- 878 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
FELEKTEN BİR GÜN
Sabah erkenden öperek uyandırdım seni. Hızlıca hazırlandık ve yola çıktık. Kabataş’a vardığımızda hava bulutluydu. Mevsim normallerinin altında. Güneş bize yüzünü göstermeyecekmiydi diye konuşurken gülüşüverdik. Sarıldık birbirimize olsun dedik. Gittiğimiz heryere Başbaşa olmanın sevincini sıcaklığını biz götürecektik .
İlk durak kınalıydı. Deniz yolculuğu bize iyi gelecekti. Yolcuları teker teker süzmeye, çaktırmadan onların hareketlerini izlemeye daha hareket etmeden başlamıştık. Kimler son olayları konuşuyor, kimler aileden habersiz kaçamak yapıyor, vs vs. Ara ara göz göze gelip tüm bu olan biteni yorumlarken onlarda bizim için içten içe konuşuyorlardır dedik. Ne Mutlu bir çift diyorlardır, yüzlerindeki tebessüme baksanıza diyorlardır dedik. Birer çay alıp elşmize maviye, martılara karşı yudumladık. Kınalıya vardığımızda rüzgar poyrazdan ediyordu.İyiye işaretti bu hava kapalı da olsa nem hissettirmeyecekti bize. Limandan tepelere doğru yürüyelim dedik. Öyle iskeledeki kafelere oturup kahvaltı yapmak cazip gelmiyordu oldum olası ikimize de....içerlere doğru daha küçük , daha sevimli ve ada halkının işlettiği bir yerde karakıldık kahvaltımız için.
Etraf yemyeşil. Bahçe Mora bezenmiş koca bir Erguvan ağacıyla göz zevkimize hitap ediyordu. Adalı evinin mutfağından bahçeye bir kapı açmış dört adet tahta masa ve iskemleleri özenle yerleştirmişti. Masaların üzerini örtü yerine maviye boyamış, birkaç Deniz yıldızı ile istiridye kabuklarından resimler yapmıştı. Muhteşemdi.
Bir yandan kahvaltı siparişimizi veriyor öte yandan adalı kadınla sohbeti ilerletiyorduk.
Birbuçuk saat nasıl da geçivermişti.aceleyle saatimize baktık. Burgaz vapurunu kaçınmadan iskeleye doğru yola çıkmıştık bile. Sapımızda solumuzda iki katlı tek katlı beyaz boyalı bakımlı evlere göz gezdiriyor içlerinde hangi meslek gurubundan yaşayanların olacağını tahmin etmeye çalışıyorduk.
Vapura yetiştik...
Bizle birlikte vapura yetişmek için koşuşan yolcuları seyrediyoruz yine. Güvercinler bir lokma peşinde yerlerde dolaşıp duruyorlar. Köpekler ise oynaşmak istercesine bazen kuşların toplu olduğu yere saldırıyor, hepsini uçurtuyorlar. Kediler yarı korkulu bir şekilde kanepelerin ve bankların altına saklanıyor. Köpeklerden sonra bu sefer de kocaman siyah kargalar ortaya çıkıyor. Hayal mi bu diye bakarken bşrbşrşmize rüzgarın da etkisiyle kucağına iyice dökülüveriyordum. Kulağım göğsünün üstünde yürek atışların vapurun sesiyle birleşiyor daha bir hızla çarpıyordu. Seni seviyorum diyordu bana. Kendimi bir filmdeymiş gibi hissediyorum o an.
İşte Tek tepeli Burgaz karşımızda. Öyküleriyle büyüdüğümüz Sait Faik adaya adım atmaz bizi karşıladı.
“… Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey, …” diyen, 2010 yılında yüzyılın en iyi öykücüsü seçilen Sait Faik Abasınyanık’ın Burgazada’daki evinin önündeydik.Müze tabelasının üstünde “Tadilat dolayısıyla kapalıyız” yazıyor. Üzüntüme bir yenisi daha ekleniyor. Oysa ne büyük umutlarla gelmiştik.büyük bir keyifle evi anlatmayı hayal etmiştim sana. Adada bana eşlik eden, sokak kapısında bırakıp, “Acaba birini görüp bilgi alabilir miyim?” diyerek bahçe kapısından süzülüyorum. Bir de ne göreyim! Sait Faik Kalpazakaya’dan kalkıp bahçenin köşesine gelip oturmuş:
………
– Sen değil misin hişt hişt diyen?
– Ben de duyarım bir ses, amma bulamam nereden gelir?
Nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin!… Bir hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları…
-Hişt hişt!
-Hişt hişt!
-Hişt hişt!”
....
Bu hayale dalmışken arkamdan gelip beni kucakladın. Bir sağımı bir solumu öperek ana geri getirdin beni.
-Hadi, dedin fısıldayarak daha gezilecek çok yer var, gidelim.
Yokuş aşağı ağaçların altından yürüyerek inerken keyfimize diyecek yoktu. İlerde giden faytona yetişip iskeleye gitmek için koşarken arkamdan ; bırak
- gitsin daha erik toplayacağız dedin.
