- 895 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ARŞAK, ANUŞ, NAİRA ve GÖĞCE BACI’NIN FIRAT’IN BOZBULANIK SULARINA KARIŞAN ÖYKÜSÜ
Naria’ya Nazlı demişler ve büyütmüşler. O bizim Nazlı Halamızdı. Nazlı Hala 1987 yılında dünyadan göçüp gitti, hep öykündüğü ve hasretini çektiği Anuş’una doğru bir kelebek gibi gözden kayıp oldu. Yüzündeki izler derin acıların çizikleriydi, gök mavisine çalan gözleri, acı gülümsemeleri yanaklarındaki gamzeleri çocukluğundan kalanlardı. Rüzgârlı bir bahar gününde yolcu ettik Asırlık Nazlı halayı ve “Bu köyden öksüz ve yetim bir Ermeni kızı geçip gitti” diyemedik.
Şepik, yeni adı ile Yaylacık, Arapkir’e bağlı, Arguvan topraklarına yakın dağların eteğinde fakir bir köydü. Ama insanları mutluydu. İlle de sabahları hayatın başlamadan önce horozların canhıraş ötüşleri ve köpeklerin Sarı’ya doğru sürü halinde oradan oraya koşmalarını ve peşinden gelen eşek anırması ve mal böğürtüsü ile insanların cılga yollarda tarlalara, üzüm bağlarına doğru yola çıkmaları ile köyde bir canlılık başlardı. Hayat öyle güzel akardı ki Şepik’te, ille de güneşin doğması ile ilk ışıkları üst yandaki dağların tepesini bir ışık topu ile taçlandırması ve eteğindeki üzüm bağlarından sonra kuşluk vakti köy meydanına güneşin ışıkları ulaşınca köy apaydınlık olurdu. Bağ bozumundan sonra o dağlara hüzün çöker, dağ başı sislenmeye başlar, insanın sıcak nefesi sert dağ havasına çarpar, küçük bir bulut gibi o sise doğru koşardı. İlle de bu mevsimde Şepik köyünün alt tarafında Kozluk çayının uğultusu Çoban Düzünde yankılanırdı...
Arşak’ın Boz Bayır’da üzüm bağları vardı etrafı badem ağaçları ile çevrili kerpiçten bir bağdamı vardı. Öyle bereketliydi ki bağ iğdesinden, bademinden, ayvasından bir de parmak kadar ceylan gözünden daha kara üzümleri… Anuş, pestil yapardı, elleri çok hünerliydi. Gök mavisi gözleri, sıçankuyruğu belikleri, döşüne inmiş memeleri vardı. Gülünce yanağındaki gamzeler badem çiçeği kıvrımında şekil alır, ayrı bir güzellik katardı Anuş’a. Güzün hep bağ damında uğraşırdı, kocası Arşak hep seyrederdi Anuş’u…
O zamanlar Naira’ya hamileydi, yani iki canlıydı Anuş. Önceki kızı Egine kızamık hastalığından ateşler içinde yanarken tavuk gibi ses çıkararak kollarının arasında sabaha karşı ölmüştü...
O yıl bağlarda bir bereketliydi ki, Arşak hep ıslık çalarak çalışırdı bağda. Bu onun keyfinin yerinde olduğunu gösteriyordu. Bakıra çalan teni, geniş omuzları, tepesinde seyrek saçları dulunları şakağına kadar inmiş tombul yüzlü bir Ermeni genciydi. Lahuraki bir şalvarı vardı, deve yününden bir papağı ve bir de Navasard (At yarışı) dediklerinde kendinden geçerdi. Güzel yakışırdı at sırtına, kırbaç ve çizmeleri sırtında sako heybetli gösterirdi Arşak’ı.
Boz bayırda bağ bozum günleriydi. Anuş ile Arşak kan ter içinde kızgın güneşin altında telaşla üzüm toplarken komşu kızı Almast kendilerine doğru bağırarak geliyordu düşe kalka. Anuş duymadı, Arşak duydu, kızı elindeki sigarasını atıp Almaş’a doğru seslendi, kızın telaşından bir şeyler olduğunu anladı. “Hepinizi, hepinizi köy meydanına istiyorlar, müfrezeler geldi” deyince, Arşak ölümün kol gezdiği günlerde olduklarını zaten biliyorlardı.
