- 527 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Gözlerim gözlerinin ardına çakılı kaldı…
Tüm acılara, aldanışlara, dayanılmaz acı veren sürprizlere ve terk edilmelere dahil bizim güçlü olmamız gereken kendi hikâyemiz vardı…
Zaman bu hikâyelerimizi bize göre efsaneleştirmişti ve biz onları anlata anlata bu günlere acılarla kıvrana kıvrana geldik…
Şüphesiz bu bir neyimdi yaşama ve de yaşamdaki tüp sürprizlere karşı dayanıklı olmamıza…
Gece, sen ve küskünlük yaşamın yalnızımsı nefes alma zamanlarına…
Bir zamanlar vardı, o bir zamanların çokluğunda birlikte nefes almalarımız vardı…
Gözlerim gözlerine dikili kaldı… Bu cümleyi kullanıyordu kadın çoğu zaman, gecenin sessizliğini delen ağlama sesleri ile…
Şehir, yollar ve gece…
Her gecenin ortasında yalnızlığa adım atan bir adam ve yalnızlığı ile odasındaki aynada adamın fotoğrafındaki göz kirpiklerinin ıslaklığına bakan kadın…
Belki gecelerin en güzeliydi ama kahredici zamanları yaşayan iki kişiydiler, adam ve kadın…
Bir kadın penceresinden, yalnızımsı düşüncelerin azmışlığı ile penceresinden
bakarken, hızla yürüyen insanların gölgesini sayıyordu belki de…
Uzakta ıssız ve karartılı bir köşe girintisi ve o girintideki duvara yaslanmış veya sırtını soğumaya yüz tutmuş duvara yaslayan o adamın gözleri karanlığı delercesine karartılı pencereye bakıyordu, gözlerini kısmış ve kıpırtısız bakışların ardına sığınmış göz kapakları kıpırdamadan tüm dikkati ve ruhundaki sarsıntılarla acılanarak gözlerinden ağır ağır göğsüne kayan ıslaklıkla acınası bir hırsla vazgeçiyordu sanki yaşamdan…
Bu kaçıncı gün sonu karanlığın ortası, gecenin tam da ıssızlaştığı bir zamanda adam kadın için ağlıyordu…
Sesini kendi bile duymuyor, sadece “neden beni seçtin ağlatmak için? ” diye haykırmak istiyordu…
Ara sıra öfkeden elleri üşüyerek, avuçlarının içine sıcak nefesin, üflüyor, sonra bin pişman olarak sağ ayak topuğu ile eziyordu asfaltlanmış ıssız direk altındaki zemini…
Yorgundu, bir önceki günün ve ondan önceki günlerin bezmişliği vardı ruhunda kendisini kimsesizleştirerek nefes alırken öfkesinin çıkmazlarında kayboluyordu…
Tüm dikkati ile pencereye çevirdiği gözlerinin yönünü değiştirmeden içindeki öfke girdapları ile elleri titriyor, yaşanan bunca birliktelik zamanlarında nerede ve ne şekilde yaşam hatasının varlığını düşünürken limite vuran öfkesi ile düşüncede bir sonuca gidemiyordu…
Kendi kendine masum düşünceler de kontrol dışına çıkabilirdi ve sevmenin çaresiz zamanlarını yaşadığı bu anlarda sanki doğduğu yaşama itirazı vardı…
Şu anlarda mutsuz ve öfkeli bir zaman diliminde sürdürüyordu yaşamın bu zar zamanlarını…
Düşüncelerinde durdurulamayasıya bir kelime, dairesel hareketlerle tekrarlar ederek dolaşıyordu…
Sevmek diyordu, cevapsız bir soru sanki veya anlamının dışında anlamlara bürünen bir kelime diye tekrarlanıyordu zihninde…
Sevmek ve ayrılık, sevmek ve ihanet, sevmek ile zaman kelimeleri ayrı ayrı birleşerek anlam değişikliğine uğruyordu…
Ve yaşam bu kelimeleri ile bir girdapta dönüşüp duruyordu insan düşüncelerinin sessizliğinde, anlamları iç sızıları bırakarak dönüşüme uğrayıp gecenin içinde yankılanan seslere karışıyordu…
Pencerede ara ara sönen ışıklar veya yanan ışıklar beraberinde yüzlerce soruyu getirdiği gibi cevapları sahipsiz kalıyordu…
Geride sadece öfke yükselişlerinin sahipsiz beden titremelerine ulaşıyordu…
Sırtı ağrıyordu adamın ve göğsüne doğru ağrılarla dizleri kıvrılıyordu, sert zemine doğru direncini kaybederek yığılıyordu diz üstü…
Yaşaması veya kabullenişi çok zor olan düşünceler içinde bedensel yorgunluklar üst üste yığılmıştı…
Bir nefeslik yaşamdı bu canı taşıyan hayat.
