccara,
soylulara, yüksek görevli memurlara, büyük senyörlere, prenslere kadar lüks
giderek artmalıdır; aksi halde her şey yok olur” der.
Yazarların durumu
Yazarlarda burjuva rahatlığı yoktur. Çok kere yetersiz ve bazen tehdit altında
olan maddî şartlar yazarların sosyal bünyede oynadıkları esas rolle orantılı
değildir.
Maddî yetersizlik: Çok yazar kalemiyle yaşamaktadır. 1777 ye kadar
hiçbir yasa edebî mülkiyet hakkını saptamamaktadır. Az tanınmış yazarlar sefil
bir şekilde yaşamakta, ekmek yiyebilmek için sızlanmaktadır.
Ünlü yazarlar artık hiç destek görmemektedir: Montesquieu esas eseri olan, iki
yılda en az yirmi kere basılmış ve bütün dillere çevrilmiş olan “L’Esprit des
Lois” (Kanunların Ruhu) ‘ ndan bir para kazanamamıştır. Sadece Voltaire servet
yapar. Ama onun durumu özeldir. Geliri, bilhassa yaptığı parasal
spekülasyonlardan ve onunla aldığı emlakten geliyordu. O, yazarlık hayatı “oldukça nankör”dür”
diye İngiltere’yi örnek gösteriyor, orada yeteneğe belli bir saygı vardır,
saygın bir insan her zaman servet yapar, diyordu.
Güvensizlik: Sansür ve baskı ifade özgürlüğünü köstekler, eserlerin
artan yürekliliği ciddi zorlamaya sebep olur. Kral Konseyinin ya da
Parlamentonun bir kararı eserin yakılarak ya da kısmen yok edilerek ortadan
kaldırılmasına, basit bir kral buyruğu eserin yazarını Bastilles’e ya da
Vincennes’a göndermeğe yeter. Voltaire 1717 de kendi eliyle yazdığı bir yergiyi
elden ele dolaşmağa bıraktığı için, Diderot 1749 da dinsizliğinin sezildiği
“Lettres sur les Aveugles” ü yayınlamış olduğu için hapsedilirler. Yine 1750
den sonra, merkezî erkin zayıflamasına rağmen denetim devam eder: Encyclopedie
(Ansiklopedi) ‘nin yayını birçok kere askıya alınır ve Paris Parlamentosu’nun
bir kararı J.J. Rousseau’yu Emile’in yayınlanmasının ardından İsviçre’ye
kaçmağa mecbur bırakır.
Sosyal saygınlık: Buna rağmen edebiyat adamları, bağımsızlıklarıyla
toplumun saygınlığını kazandılar. Kralın ve ileri gelenlerin koruduğu XVII nci
yüzyıl yazarları tam bir özgürlükle kendilerini ifade edemiyorlardı. XVIII nci
yüzyılda saray, yazarların nişan tahtası olur, iktidar artık onlara patronluk
yapmadığı için vesayetinden kurtulur ve özgürlüklerine kavuşurlar. Bu arada
durumları dünyaca saygındır: Büyük senyörler ve hatta yabancı hükümdar onlardan
en gurur okşayıcı ifadelerini esirgemezler ve onları misafir etme şerefini
kazanmağa çalışırlar. Her yerde düşünce seçkinleri tartışılmaz bir prestijden
yararlanırlar.
Sonunda edebiyat adamları düşünce ustaları olurlar. XVII nci yüzyılın odalarına
kapanmış kişileri eylem adamına dönüşmüşlerdir. Temsil ettiği gücün
bilincindedirler. Toplum düşüncesinin hem kılavuzu hem tercümanı olmak
isterler. Yazarlar birliğinin oluşturduğu Edebiyat Cumhuriyeti politikada
birinci planda rol oynamak iddiasındadır ve iktidarın karşısına düşünce
haklarını çıkarırlar.
Entelektüel (düşünsel) yaşam merkezleri
Yazarlar kulüp, kafe, salon gibi ilgi çeken yerlerde bir araya geliyorlardı.
Le club de l’Entresol (kulüp Entresol): En ünlü, özel yaşamları olan arkadaş
topluluğu, 1720 lere doğru rahip Alary tarafından Vendome meydanında, başkan
Henault’un konağının ara katında kurulanıdır.
Yirmi beş kadar üyesi vardı. İçlerinden biri, marquis d’Argenson, bu kulübü
“bir tür İngiliz tarzı ya da olup biten şeyler üzerine düşünmeyi ve
anlaşılmaktan korkmadan korkusuzca fikirlerini söylemeyi seven çok özgür
politik dostlar kulübü” diye niteler. Entresol’da cumartesi günleri
toplanılıyor, yazın da Tuilleries bahçesinin teraslarında geziniliyordu. Günlük
haberler yorumlanıyor, anılar okunuyordu. Montesquieu bu topluluğa Lettres
persanes‘ın (Acem mektupları) başarısından sonra kabul edildi; 1722 de Dialogue
de Sylla ve Eucrate’ı sundu. Bu konuşmaların yürekliliği sonunda iktidarı
endişelendirdi ve toplantılar 1731 den sonra hemen hemen askıya alındı.
Ünlü filozof rahip Saint-Pierre bu kulübe canlılık veren tuhaf bir kişiydi. O,
özellikle silahsızlanma ve uluslararası hakemliğin gereği üzerine, cesur
görüşler bulunduran Projet de Paix perpetuelle’i yazdı (1713-1717). Her an
hareketli, usta bir düşünce adamıydı. D’Argenson’a göre “Entresol’un öteki
üyelerinden daha çok, okunacak şeyi tek başına o üretiyordu”.
Halk kafeleri ve özel kafeler: İlk kafe ev 1667 yılında açılmıştı. Bu tür
kuruluş hemen olağan üstü bir ilgi gördü; 1715 de ondan Paris’te üç yüz tane
vardı. En tanınmış kafeler: 1695 de bir Sicilyalı tarafından açılan ve
Fontanelle, Piron, Voltaire, Diderot, Marmontel’in toplandıkları cafe Procope;
La Motte’un gittiği cafe Gradot; Montesquieu’ye göre “ içenlere düşünce gücü
verecek şekilde kahvenin hazırlandığı” cafe Laurent’dır (Lettres persanes,
XXXVI) . O usta bir entelektüeldi (aydın) ve her zaman etkindi.
Sıcak moka kahvesini ya da soğuk limonatayı içerken, edebiyat insanları ve
kültürlü insanlar yasak yergileri gizlice görüşüyorlar, güzel konuşma yarışması
yapıyorlar ve kalemleriyle fırtına yüklü bir ortam sürdürüyorlardı. Kafası
karışmış olan halk, bazen saçma söylentileri, inanarak yayan hikâyecilerin ya
da hükümete karşı yerici şarkılar ortaya süren şairlerin etrafını çeviriyordu.
Bu halk kafelerinin başarısı öyle oldu ki bazı kere salonları kafelere çevirme
modası yüksek tabakada yayıldı. Bir salona oyunlar ve içkilerle küçük masalar
yerleştiriliyor, İngiliz tarzında giyinmiş olan evin hanımı, tezgâh tarzında
uzun bir masanın arkasına oturuyor, “garson” denilen, beyaz başlık giymiş
uşaklar etrafta dolaşıyorlardı.
La duchesse du Maine’in salonu (1699-1753): Conde’nin kız torunu düşes de la
Maine, XIV ncü Louis’nin saltanatının haşmetli yıllarının görkemini yeniden
canlandırmak ve Sceaux’daki ikametgâhını minyatür bir Versailles yapmak istedi.
Sceaux’daki bu saray Fontanelle ve Motte gibi edebiyat insanlarını, Chaulieu ve
La Fare gibi çapkın şairleri kabul eti; genç dükün tahsildarı matematikçi,
şair, M. de Malezieu eğlencelerin büyük düzenleyicisiydi. Parlak sohbetler,
edebi oyunlar, kır eğlenceleriyle, meşalelerin parlaklığında, parkta,
şatafatını yayan “büyük geceler” e dönüşüyordu. 1718 de, bununla beraber
İspanya elçisi Cellammare tarafından Naib’e karşı düzenlenmiş fesat ortaya
çıkarıldı. Düşes suç ortağıydı ve Bastil’e konuldu. Bir vakit ara verilen kabul
törenleri hemen sonra aynı parlaklığa yeniden kavuştu.
La Marquise de Lambert salonu (1710-1733): La marquise de Lambert, Naipliğin
âdetlerine karşı tepki göstermek, Hotel de Rambouillet’nin değerli idealini
daha asil ve daha samimi bir şekilde yeniden yaşatmak istedi. Richelieu
sokağında açılan salon seçkin bir dinleyici kabul etti. Salı günü
edebiyatçılara, Çarşamba vasıflı kişilere ayrılmıştı. Tanıdık kişiler arasında
Fontanelle, La Motte, l’abbe de Saint-Pierre, Montesquieu, Marivaux, başkan
Hernault, marquis d’Argenson ve Mme de Caylus ile Mme d’Aulnoy bulunuyordu.
Edebî konular üzerine tutkuyla konuşuluyor, okunuyor, tartışılıyordu. “ Bir
çoban şiirinin çobanları dünya insanlarının kibar tarzlarını gösterebilirler
mi? ” Modern (çağdaş) doktrinler için yakınlık gösteriyorlardı. Bazen
Fontenelle bilimle kibarlığı karıştırarak yüksek sosyetenin meraklarını
gideriyordu.
Madame de Tencin salonu (1726-1749): Borsa tutkusu ve skandal yaratan
maceralarıyla gürültülü bir gençlik yıllarının ardından, Mme Tencin
maliyecilerin, uçarıların, yüksek görevli memurların, askerlerin, rahiplerin edebiyat
insanlarına karıştığı Saint- Honore sokağındaki evinde seçkin kişileri kabul
ediyordu. Duclos, abbe Prevost, Marmontel, Piron, Mably, Helvetius ve marquise
de Lambert mekânında Salı günlerinin eski devamlıları toplantının edebî
çekirdeğini oluşturuyorlardı. Paris’e uğradıklarında Lord Bolingbroke, Lord
Chestezfield gibi seçkin yabancılar kabullerde görünüyorlardı. Mme Tencin bu
parlak ya da sivri sohbetleri yüreklendiriyor ama devamlı bir dalavere
gereksinimi, ona edebiyat görüşmeleri yerine yeni fikir tartışmalarını
yeğletiyordu. Yüksek sosyete çevrelerinde “felsefî konuşmalar” modasını o
çıkarmıştır.
Edebi türlerin evrimi
XVIII nci yüzyılın ortalarına doğru, bağımsız ve sınıflandırılamaz deha, Saint-Simon hariç, büyük yazarların tamamı klasizm okulunda yetişmiştir ve trajedi, komedi, roman gibi geleneksel türler aynı şekilde rağbet görür ve gelişir.
Marivaux, Molière’in geleneğinden kurtulur, ilk sırayı, aşkın ayrıntılı duygusal analizine bırakarak, komedinin yeni bir formülünü ortaya koyar. Lesage romana yerici amaçları sokar; Marivaux ile l’abbé Prévost duyguların ve tutkuların incelemesine çağdaş gözlemin çizgilerini katarlar. Sonunda, bir önceki yüzyılın düşünürleriyle ters düşen, tamamen insani bir sağduyunun ilkelerini dile getiren Vauvenargues ile ahlaki düşünce tarzını değiştirir.
Anılar: Saint-Simon (1675-1755)
Dük Saint-Simon, sonsuz hevesini orduda, sonra Sarayda ve diplomatlıkta boş yere giderdikten sonra çekildi ve Anılar’ını yazdı. Bu, çok ker tarihi gerçeklik bakımından güven uyandırmayan ama fazlaca içe işleyen ve Fransız edebiyatındaki yegâne tutku eseridir.
İnsanın kırgınlığı:
Asker, saraylı, elçi (1675-1723) - Soyunun ünüyle uğraşı olarak silahı seçen genç Saint-Simon, önce büyük bir asker olmağı düşler. 1693 de, “alay komutanı” olarak atanır, ama tuğgeneralliğe terfiinin yapılmaması üzerine kızar, 1702 yılında ordudan ayrılır. Versailles sarayına yerleşir ve Saray’da bir görev yapmak için can atar, ama sanının ve liyakatlerinin değerine uygun düşmediğini düşünür. Bir türlü memnun olmayan Saray adamı, dostu Orléans dükünün kral naipliğine çıkması üzerine (1715) devlet adamı olmayı ümit eder; aslında Naiplik Konseyindedir ve İspanya kralından kızını XV nci Louis için resmen ister. Ama Naibin ölümü onun diplomatlık mesleğini bitirir.
Yazar (1723-1755) – Kötü deneyimlerinden kırgın olarak Saint-Simon Saray’la ilişkisini keser. 19 yaşından beri izlenimlerini not etme alışkanlığı vardı. Anılarını yazmağa başlar. 1734 de, Luynes dükünün, ona XIV ncü Louis’nin emir subayı Dangeau’nun günlüğünün bir kopyasını iletmesi üzerine, tasasız olan bu tarihi olaylar yazarı, pek kuru metnini ikinci derece notlarla kabartır. Ardından projesi daha da genişler. Sarayın dışında bir sahnenin yerine, rejimin altlarına nüfuz eden kişisel görüşünü koyar. 1753 de biten Anılar, XIV ncü Louis yönetiminin son bölümünü kapsar. Choisel’ün emriyle el konulması üzerine, Duclos, Marmontel, Voltaire gibi ayrıcalıklı birkaç yazar tarafından incelenir; hemen hemen tam olan ilk baskısı X ncu Charles zamanında, yazarın küçük oğlu marquis de Saint-Simon tarafından yayınlanır.
Tam bir sorgulama- Saint-Simon, Anılarda, yakaladığı izlenimlerini ve ilk elden belgeleri topladı. Sarayı tanımak için yerini en iyi şekilde aldığından, “her suratı, her duruşu, her hareketi gizli bakışlarıyla delip geçerek ve orada merakını coşturarak gözlemledi ve not aldı.” Ayrıca, sayısız şahitleri sorguladı: Büyük saltanat döneminde yaşamış Chevreuse ve Beauvilliers dükleri, Urins prensesi gibi çoğu kişisel dostu olan önemli yüksek kişilerin yardımlarından memnun kalmayarak hekimleri, cerrahları, uşakları, hizmetlileri, kısacası büyüklerin dalaverelerinin ve serüvenlerinin içinde bulunan, onların özel yaşamlarına nüfuz eden herkesi sorguya çekti.
Diğer yandan, çok sayıda kaynağa başvurdu. Kitaplığında, önceki bütün anılar, Bayle’ın ya da Moreri’nin sözlükleri elinin altındaydı. Eski Dışişleri bakanı marki de Torey’nin sağladığı diplomatik belgelerden aynı şekilde yararlanabildi.
Şüphe uyandıran şahitlikler- Bununla beraber Saint-Simon her zaman edindiği bilgileri kontrol etmedi. Kişisel düşmanları üzerine bilgiler toplarken onların doğruluğuna itiraz etmek aklına gelmedi. Ayırt etmeksizin, ağızdan ağıza dolaşan fıkralara inandı ve her defasında biraz daha gerçekten uzaklaştı. Oysa coşkulu konuşması dedikoduları parlak hikayelere dönüştürdüğü için, cazibeye kapılan okuyucu, anı yazarının aşırı saflığını açığa çıkarmama hatasına düşer.
Montesquieu
Önemli hiçbir kriz Montesquieu’nün dingin yaşamını bulandırmadı. Ataları gibi o önce yargıçtır. Oyalanmak için, Fransız kurum ve âdetlerinin nükteli, gözü pek bir eleştiriyle taslağının yapıldığı ilk büyük eseri Lettres persanes’ı (Acem Mektupları) yazdı. Parlamento görevinden kurtulunca kendini araştırmaya ve düşünmeye adadı. İngiltere’de yaşadığı bir zaman, siyasi fikirlerini belirledi ve sağlamlaştırdı. Sonra Brede’deki şatosuna çekildi, içe işleyen ve yeni görüşleriyle dolu tarihî bir eser olan Considerations sur les causes de la grandeur des Romains et de leur decadence’ı (Romalıların büyüklüğünün ve yıkılışının sebepleri üzerine düşünceler), sonra gerçek siyasi bir felsefe kitabı olan l’Esprit des Lois’yı (Kanunların Ruhu) kaleme aldı. Sonunda, büyük halk kesiminin az önce hizmetine sunduğu Cahiers onun yaşamını ve dünyanın önünde duruşunu belirledi. Düşüncesinin diriliği ve devamlılığı Montesquieu’nün eserine güçlü bir bütünlük kazandırır, bunlar yazarını yüzyılının en derin düşünenlerinden biri olarak gösterir.
Montesquieu’nün gençlik yılları (1689-1721) : Charles-Louis de Secondat,
Bred ve Montesquieu baronu, Perigueux ile Bordeaux arasında bulunan Brede
şatosunda doğdu. Parlamenter bir aileden gelir. Oratoriens de Juilly de
öğrenimini gördü ve sonra Hukuk okudu. 1716 da Guyenne Parlamentosunda Yargıtay
başlıklı başkandır, ama görevine az ilgi gösterir. Oyalanmak için zamanının
bilgelik ve bilimsel araştırma hevesine uyar. Üyesi olduğu Bordeaux Akademisi
için Dissertation sur la politique des Romains dans la religion’u (Dinde
Romalıların politikası üzerine bilimsel inceleme) sonra Sur les causes de
l’eco) Yankının sebepleri üzerine), Sur l’usage des glandes renales (Böbrek
bezleri üzerine), Sur le flux et le reflux de la mer (Denizdeki med ve cezir
üzerine) … anıları kaleme alır. Bilhassa, 1721 de Amsterdam’da, adını
gizlediği, ilk çıkışında dikkat çeken bir başarıyla, mektup tarzında yazılmış
oryantal bir roman olan “les Lettres persanes” ı gizlice yazarak dinlenir.
Les Lettres persanes (Acem Mektupları) 1721: Aşağı yukarı elli yıldan beri Fransa’da doğu moda olmuştu. Montesquieu halkı derinden ilgilendiren pek çok eseri aklına getirir: Dufresny’nin yazdığı Les Amusements serieux d’un Siamois à Paris ( Paris’te bir Siamlının Eğlenceleri), Tavernier’nin ve Chardin’in gezi anıları (1676-1719) , Galland tarafından çevrilen Mille et une Nuits (Binbir Gece masalları) 1704-1719. Usbe ve Rica adında iki İranlının Avrupa’yı, özellikle Fransa’yı gezdiğini tasarlar. İki gezgin izlenimlerini vatandaşlarına yazar, onlar da İran’da olup bitenlerden onları haberdar ederler. Mektup tarzı, Montesquieu’ye serbestçe yumuşak yeteneğinin değişimli olarak bir konudan ötekine geçmesine izin verir.
İnançsızlık romanı: Bir harem dalaveresi eserin örgüsünü oluşturur. Saygın Usbek’in yokluğunda, siyahî harem ağası, efendisinin sarayında her türlü zorluklarla karşılaşır. Böylece les Lettres persanes’a laubali bir görünüm vererek Montesquieu sadece zamanın zevkine uymuyor aynı zamanda risk almadan görünüşte çok ciddî bir yazıyla rejime karşı gözü pek hücumlarda bulunuyordu.
Geleneklerin resmi: Les Lettres persanes La Bruyère tarzında ama daha
çok bir hareketlilik ve keyifle bütün bir portre galerisini içinde bulundurur:
Vergi kesenekçisi, açlık çeken şair, yaşlı savaşçı, büyük soylu kişi, varlıklı
adam, öykücü. Paris’teki yaşamdan da sahneler anımsar: Okuyucu, Homeros
konusunda kavga edilen bir kafeden, güzel düşünenlerin karşılıklı övündüğü bir
salona, Paris’e özgü aylaklığın sergilendiği Tuileries’den Académie française’e
kadar gezinmektedir.
Kurumlara yergi: Sonuçta mektupların büyük bir kısmı dinsel, ahlâki ya
da siyasal sorunlara değinir. Montesquieu hiçbir şeye saygı göstermez. Acı
alayı, bir doğulu despotla temsil edilen papa için olduğu gibi kral için de
aynıdır. Boşanma ve nüfusun azalması meselesine, alışılmamış bir gözü peklikle
değinir. Koloniler üzerine, kölelik üzerine, kanunlar üzerine fikirlerini
açıklar. Mağara adamlarının temsilî tablosunda erdem üzerine kurulmuş ideal bir
cumhuriyeti tasarlar. Bu sayfalar Esprit des Lois’da serpilip gelişecek olan
temel fikirlerin kaynaklarını içinde bulundurur.
Les Lettres persanes’ ın özgünlüğü: Les Lettres persanes bize son derece
özgün görünümler sunar. Önce Montesquieu ilk kez yeni bir yöntemi başlatır.
Genel anlamında insanı değil, ama bulunduğu boylama göre özel olarak göz önünde
bulundurulan, farklı olan insanları inceler, Rica dostu İbben’e şöyle yazar:
“İkimiz de aynı dünya üzerindeyiz, ama yaşadığım ülke insanı senin
bulunduğununkinden çok farklı”. Ayrıca yeni konulara değinir: Önceki yüzyılda
yapılandan farklı olarak edebî tartışmalara ya da toplumsal taşlamalarla
yetinmeyip en ciddî meseleleri ortaya koyar, dokunuyor görünümü vermeden henüz
tartışılmamış ilkeleri esinler, teoriler formüle eder, reformlar önerir. Sonuç
olarak şekil yenidir: La Bruyère’in dua tarzındaki döneminin yerine kısa ve
sert cümleyi koyar. Montesquieu ile ifade hafif ve nükteci canlılık kazanır,
kırıcı bir alaycılık gelişip yayılır.
