5) MELEKLERİN ŞİKAYETİ
Trabzon’da ilk günümüz. Otele geldik, iki kişilik odalar tutulmuş bizlere. Ben Sercan ile kalacağım, Toprak ise Fatma diye biriyle kalacak. Odalarımıza yerleştik. Ben Toprak ile geçireceğim zamanın heyecanıyla yerimde duramıyorum tabi. Neyse 1 saat sonra grup Karadeniz Teknik Üniversitesine gidecek, biz Toprak ile Trabzon’u gezeceğiz.
Grup otelden çıktıktan sonra Toprağın odasına gittim, aramızda 4 o da vardı. Kapısını çaldım, içeri girdim. Birkaç dakika hazırlanmasını bekledim. Her zaman hızlı hazırlanırdı yani fazla bekletmezdi beni.
Otelin kapısından çıktık, otelimiz hemen şehir içindeki Usta Park Hotel’di. Otelin hemen yanında Meydan Trabzon diye bir yer vardı. Oraya doğru yürümeye başladık. Tam yanımda Toprak, elini tutmamak için kendimi zor tutuyorum. Neyse meydana geldik hem toprak hem de ben telefonlarımızdan nereye gitsek diye bakınıyorduk. Toprak birkaç tane kafe bulmuş. Bende ona uydum nereyi isterse oraya gittik. Bütün gün Trabzon’u gezdik en çokta sahilinde.
Otele dönerken sahilde bir balıkçı gördük güzel bir mekandı. Toprak “Rakı sever misin?” diye sordu. İlk defa bir kız bana rakı sever misin dedi. Toprak benim için yaratılmıştı. “Rakı… Evet severim ama ilk defa böyle bir soruyla karşılaştım” dedim. Toprağın verdiği cevap çok güzeldi “Bende severim hatta fırsat buldukça evde içiyorum hem erkek dediğin rakı içecek kadın ise o rakıya buz olacak” dedi gülerek. Evet Toprak her zaman benim rakıma buz oldu. Hayatıma anlam, günüme güneş, geceme dolunay oldu. Üstüne birde nefesim oldu.
Masaya bir 35’lik söyledik, Toprak Palamut istedi ben Levrek istedim. Zaten balıkların içinde bir tek Levrek yiyebiliyorum. Toprakla ilk rakı içişimizde, git gide hayran oluyordum. Hayran olmamak elde mi? Kapılmamak, aptallık olurdu. İlk dublemizdi. Arkada Neşet Ertaş çalıyordu. Bizim vazgeçilmezimizdi Neşet baba, her rakı masamıza şahit olurdu.
T: İlk defa bir erkekle aynı masada rakı içiyorum.
B: İlk defa bir kızla rakı içiyorum.
T: Karadeniz’de seninle.
B: Karadeniz’e ilk gelişim değil ama hiç bu kadar güzel bakmamıştım.
T: Önemli olan güzel bakabilmektir zaten.
(Bende ona güzel bakmıştım, güzel görmüştüm.)
İkinci dublemizdi.
B: Hiç kaybolmak istedin mi? (Ben en çok onun gözlerinde kaybolmak istedim)
T: Son zamanlarda çok istiyorum.
B: Kaybolduk bak, Trabzon’dayız. Şuan burada olduğumu bilen yok. Zaten kim ararsa açmıyorum telefonu. Ben yokum.
T: İlkay sayılır mı? Bir tek o biliyor burada olduğumu. Sayılmasa olur mu?
B: Olsun, İlkay yabancı değil. Ama bir daha saymam.
T: Bir daha kimse bilmez merak etme.
Üçüncü dublemiz. İkimiz de hafiften yumuşadık, rahatladık.
T: Hiç fark ettin mi?
B: Neyi?
T: Burası nedense Toprak kokuyor. Yağmur da yağmadı.
B: Evet demek ki, hamurunda var. (Ben seni her gördüğümde alıyorum zaten o Toprak Kokusunu. Diyemedim)
T: Belki de.
Balıklarımız bitmişti. Helvalarımız geldi. Biz dördüncü dubledeydik.
T: En çok ne istiyorum biliyor musun?
…
T: Bir okyanusta boğulmak değil de gökyüzünde boğulmak istiyorum. (Ve benim gözlerim mavi. Anlamamıştım bana söylediğini)
B: Herkes boğulmak ister ve ya belki bir yerlerde birileri…
T: Boğuluyordur.
B: Kesinlikle. Hem yaşamak daha güzel değil midir? Mesela o Okyanusta.
T: Boğulmakta o anı yaşamak değil midir?
B: Peki bir 35’likte daha boğulalım mı?
T: Olur ama başka meze daha isteyelim.
B:Tamam, mesela ben kahveli yeşil elmayı severim ama yoktur herhalde.
