- 3450 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Köyde Yangın
Ekim ayı sonları. Hava açık, gökyüzü masmavi, güneşli bir ikindi vakti. Hemen yanı başımızdaki yüce dağlarımızın dorukları çoğu kez bulutlarla kaplı olur. Bu gün gökte bulut yok. Yeşilin en nadide örneğine sahip doğası, mavinin en temiz ve parlak gözlendiği; gökyüzüne yakın köyümde, bir dostumun ziyaretindeyim Köy bir dağ köyü. Kara Deniz Bölgemizin uç noktalarında, dağların yamaçlarında kurulmuş köyümüz. Ne zaman kurulduğu, kimler tarafından kurulduğu, sağlam kaynaklara dayanarak açıklayan yok. Yakın bir akraba ziyaretindeyiz.
Balkonda oturmuş çay içiyoruz. Dostumun evi köyün kenar bir mahallesinde. Hafif bir yamaca oturtulmuş. Yakınlarında başka evler, samanlıklar da var. İki katlı, çoğu, ayvanları saksılarla süslü, ahşap evleriyle mahallelerimiz karşımızda. Yeni yapılan, dış cepheleri gayet tatlı renklerle boyalı yeni modern binalarda hayli fazla köyümüzde. Eski-yeni her evin, samanlığın etrafı meyve ağaçlarıyla bezeli. Çevresinde meyve ağacı olmayan hiçbir bina yok. Adeta yerleşim alanına konutlar değil, meyve bahçeleri hâkim.
Çaylarımızı içerken, ilkokul ve ilk gençlik yıllarımızı yaşadığımız yerleri seyredip ara ara anılarımıza dönüyoruz. Eski bayramları, düğünleri anlatıyoruz. Oturduğumuz balkondan karşımızda, doğudan batıya kadar uzanan tüm manzaraları seyredebiliyoruz. Köyün ilerisinde yamaçlarda, yeşilin en güzel tonlarının barındığı meralar ve daha çok iğne yapraklı ağaçların oluşturduğu ormanlar uzanıyor. Güneş arkamızdan altın ışıklarının tüm tonlarını yansıtıyor ormanlara. Ormanlarda oluşan renk armonisi tanımsız güzel. Tam doğumuzda komşu iki köyün binaları minyatür evler kadar gözüküyor. O uzaktaki iki köyün yukarlarında, azıcık havalar soğuduğunda daha ekim ayı içinde beyaz karlara bürünen sıra dağların görünümü de ikindi güneşi altında bir farklı güzel gözüküyor.
Hoş-beşimiz devam ede dursun, ani bir silah sesiyle irkiliyoruz. Ses yakınımızdan geldi. Nedir? Ne demeye kalmadı. Telaşlı sesler duymaya başladık. Köyde yıllarca barış içinde yaşadık. Bu yaz, ülke olarak yaşadığımız darbe girişimiyle ilgili köyümüzde olumsuz bir haber duymadık. Sesler gitgide artmaya başladık.
“Yangın var! Mahallede yangın var! Koşun komşular!”
Apar topar dışarı çıktık. Hemen yakınımızdaki meyve ağaçlarının arkasındaki evlerden dumanlar yükseliyordu. Telaş ve endişe içinde yangın yerine vardık bir koşu. Bir samanlık yanıyordu. Artık köyde ekin ekilmiyor, tarlalar çayırlaştı. Samanlıklara balyalanmış otlar konuyor. Çatısı galvanizli sacla örtülü içi balyalanmış ot dolu samanlık tutuşmuş yanıyordu. Kısa sürede köyde bulunan yediden- yetmişe, kadın-erkek yangın yerinde toplandık. Bahçe sulaması için temin edilen hortumlarla su sıkıyoruz. Bir taraftan eline geçirdiği kaplarla kadın-erkek hepimiz yangını söndürme çabası içine girdik. Yangını söndürmek hiç olası değil. Kısa sürede, saç kaplı çatısından yükselemeyen alevler, samanlığın kapısından masallarda anlatılan ağzından püskürten ejderha alevleri benzeri büyük bir hızla ve korkunç biçimde dışarı uzanmaya başladı. Alevlerin şiddeti geçen saniyeler içinde daha da arttı…
Samanlığı söndürmekten vaz geçtik. Zaten alevler her tarafı sardı. Hemen yakınımızda bulunan evi kurtarma telaşesi sardı kalabalığı. Köylerimizde sık sık yangınlar vuku bulur. İnsanımız bilir yangınla nasıl mücadele yapılacağını. Bu kez hepimiz iki kartı ahşap konutun yangına bakan cephesine ve çatısına su serpmeye başladık. Büyük bir disiplin içinde özellikle köy delikanlıları canla-başla çalışıyorlar. Bu işlerde daha deneyimli olanlar emirler yağdırıyor. Verilen emirler havada kalmıyor. Derken itfaiye geldi ilçeden. Artık kullanılmaz duruma gelen samanlığın alevlerine su sıkmaya başladı. Etrafta bulunan bazı meyve ağaçları yandı. Ev kurtarıldı. Hepimiz şanslıydık, havada kavak yapraklarını bile kıpırdatacak ölçüde bile rüzgâr yoktu. Bölgemizde sıkça rastlanan orta şiddette ya da şiddetli bir rüzgâr olsaydı değil sadece samanlık, yanındaki ev, bir mahalle hatta köyün tüm evleri yanabilirdi. Anımsıyorum yetmişli yıllarda; çoğu ahşap binalardan oluşan ilçemiz Şavşat, tek bir sağlam bina kalmamacasına yanmıştı. Yine aynı yıllarda köyümüzün bir köy ötesindeki, evleri birbirine çok yakın Kirazlı Köyü de olduğu gibi yanmıştı.