Montesquieu’nün gezisi: Les Lettres persanes’ın yayınından sonra
Montesquieu en göz alıcı çevrelere kabul edilir. Club de l’Entresol’e, Mme de
Lambert’in salonuna sık sık gider. Hafif bir eseri, duygusal bir itiraf olan Le
Temple de Gnide’i yazar (1725). 1726 da çalışmalarına kendini vermek için
görevinden istifa eder. Gittikçe daha çok siyasi kuruluşları incelemekle
ilgilenir. Kitap bilgilerini gerçekle karşılaştırmaktan şüpheli olduğu için
1728 ile 1731 yılları arasında Avrupa’da büyük bir geziye çıkar.
Montesquieu önce Almanya’yı, Avusturya’yı, İtalya’yı, İsviçre’yi ve Hollanda’yı
gezer. La Haye’de Lord Chesterfield ile tanışır ve 1729 Ekiminde onunla
İngiltere’ye giderler. Londra’da Saraya takdim edilir, aristokrat ortamlara
girer çıkar ve Royal Society’ye üye olarak seçilir. İngilizce gazeteler
okumaktadır. İki kamaranın da oturumlarını kaçırmaz. Bilinçli olarak anayasanın
mekanizmasını inceler: dostu Chesterfield’in formülüne göre “yerleşik kanunlar
monarşinin soysuzlaşarak tiranlığa, özgürlüğün düzensizliğe dönüşmesini
engellemektedir”. Gözlemlerini not eder, tetkikler yapar, kıyaslar, sonuçlar
çıkartır. İngiltere’de iki yıl kalması düşüncesine zenginlik katmıştır ve ona
düşünmekte olduğu büyük eseri l’Esprit des Lois’nın hazırlanmasına gerekli
malzemeleri sağlamıştır.
Les Considérations (Düşünceler) 1734
Montesquieu, İngiltere’den dönünce, Brède ’deki yerine yerleşir. Antik
kuruluşlarda önceki deneyimlerinin doğrulanmasını arar ve roma halkının tarihi
üzerine l’Esprit des Lois (Kanunların Ruhu) için hazırlanmış bir bölümü kaleme
alır. Ama bölüm o kadar geniş bir yer tutar ki onu ayrı yayınlamağa karar
verir: Bu, 1734 de Amsterdam’da hep yazarın adı verilmeden yayınlanan “
Considérations sur les causes de la grandeur des Romains et de leur décadence ‘
dır (Romalıların büyüklüğünün ve yıkılışının sebepleri üzerine düşünceler) .
Felsefî tarih: Les Considérations :
Romalıların büyüklüğü (böl. I - VIII ) – Bu büyüklüğü açıklayan
sebeplerin arasında, bu kısa açıklamanın girişi, onun üç önemli noktasını
görmeğe imkân verir.
Askeri kuruluşların gücü: Kuruluşundan itibaren devamlı savaşa kendini
adamış olan Roma, ordunun teşkilatı, askerlerin eğitimi, disiplinin sertliği ve
moral şartlarla, askerî başarının teknik şartlarını yaratmıştır. Romalılar,
alınan topraklar dağıtıldığı için, eşit ve çok büyük bir çıkarla vatanlarını
savunmuşlardır. Böylece, Galyalılar’a, Pyrrhus’a, Hannibal’a karşı zafer
kazanmışlar, Yunanistan’ı, Makedonya’yı, Suriye’yi, Mısır’ı fethetmişlerdir.
Dış siyasette ustalık: Roma Senatosu siyasetini sebatlı ilkelere
dayandırdı: fethetmek için ayırmak, hâkim olmak için bölmek. Sadece Mithridate
bir müddet karşı koymuştur.
İç politikada sağduyu: Devletin yapısı ve cumhuriyetçi kuruluşların
oyunu, sivil mücadeleleri kaçınılmaz kıldı. Ama bu mücadeleler çöküş sebebi
olmaktan uzak, kötüye kullanımların düzeltilmesine vesile olmuş, özgürlüğün
varlığını doğrulamıştır.
Kriz (böl. IX-XIII) - Roma kendi büyüklüğünden dolayı yok olmalıydı.
İmparatorluk o derece yayılmıştı ki askerler anayurttan uzaklaşmış olan
askerler yavaş yavaş vatandaşlık ruhunu yitirdiler. Yurttaşlık hakkı o kadar
geniş bağışlandı ki sonunda Romalı olma duyguları kayboldu. Bundan başka, gelenekler
bozuldu, yunan felsefesi akılları ve kalpleri bozdu, din duygusu zayıfladı,
lüks aşkı dürüstlük duygusunu ve çalışma hazzını yıktı. Bu genel durumdan
istifade ederek Sylla, Pompée, César hukuka uymadılar ; Auguste yeni bir rejimi
başlattı.
Romanın çöküşü (böl. XıV-XXIII) – Tibère ve Caligula ile tiranlık yerleşti.
Romalılar, birbiri ardından Antonin’e kadar eşit olmayan saygın efendilerinin
idaresi altında kaldılar. Antonin’ den Probus’a kadar düşüş belirginleşti.
İmparatorluk bölündü. Disiplin gevşedi. Barbarlar Roma’yı tehdit ettiler. Batı
Roma ilk yıkılandır. Doğu Roma zayıflamasına rağmen daha uzun zaman varlığını
korudu ama yavaş yavaş o da kendi yıkımına yol açtı.
Les Considérations’un önemi – Les Considérations’da, Montesquieu, les Lettres
persanes’da da olduğu gibi konusunu önyargılı fikirlerle değil de olaylardan
yola çıkarak ve açıklamalarını araştırarak ele alır.
Bu duruş onu kendinden öncekilerden ayırır; Machiavel, Roma tarihinden siyasî
kuşku dersleri çıkarıyordu, Saint-Evremond paradoks ve hipotezi işliyordu,
Bossuet sistemli bir şekilde tarihin akışı içerisinde tanrının müdahalesini
arıyordu. Çözümleme yetisini kullanarak, Montesquieu, olayları sebeplere
bağlayan bir seri aracıyı yeniden kurmaya uğraşır.
Bundan başka, dil cesur bir duruş gösterir. Cümle, bazen yinelenir ama
tumturaktan uzak, çok kere kısa, ama kuru değil, kıyaslamalarla, antitezlerle,
çarpıcı tasvirlerle, düşünce aşılayan formüllerle süslenmiştir; ara vermeyen
akışı içerisinde bir tür roma ağırbaşlılığını korur.
L’Esprit des Lois’nın (Kanunların Ruhu) hazırlanması- 1734 den sonra,
Montesquieu bütün yaşamının uğraşısı olan çok büyük eserine kendini adar.
Gezilerinin deneyimi ve okuduğu yeni şeylerin getirisi ile toplum yönetiminin
ortaya koyduğu meseleler üzerine daha önce yığdığı malzemeler hazinesini
zenginleştirir ve l’Esprit des Lois’yı kaleme alır. Bazen cesaretinin kırıldığı
anlar olur: “ Bu esere birçok kere başladım, birçok kere bıraktım; yazdığım
yaprakları bin kere rüzgâra savurdum.” O sırada Paris’e kaçar, kendini moda
olan bazı salonlarda gösterir, sonra Brède’in yolunu tutar. Sonunda, 1748 de
eser biter. Önce Cenevre’de piyasaya çıkar, daha ilk anda önemli bir başarı
kazanır: bir buçuk yılda yirmi iki baskı ard arda gelir.
L’Esprit des Lois (Kanunların Ruhu) 1748
L’Esprit des Lois çok geniş ve çok yüklü bir eserdir. Ele alınan meselelerin
karmaşıklığı içinde, sürekli net olan bir düşüncenin genel seyri fark edilir.
Eserin başında Montesquieu temel bir tanım ortaya koyar: “Kanunlar eşyanın
doğasından ortaya çıkan gerekli yazanaklardır”. Kanunlar yazanaklardır: çünkü
onlar tanrının iradesi gibi yüce bir sebepten doğmazlar ne de ilahî adalet gibi
önsel ilkelerden indirgenmezler. Bu yazanaklar gereklidir: onlar kanun
koyucunun kaprislerinin sonucu olarak ortaya çıkmazlar; eşyanın doğasından,
yani ülkelere göre değişen, örneğin yönetim, iklim, din, gelenekler, ticaret
gibi somut gerçeklerden ortaya çıkarlar. Bu yazanaklar, “tamamı l’Esprit des
Lois (Kanunların Ruhu) denilen şeyi oluşturur". Eserin amacı bunları
incelemektir. Montesquieu kanunların incelenmesinde genel olarak Roma tarihinin
incelendiği Considérations’da uyguladığı deneysel yöntemi sergiler.
Siyasi felsefe:l ‘Esprit des Lois
Birinci bölümden XIII ncü bölüme kadar Montesquieu iktidarın karakteriyle
ilişkileri içinde kanunları inceler. Genel olarak kanunların tanımı yapılır
(I). Kanunlar yönetimlerin doğasına uyar (II). Cumhuriyetler için erdem,
monarşiler için saygınlık, despotizm için korku ilkesi (III). Bütün kanunlar,
eğitim kanunları (IV), anayasa kanunları (V), ceza kanunları (VI), harcama
kanunları (VII) yönetimin bozulması tehlikeli olacağı ilkesini sürdürmelidir
(VIII). Kanunlar savunma gücünü (IX) ve saldırı gücünü sağlamalı (X), ülkenin
erklerinin ayrımını garanti altına almalı (XI), cezaların (XII) ve vergilerin
tespitinde özgür bir düşünceden esinlenmelidir (XIII).
XIV ncü bölümde XXXI nci blüm kadar Montesquieu, kanunları yer ve zaman
içerisinde verilmiş özel şartlarla ilişkileri içinde inceler. Kanunlar iklimin
doğasına (XIV den XVI ya), sahanın doğasına (XVII ve XVIII), aynı şekilde
geleneklerin genel ruhuna uyarlanmalıdır (XIX), ve yine ekonomik şartlarla uyum
içinde olmalıdır: ticaret (XX ve XXI), paranın kullanımı (XXII), orada
oturanların sayısı (XXIII), yerleşik din (XXIV ve XXV), dayandığı şeylerin
düzeni (XXVI) gibi. Sonunda Montesquieu ilkelerini özel hallere uygular, Roma
ve Fransız hukuku ve feodal kanunlar üzerine tarihî düşüncelere girişir (XXVII
den XXXI e).
L’Esprit des Lois’nın ana tezleri :
Yönetimlerin sınıflandırılması: Montesquieu, halkın bütününün
(demokrasi) ya da yalnız bir kesiminin ( aristokrasi) egemen olduğu cumhuriyet
yönetimi, tek bir kişinin değişmez ve kökleşmiş kanunlarla yönettiği monarşi
yönetimi, tek bir kişinin kanunsuz ve kuralsız olarak her şeyi keyfince ve
kaprisleriyle götürdüğü despotik yönetim olarak yönetimleri ayırır.
Yönetimlerin ilkesi: Her yönetim eylemini yönetecek ve korunmasını güven
altına alacak bir ilke ya da yargı yetkisi üzerine oturur. Cumhuriyet
yönetiminin ilkesi erdemdir. İktidar halkın ellerindedir, vatandaşlar kanunun
garantisidirler, erdem onlara vatandaşlık görevlerini yerine getirmelerine
imkân verecek duygudur. Eğer bunda kusur ederlerse, eğer kanunu kullanılmamaya
terk ederlerse devlet bitmiştir. Monarşi yönetimi ise ilke olarak saygınlığı
alır. İktidar hükümdarın ellerindedir; sorunlara yabancı olan tabaların erdeme
gereksinimi yoktur. İmtiyazlılar topluluğu, kendini sorumlulukların teslim
edileni olarak görür. Saygınlık onlara görevlerini yerine getirmelerine imkân
verecek duygudur. Bir kesim, saygınlığın gereğini yapmazsa eşitlik kopmuş,
monarşi çökmüştür. Despotik yönetime gelince, ilkesi korkudur. Despot iktidarı
tek başına kullandığı için erdem gerekli değildir, saygınlık tehlikeli olabilir
zira bütün tabalar esarette kendini eşit hissetmelidir: O halde korku orada
cesareti kırar ve heves duygusunu en aza indirir.
Ara erkler teorisi: Montesquieu, ne kralın despot olma ne de halkın,
bağımsızlık içgüdüsünü serbeste çıkarma duygusuna kapılmadığı ılımlı bir
monarşiden yanadır. Onun gözünde İngiliz anayasa rejimi iyi bir sağduyu örneği
teşkil eder. Fransa için, ona göre iç barışın esasları olan, devlet içinde
belli bir dengeyi korumağa mahsus, rahip sınıfı, soylular, Yüksek yargı organı
gibi imtiyazlı kesimlerin rolünü saptamak ister. Bu kesimler tabi ve bağımlı
ara erklerdir. Onlar ülkeyi, aynı anda keyfilikten ve anarşiden korurlar,
hükümdara karşı özgürlüğü savunmada çıkarları vardır, zira imtiyazlar
özgürlüklerdir ama ayni zamanda halka karşı hükümdarı savunmak da
çıkarlarınadır çünkü imtiyazlar, imtiyazları bahşeden hükümdarın iktidarına
dayanır.
Erklerin ayrımı teorisi: Aynı ölçülülük ve denge ruhu içinde,
Montesquieu erklerin aynı elde tutulmamasını önerir. Yürütme erki barışa ve
savaşa karar verir; iç güvenliğe ve kanunlara uymakla uğraşır. Monarşide bu erk
krala bırakılmalıdır, zira bu alanda “ bir kişi birçok kişiden daha iyi hareket
eder”. Yasama erki kanunları kaleme alır, düzeltir, yürürlükten kaldırır. İlke
olarak halka ya da temsilcilerine bırakılmıştır. Yargı erki kanunları elinde
tutar, onlara göre yargılar: onun özel kurumları vardır (Fransız monarşisinde
bu Yüksek yargı organıdır).
L’Esprit des Lois’nın sonucu:
L’Esprit des Lois ve siyasî liberalizm: Montesquieu liberal bir
düşünürdür. Fikirleri derin bir etki yapmıştır. Devrim meclisinin yasama
görevlileri onun keyfiliğe ve tiranlığa karşı olan erklerin ayrımını ilke
olarak aldı. Ayrıca onlar, l’Esprit des Lois’da reformların bütün bir
programını bulabilirlerdi. Montesquieu hükümdar buyrultusuna, işkenceye ve
barbarca cezalandırmalara, hoşgörüsüzlüğe, bir kesimin fakirliğine, savaşa
karşı mücadele etti. Bütün itirazları insanlık tarafından derin bir saygıyla
kabul edilmiştir.
L’Esprit des Lois ve siyaset bilimi: Montesquieu, toplum yönetimine
değinen olayları incelemek için yeni bir yöntem başlatmıştır. Siyaset,
Machiavel’e göre tek çıkarcı tarafından belirlenen bir teknik, Bossuet’ye göre
kutsal kitaplardan kaynağını alan koyu dindarlıktır. Montesquieu’ye göre ise
siyaset gerekli yazanakları bilme üzerine kurulmuş bilimdir. L’Esprit des
Lois’nın yazarı özellikle adına iklimler denen kurama bağlamıştır. O, fertlerin
mizacının ve daha sonra siyasi yaşamın özel şartlarının enlemlere göre farklı
olduğunu gösterdi. Buna göre Kuzey insanı Güney insanından daha az duygusal,
daha az tutkulu, daha çalışkandır. Klasikleşmiş olan bu kuram edebî eleştiride Mme
de Staël, sonra da Taine tarafından yaygınlaştırılacaktır. Günümüzde coğrafya
ve biyoloji araştırmalarını esinleyecektir.
Yazarlık sanatı: Montesquieu, konunun kuru olmasına rağmen, l’Esprit des
Lois’da halkını soluk soluğa bırakmakla meşgul olmuştur. Aynı zamanda,
anlatının bütün çekiciliklerini: şakacı iğnelemeleri, ince alayları, ustaca
işlenmiş kararları, az rastlanır karşı tezleri, şiirsel ya da mitolojik
anımsamaları, ton değiştirmeleri sergilemiştir. Bu oyunlar ve bu nükteler zaten
pek sağlam olan edebî nitelikleri unutturmamalı. Bazı bölümlerin titiz
düzenlemesi, bazı ilerlemelerde dolgun hitabet, bazı tasvirlerde anlatım gücü,
çoğunlukla da dar bir alana kapatılan düşüncenin özü ve okuyucunun zihnine
kuvvetle yer eden cümlenin soylu sadeliği ve yoğunluğu.
Montesquieu’nün son yılları (1748-1755) : L’Esprit des Lois ateşli
saldırılara yol açtı. Sert eğilimli Katolikler, yazarı, özellikle dinleri
“beşerî düşünce tarzında” incelediği için kınadılar. Montesquieu bu yakınmalara
Défense de l’Esprit des Lois-1751 ( Kanunların Ruhu’nu Savunma) ile cevap
verdi. Yine 1754 de Fénelon’un Télémaque’ına benzerlikler gösteren ve bir doğu
tarihi olan Arsace et Isménie’i yayınladı. Bu onun hemen hemen önemli olan son
yazısı oldu. Çalışmalarından usanmış, görme zorlukları olduğu için son
günlerini yarı emeklilik içinde bitirdi.
Montesquieu’nün kişiliği
Montesquieu, 1941 yılında, M.Bernard Grasset tarafından konu olarak
gruplandırılmış,üç not defteri doldurmuştu. Açık pırıl pırıl bu sayfalar ruhunun derinliklerini
keşfetmemize imkân verir. Montesquieu kâinatı yöntemli bir keşif sahası olarak
görür. Aslâ davranışının, fikirlerinin, kaleminin yönetimini kaygı sezisine
bırakmaz. Ona göre, bir yaşama sanatı, bir düşünme sanatı, bir yazma sanatı
vardır.
Yaşama sanatı-
Yaşama sanatı mutluluğun yöntemli araştırılmasından ibarettir: “mutlu olmak
için fazla felsefeye gerek yok; fikirlerin biraz sağlıklı olması yeter”. Bu
fikirleri tasarlamak ve görüşlerine uygun olarak iradesini yükümlülük altına
sokmak akla aittir.
Tutkuları kovmak: Akıl, ruhun bedbaht eden tutkuların buyruğu altında
kalmaması için dikkat eder. Sevmek hoş bir şeydir ama aşk tarafından zincire
vurulmamak şartıyla: “Gençliğimde, beni sevdiklerini sandığım kadınlara
bağlanmaktan oldukça mutlu oldum. Ona inancımı yitirdiğim an hemen ayrıldım”.
Büyük projeleri olmak hoş şey, ama kendine tutkuyla işkence etmek değil: “ Bu
yaşamın işlerine katılma tutkum vardır; ama doğanın beni koyduğu yerde,
tiksinti bulduracak olanına değil”. Servetin nimetleriyle uğraşmak hoş şey, ama
tiranlığına katlanmak değil: Para “iyi bir köledir”, ama kötü bir “sahiptir”.
Kaderi kabul etmek: Akıl, kendine yapılmış olan durumdan en iyi çözüm
yolunu çıkaracak ruhu, düzene koyar. Bu yaşama uymağa bakalım; bize uyacak
yaşama hiç değil. Montesquieu her şeyden iyi yan çıkarmağı bilir: “ Hemen hemen
fikir adamlarıyla olduğu kadar aptallarla da hoşnudum”. Eğer bir sakatlık
ortaya çıksa yaşamını ona uydurmaya yeteneklidir: “ Kör olduğumda önce kör
olabileceğimi anladım”. Ölümlülerin ortak kaderine uğramağa kendini hazırlamağı
bilir: “Artık ancak iki işim var: Biri hasta olmayı bilmek, öteki ölmeyi
bilmek”.
Zevkleri işlemek: Akıl sonunda yaşamdan mümkün olan en büyük ölçüde tat
almayı öğretir. Tek var olma duygusunda bir hoşluk vardır: “ Sabahleyin gizli
bir neşeyle uyanırım, ışığa bir çeşit hayranlıkla bakarım. Günün geri kalanında
hoşnut olurum”. Sosyal doyumlar, bir unvana sahip olma gururu, kibar kişilerle
konuşma, dostluğun daha az ciddiyetten uzak zevkleri, bunlar çoğaltılıp,
çeşitlendirilebilir: “ İştahın yoksa masayı terk etmeli ve ava gitmeli”.
Sonunda en büyük sevinçler, zihnin yalnızlıkta ve içe dalmada edindikleridir: “
Bir konu üzerinde çalışma, yaşamın iğrençliklerine karşı en büyük ilaç oldu,
bir saatlik bir okumanın kovmadığı bir üzüntüm asla olmamıştır”.
Düşünme sanatı-
Düşünme sanatı doğrunun yöntemli araştırılmasından ibarettir. “Her yerde doğru
olmak”, Montesquieu’nün kendine edindiği kural budur. Bu araştırma düzeninde
bile akıl egemendir.