T: O zaman garsona söyleyelim de marketten alsın gelsin.
Garsondan rica ettim hemen halletti sağ olsun. İki yeşil elma üzerine Türk Kahvesi.
T: Damak zevkin çok güzelmiş. İlk defa deniyorum ve çok hoş.
B: Masamın vazgeçilmezidir.
T: Bundan sonra benimde masama vazgeçilmez olacak.
Yeni 35’lik açıldı ve beşinci kadehimiz.
T: Cemal Süreya demiş ki “Okyanusta ölmez de insan, gider bir kaşık sevda da boğulur” İşte ben Süreya gibi sevda da boğulmaktan korkuyorum, Okyanus bana kafi.
B: Peki Cemal okyanusa hiç yaklaşmadığı için mi sevda da boğulmuş?
T: Belki, yaklaşamamış olabilir ve ya sadece yaklaşmaya korkmuş olabilir.
Gece ilerliyordu, Toprak rakı içerken de çok güzeldi. Yani içmesini biliyordu. Bazı insan bilmez nasıl içtiğini, sapıtır ama Toprak gerçekten o masanın hakkını veriyordu. İkici şişeyi bitirdikten sonra Türk kahvesi söyledik o orta severdi ama biraz şekersize kaçmış, sert. Zaten hayatında çok az şeker vardı.
T: Diyelim ki; Cemal korktu, peki korkusunda hiç okyanusun suçu yok mudur?
B: Olabilir ama Cemal ne kadar sevdiyse o kadar yaklaşmalıydı o okyanusa.
T: Peki sen, Yaklaşabilir miydin?
B: … … Ben koşmak isterdim ama okyanusa değil, iki göz toprağa. (Bir anda ona ne kadar aşık olduğumu söylemek istedim ama bulamadım o cesareti. Fakat fark etmişti Toprak kelimesinden)
T: … Cemal gibi durman için bir sebebin yok herhalde.
B: Dünyada milyarlarca insan var ve milyarlarca insan öldü ve hepsi de iki göz toprağa gömüldü. Hiç biri sokak meydanlarında, meyhanede veya bir deniz kıyısında kalmadı. Kalsa da zaman içerisinde hepsi topak oldu. Tabiat ana hiç yalnız bırakmadı onları. Peki beni iki göz toprak da sokak meydanlarında, meyhanelerde, deniz kıyılarında çürümeye terk ederse?
T: Sen kendin söyledin; Tabiat ana hiç yalnız bırakmadı onları. Seni de yalnız bırakmaz, elbet sende onun kucaklarında kaybolursun.
B: Ben zaten kayboluyorum o toprakta ama önemli olan bana toprağın altında nefes olabilmekte. Dedim ya zaten kayboluyorum.
T: Kaybolduğun yer, o toprak illa sana nefes olur. Peki ben ne yapmalıyım. Bir kaşık sevdaya mı mağlup olmalıyım? Yoksa Okyanusta mı boğulmalıyım? Okyanus bana nefes olabilecek mi ben boğulurken?
B: Sen kendin söyledin; Boğulduğun yer, o Okyanus illa sana nefes olur.
Sahilde yürüyoruz, Otele doğru ama ilk defa konuşmuyoruz, biz hiç susmazdık. Ellerimiz yan yana tutuşmamak için hiçbir sebebimiz yok. Bir anda kimse kimseye ima etmeden sadece yürürken bir anda ele ele tutuştuk. Toprak bana baktı birkaç saniye göz göze bakıştık, bu kadar güzel olamazdı. Sonra başını omzuma koydu, tarif etmemi ister misiniz nasıl bir duyguydu? O an Azrail gelse “Buraya kadar” dese, gıkımı çıkarmam.
Sahilde bir banka oturduk. Zifiri karanlık gece 2 gibiydi. Zaten zamanın ne anlamı var ki. Restorandan çıktığımızdan beri tek bir kelime bile etmedik. Sadece el ele, başı omzumda yürüdük. Kalbim haykırıyordu, resmen göğüs kafesimi parçalıyordu. O gece bütün melekler benden şikayetçi oldu Allah’a. Mikail; Tabiat benim görevim yağmurları ben yağdırır, rüzgarları ben estiririm ama bu adam bir kız yüzünden öyle fırtınalar estirdi ki, öyle yağmurlar yağdırdı ki ruhu helak oldu. Azrail; ölüm benim görevim ve bu adam sırf bu kız yüzünden içinde milyonlarca insan öldürdü. İsrafil; Kıyametin gelişini ben haberdar ederim ama bu adam kalbindeki seslerle öyle bir kıyamet kopardı ki İnsanoğlunun korkusunu taşıdı ruhunda.
"Yaşanmış ve Geçmiş"
"Yorumlarınız ihmal etmeyin"
toprakveben.blogspot.com.tr