Arşak müfrezeleri duyar duymaz katırına atladı, Kozluk çayına doğru sürdü. Tam boz bulanık çayı geçmek üzereydi ki katırın arka ayaklarının üzerine düşüşü ile kendini suyun içinde buldu. Omzundan akan kan bulanık suda hızla köpüklerin arasında uzun bir çizgi gibiydi. Sadece bir kaç nefes alabildi ve çayın kenarında söğütlerin altında pusu kurmuş müfrezeleri gülerken gördü son nefesinde…
Anuş köy meydanına gelmişti, bakıra çalan teninden çizgi çizgi yanaklarında korku sarısı düşmüştü, Naire ise kucağında henüz üç yaşına yeni basmıştı. Onu öyle bir kucaklamıştı ki, buna dokunmayın alın canımı der gibi bir hali vardı.
Müfreze komutanı, “Bizim dediklerimizi yapmayanı anında öldüreceğiz, düşün önümüze” dedi. On altı atlı müfreze mangası Kozluk Çayı, Sarıçiçek Yaylası, Deli Memetler, Çeki Dağının eteğinden Halincek Deresine, oradan Şatıruşağı Horumhan gediğinin altından şimdiki Gecekondu köyünün doğusunda küçük gölet olan yörenin Baz Gölü dedikleri yerde mola verdiklerinde tam kırk sekiz saattir açtı ve susuzdu Anuş, köylüleri ve akrabaları…
Gebüklü Sarı Yusup’un sabah sabah kulaklarına inleme ve feryat sesleri, at kişnemeleri geliyordu. Önde erkekler kendirle birbirlerine bağlanmış, üstleri başları param parça, açlık susuzluk ve ölüm korkusundan benizleri betleri geçmiş, çoğu kadın ve erkek üç yüzün üzerinde bir kalabalığın Hasan ağanın konağının az ilerisinde idi. Takip ettiğinde kalabalığın Baz Gölünde mola verdiklerini gördü...
Karaca köyüne öküz satın almak için giden Güccük Aslan, Mekköğ, Manışların İsmail dönüşte Gırmaların Gediğe geldiklerinde kuşluk vaktiydi. Ellerini gözlerinin üstünde siper ederek Baz Gölüne baktıklarında mahşeri bir kalabalık gördüler. Müfrezeler azlıklarını açmış bir şeyler yiyorlarken atları kulakları düşmüş bir birine sokulmuş kuyruklarını sallıyor, kalabalık gölün tuzlu suyunun etrafında halka oluşturmuş avuçları ile bulanık sudan içmeye çalışıyorlardı.
Mekköğ, Manışın İsmail ve Güccük Aslan atlarını kalabalığa doğru sürüp müfreze kumandanına yalvarırcasına baktılar sadece, hiç konuşmadılar. Mürfeze çavuşundan gülümsemeli yüz bulan Mekköğ göl kenarında bitkin çamurların içinde yarı baygın sıkı sıkıya kucağında tuttuğu Naira’yı at sırtından eğilerek çarpıp tekine aldı, almasıyla Anuş’un “Naira’m!” diye iniltisi duydu ve Baz gölünün çamurlu çorak suyunu içmek için eğilip öyle kalmış Anuş’un başı Baz Gölünün çamuruna düştü. Nazlı Mekköğ’ün terkinde çığlık ata ata anasına bakarken Hırın’ın gedikten aşmışlardı. Şaşkın gözleri kan çanağı…
Narin’i Manışlar büyütmüş, Peğyeri’ne gelin gitmişti. Ocak başında, yayık yayarken ikindi vakti duvar diplerinde kıtça hayal meyal anımsadığı çığlık atarak ayrıldığı Anuş’una ağıtlar yakmış. Göğce Bacı ana karnında bu ağıtlarla dünyaya gelmiş. Bir tatlı dili var, bir de ağıtları. “Ölem ölem ben ölem” der öykünür, hep yaşlıdır gözleri. Meyyitlerde mendil elinde, sallar mendili de yakar ağıtı. Yanar yüreği, kim görse “gurban olam” der, öksüz ve yetim sayar herkesi. Dili tatlı, yüreği yanıktır Göğce Bacının. Işıklar içinde yatasın emi köyün Göğce Bacısı...