Boş inançları kovmak: Akıl, gerçeği maskeleyen boş inançlardan ruhu
kurtarır: Edebî tartışmalar boş inançların kavgasıdır. Akıllı olan ona
katılmadan ders çıkarır: “ Eskilerle modern ( yenilikçi, ilerici) olanların
kavgalarını seyretmekten hoşlanırım; bu bana eskilerle yenilikçiler arasında
iyi yapıtlar olduğunu gösterir” . Dinsel çekişmeler için de aynıdır: “Katolik
dini Protestan dinini ortadan kaldıracak ve sonunda Katolikler Protestan
olacak” . Yine ülkesini çok aşırı yüceltmek de bir boş inançtır: “ Her yurttaş
ülkesi için ölmek zorundadır; ama kimse onun için yalan söylemek zorunda
değildir”. Özel düşüncelerin üstünde yükselmeli ve kâinat düzeninde her kavramı
yerine koymalıdır.
Gerçeği kabul etmek: En kötü boş inanç bir devrimin kuruntucu düşüne
kendini kaptırmak için güncel düzeni reddedebilir. Çünkü bu düzen bizzat
varlığında ve sürecinde olayın bir kanıtını bulur: “Hepsinden en iyi yönetim,
içinde yaşanandır, sağduyulu bir insanın onu sevmesi gerek”. Huzur aşkıyla
olduğu kadar düşünce dürüstlüğüyle de Montesquieu şunu ilan eder: “Ben iyi bir
vatandaşım; hangi ülkede doğmuş olursam olayım yine de öyle olurdum”.
Geleceği hazırlamak: Bugünkü düzenin önünde eğilen akıl, tek iyi
olduğunu düşünse bile yine de bir boş inanca boyun eğebilir. Hatta siyasi
konuda Montesquieu zorunlu uygulanan geleneklere başkaldırır: “ Euclide’in
kitaplarındakiler hariç, fikirlere katılmıyorum”. Akla uygun değilse her
otorite kınanabilir: “Bir şey kanun olduğu için doğru değildir; doğru olduğu
için kanun olmalıdır”. Akıl ve adalet aşkı onu hakkaniyetli olan tüm reform
fikrini kabule yöneltir.
Yazma sanatı-
Yazma sanatı izlenimin yöntemli araştırılmasından ibarettir. Bu alanda da
egemen olan akıl ilk anda güvenmemeyi gösterir, çünkü “düzen içinde yazmağa”,
doğru düşünce yürütmeğe ve düşüncelerini iyi kurmağa dikkat etmelidir” : Demek
oluyor ki üslup esin yöntemidir. retoriğin büyüleyiciliği sayesinde düşünceyi
süslemek gerekir: Montesquieu bilgece, tersiyle alay etmeye, nükteyi ayarlamaya
ve genel bir tarzda eserlerine “tuz katmaya çalışır”. Bütün filozofların içinde
belki de o en bilinçli çalışan sanatkardır.
Voltaire
Parlak ve hareketli bir gençliğin ardından Voltaire, İngiliz uygarlığını keşfeder ve felsefî düşünceyle ilk kez karşılaşır. 1734 de sığındığı Cirey şatosunda, yüksek sosyeteye has bir hayat sürer ve kendini bilimleri incelemeye, fizikötesi açıklamalara, tarihî araştırmalara verir: mücadeleye kendini hazırlar. Sonunda büyük heves onu saray erkânının cazibesine çeker, ama Paris’te, sonra Berlin’de gözden düştüğünü görür. Düş kırıklığına uğrayan, kimsenin istemediği bu kibar insan serbestçe çalışabileceği bir barınak aramak için başıboş dolaşır. Altmış beş yaşında, sonunda, edindiği servet sayesinde yerleşeceği Ferney malikânesini satın alır. Tartışmacı eylemini hoyratça kullanır ve Edebiyat Cumhuriyeti üzerinde egemen olur; bu saygın ihtiyar efsaneye canlı olarak girer. Dünya adamı, evrensel dehaya sahip ansiklopedi yazarı, sağduyunun askeri, uygarlığın ve ilericiliğin havarisi Voltaire, XVIII nci yüzyılda filozof ülküsüne can verir, taklit edilemez sanatı düşüncenin zaferine damgasını vurur.
Voltaire’in yazarlık mesleği-
İnançsız (1694-1726) Jésuvite’lerin öğrencisi: Châtelet’de bir noterin sonuncu çocuğu olan François-Marie Arouet, Paris’te doğar. O, rahat yaşamı olan, kültürlü bir burjuva çevreye aittir. Yedi yaşından sonra Jésuite’lerin yönettiği Louis-le-Grand kolejline girer. Parlak bir öğrencidir, sağlam bir edebiyat kültürü alır ama öğretmenlerini haddini bilmez olması ve düşünce serbestliğiyle endişelendirir. Daha sonra dost kalacağı ve koruyucuları olacak olan d’Argental ve d’Argenson kardeşler gibi, soylu menşeden okul arkadaşları ile düşüp kalkarak parlak ilişkiler edinmeye başlar.
Yüksek sosyeteye girmenin ilk adımları:Kolejden çıktığında koruyucusu rahip Châteauneuf bu dünyayla ilgili eğitimini üzerine alır. Onu ünlü Ninon de Lanclos’ya takdim eder, Temple’ın kibar ve çapkın sosyetesine sokar. Delikanlı daha ilk andan bu ortamda kendini rahat hisseder, şairleri ve soylu kişileri inceliği sayesinde cezbeder. İlk şiirlerini yazar ve bilhassa inançsızlıkta ilerlemeler kaydeder. Babası endişelendiği için onu Hukuk Okuluna devam etmeğe zorlar, sonra La Haye’e elçilik sekreteri olarak gönderir ama genç inançsız kötü örnek olur. Edebiyata ilk adımlar: Paris’e dönünce François Arouet bir dava vekilinin yanında yardımcı olarak çalışır bu sırada yerici şiirler düzerek oyalanır. Babası onu M. de Caumartin’e emanet eder, Saint-Ange şatosunda yarı sürgün halde din savaşları üzerine Poème de laLigue’e ve Œdipe trajedisine başlar. Naibe karşı söylenen iki şiir ona atfedilir. Sully-sur-Loire’a sürülür (1716). Louis XIV saltanatı üzerine söylenmiş siyasi bir yergi onu on bir ay kalacağı Bastille’e göndertir.Bastille’den çıktığında Œdipe , Comédie-Française’de başarıyla oynanmaktadır(1718. O zamandan itibaren, Voltaire çok tutunan bir şair yaşamı sürdürür: Naip tarafından kabul edilir ve Villars, Richelieu, Lord Bolingbroke gibi büyük soylu kişilerle, sık sık bir araya gelir. XV nci Louis’nin düğünü için eğlenceler düzenler. Herkes ona gülümser. 1723 de yayınlanan “la Ligue” şiiri bulutlara çıkar. Naip tarafından, sonra da Kral tarafından kendisine şeref ödeneği bağlanır. Sonunda, babasından gelen miras ve banker dostlarının, Pâris kardeşlerin önerileri sayesinde kendini karlı para spekülasyonlarının içine atar. Bundan sonra Arovet l(e) j(eune) den evirmece olduğu tahmin edilen Voltaire takma adıyla tanınır. Sürgün: Bu mutluluğu bir felaket böler.Voltaire’in haddini bilmezce cevap verdiği şövalye Rohan-Chabot adamlarına onu sopayla dövdürür. Voltaire silahla bir onarımı şiddetle istese de şövalye reddeder. O zaman Voltaire tehditkâr sözler sarf eder: şövalye onu Bastille’e hapsettirir. Çok geçmez çıkar ama sürgüne gitmek zorunda kalır ve İngiltere’yegeçer.
İngiliz severlik (1726-1734)
İngiltere’de oturma (1726-1729): Voltaire sürgünde kötü rastlantısının
mümkün olan en faydalı yanını elde eder. Hoş bir yaşam sürdürmeye devam eder,
büyük şahsiyetlerin konuğu olur: zengin tüccar Falkener’in yanında Lord
Bolingbroke, Robert Walpole, New-Castle dükü, Milord Hervey. Galler prensi
tarafından Saray’a kabul edilir ve on bölüm olarak değiştirilmiş Ligue’in
destansı şiiri olan Henriade’ın (1728 sunumunu prensese kabul ettirir. Tarzının
şekillenmesi üzerine kesin bir etki yapacak olan bir ülkeyi coşkuyla keşfeder,
İngiltere ile temasta akıllı insan birden filozof olur.
Paris’te oturma (1729-1734) : 1729 Martında, Voltaire Fransa’ya dönme
iznini elde eder: Saint-Germain’de oturduktan sonra Paris’i kazanır. Servetini
büyütmeğe devam ederek sayısız ve çeşitli eserler yazar: Zevk Tanrısının klasik
yazarları yargıladığı düzyazı ve şiir karışımı bir eser olan le Temple du Goût,
Brutus, La Mort de César, Adélaïde du Guesclin, Zaïre¸ Histoire de Charles XII
ve son olarak les Lettres philosophiques ya da Hollanda’da yayınlanmış ve el
altından dikkat çeken bir başarıyla Fransa’da yayılmış olan Lettres Anglaises.
Tarihiciliğin ilk adımları: L’Histoire de Charles XII (1731)
Voltaire ilk eserini İngiltere’de tasarlar. Romanın gerçek kahramanı, dünyayı henüz şaşırtan İsveç kralı XII nci Charles’ın kişiliği onu cezp eder. Voltaire önce onu Fortune (Servet)’ün başarı dolu gözdesi (I. den IV. ye kadar kitaplar), sonra da Rus kralı Petro tarafından yenilmiş boş yere kaderine karşı mücadele eden kişi (V. den VIII. ye kadar kitaplar) olarak gösterir. L’Histoire de Charles XII da Voltaire klasik yazarlar gibi hem beğenilmek hem de ders vermek ister. Çok çekici bir kahraman, yorulmaz bir fetih insanı, usta bir savaş önderi, aynı zamanda hep görkemli bir projeyle yönlendirilen düşçü bir zekâ çizer ve bu yaşamın dramatik güzelliğini güçlü bir şekilde ifade eder. Ayni zamanda prenslere büyüklüklerin boş şey ve fetihlerin çılgınlık olduğunu gösterir; Charles XII güncel ve inandırıcı biçimde kaderin inanılmaz tersliklerini resimler. L’Histoire de Charles XII ayni zamanda belgelemenin doğruluğu ve bilimselliğiyle orijinal bir eserdir. Voltaire çok sayıda, ciddi belgelerden yararlanmıştır: Önceki tarihçilerin belgeleri, elçilerin ifadeleri, mektupları, kralın eski görevlilerinin şahitlikleri gibi ve bu belgelendirmeleri sıkı bir eleştiriye tâbi tutar. Ayrıca hitabetin süslemelerinden soyutlanmış öyküsü doğruca amaca yönelir ve o öykü, coğrafi bilgilerle, ülkenin kurum ve gelenekleri üzerine tablolarla tamamlanır. L’Histoire de Charles XII yöntem yoluyla Louis XIV dönemini haber verir.
“Zaïre” , dram yazarının başyapıtı (1732) :
Voltaire’in trajedileri arasında, Zaïre hâlâ günümüzde oldukça düzenli olarak
oynanan tek oyundur.Voltaire onun projesini İngiltere’deyken tasarladı ve bazı
durumlar için Shakespeare’in Othello’sundan esinlendi.
Sahne I: bir bayan esirin aşkları- Hıristiyan olarak doğan Zaïre çocukluğundan
beri onu seven ve onunda sevdiği Kudüs sultanı Orasmane’ın esiridir. Şövalye
Nérestan Fransa’dan,Zaïre’in ve on Fransız şövalyesinin fidyesini getirir.
Orasmane yüz Hıristiyan şövalye’nin özgürlüğünü kabul eder ama kraliyet
soyundan gelen yaşlı Lusignan ile kendi karısı olacak olan Zaïre’in
özgürlüklerini reddeder.
Sahne II: bir genç kızın dinsel görevi- Zaïre aracı olur ve Orosmane’dan
Lusignan’ın özgürlüğünü sağlar.Lusignan özgürlüğünü elde edince Nérestan’ı
oğlu, Zaïre’i de kızı olarak tanır.Israrları üzerine Zaïre, Hıristiyan olduğunu
bildirir. Ama Orasmane önceki lütfünü geçersiz sayar.
Sahne III: aşkla görevin çatışması- Nérestan’a Zaïre, Orosmane’la olan aşkını
açığa vurur, vaftiz olmayı kabul eder. Orosmane aralarında bir aşk dalaveresi
olduğunu sanır vekıskançlığı uyanır.
Sahne IV: acımasız yanılgı-ümitsizliğe düşen Zaïre Orosmane’a onu sevdiğini
tekrarlar ama ona sırrını açıklayamaz. Orosmane, Nérestan’ın Zaïre’i gizli bir
buluşmaya davet ettiği pusulayı ele geçirir, ve öfkesi alevlenir.
Sahne V: cinai kıskançlık-Zaïre pusulayı öğrenince Nérestan’ın çağrısına cevap
verir. Orosmane onu bıçaklar Nérestan’ın açıklaması üzerine bütün
Hıristiyanları serbest bıraktıktan sonra kendini öldürür.
Filozofun doğuşu: İngiltere mektupları (1734) :
Felsefe mektupları, başka bir adla İngiltere mektupları yirmi beş kadar vardır.
İlk yedisi dinle ilgilidir; onu takibeden üçü siyasal ve sosyal yaşamla; on
birden on yediye kadarı bilim ve felsefeyle; on sekizden yirmi dörde kadar
olanı edebiyatla; sonunda yirmi beşincisi Pascal’ın Düşünceler adlı eserine
dikkat çekmesiyle ilgilidir.
Halkın anlayacağı türden bir eser- Voltaire İngiltere’yi her şekliyle bir
özgürlükler ülkesi gibi gösterir. Din özgürlüğü: pek çok inanç barış içinde
birlikte bulunur. Siyasal özgürlük: 1648 ve 1688 devrimleri karşı koyulmasına
rağmen kralın yetkilerini saptamaya Parlamentoya izin verir. Felsefi özgürlük:
bilginve filozof olarak olayları aklın ışığında inceler; Avrupa bilim
hareketinin başında yürür, çiçek hastalığının Manche’ın ötesinde uygulanan
aşılaması korkunç hastalığı etkisiz hale getirmektedir. Edebî özgürlük:
yazarlar dehalarını sıkıcı kuralların denetimi altında olmaksızın sergilerler
ve liyakatlerine göre onurlandırılırlar. Shakespeare ve Milton yüce eserlerini
serbestlik içinde meydana getirdiler. Addison I nci George idaresinde bakan
olmuştur,Newton, West minster’de kıralların mezarında yatıyor.
Bir savaşım kitabı-
Voltaire aynı zamanda üstü kapalı olarak Fransız kurumlarını yerer. Katolikliğin doğmalarına dolaylı olarak saldırır. Mutlak
monarşiyi ayıplar. Vatandaşları arasında alışılagelen can sıkıcı bir düşünce
biçiminin geçersizliğini ilan eder ve Fransa’da düşünce adamlarına gösterilen
saygıazlığına öfkelenir. Böylece “Felsefe mektupları” yeni bir düşüncenin
gelişmesini benimser, henüz tedbirlidir, ama sağlam düşünür ve yerleşik düzenin
sistematik eleştirisine doğru yönelmiştir.
Özengen (1734-1744)
Cirey şatosunun misafiri:
“Felsefe mektuplarını”Parlamentonun yasaklamasından sonra, özgürlükle tehdit
edilen Voltaire, Lorraine sınırı yakınında, Cirey şatosunda, Mme du
Châtelet’nin yanına sığınmak ister. On yıl boyunca dilediği şekilde bir yaşam
sürdürür. Kendini zevke verir, dostlarını ve hayranlarını aralıksız kabul eder,
çoğunlukla kendi yazdığı komedilerin, operaların oynandığı bir tiyatro kurar.
Entrikalardan geri kalmaz, 1740 da tahta çıkan Prusya kralı Frédéric ile mektup
ilişkisi kurar ve 1742 de artarda gelen Avusturya krizi sırasında kendisine
resmi bir görev emanet edilir. Özellikle de çalışır: Alzire, Zulime, Mahomet,
Mérope (1743) gibi yeni trajedileri; güldürücü kahramanlık anlatan la Pucelle
şiirini, Mondain yergisini ve İnsan üzerine şiirsel Nutkunu yazar. Özellikle
de, tarihsel, felsefî,bilimsel araştırmalar yürütür: XIV ncü Louis yüzyılı,
Gelenekler üzerine Denemeler gibi gelecekte yazacağı tarihsel yapıtlarının
temel bilgilerini toplar. Leibniz ve metafizik kurgulara merak salar; bilime
tutkun olan MmeCâtelet’nin laboratuarında fizik deneyleri ve astronomi
gözlemleri yapar.
Epikürcü şair: Bu aşamada Voltaire epikürcü ve inançsızlık felsefesini
Mondain ve Les Discours en vers sur l’Homme (İnsan üzerine şiirsel Nutuk) adlı
yapıtlarında serbestçe ifade eder. Mondain’de (1736), Voltaire lükse ve
uygarlaşmaya eğilimini doğrular. Bu kibar zamanının karşısına, yoksulluk ve
barbarlığın egemen olduğu sözüm ona altın çağını karşıt olarak çıkarır. Mutlu
yüksek sosyete yaşamını resmeder:
J’aime le luxe et même la molesse,
tous les plaisirs, les arts de toutes espèces,
La propreté, le goût, les ornements:
Tout honnête homme a de tels sentiments…
Ah! le bon temps que ce siècle de fer!
Severim lüksü ve rehaveti
Bütün sanatları, bütün zevkleri,
Temizlik, beğeni, süslemeler:
Her doğru kişide olan nitelikler…
Ey! demir çağı denilen bu güzel zaman!
Kanaatkârlığı ve dünya nimetlerinden el etek çekmeyi öğütlemeye karşı olarak, “
yeryüzü cenneti bulunduğum yerdir” diye sonuca bağlar. Toplum biraz sinik olan
bu değişik düşünce biçiminden endişelenir ve Voltaire zamanının bir kısmını
Hollanda’da geçirmek zorunda kalır. Bir sonraki yıl yayınlanan “La Défense du
Mondain”(Yüksek sosyeteyi Savunma) düşüncesine bazı hafifletmeler getirir. Bir
Slav Ortodoks papazının felsefî şiirinden esinlenilmiş olan Les Discours en
vers sur l’Homme fazla ayırtılı ve daha az bencil bir Epikürcülüktür. Voltaire
zevkin insan için doğal ve tutkuların güçlü olduğunu savunur ama kaderine razı
olmanın ve her şeyde inceleme ve zevki gözlemlemenin akıllıca bir ölçülülük
olduğunu bilmek gerektiğini ekler. Başka bir deyişle insanın tam anlamıyla
mutlu olması için hoşgörüyü ve kardeşliği alışkanlık haline getirmesi lazımdır.
Düş kırıklığına uğrayan saray adamı (1744-1753):
Bu süreçte, Voltaire sarayın sevgisini kazanır ama soylular kapris yaparlar ve
onun gözden düşmesine çalışırlar.
Parisli saray adamı (1744-1747) : 1744 de, Voltaire’in eski okul
arkadaşı d’Argenson dış işleri bakanı olur. Voltaire artık Paris’e
dönebilecektir. Onu iki yıl sarayda görüyoruz. Poème de Fontenay adlı eserinde
kraliyetin şanını över. Duruma göre şiirler, bale ve opera güfteleri yazar.
1746 da Fransız Akademisine bir hukukçu ve Kralın tarihçisi olarak kabul
edilir. Kraliçe ona karşı güvensizdir, XV nci Louis onun yıkıcı zekâsından
rahatsız olur, yaltaklanmalarına duyarsız kalır, o da sonunda kendini Mme de
Pampadour’a teslim eder. Gözden düşünce Cirey’e tekrar dönmeden önce bir zaman
Sceaux’da oturur.
Öykücülüğün ilk yılları (1747) : Sceaux’da, Voltaire öykünün
kaynaklarını keşfeder ve Zadig’i yazar. Zaman zaman şerefe boğulmuş ve boğazına
kadar gözden düşmüş kahramanın serüvenlerinde, sarayda yaşadığı sıralarda
Voltaire’in bizzat kendi serüvenlerinin bir yer değiştirimi olarak görebiliriz.
Zadig’in Babil’de çektikleri (I den VIII e kadar bölümler) – Zekâca ve duygu
olarak tanrı verisi ile donanmış olan Zadig, bu genç Babilli, mutlu olmayı
hayal eder ama aşk ona düş kırıklıklarını saklı tutar, bilim ona insanların
adaletiyle hüküm giydirir, güç ona geçici hoşnutluklar verir. Kralın gözdesi ve
başbakanı olarak akıllıca yönetir ama Kıraliçe Astarté’ye aşık olur, ona da
kendisini sevdirir, ve kralın kıskançlığı onu oradan kaçmaya zorlar.
Zadig’in seyahatleri ve deneyimleri (IX dan XVIII nciye kadar bölümler) – Bir
kadını sevgilisinin kabalığından kurtarmak için Zadig Mısır’da köle olur. Bir
Arap tüccar olan efendisi Setoc’a büyük hizmetlerde bulunur. Efendisi onu azat
eder ve kral Sérendib’in hizmetine verir. Ama Zadig’in parlak zekâsı onu
fanatik dincilerin saldırılarına maruz bırakır ve gene kaçmak zorunda kalır.
Haydutların eline düşer, iyi ki tehlikeli anda her şey düzelir. Zadig yeniden
Babil’in yolunu tutar, köle olan Astarté’yi bulur ve onu kurtarır. Kraliyet
ihtilalle karşı karşıyadır, Babilliler bir kral istemektedirler.