Beklentisiz geçecek zamanlara hasret ileri kaybederek yaşama dahil olmuş bu hayat, günü geldiğinde de susmasını biliyordu…
Bir nefes veya tek nefes, tüm yaşamı taşıyan anların taşıyıcısı, bedeni yere doğru düşürüyordu…
Gözlerinden sızan ıslaklık, tüm geçmişi yıkıyor veya boyalıyordu…
Zordu yaşamın tümü aslında ama gecenin geçinde gözlerini çevirmeyesiye karanlığın ıssız köşesinde, tek lambası yanıp sönen bir pencereye bakmak ve o anlık düşünceleri taşımak aslında daha zordu. İnsan kendini çaresiz yalnızımsı karanlıkları sahiplenmiş köşe başlarında hayatı zorlayarak düşlerin içinde dönüp durmak, sebebini bilmediği bu bekleyişin ve kayboluşun içinde sadece “sevmek” kelimesinin sebep olduğu kör düşüncelerle hayatı tüketmek adına göze almak bu merak, galiba yaşamın içinde nefessiz kalmanın garip bir zaman kavramını anlatıyordu…
Adam, kimin çağırdığını bilmediği bir ambulansta, duygularını bilinç dışı olarak anlattığında bir ben vardım yanında bu kısa zamana ulaşan yolculuğa kadar…
Bir ikinci kişi gibi aynı duyguları dinlemek adam için belki de çok zordu ama yaşam daha zor bir zaman kavramı idi…
Ambulans, sireninin seslerini sürdürürken, bize göre geçmeyen zaman oluyordu sabrımızdan.
Zamanın hızının bu kadar ağırlaşacağını o da, ben de hesaplayamıyorduk…
Kapalı gözleri arkasından benimle konuşma hislerinin harekete geçmesini görmem, sevindirici bir düşünceydi. O ve ben, gece ve adam ile birleşmiş iki düştü sanki…
Garip bir müzik sesi hissediyorum, dedi ansızın, garip ve yalnız bir müzik sesi, sanki ben yalnızlığıma benziyor, benim iç sesimin dedikleri gibi sesler çıkarıyor, “bekle beni İstanbul” demek gibi bir şey, bir umuttu sanki b enim anlamak istediğim üçüncü kelime bir türlü çıkmadı düşümden v e yine sessizliği çeçtim…
O sessizleşince ben sustum, ne garip bir yaşam kesiti. O susunca ben sanki yalnızımsı nefese dönüşüyor ve on saniye sonrasını bile düşünemiyordum…
Zaman çürüyordu ve ben çürüyerek yok oluşa dönüşüyordum…
Sadece dudakları yapışmış, hareketsiz duran bir adamın kapalı gözlerine bakıyordum. O anda oksijen maskesini düzelten görevli, gülümser gibi baktı adamın kapalı gözlerine. “Az kaldı, az daha dayan, hastaneye az kaldı, kurtulacaksın” diyordu…
Kalbin dedi, kalbin biraz çocuksu oyuna dalmış ama o da yoruldu az daha dayan diyordu…
Bense kendi yalnızlığımın onun gözlerine kilitlendiğini hissediyordum…
İçimden “sevmek ağırdı, buraya kadar dayandım, bundan sonrasını ben de bilmiyorum" derken sanki beni duyuyormuş gibi sarsıldı…
Kendi kendine düşündüklerini sadece ben biliyordum.
Çünkü O bendim… Ve benim sağlıklı halimde iken, onun kalbinin duracağı anı bekliyordum…
Neden diyordu neden bu acılanmaların yürek çürümesine dönüşen hali oldum ben?
Oysa yaşamı sevmekle ölmek arasındaki gerilme mesafesinin kopuşuna çok az bir zaman kalmıştı…
Onun için yaşamak, onda ölmek gibi sonuç getiriyordu, düşüncelerime…
Ve ben sadece hak ettiğim sevgiyi yaşamak istiyordum…
Çöküş ve zirve… İkisine de ulaşmanın zor olduğunu biliyordum. Onunla beraber zirveye tırmanamamanın çaresizliğini yaşarken tüm köprüleri vurulmuş yaşamın sığlıklarında dolaşmak sanırım içinde olmak kadar zormuş diye tekrar ediyordum “zormuş” kelimesini…
Birkaç beyaz gömlekli insanın görüyorum, hepsi telaş içinde ve ben kıpırtısız düş yorgunu olarak sessizliğimi koruyordum, ona karşı…
Gece ve adam… Yorgun düşlerin içinde omuzlarındaki bir ağırlıkla, sadece bekliyordu… Ve sessizlik… Sanki karanlığın simgesi oluyor… Ve ben hâlâ kıpırdayamıyordum, ruhum onun ruhu ile kilitlenmiş olarak hareket dışı, kendine yabancı ve çaresiz camdan dışarıya bakarak güneşin doğmasına ve ruhların serbest kalmasını bekliyordum… İlk güneş ışığına yapışmış kendi düşüncelerimden özgür kalmaya uğraşarak…
Sokaklar, taşlar, kayalıklar ve dar nefeslerle geçilen dar sokaklar adım adım yaşam,
Adım adım sen düşü sevgili…
Kaç zamanın, kaç yılın bitimine kadar adımlama bu sokakları, kaldırım taşlı olanları ve içinde zift kokusu barındıranları…
Gece karanlığı kısık ışıklı direklerin gölgelerine basa basa düşler kurarak bazen öfkeli, bazen hınçlı, bazen de kısık sesle ılık bir gülümsemenin çok gerilerde kaldığı şimdi ise o anıları hatırlayıp dudak kenarından sırıtma…
Kaç zamanımı, kaç adım atarak adımlarken bu sokakları kaç defa yüreğim sıkıldı, kaç kere bir elektrik direğine sol elimle bedenimi yaslayarak ağlamamak için dişlerimi var gücüm ile sıkarak nefret ettim yaşamın bu kesimindeki nefes almalarımdan…
Gözlerim gözlerinin ardına çakılı kaldı… Veya…
Gözlerim gözlerine dikili kaldı… Cümlelerini tekrar ederken kendi iç sesime tutsak oluyordum
Düşsel bir bakış bu, ne dünü vardı ne de yarını olacaktı…
Sadece varlığımızın bir araya gelişimizin ispatı ve özlemi oldu yaşamımın içine seni sokarak tüm düşlerimi sana tutsak ettim…
Bir zamanlar bu cümlenin ardına düşerek ömrümü çürüttüm sanırım...