Kırmızı erik ağacını işaret ettin bana ben de arkandan geldim. Bir avuç erik topladık. Çocukların komşunun bahçesinden gizlice ağaçlara dalması kadar heyecanlıydı.
İşte orada ağacın altına oturalım biraz. Bu ağaç bizim geceleri baş başa kaldığımız, saatlerce sohbet ettiğimiz, seviştiğimiz ağaca ne çok benziyordu.
Herkesten uzak Başbaşa olma hissi ikimizi de özgür kılıyordu. Anı yaşamak.... Eriklerimizi yedikten sonra uzanıverdik ağacın altında ikimiz de dalları, yaprakları renklerini aralardan sızan ışık Demet’lerini birkaç dakika sessiz dizerken bana döndün. Kollarımı ellerrşnle sabitleyip öptün, öptün..
Kalbim yerinden fırlayacaktı. Bi gören olmasaydı ya da ağacın dalları bizi bir perde gibi gizleseydi de sen ben, ben de sen olsaydık. ...
"Bu şehir güzelse senin yüzünden."
Nazım Hikmet
Defalarca Ada’lara gidip geldim. Hiç bu kadar aşk dolu, görememiştim . Neden seni yanımda götürememiştim.
Büyükada’nın göğe yakın noktalarından birinde, 204 metre yükseklikteki Yüce Tepe’deki Aya Yorgi Kilisesi, nam-ı diğer Agios Georgios Rum Ortodoks Manastırı na gitmek için yeniden yola koyulduk.
Aşıkların, mutsuzların, evsizlerin Dilek dilediği , adak adadığı kilise....
Seni ve bu gezi sürecindeki yaşadıklarımızı saklamak mümkün olsa, Büyükada da bir kutuya koymak isterdim. Tıpkı Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi adlı romanında anlattığı aşkı aynı isimli müzesinde kutularda sakladığı gibi...
Balık ekmek yemeğe karar verdik. Oldukça açıklığımızı farkettik...
Bu kez bir Rum evini tercih ettik.
Bu arada sana Celil’e Hanım ı ve Yahya Kemal’i anlatmaya başladım ..
Hüzünlü bir AŞK hikayesi:
Celile Hanım için “renkli” biri denebilir. Bunun sebebi Yahya Kemal’le yaşadıkları aşk denebilir.Celile Hanım’ın kardeşi Münevver, şair Oktay Rifat’ın annesi. Ailenin en önemli edebiyatçısı Celile Hanım’ın oğlu Nâzım Hikmet. Ailenin devlet adamı ve edebiyatçı yetiştirme geleneği Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir.
Celile Hanım .
1916 yılının İstanbul’unda sosyetenin ve kültür hayatının buluşup sohbet ettiği önemli mekânlardan biri olan bir tekkede sürekli bulunur. Yahya Kemal burada dikkatini çeken bir kadından gözlerini alamaz. Sadece bir kez göz göze geldiği bu kadın Celile Hanım’dır. Şair o anda aşk ateşini içinde hisseder. İlerleyen günlerde vurulduğu bu hanımın ismini ve yaşadığı yeri öğrenir. Celile Hanım’la yeniden karşılaşabileceği imkânları kovalamaya başlar.
Yahya Kemal, gündüzleri Darülfünun’da ve Bahriye Mektebi’nde dersler vermektedir. Celile Hanım’ın oğlu Mehmet Nâzım’da (Nâzım Hikmet) Bahriye mektebindeki öğrencileri arasındadır. Derslerinden arta kalan zamanda daha çok Büyükada’da Ziya Bey (Gökalp), Hamdullah Suphi Bey (Tanrıöver) gibi edebiyat ve kültür hayatımızın önemli simalarıyla zaman geçirmektedir. Romanda dönemin edebiyatçıları sıklıkla karşımıza çıkıyor.
Celile Hanım bu dönemde eşi Hikmet Bey’le sorunlar yaşamaktadır. Hikmet Bey son derece disiplinli ve düzenli biridir. Sanatçı ruhlu Celile Hanım, çocukları dışında başka ortak payda kuramadığı Hikmet Bey’den ayrılmayı düşünmektedir. Oğlu Nazım 13, kızı Samiye ise 9 yaşındadır. Evliliği sürdürmesinin asıl sebebi de çocuklarıdır.
Yahya Kemal’le Celile Hanım’ın yakınlaşması Büyükada’daki bir piknikle devam eder. Celile Hanım, Yahya Kemal’e daha yakın olmak için Büyükada’da bir ev kiralamaya karar verir. Sürekli devam eden tartışmalarına ara vermek için bu öneriyi eşi Hikmet Bey de makul bulur. Celile Hanım, evden uzaklaştıktan bir süre sonra eşinden tamamen kopar, nihayetinde boşanırlar. Yahya Kemal’le evlilik planları yapmaya başlarlar. İki âşık birlikteliklerini çevrelerinden gizleyemez duruma gelir. Celile Hanım’ın oğlu Nâzım’ın bu duruma tepkisi, ilişkilerinin kaderini belirleyecektir. Asla birlikte olamayacaklardır...
Biz gibi...
Bak gökyüzüne. Yine çıkmış ay. Nasılda aydınlatıyor etrafı, Düş gibi bir gün yaşadık.
Sevgilerimle...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.