Son katlanılanlar ve mutluluğun keşfi ( XIX dan XXI nciye kadar bölümler) –
Benzersiz bir savaş yeni kralı belirleyecektir. Zadig kimliğini gizleyerek
katılır. Kazanır ama zaferinin işareti olan nişanını çalarlar. O sırada
Zadig’in bir keşiş kılığına bürünmüş olarak tanıdığı melek Jesrad ona görünür
ve onu Tanrının kararları önünde diz çökmeğe davet eder. Sonunda Zadig kendini
Babilliler’e kabul ettirir, kral olur ve Astarté ile evlenir.
Zadig’den çıkan sonuç: Her şeyden önce Zadig bir toplumsal ve dinsel eleştiri
eseridir: Voltaire kadınların hafifliğini, erkeklerin aptallığını, yargıçların
bozulmuşluğunu, saraylıların alçaklığını, prenslerin körlüğünü, rahiplerin
fanatizmini (aşırı, körü körüne tutuculuk) herkese duyurur. Başka bir deyişle,
Zadig Voltaire’e has düşünme tarzının yeni bir aşamasını göstermektedir.
Mutluluk ona Kibarlar devrine ulaşmaktan daha zor görünür, kahramanın akıllı
olması şüphesiz zaferi kazanıyor ama talihsizlikleri de beraberinde taşıyor.
Sonuçta, dünyada her şey iyi kötü gitmektedir: anlamadan olacağa boyun eğelim.
Lunéville’li saray adamı (1747-1750) –
Voltaire, Lunéville’de, Mme du Châtelet’ye eşlik eder ve Louis XV in kayın pederi kral Stanislas’ın yanında, Commercy’dedir. Elde ettiği başarıya rağmen bu sarayı pek parlak bulmaz. 1746 da Mme Châtelet ölür. Buna gerçekten üzülmüş olan Voltaire Cirey’e sonra da Paris’e döner, orada yeğeni Mme Denis’nin evine yerleşir. Fransa sarayında saygınlığını yeniden kazanmayı boş yere dener. Uzun kararsızlıklardan sonra, kendisine Berlin’de mabeyinci görevini sunan Prusya kralı Frédéric’in ısrarlarına boyun eğer.
Berlin’de bir saray adamı (1750-1753) –
Voltaire 1750 Haziranında Prusya’ya hareket eder. Mektuplarında sevgi ve hayranlık ifade eden filozof kral II nci Fréderic’in bir bakanı olma ümidine kapılır. Potsdam’da görkemli bir şekilde karşılanır, 20 000 lira şeref ödeneğini, mabeyinci anahtarını ve kraliyet kurum haçını alır. Hayranlık içinde “le Salomon du Nord = Kuzeyin Süleymanı” adlı eserini kutlar ve Frédéric’in matematikçi Maupertuis ve materyaliste filozof La Mettrie gibi Fransız bilginlerini bir araya getirdiği bu Eflatun “ şölen” lerini över.
Ama çok geçmeden kralla misafiri arasında ciddi anlaşmazlıklar doğar: “zaman tatlı bir soğukluğa dönüşür”. La Mettrie bir gün Frédéric’in Voltaire hakkında söylediği bir cümleyi ona iletir: “portakalı sıkar posasını atarlar”. Çok geçmez Voltaire’in Prusya Akademisi başkanı Maupertius ile arası açılır ve ona “Diatribe du docteur Akakia” da şiddetli bir şekilde saldırır; Frédéric bu yergi yazısını yaktırır. Bunun üzerine Voltaire hasta olduğunu bildirerek tatile çıkar. Kademe kademe Fransa’ya varır ama Frédéric’in bir emriyle Francfort’da beş hafta hapis tutulur. Hayal kırıklığından dolayı intikam almak için sandığında taşıdığı kraliyet şiirlerini teslim etmek zorunda kalır.
Tarihçinin olgunlaşması: XIV ncü Louis yüzyılı (1751) –
1732 den itibaren tasarlanan, kısmen Cirey’de kaleme alınan “XIV ncü Louis Yüzyılı” adlı eser Voltaire’in zihnini yirmi yıl meşgul etmiştir. Berlin’de değiştirilip düzeltilen eser 1751 sonunda yayınlanır. Voltaire onu 1756 ya kadar tamamlar. Eser son şekliyle hissedilir şekilde ilk amacından uzaklaşır.
XIV ncü Louis yüzyılı:
Yeni bir felsefi hikaye: Micromégas (1752) –
İlk kez 1739 da düşünülen Micromégas’da Voltaire Swift’in Gulliver’inden esinlenir ve farklı bir sonuç vererek paskal tarzı iki sonsuz konusunu işler. Kararlı bir şekilde, önemsiz sözcükler üzerinde durmadan, tartışılan arı bir kurgudan uzaklaşır ve pozitif bilimlere bağlanmak için boş metafizik yapılanmalardan vazgeçmeyi salık verir.
Eserin kahramanı Sirus gezegeninde yaşayan biridir. Her şey göreli olduğu için, bu bizim görüşümüze göre devasal boyda bir devdir (Micro: küçük; mégas: büyük). O, uzaydaki boşlukta, dünyamıza gelmiş Saturne’lü biriyle birlikte yolculuk yapmaktadır. Kendisine mikroskobik görünen varlıklar keşfeder: Bunlar insanlardır. Onlarla öğretici görüşmeler başlatır. İnsanların iddialarına acıyarak bakar çünkü sefil gezegenlerini âlemin merkezi bilirler ve her şeyin kendileri için yaratıldığına inanırlar. Onları göreseliğe inandırmağa çalışır. Bununla beraber insan o derece cılız ve boş görünümüne rağmen matematik bilimi sayesinde bilgedir. Micromégas dener ve hayran kalır, çünkü duygularını belirtmeye çalışmak için tartışan bu insan filozoflar büyüklüklere değer biçmek söz konusu olduğunda mutabıktırlar.
Lizbon’un yıkımı üzerine şiir (1756) – Lizbon’un kurbanı olduğu deprem, Yaratana ve felsefi iyimserliğe karşı Voltaire’e bir kanıt verir. Bu olay üzerine yazdığı şiir, “la Mondain”den bu yana düşüncesinin ne kadar geliştiğini gösterir. Neden Portekiz’in başkenti yıkılmıştır? Neden binlerce masum insan öldü? Yeryüzünde neden bu kadar ıstırap var? Voltaire dünya düzenin aklımıza gelmediği sonucuna varır. Ama eğer kötülük doğada mevcutsa, en azından insan oraya hatasıyla başka kötülükleri eklememelidir: ahlaki kötülüklerle savaşmalıdır!
Hikâyecinin en üst noktası: Candide – Lizbon depremi üzerine şiir, Voltaire’e, savunma için Providence’ı yazan Jean Jeacques Rousseau’nun hoşuna gitmez. Voltaire görüşünü sürdürür ve üç yıl sonra Candide’de onu açıklar. Bu yeni hikâyenin kurgusu üzerinden Leibniz’in ve onun öğrencisi Wolf’un iyimser doktrinine saldırır. İnsanlara hayatın ilkelerini önerir ve onlara kıt şartlara razı olmayı öğretir.
Candide ya da iyimserlik.
Candide Westpalyalı bir baronun şatosunda, baronun oğlu ve kızı Cunégonde ile Leibniz’in öğretisini kabul etmiş, dünyaların en iyisinde, her şeyin, her zaman en iyi için olduğunu öğreten eğitimci Pangloss’un yönetiminde yetişmiştir. Cunégonde’a âşık olduğu için baron tarafından kovulur, sonra Bulgarlar tarafından zorla askere alınır, kaçar, Hollanda’ya geçer, orada Pangloss’u acınacak halde bulur; şatonun yakıldığını ve orda oturanların katledildiğini öğrenir. Her ikisi de Lizbona giderler, orada depreme şahit olurlar ve engizisyon tarafından ölüme mahkûm edilirler. Candide, Lizbon’da, ailesinin katliamından kurtulmuş olan ve kendisini kurtaran Cunégonde’u yeniden bulur. Sevdiği kızı elinden alabilmek için bir Yahudi’yi ve Büyük Engizisyoncuyu öldürmek zorunda kalır ve onunla Amerika’ya gitmek için gemiye binerler. Candide’le Cunégonde Buenos Aires’e varırlar ama Candide engizisyon tarafında aranmakta olduğu için Cunégonde’den ayrılmak zorundadır ve Paraguay’a kaçar. Orada Cizvit mezhebine girmiş olan, Cunégonde’un kardeşini bulur ve onu bir kavgada öldürür, sonra hayal ülkesi olan, bolluk ve mutluluk ülkesi Eldorado’ya kaçar ama orada oturmaz. Her zaman, her şeyi çok kötü bulan bilgin Martin ile Avrupa’ya gider. Her ikisi de süslü insanlara rastlanılan Paris’te kalırlar, amiral Byng’in kurşuna dizilişini görmek için İngiltere’ye, sonra karnavalın sürgündeki kralları bir araya getirdiği Venedik’e geçerler. Candide İstanbula gider, orada engizisyondan kaçan Panglos’la öldürmeyi başaramadığı, baronun oğlunu ve bir de yaşlanmış ve hırçınlaşmış olan Cunégonde’u bulur. Onunla evlenirler, sıkıntıdan uzak çalıştıkları, küçük bir çiftliğe dostlarıyla birlikte yerleşirler.
Candide’in kötümserliği. – Voltaire, Candide’de, dünyanın bağıntısızlığının ve hayatın
akıl almazlığının altını çizer. Kahramanı geleceğin tesadüfleriyle kötü
serüvenler dizisi içinde sürüklenir. Her yerde kötünün zaferine tanık oluyoruz.
Doğa büyük felaketlere ve pek korkunç hastalıklara yol açmaktadır. İnsanlar
bağnazlık ve kötü alışkanlık zırvalarıyla yönetilmektedir. Bütün sayfalarda
satıcılar, hırsızlar, kaba askerler, baştan çıkmış kadınlar, acımasız
engizisyoncular vardır. Bu, kuvvetlinin zayıfın zararına, işini bilenin kötülük
bilmeyenin zararına çalıştığı zinciri boşanmış kaba kuvvettir.
Candide’in bilgeliği. - Voltaire bununla beraber ümitsizliğe kapılmaz ve
hikâyenin sonucu bize bir bilgelik dersi içerir. Candide ve arkadaşları
sultanın siyasetinden kaygılanmayan, ailesiyle basit ve zahmetli bir yaşam
sürdüren yaşlı bir Türk’le görüşürler. Onun gibi hareket ederek memnuniyeti ve
kalp huzurunu tadacaklardır.”Bahçemizi işlemeliyiz” , Candide’in son söylediği
bu söz gibi. Serüvenlere atılma ya da boş kurgular yerine, her birimiz kendi
yeteneğimize göre kendimizi günlük görevimize adamalıyız ve yardımsever
çalışmamız içerisinde kötümserliğe bir çare aramalıyız. Böylece metafiziğe
kayıtsız kalan Voltaire zekâsının gücünü insanlığın hizmetine verecektir.
Filozof Voltaire. –
Voltaire her şeyden önce bir kalem kavgacısıdır. Onun anlayışı, boş
sistemlerle, sahte fikirlerle mücadele etmektir. İnanç hareketi ya da
düşüncenin yalnızca soyut yöntemleri üzerine kurulmuş olan bütün davranışları
reddeder. Geçersiz kılmakla yetinmez; onun pozitif kanıları vardır ve gerçeği,
bilgeliği, mutluluğu arar.
Voltaire tarzında eleştiri –
Siyasi ve sosyal kurumlar davası: Voltaire ülkesinin yönetimine saldırır.
Monarşinin despotluğu, onun ilkesince hiçbir koşula ve kayda bağlı değildir ve
anlamsızdır, çünkü monarşi aklın kanunlarına değil hükümdarın özencine
dayanmaktadır. Sonuçları bakımından kötüdür çünkü köleliği, zulmü,
dalkavukluğu, tebaanın aşağılanmasını, bakanların, devlet memurlarının,
hâkimlerin satılmışlığını beraberinde getirir. Voltaire özellikle vergi
ayrıcalığına, hükümdar buyruğuna, toprak köleliğine, dolaylı vergiye ve
bilhassa savaşın ve işkencenin acımasızlığına karşı mücadele eder: “Bütün
adaletsizliğin hikâyesi bütün kulaklarda durmadan yankılansın isterim” der.
Dinsel fanatizmin (körü körüne hayranlık, aşırı düşkünlük, bağnazlık)
kınanması –
Voltaire teolojik tartışmalara karşıdır, yürürlükte olan
dinlerle savaşır. Ona göre teoloji temelsizdir: tarihe, metin yorumlamalarına,
filolojiye başvurarak onun yöntemlerinin geçersizliğini ilan eder. Doğmaları
mitolojik masallara benzetir, Eski Akit’te sadece Yahudi halkının çok karanlık
kronolojisini, İncil’de yakıştırma anlatıları görür. Gene ona göre, yürürlükte
olan dinler zararlıdır, onlar Devletlerin içerisinde karışıklığa sebebiyet
verir, dinsel bölünmeleri ve kavgaları beraberinde getirir, cahilliği ve
fanatizmi besler: “ Bütün insanlar kardeş olduklarını hatırlayabilmeliler,
ruhlar üzerinde tiranlıktan tiksinti duymalılar” der (Dieu du Traité sur la
Tolérance).
Metafizik dogmatizmi ret -
Voltaire insana, anlayışının sınırlarını aşan
büyük problemleri çözme yetkisini reddeder. Metafizik yararsızdır: insan
zekâsının sınırları vardır, eşyanın doğasına nüfuz etmeyi bilemez. Tanrı, ruh,
madde ortaya o kadar giz koyarlar ki filozoflar bilinmezliğin çelişkili
karmaşası ile yanıtlarlar: “ Neden varız? Varlıklar neden var? Duygu nedir? Ona
nasıl sahip oldum?.. Bunları derinlemesine anlamadım ve hiç bir zaman da
anlayamayacağım”. Zaten çok önemli değil: Hayatın her zamanki gidişi için metafiziğe
ne ihtiyaç var? Ayrıca metafizik zararlıdır: insanları biri birinden ayıran
karşıt sistemlere ya da tanrıya körü körüne muti Leibniz tarzında optimizm
(iyimserlik) gibi zararlı teorilere yol açar, insan davranışına köstek olur,
oysa insanın daha az mutsuz olması için aralıksız mücadele etmek gerektir.
Voltaire’e göre ideal –
Filozofun buyurduğu “budanmış kâinat” ‘da, bazı ilkeler kararlı durur ve yeni bir yapının
temelini teşkil eder: iyi uygarlaşmış bir toplumda yaşamak, tabii dini
uygulamak ve ahlak yasasına kendini uyarlamak gerektirir.
Siyasi ideal- Voltaire hükümdarı değil keyfi yönetimi
kınar; ama hükümdar davranışını aklın icaplarına uydurmalıdır. Filozofların yol
gösterdiği bir prens, bizzat kendisi de bir filozof olursa, kendi rızasıyla
vazgeçilmez özgürlükleri vererek halkını mutlu eder, bizzat felsefi düşünceyle
olgunlaşmış tabası da seve seve onun koruyuculuğunu kabul edecek, “aydın
despotizm” in yasası altında halkın mutluluğu sürecektir.
Dinsel ideal – Voltaire yerleşik dinleri kabul etmez; ama
tanrısal bir ilke halinde akli inancı değil. Ona göre akıl dünyanın tek
açıklaması olan bir tanrının varlığını tanıtlar: “gerekli, ebedi, üstün ve zeki
olmak”. Bu mimar ve işçi tanrı, değişmez yasalarla dünyayı yönetir, evrensel
düzene dikkat eder, icabında, kendini, güçsüzü koruyan, ödüllendirici ve öç
alan bir tanrı gibi gösterir. Dine gelince, o halk için gereklidir; ama
doğmaları, törenleri (ayinleri) uzaklaştırmalı ve kendini tanrıbilimsel bir
sistem gibi değil de bir devlet kurumu gibi ortaya koymalıdır.
Ahlaki ideal – Voltaire büyük meseleler üzerine mütevazı
ve dürüst düşünceleri değil de metafizik teorileri kabul etmez. Ruhun doğası,
kötülüğün mevcudiyeti, insanın kaderi üzerinde tartışır ama kesinlemelerinde
daima çok tedbirlidir. Beşeri özgürlükle evrensel determinizm (gerekircilik) i
bağdaştırmağa özen gösterir, kötümserliğini asla kısır bir ümitsizliğe
vardırmaz. Her şeyden önce yararlı eylem üzerine titrer ve pratik bir
sağduyululuk öğretir. İnsan kendi mutluluğunu kurmalıdır ve mutlu olsunlar diye
yakınlarına yardım etmelidir: en büyük erdem yardım severliktir, insan türünün
en büyük yasası çalışmadır.
Voltaire’in felsefi eseri – Partizanlık Voltaire’i
göklere çıkardı ya da karaladı. Bu gün onun fikirlerini bağnaz olmayan bir
şekilde yargılamak ve değerleri içinde takdir etmek gerekir.
Voltaire’in felsefesi birçok bakımdan yetersizdir. İnkârda ateşli olan Voltaire
yıktıklarının yerine daima bir şey koymamıştır. Mutlak monarşiyle mücadele etti
ama Prusya’da ki kendi tecrübesiyle aydın despotizmin bir ütopya (hayal ürünü) olduğunu
gördü. Hıristiyanlığa karşı savaştı ama ona karşı belirsiz, anlaşılmaz, yüceltmeyen,
teselli etmeyen bir deizm ileri sürdü. Öteki dünya üzerine söylenen büyük
varsayımlarla savaştı ama kaderin tedirginliğini duyan insanlar düşünceyle
ondan asla kurtulamayacaklardır.
Bununla beraber Voltaire’in pratik sağduyululuğu yerini korumaktadır. Eseri bir yaşam sanatı
ve bir eylem programı içermektedir. İnsanlık için derin bir aşkla, insanın
geleceğinde sağlam bir inanç göstermektedir. Uygarlığın ilerlemesine ve
insanların mutluluğunu samimi olarak istemiş olmasına kesin inanması ona
minnettar olunmayı gerektirir.
Diderot
Langres kolejinde ciddi eğitimden sonra, özgürlük aşığı genç Diderot birçok yıllar bohem yaşamı sürdürür. 1746 yılında La Breton kitapevi ona Ansiklopedi’nin yönetimini emanet eder. Diderot çok çetin zorluklara rağmen, iyi bir sonuca vardırdığı girişim için büyük ilgi duyar. Son yıllarını, kendisini koruması altına alan ve ölümüne kadar övgüler düzdüğü II nci Katerina’nın yardımları sayesinde dinginlik ve rahatlık içinde geçirir.
Diderot yüzyılının büyük ölçüde orijinal simalarından biridir. Işık saçan bir zekâ ve hep hareketli bir hayal gücüyle donanmış olarak insan düşüncesinin çok çeşitli şekillerini kucaklar: bilimler, felsefe, sanatlar, edebiyat ve ateşli silkinmelerle her konu üzerine yazar. Çalışmasını düzenlemediği için dehasını pek dağıttıysa da zamanının en büyük canlandırıcısı ve en gözü pek düşünürü olarak kalır.
Diderot’nun yaşamı
Bohem (1713- 1746)
Çeşitli, eğilimleri bir araya getiren birçok ilin birleştiği kavşakta, Langres’de doğdu. Denis Diderot kendisini kilise yaşamına yönlendiren orta halli ve güçlü burjuva bir aileye mensuptur. Sekiz yaşından itibaren doğduğu şehrin kolejinde Jesuites’ lerin öğrencisidir: inanılmaz büyük kültürünün temeli olan sağlam bir eğitim alır. Bununla beraber babası onu zararlı olduğuna hükmettiği bir etkiden kaçırmak için Paris’e götürür ve d’Harcourt kolejine sokar. Eğitimi bittikten sonra Diderot bir dava vekilinin yanına girer, ama bağımsızlık sarhoşu ve meraka acıkmış olarak kendini yansız bir kültüre doğru zorunlu çekilmiş hisseder ve düşüncenin çok çeşitli şekillerine alışmağa başlar. Yaşamak gerektir çünkü babası onu kendi haline bırakmıştır. Eğilimini yerine getirmek için hiçbir çalışma karşısında geri adım atmaz. Evlerde ders verir, çeviriler yapar, misyonerler (dinyayarlar) için vaazlar yazar, çözüm yollarına, hatta güveni kötüye kullanmalara kendini kaptırır. D’Alambert, Rousseau, Condillac gibi bazı edebiyat insanlarıyla ilişki kurar. 1743 de Anne-Toinette Champion adında genç bir çamaşır yapımcısı kadınla evlenir; az bir zaman sonra, birçok yıl beraber olacağı serüvenci bir hanımla, Mme de Puissieux ile hayatını birleştirir.
Her konuda kalem oynatan (1746-1773) -
Beklenmedik bir olay ona mevcudiyetini saptamasına izin verecektir: 1746 da, onda geleceğin adamını keşfederek kendisine l’Encyclopédie’nin yönetimini bırakan kitapevi sahibi Le Breton’a takdim edilir. 1746 dan 1773 e kadar, Diderot bu devasal teşebbüse kendini adamaktan memnun olmadığı için çok kere çağdaşlarınca bilinmeyen ve bazıları hâlâ basılmamış, önemli sayıda her türden eser meydana getirir. Bu çalışma bir zaman engellendi, 1749 da, “Lettres sur les aveugles à l’usage de ceux qui voient” (Görenlerin istifadesinde Körler üzerine Mektup) ‘nın yayınından sonra, onu ateizme ve materyalizme meylettiren bir düşünce yürekliliği, üç ay gibi bir zaman Vincennes kalesi burcunda mahkumiyetine mal oldu.