Yapacak fazla bir şey yok. Kısa sürede samanlık cayır cayır yandı. Nihayet yangın tamamen söndürüldü. Geriye kullanılamayacak biçimde yanıp eğilip-bükülmüş saclarla işe yaramaz durumdaki samanlığın yanık odunları kaldı. Büyükler sesleniyordu, “Artık bırakın gençler çabalamayı. Sakın terli terli su içmeyin.” Yangını söndürmek için canla-başla çalışan özellikle gençlerimiz kan-ter içinde kalmışlardı.
Yapacak bir iş kalmamıştı. Yangın enkazına üzgün üzgün bakarken yakınken tanık olduğum bazı yangınları anımsadım. Çocuktum. İlkokul birinci sınıfta okuyorum. Evimiz okulumuza çok uzak. Amcamların evi ise hemen okulun yanı başında. Soğuk, yağmurlu ve karlı günlerde eve gitmeyip amcamlarda kalarak okula devam ediyorum. Yine böyle soğuk ve karlı bir gün. Amcamlardayım. Gecenin daha ilk saatleri. Yatağa girdim. Tatlı uykuya dalmak üzereyim. Dışarıdan sesler gelmeye başladı. Amcam, yengem daha yatmamış, benim yatacağım odadalar. Hızlan balkona çıktılar. Merak bu ya, ben de çıktım dışarı arkalarından. Ne o? Köy kızlarının devam ettiği biçki-dikiş kursunun binasından alevler gökyüzüne yükseliyor. Yangını gören, duyan herkes yangın yerine koştu. Yerlerde karlar vardı. Kurs öğretmeni kadın feryat ediyordu. Yangında kullanılamaz hale gelen o kâgir bina yıllarca atıl kaldı.
Geçen süreler içinde gerek köyümüzde gerek çevre köylerde onlarca yangınlar yaşandı. Evimizi köyden hayli sapa bir yerde inşa etmiş sevgili babam. Telefonun köylere girmediği yıllarda geceleri yaşanan bazı yangınları daha sonra duyardık. Köyün en varsıl ailesinin evi, samanlığı, ahırı ve bakkal dükkânları sıcak bir haziran gecesi birkaç saat içinde yanıp kül olmuş. Bu yangını sonraki gün duyduk. Evi yanan Hasan amcamızın şu sözü köyde çok konuşuldu:
“Üç saat içinde dilenecek kadar fakir düştüm…”
Uzun yaz tatillerini köyümde geçirip, çayır biçip, harman yaptığımız yıllar. Evimizin karşısındaki tepenin arka yüzündeki çayırlarda ot devşiriyoruz ailece. Çevremizde bizler gibi çalışan birçok aileler var. Hava güneşli ve sıcak. Bir gün önce biçtiğimiz otlar kurumuş. Elde dirgen ve tırmık çalışıyoruz. Köy tarafındaki tepenin arkasından bir kara duman yükselmeye başladı. Yaz ortası, içime bir kuşku düştü! Bu zamanda böyle bir duman hayra alamet değil! Hem çalışıp hem dumanı gözlüyorum. Duman gitgide büyüdü, karardı. Durmanın zamanı değil. Hem duman evimizin doğrultusundan yükseliyor. Çayırlarda çalışanlardan ilk önce işi ben bıraktım. Köye doğru yürümeye başladım. Arkamdan kardeşim yürüyor. Daha başka katılanlar oldu bize. Hızlı hızlı yürüyoruz. Nefesimiz yettiği kadar koşuyoruz. Önümüzdeki yüksek tepenin köy tarafına vardık. Dumanlar bizim evden değil köyün içinden yükseliyordu. Nihayet köy göründü. Bir değil birkaç yerden alevler otantik deyişle göğe direk olmuştu.
