- 954 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
MODA DA BİR SONBAHAR
İlkbahar mevsimi olanca coşkusuyla tazelerken gönülleri hercai duygularla çiçek çiçek. Sonbahar mevsiminin ise aksine insanları hüzne karamsarlığa ve melankoliye sürüklediğine inanılır. Aslında önemli olan bitmeyen kışların hoyrat fırtınaların gönüllerde kalıcı olmaması değimlidir sizce de. Yoksa her mevsimin kendine özgü renkleri tatları ve yaşanılası pek çok güzellikleri vardır kuşkusuz. Üstelik sonbaharla ilgili kaleme alınan onca güzel çalışmaları harika fotoğrafları nefis doğa manzaralarını ve benim bayıldığım sonbahar sağanaklarını hesaba katarsak bu mevsimin insan ruhuna ne denli şiirsel ve düşsel güzellikler anlam ve duygular kattığını yadsımak olası mı her ne kadar içinde tatlı hüzünler barındırsa da.
Yıllardır zevkle dinlenen şarkının sözleri
İkinci bahar yaşıyor ömrüm
Gel benim yarim oluver şimdi
Seni gül gibi öpe koklaya
Gözümden, dilimden, sakınır saklar
Bugünkü aklımla severim şimdi
Derken
Bir başka söz ise akılın yaşta değil başta olduğunu söyler. Oysa hayatta pek çok şeyin yaşanmadan hissetmeden tatmadan tam olarak anlaşılamayacağı da yine hemen herkes tarafından bilinen bir durum değil midir. İnsan sevdiği kişiyi ‘yüreğinin aklıyla’ sevmeyi şarkıda olduğu gibi daha çok ikinci baharını yaşarken anlıyor ve öğreniyor sanırım
Anlaşılan o ki,bu ne akıl ne bilgi ne gönül işi. Bu insanın kendini tanıması,bilmesi,kendine hakim olmasının yanı sıra olgunluk ve hatta bilgelik işi.
Çoğu kez ömür boyu bir yastıkta dileği ile ayıla bayıla yapılan ilk evliliklere ve doğan çocuklara karşın bir zaman sonra bu beraberliğin sallandığını ve sonrasında sonunun geldiğine tanık oluyoruz. İlk zamanlar pişmanlıkların pek söz konusu olmadığı dönemlerin aksine,yaşlar sonbahara göz kırpmaya başladığında başlar eller arasına alınır ’pişmanlıklar’ ve ’keşkeler’ devreye girer.
Yapılan yanlışlara, hatalara haksızlıklara bir gençlik, toyluk, deneyimsizlik hatası olarak bakılır ve “Şimdiki aklım olsaydı bu durumlara düşermiydim hiç. Zamanımı daha çok evin dışında geçirir, gönlümü sevgili eşimden başkasının gönlüne bağlarmıydım . Ufak tefek hatalarını abartır, kendimi ‘bir şey’ sanmanın yanılgısına ve cahilliğine düşermiydim.. Şimdi bana “Gel!” -Diyecek olsa, kapısında yatar ona kulluk ederdim" sözlerini hala doğru yönü bulamamış olan kaç kişiden duymuşsunuzdur kim bilir.
Sonbaharın bu son günlerinde koyu bir hüzün çöktü içime nedense. Yoksa sonbaharın azizliğine mi uğradım ben de.
Uzakta yaşayan bir arkadaşımdan uzun süredir bir haber alamıyorum. Bitişiğimizdeki köşkün bacasını yıllardır kendilerine mesken tutan benim sevgili pencere dostlarım olan iki beyaz martım da beni terk ettiler aniden. Hüznüm biraz da bundan olsa gerek.
Kilisenin önündeki asırlık çınar ağaçlarından savrulan yapraklar dışarıya çıkmamın ruhuma şifa olacağını fısıldar gibi açık balkon kapısından uçarcasına geçip çalıştığım odaya doluşuyorlar sarı sarı sevinçlerle.
"Yaşamak bir günü en güzelinden" dediği gibi şairin. Kaptığım gibi fotoğraf makinemi fırlayıp çıkıyorum kapı dan. Moda sahil turu var öncelikle aklımda.
Oo! Denizde harika bir lodos şenliği karşılıyor beni. Dalgalar kayaları aşıp kıyı şeridini yıkıyor dalga dalga. Karabataklar nefis geometrik adacıklar oluşturmuşlar kendi aralarında bir araya gelerek. Kınalıada insanı sanki on beş yirmi kulaçta gidilecekmiş hissine kaptıracak kadar yakın ve net görünüyor. Hava temiz. Gökyüzü aydınlık. Seyyar çaycılar, balonlara atış yaptıranlar her zamanki yerlerini almışlar. Selamlaşıp devam ediyorum turuma. Deniz otobüsleri iskelesinin yakınından geri dönüyorum Moda Deniz Kulübünü geçiyorum. Moda iskelesinin önünden diğer sahil şeridine giriyorum bu kez. İstikamet Kurbağalıderesi.