Körler üzerine Mektup.
Diderot edebiyata ve felsefeye tutkun olan dostu Mme de Puisieux’ye yönelir. Hareket noktası olarak Réaumur’ün bir sözde doğuştan kör üzerinde uyguladığı katarak ameliyatını ele alır. Körlük üzerine genel düşüncelere ulaşır, sonra hayal ürünü bir hikayenin şeklini benimseyerek bir yaşındayken görmez olan İngiliz matematikçi Saunderson’a ateizmi göz önünde bulundurarak kendi kanıtlarını verir: her bilgi duygulardan gelir; dünyanın düzenine gelince tanrının varlığının bir ispatı olamayacaktır, çünkü yaşama uyamayan aykırı çirkinlikleri kabul ediyor zaten mükemmel olmaktan uzaktır. Özellikle bir tanrısallığa inanmak bir kör için zordur. Zaten bir kör kendisi için önem taşımayan bu inanca hiç aldırmaz: Onun için “ Baldıran otunu maydanoz yerine koymamak çok önemlidir ama tanrıya inanmak ya da inanmamak hiçbir şekilde öyle değil.”
Dram yazarının etkinliği-
Özgürlüğüne kavuşunca, Diderot hemen çalışmaya koyulur ve yiğitçe, felsefe gurubunun başını
çeker. Sonunda tamamen yenileme niyetinde olduğu tiyatroya yönelir. Daha çok “Derval
et moi- (Derval’le ben) -1757 ” adıyla
tanınan “Entretiens sur le fils naturel (Evlilik dışı çocuk üzerine Söyleşi)”
ile “Discours sur la poésie dramatique -1758 (Dramatik şiir üzerine Söylev)”de,
trajedi ile komedi arasında bir ara tür, burjuva dramının kuramını kaleme alır.
Kuramını, beş perdelik ve nesir halinde, ilki (1771) de ve ikincisi (1761) de
olmak üzere, orta sayılır bir başarıyla, birkaç yıl sonra oynanmış olan iki
piyesiyle “Le fils naturel ou les Epreuves de la vertu” ve “le Père de famille”
ile üne kavuşturur. Bu iki eser de zayıftır: şahısların gösterişi, kendince
yargılara varan ve lüzumsuz laf eden özellikleri gülümsetir; tüm insan içtenliği
eksiktir.
Sanat eleştirmeninin görüşü-
Diderot bütün estetik konularına eğilimliydi. 1751 de Ansiklopedi için “Güzel”
konusunu kaleme aldı. Taş baskı ve tablolar biriktiriyor, sanatkârların
atölyelerini geziyordu; heykeltıraş Falconet’ye olduğu gibi, ressam Vernet ve
Greuse’e de yakındı. Aynı şekilde, Grimm, 1759 da, başkanı olduğu “La
Correspondance littéraire” ‘de, Louvre’da iki yılda bir yapılan sanat sergileri
konusunda eleştiri yazmasını önerdiğinde Diderot coşkuyla kabul eder. 1773,
1777, 1779 yılları dışında, 1759 dan 1781 e kadar, salonlardan düzenli olarak
bilgi verir. Sanat eleştirisini icat eden Diderot değildir. 1667 den beri “resim ve heykel
Kraliyet Akademisi” (Académie Royal de peinture et de sculpture) ,
sanatkârların eserleri ya da genel estetik konuları üzerine konferanslar
yaptırıyordu. Diğer taraftan, XVIII nci yüzyılda, le Mercure de France, l’Année
littéraire, le Journal encyclopédique’in, sayısız makaleleri resim üzerineydi;
Caylus kontu 1751 den 1753 e kadar Salonlar’ı daha önce yayınlamıştı. Bununla
beraber tür henüz çocukluk dönemindeydi. Diderot, ilk defa sanatkarlarla
yazarlar arasındaki çiti yıktı; Sanat üzerine geniş bir halk kitlesinin
ilgisini başlattı; oysa onlar kısır ilişkilerle parlak konuşmaları tercih
ederlerdi.
Romancının şaheseri-
Ansiklopedi’nin tükenmez çabasıyla işi
başından aşan Diderot, romanlar yazarak eğlence gereksinimini gideriyordu. Fransa’da
ilk roman XVII nci yüzyılda yayınlanmış olan Mme de la Fayette’in “La Princesse de Clèves (1678) ” adlı eseridir. 1760
da Diderot, açık saçık olan ve kiliseye karşı gelen “la Rèligieuse”’ü, 1762 de
şaşırtıcı bir belagatle söyleşi şekline sokulmuş, yüzyılın ilk aylarında onu Almancaya
çeviren Gœthe sayesinde 1823 de Fransız halkına duyurulmuş olan bir romanı, ”
le Neveu de Rameau” ‘yu yazdı.
Le Neveu de Rameau (Rameau’nun yeğeni) : sinik bir bohemin aykırı düşüncesi.
Akşam yemeğinden sonra, Diderot, satranç oynayanların arasında aylak aylak dolaşmak için, Palais- Royal meydanındaki Régence kafesine girdiği sırada, ünlü bir müzisyen olan Rameau’nun, “yüceliğin ve aşağılığın, aklıselimin ve aptallığın eşsiz karışımı ” garip bir kişilik olan, doğuştan büyük bir hayal ateşi yeteneğine ve ender bir ses gücüne sahip yeğeniyle karşılaşır. Bu bohem, hep kendini barındıracak bir ev arayarak günü gününe yaşamaktadır.
Yeğen şaşırtıcı bir konuşmaya girişir. Onun taşkın zekâsı her konuda en saygısız aşırı düşünceleri işler. İşte o, yeryüzündeki bütün kötülüklerden sorumlu gördüğü dahi insanlara verip veriştiriyor: Bununla beraber dehaya imreniyor, zira pohpohlanmış olmaktan hoşlanıyor. Şimdilik, o asalak yeteneğini kullanamayacak durumdadır: kusurlarından dolayı ona değer biçen kimselerce, nazlı büyütülmüş biri gibi yaşamaktadır. Şeytan neden bir gün mantığı yerinde olmayı kabul etti? Onu kovdular! Kendini alçaltarak bu küslüğü dağıtabilirdi; Daha şimdiden, dönüşünü taklit eder, ama özsaygı krizine girer: kendinin önemsenmemesi dayanılmazdır.
Ne iyi ki, müziği sayıklayan sevdası içinde bir avunma bulur; İşte o, düşsel bir kemanı, sonra klavseni çalmaktadır. Eskiden, müzik dersi veriyordu. Eşsiz derslerdi bunlar! Parayı çalıyor muydu? Hayır! Zenginlerin eski durumlarına gelmesinde onlara yardım ederdi. Daha sonrası için hayat planı çok basit: O, bütün zevkleri kullanacaktır; ahlak kuralları ancak övüngenliktir. Şimdi o, bütün aşağılanmış yazarları kucaklayan bir topluluğun başındadır; herkese hakaret eder. Ne tuhaf! Akıllı insanlar yeryüzüne aptalları kullanmak için gönderilmişlerdir. Ve bununla beraber, bir asalağın hayatında ne kadar çok can sıkıcı şey var! Onları himaye edenler neyden şikâyet ediyorlar? Onu bayağılığına özendiren onlardır. Zaten alçalmasında orijinal olması gerekir: Küçük bir serseriden büyük olanı daha yeğdir.
Birden transa girer; müziği sayıklamaya başlar, bu deliliğe bir yaklaşmadır; satranç oynayanlar oyunlarını keserler. O sonra müzik eleştirisi yapar. Güçlü tutkular gösterterek müziğe daha bir yoğunluk vermek gerekir. Oğlu aklına gelir: hayır, onun müzisyen olmasını istemez. Her çeşit yararlanmaya tehlikesizce ulaşmak için ona en kolay yolları öğretecektir. Kendisi ancak dikiş tutturamamış ve beş parasız biridir. Bu, ötekiler ağzına koyacak bir şey bulamazken birilerinin bolluk içinde yüzmesini hoşgörüyle karşılayan bir toplumun kusurudur. Toplum, insanları herhangi bir şeye gereksinimi olduğunda soytarılıklar yapmaya zorlayarak yozlaştırıyor. Namussuzların pantomimi büyük yer sallanmasıdır. Kimseye tabi olmayan bir tek filozof vardır: evet, şimdi elveda rahat yatak, donanmış masa. Haydi! Aşağılık pantomimi oynamağa devam en iyisi.
Filozofun görüşleri:
Filozofun çalışmaları her türde olmuştur: Salons (Salonlar) adlı eserini kaleme alır; devamlı bir mektuplaşma sürdürür, özellikle de düşüncelerinin sırdaşı olan Sophie Volland ile, romancı ve öykücü çalışmalarını devam ettirir: Les deux amis de Bourbonne (1770), Regrets sur ma vieille robe de chambre (1772), Ceci n’est pas un conte (1772) gibi. Ama bilhassa, aynı yıl yazılmış olan üç küçük eserinde, felsefi fikirlerini belirtir: Entretien entre d’Alembert et Diderot, Rêve de d’Alembert, Suite de l’Entretien (1769).
Rêve de d’Alembert’de Diderot, dostu d’Alembert’in kendisiyle ciddi konular üzerine neşeli bir şekilde tartıştıktan sonra uyuduğunu ve yüksek sesle rüyalar gördüğünü tasarlar. Bu ustaca kurgulanmış düşsel yaratı, Diderot’ya, materyalist bir felsefeye kesin kabulünü gösteren gözü pek varsayımların coşkulu tarzı içinde kendini anlatmasına fırsat verir.
Çariçenin himayesi (1773-1784):
Rusya’ya yolculuk (1773-1774) – Diderot 1763 den itibaren, ona, elinde tutması şartıyla, kitaplığını satın alan Rusya çariçesi II nci Katerina ile mektup ilişkisine girmişti. Diderot, onun kendisine bu iyiliğinden dolayı çılgına döner: Bunun üzerine sanatkârlar ve amatörler yanında imparatoriçenin resmi arabulucusu olur. “İmparatoriçesinin” ısrarları üzerine 1773 ilkbaharında Saint-Pétesbourg’a hareket eder. Orada ilgiyle dopdolu olduğu için, “Kuzeyin Semiramisi” ne övgüler düzerek, bütün Rus İmparatorluğunu allak bullak etmek istediği yedi ay geçirir: Gözü pek önerilerle dolu pedagojik bir program içeren “le Plan d’une Université pour le gouvernement de Russie (Rus hükümeti için bir Üniversite Planı)” yü özelikle kaleme alır. Bu arada, 1773 yılı esnasında, “Jacques le Fataliste et son maître” adlı romanı ve oyunculuk sanatı üzerine orijinal toplu düşüncelerden ibaret olan zengin bir denemeyi “ Paradox sur le Comédien” i yazar.
Son yılları (1774-1784) Diderot 1774 de Paris’e tekrar döner. Çok hareketli geçen yaşantısından kendini bitkin hissetmektedir. Buna rağmen çalışmasına zevk için devam eder: Cebire ve mekaniğe ilgi duyar, portatif bir baskı makinesini ileri sürer, “Essai sur la vie de Sénèque, sur ses écrits et sur les règnes de Claude et de Néron 1778 (Seneka’nın yaşamı, yazıları ve Claudius’la Neron’un hükümranlıkları üzerine Deneme) üzerinde çalışır. Yaşı ilerleyince felsefesi bir parça yumuşar ve genişler: Soyut ilkelerden şüphelenir ve kalpten gelen sezgilere ve yaşamın deneyimine bundan böyle büyük önem verir. Bununla beraber II nci Katerina’nın el açıklığı sayesinde son yıllarını bütün edebi etkinlikleri dışında rahat içinde geçirir, girip çıktığı her yerde, salonlarda, kafelerde, Palais Royal’de, “tanrısallık” görkemini yüceltir. Ama sağlığı kötüleşir ve beyin kanamasından ölür.
Diderot’nun eseri
Kendi fırçasından Diderot:
Çok az yazar, eserlerinde, Diderot’dan daha çok, kendilerinden sevgiyle bahsetmiştir. Kişiliği her yerde, ama bu, mektuplaşmasında ve bilhassa Sophie Volland’a yazdıklarında kendini gösterir ve tam olarak duygu ve düşüncelerini açıklar. 1759 ile 1774 yılları arasında, bu mektuplaşma, kademeli olarak, edebiyat yaşamının en parlak döneminde, yaşamının, ruhunun ve düşüncesinin senli benli günlüğünü dile getirir.
Bir yaşam günlüğü-
Aile çevresi: Ailesinin içine nüfuz ediyoruz, önce 1759 da babasının ölümünden sonra, mirasına konmak için Langres’e döndüğünde: canlı ve neşeli bir kız kardeşle üzgün ve can sıkıcı bir kardeş arasında nazik bir arabulucu rolü oynamaya çalışır; ama taşra yaşamının tekdüzeliği karakterinin hareketliliğiyle uyumsuzdur. O işte Paris’de, Taranne sokağında: onun için evlilik yaşamı çekici değildir; karısı sadık, ama tedirgin edicidir, dar kafalılığıyla onu çabuk bıktırır; o ise evinde, tatsız tuzsuz bir burjuva ortamında sıkılmaktadır. Ne mutlu ki, “çılgınca delisi olduğu” kızı Angélique var: sabırlı bir eğitici olarak, o onun ellerinde uysal bir araçtır, ona erdem dersleri vermeyi, onu kendi görüşünde şekillendirmeyi düşünür.
Dost çevresi: Her şeye rağmen, Diderot aile yaşamına göre değildi. Nitekim tercihen zamanını kâh Chevrette’de dostu Grimm’in ve Mme d’Epinay’ın, kâh Royal sokağında ya da Grandval’da baron d’Holbach’ın evinde geçirir. Baronun salonu Paris’de ansiklopedi hareketinin en parlak ve en gürültülü merkezidir. Orada zamanın felsefe dünyasının en büyük rahipleri toplanır: Condillac, Turgot, Rousseau, Helvétius gibi; Diderot orada sonu gelmez coşkulu konuşmasını ve çılgın düşlemlerini zapt edemez. Glandval şatosunda, alaycı Grimm’le, eğlendirici papaz Galiani’yle, şaklaban Mme d’Aine’le yeniden bir araya gelir; baronla fiziği tartışır ya da doğanın yasasının yerine ahlakın ve dinin buyruklarını getirmek isteyen dine ve bütün bu isyancıların topluluğunu yöneten onun elçilerine karşı şiddetle hücuma geçer.
Duygusal roman: Ama ister Chevrette’de, Grandval’da ya da Paris’de olsun 1755 de tanıştığı Sophie Volland’la devamlı bir mektup alışverişi yürütür. Bütün filozofların okuyucusu ve güzel sanatların dostu Diderot’nun o derece hareketli ruhu, bu duygusal, zeki ve dinsel küçük burjuvazinin ona esinlediği büyük tutkunun içinde yirmi yıldan daha fazla bir zaman hareketsiz durmayı bilmiştir. Diderot onunla, senli benli içini açmalara, temiz kalpli gevezeliklere kendini koyuverir. Aşk onun için derdini dökebileceği en derin mutluluk olmuştur. Olgunluk yaşının romanı kalbini ferahlatmış, ruhunu zenginleştirmiştir.
Bir gönül günlüğü-
Duyarlılık: Diderot’da duyarlık onu yargılamaya ve sağduyuya alır götürür: İlk tepkiyle hareket eder, duygularına hâkim olamaz. Bu duyarlılığın taşkınlığından niteliğinin temel özyapısı doğar: taşkınlık ve ölçüsüzlüğe devamlı bir eğilim vardır. “ Bana öyle geliyor ki ben büyük rüzgârlarda çılgınca düşünen biriyim, hava nasıl olursa olsun, o benim ruh halimdir ” diye belirtir. Diderot hep atılganlığıyla savrulur. Her şeyde aşırıdır, aşkta olduğu gibi dostlukta da; dostlarının boynuna atılır, onları heyecanla kollarının arasında sıkar, kem küm etmekten ve ağlamaktan geri duramaz. Sophie Volland’ı bir defa olsun görme düşüncesiyle, “vücudunun her bir parçasında bir ürperti ve hemen hemen güçsüzlük hisseder”.
Hayal kurma: Bu duyarlılık bununla beraber yüzeyseldir. Heyecandan öteye gitmez. Hatta bazen, gerçek bütün duygular ortadan kalkınca, hayal etme hızlanır. “Hiçbir şey aklını kalbinin yerine koymak kadar yaygın değildir ” der. O zaman boş yere hiddetlenir, kaynağı tamamıyla kelimelerde bulunan yapmacık bir sıcaklıkla duygunun zayıflığını gidermeğe çalışır: böylece erdeme olan hayranlığı ve kötülüğe karşı hoşnutsuzluğu çok kere sadece tumturaklı sözler için düşüncesine sunulmuş bir malzeme, arı bir zihin jimnastiğidir. İkiyüzlü olmasından değil ama yapısından gelen komedyenliğindendir: her şey onda bir sahne ve bir durumdur; o hiçbir zaman kendisi değildir, hep rol oynamaktadır.
Bir düşünce günlüğü-
Coşkunluk: Duyarlı mizacı onu sevgiye eğilimli kılar. “Şu gerçek ki kusurları önemsememek ve niteliklere hayran olmak gibi bir yapım var” diye yazar. Ama coşkusu ölçüsüzdür ve bazı kereler mantığa dayanmaz. Böylece, “Plinius, düşün alanında yüz güldüren ender insanlardan biridir” diye açıklar; karanlıkta kalan Mércier de la Rivière’i, Montesquieu’den daha üstte tutmakta tereddüt etmez. Ona göre o, hayranlık duymada ötekiler kadar önemlidir ve Rêve de d’Alembert (d’Alembert’in Rüyası) konusunda içtenlikle bağırır: “ Daha derin olmak olası değil”.
Mantıksızlık: Zekâsının hareketliliği onu mantıksızlığa sürükler. “Dehanın vazgeçilmez kısmı düzenleyici akıl” a sahip olmadığını kabul eder; Bazı kere aynı sayfada, materyalist olarak düşünür, sonra tinselci olarak; bir yerde bütün eylemlerimizi yararla açıklar, başka bir yerde erdemi inançla yüceltir. Çelişki, zekâsının canlılığı gibidir.
Gözüpeklik: Sonunda, atılgan doğası eserinin benzeri olmayan yürekliliğini açıklar. Bu eser ateşli bir diyalektikten daha az bir kuram, entelektüel, ahlaki ya da dinsel despotluğun bütün şekillerine karşı yorulmaz bir sövgüdür. Bu yıkıcı öfkede Fransız devriminin yakın olduğu günler hissedilir.
Not:
*Gaius Plinius Secundusmilattan sonra 23 yılında doğmuş Romalı yazar ve doğabilimcidir. Yegâne eseri otuz yedi ciltlik “Naturalis historia (Doğanın tarihi)” yı yazdı.
**1767 de II nci Katerina’nın yeni bir kanun çalışması için Diderot’nun girişimiyle Rusya’ya getirttiği Le Mercier de la Rivière (1720-1793) ekonomist ve fizyokrattır.
Filozof
Diderot’nun bir yığın esere dağılmış felsefi ve ahlaki fikirleri hissedilir şekilde değişikliğe uğramıştır, ama onlardan temel sonuçlar çıkarılabilir.
Tanrıtanımaz ve materyalist bir filozof -
1749 dan itibaren, Lettre sur les Aveugles (Körler üzerine mektup) ‘ü yayınladıktan sonra, Diderot gençlik yıllarındaki deist inançlarıyla ilişkisini koparır. Takibeden yıllar boyunca ve Le Rêve de d’Alembert- 1769 (d’Alembert’in Rüyası) ‘e kadar duruşunu sertleştirmekten geri durmaz ve tanrıtanımazlığını açıklar. Bir üstün zekânın her şeyi, genel ya da özel bir takım iyiliğe göre yapmasını, düzenlemesini, hazırlamasını kesin olarak inkâr eder.
Bu tanrıtanımazlık çok doğal olarak materyalizmle sonuçlanır. Dünyada yalnız bir ilke vardır: hareketlilik ve duyarlılıkla donanmış ebedi olan madde : “Tanrının yerine, önce güçlü ve sonra eylem halinde duyarlı bir maddeyi koyunuz, evrende taştan insana dek bütün meydana geleni elde edeceksiniz” diye le Rêve de d’Alembert’de yazar. Bu ilke kabul edildikten sonra sonuçta her şey mekanik olarak açıklanır: gittikçe karmaşık olan uyuşumlar önce mineralleri, sonra bitkileri, sonra hayvanları, sonunda düşünen varlıkları verdi; zihnin işlevleri moleküllerin ince bir oyunuyla açıklanır. Daha sonra, varlıklar arasında yalnız menşe birliği değil ama ayni zamanda doğa birliği mevcuttur. “ Her hayvan az ya da çok insandır; her mineral az ya da çok bitkidir; her bitki az ya da çok hayvandır”; zincirde kopma yok; hepsi birbiriyle tutuşur ve nüfuz eder; ruh vücuda tutturulmuştur; doğum, yaşam ve ölüm aynı gerçeğin değişik görünümleridir.