Yangın yerine vardık. Tüm köylü toplanmış kadın-erkek çaresizce yangını söndürmeye çabalıyor. Tutuşan iki ev, çevrelerindeki samanlık ve ahırlar gözlerimizin önünde yandı. Tutuşan binaların yanındaki ahşap evin çatısına ve yangına bakan yüzüne bolca su sıktık. Zaman sonra ilçeden eski bir itfaiye arabası geldi. Yarım depo suyu ile birazcık harı azalmış yangına su serpti.
Bu yangından iki gün sonra tek yakın komşumuz Hüseyin Ağabey köy tarafından evine dönüyor. Beraberinde, kollarını geçirip omuzlarına taktığı iki demir halka var. Hüseyin Ağabeyimiz komşu dostu, yardımsever bir akrabamızdır. Yangın günü sabahı öküzleriyle beraber kağnı arabasını otlarını taşısın diye evi yana komşusuna vermiş. Yanan binaları ateşler sardığında son anda ahırdaki hayvanları kurtarmışlar. Kağnı arabası ise yanmış. Geriye demir halkalar kalmış. İşte Hüseyin Ağabeyin beraberinde taşıdığı yanan arabasının halkalarıydı. Güler misin ağlar mısın?
Biz dönelim günün yangınına. Millet artık evlerine çekilmeye başladı. Yanan samanlık köyde sürekli ikamet eden az sayıdaki komşularımızdan biri olan elli yaşlarında, orta boylu saçlarına aklar düşmüş bir arkadaşımızdı. Sırayla geçmiş olsun dileklerimizi ilettik. Komşumuzun yüzünün esmer teni daha bir esmerleşmişti. Kömür karası gözlerinin ışığı sönmüş, üzgün, mahcup biz yüzle bizlere bakıyordu. O’nun, o garip ve üzgün hali yüreğimi burktu. Günlerce bu üzgün yüzü unutamadım.
Köylerimizde kan davası olgusunu hiç duymadım. Uzun süreli kırgınlıklar ve anlaşmazlıklar da pek yaşanmaz. Yangınların iki çıkış nedeni vardır. Dikkatsizlik. Ve az da olsa kırgınlık sonucu oluşan intikam alma aymazlığı. Kişiler arasında çıkan anlaşmazlık sonucu hakkının yenildiğini düşünen daha çok içten pazarlıklı, silik karakterli vatandaş gecenin bir köründe kendisini üttüğünü düşündüğü kişinin evi mi olur, samanlığı mı olur önüne ne gelirse bir şişe gaz yağı ve bir kibrit çöpüyle işini bitirir. Böylesi yangınların faillerinin bulunduğu hiç vaki değildir.
Köylerde, “Komşunun tavuğu komşuya kaz, gelini kız gözükür.” derler. Derler lakin bu söz uygulama alanı bulmaz çoğunlukta. Biraz ileri giden, çevresine zarar verenlerin ahşap binaları hep tehlike altındadır. Onun için herkes adımlarını düzgün atma çabasını taşır. Köylerimiz orman köyü, eski binalarımızın çoğu ahşap. Ahşap evler sürekli dikkatsizlik sonucu çıkacak yangın tehlikesi altındadır. Komşusunu inciten kişilerin evleri ise iki kat daha tehlike altındadır. Bu gerçek köylülerimiz tarafından bilinir…
YORUMLAR
Kaleminizi ve yüreğinizi saygıyla selamlıyorum değerli hocam.
Edebiyatım sunumu yine gönülden bağ kurduğumuz o hikmeti yudumlamak kadar da özel ve güzel olan yine iyiye ve güzele duyduğumuz özlem...
Ve ben tüm gücümle bir bir yad ettiğimiz kelamsız duygularını hücre babında içmek adına mutluyum edebiyatın çağrısında hemhal olduğum bir garip kul iken mabedinde umut harici hiç bir tutanağı olmayan.
Beyhude bir ömrün kim bilir kaçıncı iz düşümü bir o kadar yorgun benlikten arda kalan.
Saygılarımla değerli hocam...
İBRAHİM YILMAZ
yazın dünyasında çok yücelerdesiniz. bilin isterim. teşekkürler...
selam ve sevgilerimle...
İBRAHİM YILMAZ
Teşekkür ederim.
Emeğe ve sanata saygımla esenlikler.