Şimdilerde bu cümlenin anısının üstüne köpük sıktım...
Bu gün ise, günlük anıma düşmüş, ne yazık ömründen birçok şey unutulmak istense de silinmiyor...
Çoğu kez dudaklarımı kıpırdatıyordu dualarım dudaklarımdan çıkarken derin bir yeis içinde geleceği düşlerken. Dünlerin yani dünlerdeki gecelerin iç sıkıntıları ve de buruklukları ile bedensel çaresizliklere uğrarken yaşamın olası halleri ile baş etmeyi öğrenmek gerekiyordu…
Yeniden doğuş gibiydi bu sevmenin düşüncelerini bile yeniden hatırlamak…
Zaman çoğu hallerde yoksul bıraktı bizi acılanma çemberinde dolaştıkça o geçmişin yürek kıpırtılarını yeniden hissetmek ve tekrarını yaşar gibi gözlerimizi umudun VARLIĞINI HİSSEDEREK GÖZLERİM UMUDA DÖNDÜ…..BAKA KALDI…Diye haykırmak gerektiğini her şeye rağmen tekrar ediyordum…
UZAKLARIN KASVETİNİ YAŞADIK BİZ. Siyah gecelerin karanlığında nefes aldık biz, gözyaşlarımız yanaklarımızdan göğsümüze doğru süzüldüğü zamanlarda bile gülmeyi düşledik biz, kaybolduğumuz acılanma hislerine rağmen gözlerimiz umuda baka kaldı, derken bile acılanmanın insafına sığınmadan sevmeyi hep tekrar tekrar denedik, bu günlere bile yaşarken bile sever kaldık…
Yüreğimize yüklediğimiz umutlarda saygın sevgiyi tekrarladık, geceye soluduk, sabahlara kadar kıpırtısız kalarak yatak uçlarında ve bu hikâyenin saygınlığına
Sevgi adına sadık kaldık. Gülmeyi unutmuş gözlerimiz sahipsizlik acıları ile kısık kaldı. Ve yarınlar sevmenin saygınlığına tutuklu kaldı.
Bunu ben biliyorum ama sen de biliyorsun sevgili…
Belkisiz artık yarınlarda beraber nefes almalarımız olmayacak, belkisiz seslerimiz ulaşmayacak kulaklarımıza. Güne düş kurarken geceyi şüphesiz unutmayacağız, can yoldaşlığımızla yaşam bize kısık gözlerle sabretmeyi öğretti ama asla boyun eğmeyeceğimizi de sınadı…
Un eğmeden yaşanacak bu kalan yılları sen ve ben birbirimize
Her sınanan gibi biz de ayrı yollarda arar sıra birbirimizi düşleyerek yürüyeceğiz ama asla sevginin bu acımasızlıklarla dolu zamanlarını unutup boyun eğmeden yaşanacak bu kalan yıllar…
Sen ve ben birbirimize artık dost olamayarak nefes alacağız…
Gün gün eskiyoruz bedenimizde gün be gün derine gidiyor acılarımız, zaman kanattıkça kanattı yaralarımızı, içimizde burukluk, ardı arkası kesilmeyen ve hızı kesilmeyen düşüncelerin acıları, gömüldükçe gömüldü derinlere. Ve hasret ve yalnızlık korkusu beyin kuytularına siniyor ve sen acımasızca bastırdığın yaralarıma, dönüp arkana bile bakmadan, gidişinle bu günlere sığamaz oldu artık acılanmalarımın birikintileri. Ve yarın sanki yok sayacağım zamanların içine düşmem beklentisiz bir zaman…
Sebep olduğun her anı artık derinlerde bir sarsıntı, bir yıkılışa uğratıyor bedenim ve çaresiz bakışlardır ki artık senden kurtuluşa düşüyor…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.