Doğal ve sosyal bir ahlak- O derece korkusuz materyalist bir doktrin, öncüsünü tamamen yeni bir şekilde ahlak problemini koymağa sevk etmeliydi. Sisteminin sonuçlarını aşırılığa götürerek, Diderot ölümsüz bir ruhun varlığı ve insan özgürlüğünün bilinci üzerine kurulmuş geleneksel ahlakı kabul etmez. Özgürlük sözcüğü ona göre anlamca boş bir sözcüktür: “Bizler sadece genel düzen, eğitim ve olaylar zincirine uygunuz”. Ama hiç özgürlük yoksa övgüyü ve ayıplamayı gerekli gösteren eylem de hiç olmaz. Erdemler ya da suçlar, hepsi dünyayı yöneten kaçınılmaz yasaların sonuçlarıdır.
Bununla beraber, eğer Diderot geleneksel ahlakı kabul etmekten kaçınıyorsa, o doğa ahlakına inanmaktadır: insan doğaya göre iyidir, o kalbinin tepkilerinde en güvenilir kılavuzu bulur; iyilik yapmaktan zevk duyar; erdemin uygulaması zaten çıkarına uygundur, zira “bu dünyada mutluluğu için dürüst bir insan olmak alçak olmaktan daha geçerlidir”. Başka bir deyişle, eğer Diderot kişisel bir ahlakı tasarlamıyorsa, o toplumsal bir ahlaka inanıyordur. “ İç yaşam bir şey değildir; toplu yaşam her şeydir”. Bu noktada Rousseau’yla ters düşerek, toplum yapısı bir yarardır ve insan uygun reformlar sayesinde iyileşmek için çalışmalıdır diye değerlendirir. Gerçek ve tek ahlak “büyük insan ailesi” nin mutluluğuna katkı sağlayandır”.
Diderot’nun etkisi
Diderot xvııı nci yüzyılın en büyük kışkırtıcısı oldu. Etkisi çağdaşlarının üzerinde önemli olmuştur; bu etki xıx ncu yüzyıla kadar uzamış ve hatta günümüzde çok sayıda benzerlik, onu bize bağlamaktadır.
Diderot ve gerçekçi tiyatro: Diderot’nun burjuva tiyatrosu, tiyatromuzu realizme ve bir gerçeği kanıtlamağa doğru yönlendirendir. Sedaine (1719-1797), opera komik libretto (güfte) ları yazdıktan sonra, 1765 de “le philosophe sans le savoir”’ı oynatır: doğruluktan ayrılmaz bir tüccarın konutunda kurulan bu aile dramı, ticarete övgüyü ve bir soylu sınıfının kendini beğenmişliğine yergiyi içerir. Sébastien Mércier (1740-1814), bu ateşli yazar, Diderot’nun nesir halinde dramının formülünü yeniden ele alır; ona göre dram yazarı “erdemin savunucusu ve kötülüğün kınayıcısı” olmalıdır; en tanınmış eseri “la Brouette du vinaigrier (1787)” bir çalışma, tasarruf ve sınıfların erimesi övgüsüdür. Sonunda XIX nci yüzyılın ikinci yarısında, Emile Augier’den Henry Becque’ye kadar tiyatro Diderot’nun düşüncelerinden esinlenmiştir.
Diderot ve XIX ncu yüzyılda eleştiri: Diderot edebiyat ve sanat eleştirisi için bir öncü olmuştur. Sainte-Beuve’ün dediği gibi “heyecan verici, nezaketli ve sürükleyici” olan edebi eleştirisi, Mme de Staël’in coşkunluk üzerine fikirlerinin ve Chateaubriand’da “güzelliklerin eleştirisi”nin habercisidir. “Konu” yönünden biraz fazla saygılı, göz yaşartan sahneler için biraz fazla çabuk alevlenen sanat eleştirisi bir asrın zevki bakımından canlı bir kanıt olarak kalmakta ve bir Fromentin’in ya da bir Baudlaire’in daha teknik çalışmalarına yol açmaktadır.
Diderot ve modern (çağcıl) düşünce: Diderot’nun yeni ve cesur felsefi fikirleri pek çok gelecek kuşaklar kazanmıştır. Ahlak anlayışı Bentham’dan Stuart Mill’e, Spencer’e dek İngiliz ütilitarist (yaratıcı) ahlak filozoflarına temel olmuştur. Birçok noktada yüzyılını geride bırakarak, günümüz dünyasında bilimin çok geniş rolünü, doğa bilimlerinin gelişini, Lamarck’ın transformizmini (dönüşümcülük) , Darwin’in evolüsyonizmini (evrimcilik), Claude Bernard’ın eksperimantal (deneysel) metodunu, psikofizik ve psikofizyoloji teorilerini daha önceden sezinlemiştir. Daha genel bir tarzda modern materyalizmin haberini verir.
d’Alembert
Encyclopédie-Ansiklopedi
Ansiklopedi başlangıçta sadece bir kitapevi girişimi oldu: halka son keşiflerin akışında insanlık bilgisinin bir repertuarını sunarak bilimlerin artan saygınlığından yararlanmak söz konusuydu. Ama Diderot, girişimin idaresini üzerine alarak, daha geniş bir amaç edindi: ansiklopediden, boş inanların boyunduruğundan kurtararak insan zekâsının görkemine yakışır büyük bir eser yapmak istedi. Önce, çıkmasından şüphe edilen eser, yayınlandığından itibaren en şiddetli saldırılara yol açtı: yönetim tarafından 1752 de ve 1759 da olmak üzere iki kere durduruldu, ancak 1772 de kesin olarak çıktı.
Tartışılamaz yetersizliğe rağmen ansiklopedi bütün yüzyılın devasal gayretini temsil eder; halkın anlayabileceği bir eser olarak Fransa’da bilimsel araştırmalar zevkini ve daha özel olarak teknik mefhumları geliştirdi; savaşım eseri olarak, serbest inceleme ruhu adına, böylece düşüncenin kaynaklarını yenileyerek ve yeni bir ideal yolu hazırlayarak geçmişin fikirlerini ve kurumlarını topa tuttu.
Önemli tarihler:
1751- Ansiklopedinin I nci Cildinin Ön sözle birlikte yayınlanması.
1752- İlk iki cildin yasaklanması.
1758- Rousseau’nun d’Alembert’e mektubu ve Helvétius’un kitabı De l’Esprit’nin yayınlanması.
1759- Ansiklopedinin ayrıcalığının kaldırılması.
1765- Son on cildin yayınlanması.
1772- Son resim ciltlerinin yayınlanması.
Ansiklopedi kavgası
Diderot’nun çekilmeden ve yarar gözetmeden hayatının büyük kısmını adadığı ağırlıklı eserin ortaya çıkması için yirmi yıldan daha fazla zaman gerekti ve en şiddetli saldırılarla karşı karşıya kaldı.
Büyük bir girişim: XVII nci yüzyılın sonunda ve XVIII nci yüzyılın başında çok sayıda ansiklopedi yayınlanmıştı: Moreri’nin, Beyle’ninkilerden (1697) ve Trévoux’nun sözlüğünden başka, bilimler, felsefe ya da güzel sanatlar sözlükleri halkın anlayacağı nitelikte eserlerin halka yararını göstermişti; ama bu çeşitli yayınlar son keşiflerden habersizdi.
Doldurulacak bir boşluk vardı. Yayıncı- basımcı Le Breton, Ephraïm Chambers’in “Cyclopedia or Universal Dictionary of the Arts and Sciences” ını Fransızcaya çevirme fikrini tasarladı. Bu derleme 1727 de, Londra’da hatırı sayılır bir başarıyla yayınlanmıştı. Yabancı çevirmenlerin fırtınalı kavgalarından sonra, bir tıp eserini çevirten Breton, Diderot’ya başvurdu.
Diderot sevinçle kabul etti. Hemen orijinal eser yapma projesini tasarladı: Ansiklopedi Bayle’nin sözlüğü gibi yalnız insan üzerine bilgilerinin bir repertuarı olmayacak, geçeri kalmamış doktrinleri çökertecek ve insan zekâsının gelişmelerini gözler önüne serecektir. Girişimden yana olan Augeusseau şansölyesi, 21 Ocak 1746 da imtiyazı onaylar. Diderot önce, bütün Avrupa’da matematikçi olarak ün yapmış olan d’Alembert’in katkısını sağlar, sonra gerçek bilginlerden tanınmamış “dükkân çırakları”na kadar, bütün uzmanlar ordusunu toplar. 1750 de eserin yakında yayınlanacağını haber veren tanıtım ilanını başlatır.
İlk çarpışmalar (1751-1752) : “Edebiyat adamları topluluğu tarafından hazırlanmış Ansiklopedi ya da Sanatlar ve Zanaatların açıklamalı sözlüğü” ‘nün ilk cildi d’Alembert’in giriş söylemiyle 1 Temmuz 1751 de çıktı. İkinci cilt Ekim ayında çıkar. Filozoflar pek sevinirler, çünkü katılanlar akın etmektedir; ama alınan bütün tedbirlere rağmen, Jésuites’ler (Cizvit tarikatı mensupları) şiddetle protesto ederler ve Ansiklopedi’ye karşı, dine saygı gösterilmediği ve kendilerinin Trévoux sözlüğüne zarar verildiği için yergi başlatırlar.
1751 Kasımında, Ansiklopedi’nin yapıt ortağı başpapaz Prades bir ilahiyat doktora tezi sürdürmektedir; bu tez Sorbonne’da parlak bir şekilde kabul edilmiştir, ama Sorbonne hemen sonra bu tezin filozofların kışkırtmasıyla yazılmış olmasından şüphe ederek düşüncesinden vazgeçer; İlahiyat Fakültesinin Genel kurulu mezhep sapkınlığı olarak papazın on önerisini kınar, rütbesi düşen papaza bir tutuklama emriyle gözdağı verilmek istenir. Bu, hiç kuşku yok, Ansiklopedi’yi incitmek için bahanedir: 7 Şubat 1752 de bir Danıştay kararı ilk iki cildi yasaklar.
Ateşkes (1752-1756) : Bununla beraber, filozoflara karşı, düşünce topluluğu itirazları ortaya koydu. Mme Pompadour, Jézuvites’lere kızdığı için, Ansiklopedistlere zulme, karşı çıkar. 1752 Mayısında Konseyin kararı kaldırılmış olmamasına rağmen, yönetim Diderot’ya ve d’Alembert’e esere yeniden başlamaları için ricada bulunur.
Diderot hemen çalışma arkadaşlarının büyük isteğini yeniden canlandırır. Girişim gelişme evresine girer gibidir: katılım hiç görülmediği kadar çok sayıdadır; halk görüşü çok elverişlidir; Kitapevinin idaresiyle yükümlü M. de Malesherbes, Ansiklopedicileri destekler, takip eden dört cilt ciddi bir zorluk olmadan çıkar (1753-1756).
Terslikler (1756-1760) : Aynı düşüncede olmayanlar vazgeçmiyor, gizlice hareket ediyorlardı. Üç olay yeniden şimşekleri Ansiklopedi’nin üzerine çekti.
-Cacouacs yergisi: Le Mercure de France, 1757 Ekiminde, karşı düşünceden Fransız kilisesine mensup ilahiyat doktoru Joseph de Saint Cyr diğer adıyla Odet-Joseph de Vaux de Giry adında bir papaz tarafından kaleme alınmış bir yazı yayınlar. « Avis utile ou premier mémoire sur les Cacouacs » başlıklı bu makalede yer alan Cacouacs sözcüğü Caraiblilerden daha yırtıcı, vahşi görünüşlü anlamında kullanılmıştır, Ansiklopediciler’i ve XVIII nci yüzyıl filozoflarını gülünç duruma düşürmek için uydurulmuş bir sözcüktür. Bu zehirli yergi yazısı kendilerince az tehlikeli olmasına rağmen Ansiklopedistlere karşı halkı güldürüyordu. Bununla beraber, Voltaire ile d’Alembert kabullendikleri bu takma adı, sık sık yazdıkları mektuplarda kullanmışlardır.
-Cenevre makalesi: 1757 Ekiminde çıkan yedinci ciltte, d’Alembert’in Cenevre şehrinde oturanları komedi seyrederek eğlenmeğe teşvik ettiği “Cenevre” makalesi vardı. Makale gürültülü dalaşmalara ve Rousseau’nun sert bir cevabına yol açtı: la Lettre à d’Alembert sur les spectacles -1758 (Sahne gösterileri üzerine d’Alembert’e mektup). Çok geçmez, d’Alembert gözü korktuğu için ayrılır, öteki terklerde onu izler. Saldırılar artmaktadır: l’Année littéraire’in redaktörü Fréron, mücadeleye ateşli büyük bir istekle atılır.
- “De l’Esprit” kitabı: Helvetius’un yazdığı de l’Esprit (Temmuz 1758)’nin yayınlanması fırtına kopardı: yazarın materyalizmi Ansiklopedistlerin teorilerini özetliyor gibiydi. 10 Ağustos 1758 de kitap toplatıldı ve yakılmağa mahkûm edildi; Helvetius geri çekilmek zorunda kaldı. 8 Mart 1759 da Danıştay çıkmış olan ciltleri yasakladı ve imtiyazı iptal etti. 3 Eylülde, papa VII nci Clément Ansiklopedi’yi yasakladı. Ansiklopedistlere direngen bir kinle karşı gelen Palissot, komedisi “Philosophes” ‘u başarıyla oynattı (1760). Bütün bu olanlardan sonra, Diderot bir cesaret kırılması krizi geçirir.
Zafer (1760-1772) : Ama Diderot kendini toparlamada gecikmez. Zaten Yönetimin, yayını gizlice teşvik etmemekte çıkarı vardır. Beraberinde beş resim-şekil cildi ile on cilt (VIII den XVII e kadar) 1765 de çıkar. Bundan böyle karşı düşünceden olanların belli başlıları dağılmıştır: özellikle Cizvitler püskürtülmüşdür. Diderot çalışmadan yorulduğu için barışı çok istemektedir. Onun ortak çalışma yapmadığı altı resim cildi 1772 de çıkar. Ansiklopedi’nin daha esnek baskılarda yayınlandığı dış ülkelerde başarı yayılır.
Ansiklopedi ordusu
Yüzyılın aydın ve bilgin olarak bildiği herkes Diderot tarafından ansiklopedi ordusuna yazıldı: her biri “ kendi bölümüne çalıştı”, bu da kendinden önceki sözlüklerle kıyaslanırsa ufak bir orjinallik değil.
Kurucular :
Diderot- Diderot sadece Ansiklopedi’nin ruhu olmadı, onun en yorulmaz sorumlusu oldu. Çok çeşitli sorular üzerine binden fazla makale yazdı (Aristotelesçilik, Tütün, Çivit, Epikürcülük, yapma Çiçekler, Lütercilik). Sanatların ve zanaatların tekniğini öğrenmek için atölyelere ve imalathanelere koştu, ortak çalıştıklarının makalelerini tamamladı ve bütün çalışmayı organize etti.
D’Alambert (1717-1783) – Mme de Tencin’in evlilik dışı oğlu olan d’Alembert çok parlak bir tahsil yaptı ve yirmi üç yaşında Académie des Sciences ( Bilimler Akademisi) ‘a üye atandı. Girişime dünya adamı özelliğiyle donanmış matematik saygınlığını taşıdı: Onun sayesinde yeni görüş, salonlara ve 1754 de seçildiği Akademi’ye girdi. Birçok bilimsel çalışmanın ve edebi eserin yazarı olarak (Mémoire sur la destruction des Jésuites, 1765; Mélange de philosophie, d’histoire et de littérature, 1783), Ön söylevden başka, Ansiklopedi’de Cenevre makalesini ve birçok matematik ve genel fizik makalelerini kaleme aldı.
Yüzyılın büyük yazarları Ansiklopedi’ye tesadüfen katıldılar. Voltaire, bizzat kendisi, önceleri içtenlikle, kendini çalışma arkadaşlarının kafilesine karışmış gördüğünde daha ihtiyatlı olduğunu gösterdi. Bunların arasında bazıları özellikle devamlı oldular: Le chevalier de Jaucourt (1704-1779), Le baron d’Holbach (1723-1789), Marmontel (1723-1799), L’abbé Morellet (1727-1819).
Ekonomist ya da filozof öteki yazarlar, Ansiklopedi’de düzenli olarak çalışmadılar ama mücadelesinde onu cesaretlendirdiler ve aynı ruhla canlandılar:
-Ekonomistler: Quesnay (1694-1774), Turgot (1727-1781).
-Teorisyenler (kuramcılar) : L’abbé de Mably (1709-1785), l’abbé Raynal (1713-1796), Condorcet (1743-1794).
-Sansualist (doyumcu) filozoflar: Condillac (1715-1780), Helvétius (1715-1771)
Ansiklopedi, savaş makinesi
Temel ilkeler: Konuların sonsuz çeşitliliğine, çalışma arkadaşlarının mizaç değişikliklerine rağmen, Ansiklopediciler ortak bir anlayışta çalışma bilincine sahiplerdi. Diderot’nun “Tanıtım ilanı” (1750) ve d’Alembert’in “Ön söylevi” (1751) girişime eğemem olan temel ilkeleri açık bir şekilde işaret ediyordu.
Tanıtım ilanı: Diderot bilimin temel bilgilerini yayan önceki sözlüklere teşekkür ederek başlar. Ansiklopedi, bununla beraber kendine çok büyük bir amaç saptar: bilimlerin ve sanatların katılacağı karşılıklı yardımı ve “her türde, her yüzyılda insan zekâsının gücünün genel görünümünü” ortaya koyacaktır. Bundan başka, bilimlerde ve sanatlarda gerçekleştirilmiş olan önemli gelişmelerden yararlanacaktır. İkinci kısımda, Diderot eserin orijinalliklerinin biri üzerinde özellikle ısrar eder, bu da mekanik sanatlara ve zanaatların tasvirlerine verilen önem sayesinde, teknik mefhumların halka yayılmasıdır. Böylece Ansiklopedi tek başına bir kitaplık meydana getirecek ve “insan bilgilerinin gelişmesine” katkıda bulunacaktır.
Ön söylev: D’Alembert filozoflara kılavuzluk edecek ilkeleri gözler önüne serer. Ansiklopedinin amacı önce, insan bilgilerinin niteliklerini ve bağlantılarını sergilemektir. Oradan, hafıza, muhakeme, hayal gücü olarak üç meleke ayrımı üzerine kurulmuş olan bilim tarih, felsefe, güzel sanatlar şeklinde üç sırada sıralanır. İkinci bölümde d’Alembert, Ansiklopedi’nin, bilimlerin, sanatların ve zanaatların uygulamaları ve ilkeleri içinde hazırlanmış, açıklamalı bir sözlük olması gereğini bildirir. Böylece, yazarın büyük dehaların tarihini anlattığı ve insanlığın nasıl ardı ardına derin bilgiye, güzel yazılara ve sonunda felsefeye büyük ilgi duyduğunu gösterdiği, Rönesans’dan 1750 ye kadar insan zekâsının gelişmelerinin geniş hatlarıyla bir taslağıdır.
Ansiklopedi oyunu: Sansürün şimşeklerinden kaçınmak için, her çeşit tedbiri almak ve dilin çekinmezliğini perdelemek gerekiyordu. Gelenekçi görünümlü bir sunum özellikle daha gözü pek gizli bir düşünceyi saklıyordu.
Anlam- Görünüşte, gelenekten fazlası istenmiyordu. Sosyal bakımdan, en adil dağılımı, yasaların yumuşamasını ve sürüp giden yoksulluğa karşı önlemlerin alınmasını sormakla, siyasi bakımdan ise halkın çıkarında kralın daima otoritesini yerine getirmesi dileğiyle yetiniliyordu. Sonra, dinsel alanda makaleler ilahiyatçılara emanet edilmişti ve sansürün takdirine bağlı tutulmuş olduğundan dogmalarla yetiniliyor ve gelenekçi bir sofuluk gösteriliyordu.
Düşünme biçimi- Ama ustaca düşünülmüş savaş kurnazlıkları sözcüklerin oldukça saydam örtüsü altında gerçek düşünceyi keşfetmeğe olanak veriyordu. Karşıdan saldırılmıyordu, ama yanlamasına saldırılıyor, saflık görüntüsü veriliyordu; eleştiri övgülerin altında sinsice saklanıyor, atıfta bulunma yöntemine başvuruluyordu: sergilenen ve tam gelenekçi bir makale dokuncasız görünüm altında başka bir makaleye gönderiyor, kurnazca saldırılar sızdırıyordu; bu makale de bir üçüncü makaleye gönderiyordu, öyle ki temel makale tamimiyle boşa çıkartılıyordu.
Ansiklopedi’nin kazanımları
Ansiklopedicilerin doktrini: Yeni başlayan bir okuyucu, büyük satırları içinde, Ansiklopedi’nin belirttiği doktrinin yapısını bulabilir. Onu şöyle özetleyebiliriz: insanlık aynı sancılara sonsuza dek mahkûm edilmemiştir; o tartışma götürmez bir şekilde gelişmenin yolu üzerindedir. Oysa bu gelişmeyi tanrı esini önünde aklı aşağılayan ilahiyata borçlu değil, ama aklın tamamen insana ait olan aydınlıklarına borçludur. Gelişmeler şimdiye dek bilimlerin içinde kendini gösterdi, ama felsefe, imparatorluğunu genişlettikçe öteki alanlarda da, “bizim gibi düşünmeyenleri hiç küçük görmemeyi” öğreten hoşgörü fikri sayesinde dinde; hurafelerin kaldırılması ve özgürlük sayesinde siyasette; sonra bize kişisel tutkuları tamamen haklı gören “doğal” etik (törebilim) sayesinde ahlakta kendini gösterdi:
Girişimin yankılanması: Ansiklopedi hatırı sayılır bir yankılanmaya sebep oldu: On yedi büyük cilt ve ona eklenen resim-şekil cildi her kitaplığa girdi. Eleştiriden uzak kaldığı söylenemez: dağınık, yamalardan ve parçalardan oluşmuş, çelişkiler, hatalar ve boşluklarla dolu olduğu kabul ediliyordu; d’Alembert ona Arlequin’in ( giysisi çeşitli renkten parçalardan oluşan soytarı) giysisi diyordu.