Naria’ya Nazlı demişler ve büyütmüşler. O bizim Nazlı Halamızdı. Nazlı Hala 12 Mart 1987 yılında dünyadan göçüp gitti, hep öykündüğü ve hasretini çektiği Anuş’una doğru bir kelebek gibi gözden kayıp oldu. Yüzündeki izler derin acıların çizikleriydi, gök mavisine çalan gözleri, acı gülümsemeleri yanaklarındaki gamzeleri çocukluğundan kalanlardı. Rüzgârlı bir bahar gününde yolcu ettik Asırlık Nazlı bacıyı ve “Bu köyden öksüz ve yetim bir Ermeni kızı geçip gitti” diyemedik.
Nazlı hala hayatında çok konuşmadı, hep hüzünlü ve suskundu Göğce bacım ise konuştu, hüznü, ağıtı, masum gülüşleri ile çok sevildi, dinlenildi, güldü ve güldürttü, ağlatı düşündürdü bizi. Yayık yayarken, ikindi vakti duvar dipleri sohbetlerinde ve acılı günlerimizde meyyitlerimizin başında.
İnsanın dünya üzerinde yalnız kaldığı anlar vardır. Böylesi anlarda, içini dökebileceği tek varlık bazen sadece yolu oraya düşmüş bir kelebektir. Yalnızlığın ve dışlanmışlığın acısı, sıradan bir kelebek de olsa bir dinleyici bulduğunda hafifler mi? Bir tatlıydı ki onun dili, meyyitlerde elinde buruşmuş mendili sallayarak ağlattı bizi, onun ağıtları insanın en asi duygularını ehlileştirdi, hüzünlendirdi ve sevdirdi herkese kendini. Anuş’unun kucağında iken Baz Gölünün çorak suyundan eline bulaşanları damla damla diline taşıyan Narin’in kızı Göğce Bacı acılarını böyle hafifletti.
Arşak, Anuş, Naira ve Göğce ve Kelime bacı’nın Fırat’ın bozbulanık sularına karışan öyküsü böylece günümüze gelirken yaşanan acıları da beraberinde getirdi....
YORUMLAR
Sayın çok değerli Ali bey, hikayenizi okurken göz yaşlarıma hakim olamadım, Nazlı halanın ( Nairanın) yerine kendim geçtim bir ara, insanın insana zulmünün en acısdır kendinden olmayanı katledip yok etmek..Oysa bilseler ki 8 bin yıllık,hatta 12 bin yıllık tarihi. sümerler hitit ( hatti) halklarının bu toprakların kadim halkları olduklarını ve tüm dünya ya bu coğrafyadan yayıldıkarını,ve bu kadim halkların ataları asurlar kürt, ezidi, turukku (Türkmen) ermeni, suryani v.s anlaaycağın sonradan isimledirilmiş bir sürü kavim ve milletlerin,aslında atasının bir olduğunu, ve hala günümüzde kardeşin kardeşe zulmünü anlamış değiliz. ve bugün 12 bin yıllık tarihin kalıntıları göbekli tepe kazılarından çıkıyor anadolu topraklarından çıkan atalarımızın ibadet ve tapınaklarının kil tablet ve kayalar üzerindeki kabartma çizimlerinde bugün her ne kadar sunnileştirilip asimile edilerek alevi inancı diye dayatılsada bize geçmişten halabize mesaj ve kalıntılarıyla cem ayinlerindeki figürlere rastlanıyor .. Her canlının yaşam hakkıina saygı duymak varken insanın insana zulmünü hiç bir kitaba inanca sığdıramaycağımız günlerden geliyor ve hala yaşıyoruz bu anlamlı ve bir o kadarda duygu yüklü hikayeniz için sizi tebrik ederim, köy sayfanızdaki köylüleriniz sizinlemutlaka gurur duyuyordur saygı ve selamlrımla..