Masallardaki prenses tarafından öpüldüğünde prense dönüştüğüne inanılan kurbağa, İstanbul’un Kadıköy yakasındaki bu dereye adını verir. Kurbağalı Dere yıllar öncesinde, içinden geçtiği çayırın adıyla anılırdı. Kuşdili Çayırı’ndan dolayı “Kuşdili Deresi” denilirdi bu güzel dereye. Güneşli İstanbul günlerinde kıyısında toplanan insanlar azaldıkça, şarkılar, türküler kurbağa seslerine bırakır yerini.
Kurbağaların sesi derenin kötü kokusu kesilmiş şimdilerde. “ Kurbağaların sesi kesilmeseydi keşke. Yaşamın içinden sesleniyorlardı yeşil yeşil bana.Yüreğimden bir ses bir renk daha terk etti beni” diye geçiriyorum içimden,
Derenin her iki yanına bağlanmış yüz elli kadar irili ufaklı tekne ve balıkçı kayıkları sabah mahmurluğunu çoktan üstlerinden atmış. Yolun sonundan kıvrılıp derenin karşı tarafına geçiyorum.
İki erkek laflamaktalar ayak üstü. Yanaşıp: Merhaba! diyorum. Karşılık veriyorlar aynı şekilde. “ Oldukça eski bir Kadıköylü sayılırım. Ama şu dillere destan Kurbağalı Deresinin geçmişini, Kuşdili Çayırının Kel Hasanları, Dümbülllüleri, Hamiyet Yücesesleri ağırladığı tarihini o günleri gören bilen bir ağızdan dinlemeyi çok isterdim. Onca usta balıkçı arasında böyle birine rastlayamadım maalesef. Bu kadar yenimisiniz buralarda” diyorum. Biri” Ben daha kırk sekiz yaşındayım. Nereden bileceğim o günleri” derken. Diğeri “Hanımefendi benimle şu karşı barakaya kadar gelirseniz size o günlere ait fotoğraflar gösterebilirim” diyor. İnanılır gibi değil. “Gerçekten mi? Hay yaşayın siz!” diyorum çocukça bir heyecanla. İki adım ötedeki bir barakaya giriyoruz. Vay be! Ne fotoğraflar, gör de inanma cinsinden. Ben sokak adlarını söylüyorum beyefendi kontrplak duvarları kaplamış bir dolu fotoğrafın arasından bulup gösteriyor o günkü hallerini anında. Uçuyorum sevinçten. Tam bir İstanbul beyefendisi. Her halinden belli oluyor bu. Defalarca teşekkür edip barakadan çıkmak üzereyken tahta bir sedirde sessizce oturmakta olan başka bir bey “Hanımefendi farklı biri olduğunuz çok açık. İzin verirseniz ben de size şu Hollanda lalesini takdim etmek istiyorum. Toprağı hala nemli. Hemen ekerseniz nefis bir lale olduğunu göreceksiniz zamanı geldiğinde”diyor ve elindeki lale soğanını bana uzatıyor. “Ay! ne kadar güzel ne hoş. İnanmak zor. Bu gün şanslı günümdeyim anlaşılan. Bir tekne hediye etmiş olsaydınız bu kadar makbule geçmezdi” diyorum ve yeniden içtenlikle teşekkürler edip çıkıyorum barakadan.
İşte özlediğim görmek istediğim insan yüzleri insan yüreği ve tavrı. Niyetim Fenerbahçe burnuna kadar yürümek.
Sonbaharı Fenerbahçe parkında solumak. “Yapraklar ne renklere bürünmüştür şimdi kim bilir” diyorum. Dere yatağını geçmek üzereyken bir teknede çalışan iki kişiye takılıyor gözlerim. Yaklaşıp selamlıyorum. Tekneye inmek istediğimi söylüyorum. Yardım ediyorlar özenle. Sohbet ediyoruz kısa bir süre. İkisi de bilinçli duyarlı, hoşsohbet insanlar. Oradakilerden biri olsa gerek. Tekneye yaklaşıyor. Makineyi ona uzatıyorum bizi görüntülemesi için. Ardından vedalaşıp ayrılıyorum yanlarından. Kalamış sahilinden yoluma devam edip parka ulaşıyorum.
Park panayır yerine dönmüş adeta. Seyyar satıcılar arabalarının başında neşeyle satış yapıyorlar. Çayhaneler cafeler salaş balıkçı mekanları hepsi açık. Çoluk çocuk herkes sonbaharı, ilkbahar coşkusunda yaşıyorlar adeta.Sonbaharla İlkbaharın arasından su sızmıyor. Sonbahar İlkbaharı doğuma hazırlıyor gizli gizli belli ki. İki kez turluyorum parkı. Oturuyorum yeşillikler ortasında bir çayhaneye. Karşımda adalar. Sağ yanımda Moda burnu. Demleme güzel bir çay içiyorum her yudumunda sonbaharın efsunlu güzelliklerini de yudumlayarak.
Yüreğim hüzünlerden sıyrılmış. Aklım sonbaharın sarı ışıltılarını peşime düşürmenin hınzır hevesinde…
YORUMLAR
Aslında her mevsim insana aşktır. Yaşamak, yaşatmak insana özel .... Biz duygularımızı yanımıza alır mevsimlerle buluşuruz...
Güneş ,yağmur, kar ve biz... Hayat işte iyi ile kotu ,güzel ile çirkin gibi dört mevsimde. Tabi hepside göreceli 😊
Sevgiler
DEVRİM DENİZERİ
Benden de sevgiler.