Bütün bu eksiklerine rağmen Ansiklopedi, kendine önerdiği belgesel ve felsefi amacına iki kat ulaşmıştır.
Toplumda bilimsel araştırma zevkini geliştirdi. Fransızlar entelektüel gerçekliği sadece bilimin vereceği fikrine ve halkın eğitimine katılmak için edebiyatın estetik kaygıları ikinci plana bırakması gerektiğine yavaş yavaş inandılar.
O aynı zamanda “Libre examen” düşüncesini geliştirdi (peşin hükümlerin aksine her insanın sadece kişisel düşüncesinin kontrol edebileceğine inanma hakkı). Herkes kendi kendine düşünmeye alıştı. Uzun zamandan beri filozofların eserleri arasında yolunu arayan asrın yeni düşüncesi, sonunda Ansiklopedi’yle biçimlendi ve o zamana kadar belirsiz olan bir zafer kazandı.
Jean-Jacques Rousseau
Maceralı bir delikanlılıktan sonra, Jean-Jacques Rousseau kendisine zihnini geliştirmeye ve duyarlılığını inceltmeye fırsat veren yaşam şartlarını Mme Warens’in yanında bulur. Sonra yüksek sosyeteye girer çıkar, yaşamını yeniden kurar, yüzyılın adetlerini beğenmez ve özellikle “la Nouvelle Héloise” (Yeni Héloise) de doğaya uygun bir yaşam biçimini göklere çıkarır. Emile’in 1762 de yayınlanmasının ardından, kovuşturulduğu için yurt dışına kaçar ve bir sürgün kaderiyle tanışır. Karşılaştığı deneyimlerden allak bullak olduğu için “ Confessions” (İtiraflar) da gelecek kuşakların gözünde kendini temize çıkarır, sonra yalnızlığa gömülür ve “Rèveries d’un promeneur solitaire” (Bir yalnız gezenin düşleri) i eğlenmek için yazarak kendini daha iyi tanıma olanağı bulur.
Jean-Jacques Rousseau’nun ateşli bir mizacı ve mantıksal yapılanmaya dönük bir zekâsı vardır. Eseri birbirine uygun bir sistem halinde ve güçlü bir coşku esintisiyle düzenlenmiştir. Geleceğe doğru yiğitçe dönmüş olarak devrimci düşünce üzerinde önemli etki yapar ve Fransız edebiyatını romantizmin yoluna sokar.
Rousseau’nun yaşamı:
Gençlik yılları (1712-1749):
Çıraklık (1712-1732) : Cenevre’de doğan Jean-Jacques Rousseau Fransız kökenli Protestan bir aileye mensuptur. Dünyaya gelirken annesini kaybeder. Tuhaf bir adam olan babası Isac Rousseau onu oldukça kötü yetiştirir. Çocuk, çok genç yaşından itibaren, doğal eğilimini düş kurmaya özendirecek romanlar okur. Isac Rousseau bir kavganın ardından ülke dışına çıkmak zorunda bırakıldığı için Jean-Jacques Rousseau, Bossey’de, papaz Lambarcier’nin yanında pansiyonda kalır (1722) . Ama o en ufak bir baskıya katlanamaz. 1724 de halası evine alınır. 1726 da, gönderildiği mahkeme kaleminde stajdan sonra, kırıcı davranışlarına dayanamadığı gravürcü Ducommun’ün atölyesine çırak verilir. 1728 de bir Pazar akşamı, gezinti dönüşü şehrin kapılarını kapalı bulması üzerine, Fransa’ya doğru macera için yola çıkar.
Başıboş (1728-1732) : Jean-Jacques Rousseau, kendisini barındıran bir papazdan Hıristiyanlığın temel bilgilerini öğrenir, papaz onu Annecy’de, az önce Katolikliğe dönmüş olan genç bayan “Mme de Warens”’ e gönderir. Karşılaşma kararlı ve unutulmazdı. Mme de Warens onu vaftiz olacağı Turin’e, Hospice des Catéchumènes ( Hristiyanlığa girmeğe hazırlanan kimselerin kaldığı elginler konağı) ‘e gönderdikten sonra o artık bir Katoliktir; onun için maceralı bir yaşam başlar. Mme de Vercellis’in yanında Rousseau uşak olarak çalışır, sonra kont Gouvon’un yanına girer; Annecy’deki seminerde beş ay kalır ve eğitim başkanıyla birlikte dolaşırlar, sonra Lyon’da ayrılır; yeni serseriliklere atılır, Fribourg ve Lausanne’a geçer, Neuchâtel’de eğleşir, Berne’e birlikte gittiği bir maceraperestle dost olur, sonra Fransa’ya döner, Paris’e gelir ve Mme Warens’i Chambéry’de yeniden bulur.
Kendi kendini yetiştiren (1732-1741) : Chambéry’de, sonra 1737 den itibaren, baş döndüren güzellikteki “Charmettes” ‘de, şehrin kapılarındadır ve sonra Mme de Warens’in yanında geçen çok güzel ve verimli yıllar. Çok okur; müzik çalışmalarını izler, doğanın seyrini içine sindirir, duyarlılığını ve zekâsını geliştirir. Ama Mme de Warens ondan usanır; Charmettes’den ayrılmak zorunda kalır (1740). Birkaç ay Lyon’da, M. de Mably’nin yanında eğitimci olarak bulunur.
Yüksek sosyeteden kişi (1741-1749) : Rousseau Paris’e şansını aramağa gelir. Bilimler Akademisi’ne başarısız, yeni bir müzik notalama metodu sunar; 1743 de Venedik’de Fransız elçisine eşlik eder, ama sonunda araları açılır. 1744 de Paris’e döner, Voltaire’le bir opera üzerinde birlikte çalışırlar ve 1746 da Mme Daupin’in sekreteri olur. Sosyete onu iyi karşılar: salonlara kabul edilir, Ansiklopedi’nin üyesi olur. Bununla beraber iyi konuşan biri olmadığından aşkta bazı başarısızlıkları olmuştur. Kendini kabul ettirmek istediği ortamdan onu uzaklaştıran, bir otel çalışanı kadınla, Thérèse Levasseur’le ilişkisi olur. “Bulunmuş Çocuklar” yurduna bıraktığı beş çocuğu vardır.
Doktrinin hazırlanması (1749-1762)
Toplumsal yaşamın eleştirisi-
Önsezi: 1749 yılı bir yaz günü, Rousseau, “Lettres sur les Aveugles” ‘ün yayınlanmasının ardından tutuklanan, arkadaşı Diderot’yu görmeğe hapishaneye gidiyordu. Yolda, Dijon Akademisi tarafından 1750 yılı için yarışmaya konulan bir konuyu, “le Mercure de France’da okudu: “Si le rétablissement des sciences et des arts a contribué à épurer les mœurs “ ( bilim ve sanatın gelişmesi geleneklerin iyileşmesine yardımcı oldu mu). Birden bire şaşkınlık içinde, kendinin de yazdığı gibi, gelecekteki doktrininin temel fikrini tasarladı: insan doğal olarak iyidir de toplum ve uygarlık onu bozuyor mu? ya da Diderot’nun ima ettiğine göre, geliştirilecek parlak bir paradoks (aykırı düşünce) olarak bu fikrin ona Vincennes mahkumunca mı esinlendiğini kabul edeceğiz? Her ne olursa olsun, Rousseau onu kendine mal etti: fikir onu yüksek sosyetedeki düş kırıklıklarından yana teselli ediyor ve önceki deneyimlerini açıklama fırsatı veriyordu. Birkaç ay sonra, ilk Söylevini yayınladı ve bu, en genel şekliyle ünlü kılacağı tezi güçlendirdi: uygarlığın gelişmesi, gelenekleri iyileştirmekten uzak, insanın ilkel erdemi için zararlı olmuştur.
Uygarlığın zararları: “Discours sur les Sciences et les Arts - 1750 (Bilimler ve Sanatlar üzerine Söylev) .
Birinci kısım-
Olaylar gösteriyor ki geleneklerin zayıflaması hep aydınlanmanın gelişmesiyle yan yana yürüyor. Rönesans’tan bu yana kibar ve kültürlü olan Fransız toplumu eski erdemlerini yitirmiştir: bugün yapmacık görgü kuralları derin bir ahlaki bozulmayı saklamaktadır. Tarih Mısır, Yunan, Roma ve bazı modern devletler için aynı saptamayı yapma olanağı vermektedir; aksine İsviçre ya da “Amerika’daki vahşiler” gibi ilkel cehaletin çok yakınında kalmış halklar erdemlerini ve mutluluklarını korumuşlardır. Tarihteki Ispartalılar yumuşatıcı bir kültürün yanıltıcı cazibesine karşı koymayı bildikleri için kendilerinden sonraki kuşaklara eşsiz örnek oldular. Sokrat, Atina’da insan biliminin övünülecek olmadığını gösterdi: Cato, Roma’da onun tehlikesini belirginleştirdi. Helenizm’in ahlakını bozduğu bir Roma’da atalardan kalan erdemlerin simgesi bir Fabricius acaba bu konuda ne düşünürdü? Bir zamanlar iyi yürekli krallarımız, XII nci Louis ile Henri IV modern kokuşmuşluğun görünümü karşısında ne düşünürlerdi?
İkinci kısım-
Düşünülürse, geleneklerin çöküşü aydınlanmanın gelişmesinin mantıklı bir sonucu olarak görünür. Bilimler temellerinde şüphe uyandırırlar çünkü onların her biri kusurlarımızın birini hoşnut etmektedir ve hepsi birden insan kibrini memnun eder. Onlar amaçlarında temelsizdir, çünkü doğanın gereklerine zıt bir lüksün gelişini kolaylaştırırlar. Onlar yöntemlerinde ve sonuçlarında değişkendir. Onlar uygulamalarında tehlikelidir, çünkü işsizliği beslerler, askeri erdemleri ve ahlakın niteliklerini yıkarlar. Dijon Akademisi gibi kurumlar halkın çıkarı endişesini korumak şartıyla yardımsever olabilirler ve ayni zamanda üstün yeteneğe gelişme imkânları vermek akla uygundur; ama modern bir dünyada neye yarayacağı hesaplanmadan yayılmış bir kültürün sonuçlarını önlemek ve vicdanın sesini dinlemek için kendi özüne dönmek önemlidir; gerçek felsefe budur.
Bilimler ve Sanatlar üzerine Söylevler’in getirdikleri: Bu Söylevler’i yayınlamakla Jean- Jacques Rousseau yüzyılının düşüncesine aykırı düşer. “ Aydınlanmanın gelişmesi” ‘ne inançlarını ileri süren herkesle zıt düşer ve özellikle de modern yaşamı, lüksün zevklerini, uygarlaşmış bir toplumun hoşluğunu haykıran Voltaire’le. O, filozoflar ekolünde yetişmesine rağmen, doktrinlerine karşı mümkünse kendini bir mücadelenin şampiyonu gibi gösterir.
Rousseau’nun yaptığı reform (1750-1755) : Dijon’daki akademisyenler, akşama sabaha ünü tanınacak olan Rousseau’ya ödülü verirler. O yaşam biçimini doktriniyle uzlaştırır ve derin bir reforma girişir. Bir zanaatkâr gibi yakasız, önden düğmeli uzun yün giysi (bure) giyer, bir ermeni başlığı takar, müzik notaları kopyalayarak yaşamını kazanmaya çalışır. Operası “le Devin de Village” ‘ı (1752) , bir gençlik eseri olan Narcisse’i (1753) oynatır ama tiyatro için yazmaktan, bestelemekten vazgeçer ve kendini felsefi düşünceye adar. Dijon akademisyenleri ona düşüncesini saptaması için 1754 yılında şu çifte soruyu yarışmaya koyarak yeni bir fırsat verirler: “ İnsanlar arasında eşitsizliğinin kökeni nedir ve o doğa kanununa mı dayanır? Rousseau “Saint-Germain ormanının sessizliği içinde çalışarak ilk söylevinin sonuçlarını yoğunlaştırır ve modern çürümüşlüğün kökeninde toplumsal kurumlaşma olayını ortaya koyar.
Mülkiyetin getirdiği dokuncalar: Discours sur l’Origine de l’Inégalité -1755 ( Eşitsizliğin kökeni üzerine Söylev).
Konuya giriş- Açıklama istemeyen doğal eşitsizlikle, kökenini araştırmanın önemli olduğu toplumsal eşitsizliği ayırmak gerekir.
Birinci bölüm: İlkel insanın tasviri- ilkel insan fizik olarak güçlü kuvvetlidir, çünkü bedenini çalıştırır ve uygar insandan daha çok, hastalıklara dayanıklıdır. Ahlaken sağlıklıdır, çünkü tek sahip olduğu içgüdülerini izler, tutkuların fırtınasını, ölüm korkusunu, gelecek endişesini bilmez. Benzerleriyle ilişki içinde olmadığı için ne iyiliği ne de kötülüğü ortaya koymayı bilmeyecektir: Sadece korunma içgüdüsüne uyar. İçinde bulunduğumuz durumda, doğal eşitsizliğin etkisi azdır ve zayıflar için tutsaklık içermez. Ne yazık ki, bir dizi ayrıntı bu ayni zamanda toplumsal ilerlemeyle ahlaki bozulmayı birlikte sürükleyerek ilk toplumsal durumu değiştirmiştir.
İkinci bölüm: Sosyal insanının oluşumu- İnsanlar önce serbestçe birbirleriyle bir araya geldiler: aileler ve çevre olarak gruplaştılar ama her biri bağımsızdı ve gereksinimlerini kişisel olarak karşılıyordu. Maden sanayinin ve tarımın icadı sonuçta iş bölümünü ve karşılıklı bağımlılık ilişkilerini beraberinde getirdi; toprak işçiliğinden mülkiyet ve kişisel verimliliğin eşitsizliğinden malın paylaşımındaki eşitsizlik doğdu. Ardından zenginler güçlerini garantiye almaya mahsus bir yasamayı kabul ettirdiler; sivil güç çalışmasını planladı ve şeflerle halk arasında bir hendek kazıldı. Bu evrimin son sınırı politik bir baskıyla sosyal adaletsizliği sürdürecek ve artıracak olan otoriter bir gücün gelmesidir. Böylece, özel mülkiyet üzerine kurulmuş bir ekonominin örgütlenmesi yavaş yavaş rezilce bir rejimin kurulmasına yol açacaktır.
Discours sur l’Origine de l’Inégalité ‘nin yürekliliği.-
Öncekinden daha iyi sürdürülmüş olan bu yeni Söylev oturmuş düzen için daha da korkunç görünür. Bilimler ve sanatlar üzerine paradoks (aykırı düşünce) genel olumlulukların üzerine oturuyordu; eşitsizlik üzerine düşünceler daha belirgin kaygılara cevap verir, çok nazik sorunları ortaya çıkarır. Rousseau modern toplumun dayandığı mülkiyet ilkesini ortaya koyar; insanın evriminde maddi etkenlerin öne çıktığını ileri sürer; sosyal sınıflar arasında yandaş bir yasa koyma uygulamasının ve ekonomik güçlerin oyununun kötüleştirdiği çıkar karşıtlığından bahseder.
Siyasi baskı ve sosyal adaletsizlik arasında bir bağlantıyı ortaya çıkarır. Böylece sosyalist düşünceye yol açar. Gene bu noktada, sosyal eleştiri konusunda çoğunlukla daha az yürekli olan filozoflardan ayrılır.
L’Ermitage (Kır evi) da kalma (1756-1757) – Tezin cüretkârlığından korkan Dijon’daki akademisyenler ikinci söylevi ödüllendirmezler. Rousseau zaten başarısızlığı bekliyordu. Ülkesine çekilmeyi düşünür: Genevre’ye döner, Katolik mezhebinden ayrılarak yeniden Kalvenist inancına girer. 1756 yılı başında, Mme d’Epinay’ın Montmorency’deki malikânesi l’Ermitage’da oturma davetini kabul eder. Bu inzivada kendini çalışmaya vererek mutlu aylar geçirir; ama can sıkıcı olaylar sevincini bozar: Thérèse’le annesinin dedikoduları, Kadın arkadaşıyla onun arasına Diderot’nun patavatsızca burnunu sokması, şair Saint-Lambert’in kuşkusuna sebep olan sevgilisi Mme d’Houdetot’ya tutkunluğu, sonunda Grimm’in kötü davranışları onun Mme d’Epinay’ın yanından kovulmasına sebep olur. 1757 yılı sonunda, Rousseau Mme d’Epinay’a Cenevre’ye giderken eşlik etmeyi reddeder; kovulduğu için l’Ermitage’dan ayrılmak zorunda kalır. Diderot’yla arası bozulduğu için, açıkça onunla dövüşür. Ansiklopedi’de, Cenevre makalesini okur: Yazar d’Alembert, orada bazı Cenevreli Protestan papazların liberalizmini övüyor ve şehirde bir tiyatronun kurulmasını diliyordu; Rousseau uzun bir mektupta sertlikle cevap verir, sonra tartışmayı genişleterek tiyatroyla ahlak arasındaki ilişkiler meselesini ortaya çıkarır.
Tiyatronun zararları: Lettres à d’Alembert sur les spectacles (1758) (Sahne gösterileri üzerine d’Alembert’e mektup) -
Cenevreli papazlar hakkında.- D’Alembert, papaz sınıfı nezdinde itibarlarının düşmesi tehlikesi de olsa, Cenevreli bazı papazların itiraflarından yararlanmağa zamansız girişmiştir.
Dram oyunları tehlikesi – D’Alembert Cenevre’de bir tiyatro kurulmasını tavsiye etmeğe zamansız girişti. Tiyatronun gerçek amacı ahlaki yararı değil, alınan zevktir: Tiyatro kurulursa seyirci usanacaktır; onun hoşuna gitmesi için, sahnede, gün ışığında sevdiği tutkuları oynamak gerekir. Ayrıca tiyatro nasıl bir davranış rehberi olabilir? O, boş yere sanal durumlar üzerine yaradılıştan gelen iyi eğilimlerimizi kullanır. Trajedi kahramanı için duyduğumuz acıma felaketimizde işimize yaramaz çünkü hiçbir cesur davranışı beraberinde sürüklemez. Komediye gelince, ya gelenekleri sadakatle dile getirir ama örnek olmaz; ya da bir resimi güldürüye dönüştürür, işte o zaman gülmeyi uyandırır ama erdemli bir öfkeyi değil.
Fransız tiyatrosunun kusuru – Fransız tiyatrosu bu özdeyişleri resimler. Kişileri insan topluluğunun dışında olan trajediden daha çok, içinde hapsettiği insani gerçek sebebiyle komedi tehlikelidir.
Molière’in tiyatrosu bir kötü gelenekler okuludur: en değerli olan değil de en becerikli olan alkışlanır ve erdemli Alceste gülünç gösterilir. Zaten trajedi ile komedinin karakterleri ortaktır: bu ya aşkın resmidir ya da bu resim ahlak bozucudur.
Cenevre’de bir tiyatronun uygun olmaması - Kokuşmuş bir şehirde bir tiyatronun kurulması temenni edilebilir, çünkü o bir dereceye kadar masum zevkler verir, ama geleneklerin saf kaldığı Cenevre’de değil. Daha doğrusu, askeri resmigeçitlere, su oyunlarına ya da jimnastiğe ve hatta evlenecek olan gençlerin karşılaşacakları balolara özendirmeliyiz. “İşte cumhuriyetlere gerek olan gösteriler bunlar!”
D’Alembert’e Mektup’un yankıları: Dram oyunlarını suçlamakla, Rousseau filozoflardan kopmasını onaylamıştır. Uygarlığın aşırı inceliklerine ilke olarak düşmanca olduğu için kendi sisteminin mantığına uyar; ama ansiklopedicilerle aykırı düşer ve onun için bundan böyle acımasız bir karşıtçı olan tiyatronun büyük dostu Voltaire’i bir kere daha karşısına alır. D’Alembert’e Mektup’un yayınlanması Rousseau’nun olumlu eserlerini şimdi gözden geçireceği yalnızlığın başlangıcını işaret etmektedir.
Doğanın yüceltilmesi
Montlouis’de kalma (1758-1762) : 1758 in başında, Rousseau, Montlouis de denilen, Montmorency ‘nin köyünün küçük bir evine çekilir, mareşal de Luxembourg’un öndeliklerine boyun eğer ve onun şatosunda sık sık kalır. Bay ve bayan Luxembourg, onun için, içten ve sevgi dolu ev sahipliği yaparlar. Rousseau onlara çok defa yeni yazmış olduğu sayfaları okur ve dostluklarından yararlanıp, l’Ermitage’daki olayların hatırasıyla oluşan depresyon haline rağmen, hazırlamış olduğu şu üç eseri: la Nouvelle Héloise, le Contrat social ve Emile’i on beş ayda bitirir ve yayınlar.
La Nouvelle Héloise’in amacı: La Nouvelle Héloise, iki sevgilinin birbirlerine yazdığı mektup tarzındaki bu roman, daha önceki eserlerinde olduğu gibi dış koşullardan değil de öz yaşamının derin iniş çıkışlarından esinlenilmiştir. Eser, tutkulu ama erdemli ve doğal yaşama dönüşün iyiliklerine güvenen Rousseau’yu olduğu gibi ortaya koymaktadır.
Bir aşk romanı.- İlk bölümler, tutkunun görkeminde, bir aşk duyarlılığının iç döküşleridir. Rousseau fikri Montmorency ormanında tasarladı. Az önce, l’Ermitage’ a yerleşmesinin ardından, son derece mutludur ve doğanın güzelliklerinden yararlanır. Tanıdığı ve sevdiği kadınların anılarıyla, eserde, Julie d’Etanges’ın soylu ve çekici yüzünü tasvir eder. Sonra yaşamının en saf ve en ateşli aşkı olan Sophie d’Houdetot’ya rastlar; o zamandan beri yaşadığı serüveni, romanında başka bir bağlama oturtur. Les lettres de Saint-Preux à Julie‘dekiler (Saint-Preux’nün Julie’ye Mektupları) ise bizzat yazmak istedikleridir; serüvenleri Mme Houdetot ile sonuna kadar yaşamak istediğidir.
Bir saygı romanı- Saygının egemen olduğu ilk bölümler, aynı şekilde, yaşanmış bir deneyimi alıp başka bir bağlama oturtur. Gerçekte, Rousseau’nun aşkı ümitsizdir: Saint- Lambert’e Mme. d’Houdetot sadık kalır; Rousseau’nun onunla aralarında ancak temiz bir aşk vardır. Bir zaman, bu platonik aşkın sevincini feda etmeden Saint-Lambert ile dostluğunu muhafaza etmeği ummuştur. Düşsel kurgu sayesinde, hayalindeki kurgusunu gerçekleştirir. Romanda, Saint-Preux’nün, Clarens’de, Julie ve M.Wolmar’ın yanında duyduğu masum mutluluk, Jean-Jacques Rousseau’nun Mme d’Houdetot ile Saint Lambert’in yanında hayal ettiği mutluluktur.
Savuncalı roman- Eserin başından sonuna, filozof halka genel davranış kurallarını verir. Böylelikle, Clarens ile ilgili bölümde, Rousseau, kır yaşamını tasvir etmekle onun çekiciliğini ve gelenekler üzerinde sağlığa yararlı etkilerini gösterme arzusunun üzerinde durur: “ Kır ve köy yaşamının sadeliğinde daima insanı etkileyen bir şey vardır. Otları kurutan, şarkı söyleyen insanlarla kaplı çayırlara ve uzaklara yayılmış sürülere bakınca farkında olmadan, nedendir bilinmez, insan duygulanır.” Julie’nin kaleminden uzun bir dini inanç açıklaması yapar: “ Ey barış Tanrısı, iyilik Tanrısı, senin önünde eğiliyorum! Senin eserin olduğumu hissediyorum ve yaşamım boyunca kalbime hitap ettiğin gibi yargı günü yine seni bulacağımı ümit ediyorum.” Böylece Rousseau temel amacını ortaya koyar: toplumsal bozulmayı suçladıktan sonra, ondan uzaklaşmanın ve doğanın arıtan çerçevesi içinde zararsız bir mutluluğu sağlayan bu dengeye erişmenin mümkün olduğunu gösterir.
Romandan siyasi kitaba: Uzun zamandan beri, Rousseau siyasi idealini bir kitapta saptamayı düşünüyordu. Hukukçulardan filozoflara kadar hepsinin yönetim konularında yazılmış bütün eserlerini okudu: Locke’un “Essai sur le gouvernement civil”’i, Spinoza’nın “le Traité théologico- politique” ’i, Hobbes’un “le Léviathan” ’ı, Grotius ve Puffendorf’un kitapları, Montesquieu’nün “l’Esprit des Lois” ’sı gibi. 1753 de, bu çalışmaya bir tür giriş olan, Ansiklopedi’ye verdiği, “le Discours sur l’Economie Politique” “i yazdı; ama 1759 da girişimin zorlukları önünde cesareti kırıldığından notlarının çok büyük bir kısmını ortadan kaldırdı, Le Contrat social halka sunulmaya layık olan bir parça olarak kurtulmuş oldu.
Siyasi ideal: le Contrat social (Toplumsal sözleşme)-1762.
Bölüm I: Sözleşmenin doğası – Bütün despotizmler yasa dışıdır, zira güç hiçbir hukuk yaratmaz. Gerçek otoriteyi kurmak için ilk sözleşmeye kadar gitmek gerekiyor, bir barış antlaşmasına. Bu antlaşma her kişi için, şahsını ve mallarını güvence altına alması karşılığında toplum yararına bütün doğal hukukundan vazgeçmesinden ibarettir. Koşul ve özgürlük herkes için eşit olduğuna göre, böylelikle eşitlik korunmuş olur, çünkü “her biri kendini birine vakfetmiyor; herkese vakfediyor”, insan varsayılan toplumsal bir sözleşmeyle doğal yapıdan vatandaşlık yapısına geçmiş oluyor.
Bölüm II: Egemenlik ve yasa üzerine düşünceler – Egemenlik genel bir iradenin kullanımı olduğu için başkasına verilemez ve bölünemez: hiçbir özel çıkar ortaklığı, ona zarar vermemelidir; ama o bireylerin güvence altına alınmış yasal haklarıyla sınırlıdır. Siyasi birliğin korunması, ortak yaşamın sorunlarına genel iradenin uygulanmasını öngören yasayla sağlanmıştır. Yasa herkes için aynıdır; ama yasamanın biçimi ülkelere, zamana ve bütün özel koşullara göre değişir; onu anlamak ve göz önünde bulundurmak yasa yapana aittir.
Bölüm III: Yönetim ve değişik şekilleri üzerine düşünceler - Yasayı uygulatmak için halk gücüne bir görevli gerektir: bu da yönetimdir. Bütün halkın ya da bir çoğunluğun yönetimine demokrasi, bir azınlığın yönetimine aristokrasi, bir kişinin yönetimine monarşi denir. Demokrasi ideal bir rejimdir, ama az yaşar. Aristokrasi seçimle gelir, en iyi ve en doğal olanıdır. Monarşi en güçlü yönetim şeklidir, ama aynı zamanda genel iradeye en az sadık olandır çünkü “krallar mutlak olmak ister” . Bir yönetimin yozlaşmasından kaçınmak için, kendisine verilen otorite belli sürelerde kontrol edilmeli ve meclisler tarafından yenilenmelidir.
Bölüm IV: Özel kuruluşlar- Genel iradenin değeri bazen tanımazlıktan gelinir; ama o silinip gitmez ve en büyük kitlenin oyuyla belirlenir. Son bölümde, yazar, roma tarihine dayanarak, koruyucu bir Tribuna’nın (Eski Romada halk mahkemesi görevi) kurulmasını tanımlar: istisnai başvuru durumunda diktatörün, iyi geleneklerin koruması güvencesi için sansürün ve sonunda yurttaşlar arasında inanç birliği için uygar bir inancın koruyuculuğu gibi.
Contrat social’in anlatmak istediği – Contrat social, Rousseau’nun, kişinin mutluluk özlemlerini toplum yaşamının gerekleriyle bağdaştırmayı görme dileğine cevap verir. Eser siyasi nezaketin halkın iradesine saygı göstermeye dayandığını, vatandaşların her zaman kaderlerinin sahibi olarak düşünülmüş olmasını ilke olarak koyar. Ama ortaklık, halkın çıkarının her bir kişiye zorla kabul ettirmek gerektirdiği katlanmalara egemence karar verir ve bu ilkenin sertliğinin, günlük yaşamda, otoritenin kötü kullanımlarına götürülmesinden daima korkulmalıdır. Rousseau bizzat kendisi tehlikeyi belirtiyor; O, çok kere, bir halk tiranlığına teorik olarak haklılık sağlamış olmaktan ötürü suçlanmıştır.
Siyaset ve eğitim-
Her fert bir sosyal topluluğun canlı bir üyesi olduğuna göre, sağlıklı bir topluluk sağlıklı insanlar tasarlar. Gerçek bir cumhuriyetin vazgeçemeyeceği gerçek özgür kişileri nasıl yetiştireceğiz? Bu soruya yanıt vermek için Rousseau kendi eğitim sistemini kurar. Tasarı uzun yıllar içinde olgunlaşır. Rousseau M. de Mably’nin yanında eğitimci olarak çalıştığından beri, eğitim üzerine küçük bir eser yazmıştı: Projet pour l’éducation de M. de Saint- Marie (M. de Saint- Marie’nin eğitimi için tasarı). O, sadece düşünsel bir biçimlenmenin yetersizliğini ilan ediyordu: “ Bir gencin eğitiminde saptanacak amaç, onun yüreğini, düşünce biçimini ve anlayışını oluşturmaktır ve bu benim nitelendirdiğim biçimde olmalıdır” der.
Daha sonra, kurallı ve eksiksiz bir şekilde sorar soruşturur, Montaigne’i yeniden okur, Locke’un çocukların eğitimi üzerine kitabını ve Crousaz, Morelly gibi çocuğun mutluluğu ve yaşamın gerekleri adına geleneksel göreneklere karşı savaşan çağdaş düşünürlerin bütün kitaplarını uygular. Emile’i yazarak, her şeyden önce, bir kitap kültürü döküntüleri arasında kötücü eğitim bilimcilerin, çocuğun ruhuna yerleştirdiği bozulma tohumlarını çürütmek gerektiğini göstermek ister. O halde Emile, eserinin geri kalanıyla sıkı bir ilişki içindedir: Rousseau orada eğitimbilimsel idealini açıklar.
Eğitimbilimsel ideal: Emile (1762).
Bölüm I: Emile beş yaşına kadar.- Bebek, bir sütanneye değil, doğal koruyanlarına emanet edilmelidir: Anne onu beslemeli, baba ona ilk bilgilerini vermelidir. Bununla beraber, açıklamaya uygun olması bakımından, varsayalım ki Emil yetimdir ve sadece eğitimiyle görevli bir dadıya emanet edilmiştir. Çocuğu kırsal kesimde yetiştirelim; soğuk banyolara alıştıralım; hareket serbestîsini yok edecek olan kundaktan uzak tutalım; onu her türlü alışkanlığın kölesi yapmayalım; hiddetlerinden kurtaralım; dilin zorluklarını ona göstermekte acele etmeyelim; basit gereksinimlerini dile getirmesine olanak verecek az sayıda kelimeleri net bir şekilde söylemesi ve doğru olarak kullanmasıyla yetinelim.
Bölüm II: Emile beşten on iki yaşa kadar, vücudun ve duyguların gelişimi.- Genel olarak, vakitsiz bir zorlama olmadan, kendi haline bırakılmalı: doğa ona bakacak ve ona öğretecektir. Bir konu üzerinde onunla tartışmaktan kaçınılmalı, ama yaşına göre davranılmalıdır: Ona ne öğretebilirsiniz? Henüz büyük şeyler değil: o, bilgileri özümleme yetisine sahip değildir. “ Büyük kural zaman kazanmak değil, ama zaman kaybetmek olmalıdır”; bununla beraber onu deneyle biçimlendirelim: eğer öfkeyle camları kırmışsa, onu penceresi olmayan bir odaya kapatalım. Peki, belleğini kuramsal derslerle mi dolduracağız? Ona dilleri, coğrafyayı, tarihi, edebiyatı mı öğretelim? Ona La Fontaine’in masallarıyla henüz tanımadığı toplumdaki bozulmayı mı açıklayacağız? Yararsız ve tehlikeli bir program! Bununla beraber, karakterini biçimlendirmeyi ihmal etmemeliyiz, ne de vücudunu geliştirmeyi ve duygularını inceltmeyi. On iki yaşında, Emil sağlıklı, güçlü kuvvetli, ateşli, tasasız, yaşamaktan zevk alan biri olacaktır.
Bölüm III: Emile on ikiden on beş yaşına kadar. Düşünsel ve teknik biçimlenme.- Emile şimdi zihnini donatacaktır, ama sadece deneyimle: eğitimcisinin kılavuzluğunda, gözlemlemeyi ve olaylar üzerinde düşünmeyi öğrenecektir ve “ bilimi keşfedecektir”; böylece kendisine yararlı olacak olan coğrafya, kozmografya, fizik gibi bilimleri özümleyecektir. Bundan başka, teknik bir eğitim alacak ve bir el zanaatını öğrenecektir: böylece Emile örneğin marangoz olacaktır. Sonunda deneyiminin verilerini gruplandırıp, kıyaslayarak, Emile düşünmeye alışacak, ardından da düşünce yürütecektir. On beş yaşında, “ Emile az şey bilmektedir, ama bildiklerinin hepsi kendisine aittir… çalışkan, yetinmesini bilen, sabırlı, iradesi sağlam, cesaret doludur… kendisini ilgilendiren her konuda erdemlidir”.
Bölüm IV: Emile on beşten yirmi yaşına kadar. Ahlak ve din gelişimi.- Emile’de duygudaşlığa ve acımaya eğilimler özendirilecektir. Ona insanları tanımayı öğretmek için, Plutarque gibi gerçek büyük insanların yaşamını anlatan eski tarihçileri ve bir de gerçek anlamıyla hikâyeler şeklinde kısaltılmış fablları okuma olanağı verilecektir. Sadece on sekiz yaşında, Emile dinsel konulara başlamış olacak: zaten, hiçbir mezhebe zorlanmayacak, ama bütün mezhepler arasından seçme serbestliği olacaktır. Rousseau din ve erdem konusunda örnektir: Kalvenist olarak doğmuş buna rağmen Katolik mezhebine dönmüştür, gerçek bir inancı yoktu. Ama Savoie’lı sade bir papaz, bir alp manzarası önünde, nasıl kendi iç dünyası ve dünyadaki uyum görüntüsü içinde tanrının varlığı sezisini, insanın özgürlüğü kavramını ve gerçek bir ahlak duygusunu düşünmeye başladığını ona gösterdi. İşte Emile dünyaya sokuluyor: sadeliği ve doğallığıyla beğeni kazanıyor.
Bölüm V: Sophie.- Emile nasıl doğal bir genç olarak büyütülmek istendiyse Sophie’yi büyütürken de onun doğal bir genç kız olmasına bağlı kalındı. Ama yetiştirme yöntemleri cinsiyetine uydurulmuştur. Süs merakı yoktur ama Sophie sevimlidir; iyi ki ölçülülükle işlenmiş yeteneklerle donanmıştır; biraz boğazına düşkündür; duruma göre çok duyarlı ve kararsızdır, ama hiçbir zaman somurtkan değildir; sofuluğa kaçmadan dindardır; erdemden yanadır; toplum içinde sevimli ve sadedir, sözünü bilmez çapkınlara karşı kendini savunmada tezdir ve Télémaque’ın dışında, az şey okumuştur. İşte Emile için düşlenen eş: “ birbirlerini görmenin tam zamanı, onların karşılaşmalarına çalışalım”. İki genç karşılaşırlar ve birbirlerini beğenirler. İki yıl süren bir yolculuktan sonra, insanları tanımayı tamamlaması ve siyasi konulara başlaması gereklidir, Emile ile Sophie evlenirler. Bir çocukları olur. Eğitimcilik görevi sona ermiştir.
Emile’in öğretisi – Rousseau’nun eğitim bilimsel ideali çocuğun doğal özgürlüğünü korumak, sonra da ahlaki özgürlüğünü gerçekleştirmektir. Kitabın başından sonuna, özgürlük kavramı birinci plana oturur. Bebek hareketlerinde, çocuk oyunlarında, gençler inancının seçiminde serbest bırakılmalıdır. Bir koruyucu ve bir rehbere ihtiyacı olan çocuk zayıftır; ama zayıf olması bize onu köle gibi kullanma hakkını vermez. Ona eşyaya tabi olmayı, yani insanın şartlarını yöneten doğa kanunlarının önüne geçilemez gücünü öğretmeliyiz, ama ona her zaman haksız ve alçaltıcı despotluk olan, insanlara tabi olma gereksizliğini dayatmamalıyız. Eğilimlerini açıkça söylemesine, özlemlerini ortaya koymasına, dünyayı keşfetmesine yardımcı olalım; ama düşüncesini biçimlendirmekten sakınalım; bizim olan, ona ait olmayan hazır fikirler vermekten kaçınalım; doğuştan gelen kişiliğine saygı gösterelim ve onu sadece karşı koyacak güçte hazırlayalım, daha sonra sorumluluklarına bırakalım. Çocuklara öğretilecek ancak bir bilim vardır o da insanın görevleri bilimidir.
1762 krizi: “Savoyarlı papazın inanç görevi” ’nde Rousseau’nun ilkelerini belirttiği dogmasız din, birçok hristiyana tehlikeli göründü. Emile’in yayınlanmasından birkaç gün sonra, Paris Parlamentosu eseri toplattı ve yaktırdı. Rousseau hakkında tutuklama kararı çıkarıldığı için aceleyle Montmorency’i terk etmek zorunda kaldı. Bir ara Cenevre’ye tekrar gitmeyi düşünür; ama şehir konseyi aynı şekilde Emile’i ve Contrat social’ı yasaklar. Bir müddet Yverdon da konaklar ve sonunda Val Travers’deki Motiers’e sığınır. Başına gelen düşmanca önlemlerin kaynağında onu yakalama ve son yıllarını karartma saplantısı vardır: çağdaşları önünde ve gelecek nesiller önünde kendilerini haklı gösterme saplantısı.
Sürgün (1762-1770) : Rousseau üç yıl Motiers’de oturur. Yakaladığı sessizlik ortamında, Emile’e karşı papazlara yazılı buyrultu çıkaran, Paris başpiskoposu Christophe de Beaumont’a bir cevap yazar. Aynı zamanda, taraftarlarını Cenevre Konseyi tarafından yapılan sertliklere itiraz etmeğe ikna etmek ister: bu 1764 de yayınladığı dokuz Lettres écrites de la Montagne’nın (Dağdan yazılmış Mektuplar) temel konusudur. Bununla beraber Konsey, düşmanlığında ileri gider ve şüphesiz Voltaire tarafından kaleme alınmış “le Sentiment des Citoyen başlıklı yergi yazısı Rousseau’ya karşı kamuoyunu harekete geçirir.
7-8 Eylül 1765 gecesi, Motiers sakinleri evini taşlarlar. Bienne gölünün ortasındaki küçük Saint-Pierre adasına sığınır ve orada mutlu günler geçirir; ama Bern Senatosu onu kovdurur. Sonunda filozof David Hume İngiltere’ye çağırır. Londra’da ve sonra Wootton’da, M. Davenport’un evinde on üç ay geçirir, müzikal herboris’i yazar; ama bozuşmanın sorumluluğunun büyük payı kendisinde olduğu görüntüsü veren, Hume ile arası açılır. 1767 de Fransa’ya döner, uzun müddet konut konut başıboş dolaşır ve sonunda 1770 yılında Paris’te kalmaya karar verir.
Rousseau’nun idealizmi – Bir reformcu olmaktan çok, Rousseau bir mantıkçıdır. Zamanının toplumunu sansür etmekte ateşlidir, en ünlü eserlerinde ideal bir toplumun karakterlerini saptamaktan çok somut bir iyileştirme programı çizmek istedi. Discours sur l’Origine de l’Inégalité’nin başlangıcında, “Olayları uzaklaştırmakla başlayalım, zira onlar soruna değinmiyor” diyordu ve düşüncelerini, gerçek kaynağını göstermekten çok, eşyanın doğasını aydınlatmaya özgü varsayımsal ve koşullara bağlı usavurmalardır diye belirtiyor. Aynı şekilde, Emile hakkında, uyarıyor: “Bir eğitim kitabını okumaya, eğitim üzerine gönül gözüyle gören birinin hayallerinden daha az inanılır” ; onu ilgilendiren “uygulamanın kolaylığı” değil, “projenin mutlak iyiliğidir” ve ekler: “ Bütün özel uygulamalar konuya temel teşkil etmediklerinden, çare olamaz”. Rousseau, teorilerine hangi pratik uygulama koşullarının uygun düşeceğini, özel mülahazaları göz önünde bulundurarak bir sistem kurdu ve başkalarına inceleme görevini bıraktı.
1715 den itibaren bilhassa Lesage’ın, Marivaux’nun, l’abbé Prévost’un sayesinde roman yenilendi. Lesage kendini Molière’in geleneğine bağlıyordu, romanı bilhassa renkliliği ve etkinliğiyle dikkat çekiyor, onu XVIII nci yüzyılın insanı yapıyordu. Marivaux tiyatrosuyla ünlendi, ama roman ününe ün kattı. Antoine-François Prévost şaheseri olan Manon Lescaut ile şöhreti yakaladı. Bernardin de Saint-Pierre eseri Paul et Virginie (Pol ve Virjini) ’yi Rousseau’nun etkisi altında yazdı. Tiyatro dalında, Beaumarchais’nin “le Barbier de Séville (Sevil Berberi) ile le Mariage de Figaro (Figaro’nun düğünü) ” oyunlarını bilmeyen yoktur.
Şiir dalında, XVIII nci yüzyıl, Fransız edebiyat tarihinin en fakiridir. Yüzyılın yegâne şairi olan André Chénier, bu yüzyıl için, “Avrupa milletleri içinde Fransızlar, şiiri en az seven ve onu en az kullanandır” der.
Siyasi hitabet Mirabeau, Vergniaud, Danton, Robespierre, Saint-Just ile ihtilalcı yıllar içinde mücadelenin kararsızlığına uyarak açık şekilde gelişti. Gazetecilik 1791 den itibaren gelişme gösterdi. Eski rejimin, edebiyat ve bilim konularını işleyen dergilerin “la Gazette de France, le Mercure de France, le Journal des Savants ‘ın yerini, politik gündemi konu alan İhtilalın günlük gazeteleri aldı.
SON
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.