- 690 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yalnız Bir Adam
Pencereden vuran güneş ışığı odayı aydınlatıyordu. Pencerenin önünde güneş ışığından sararmış takvim yaprakları vardı. Uzun geniş yatakta genç bir dam tek başına yatıyordu. Yatağın yanındaki üzerinde birkaç fotoğraf olan sehpa toz içindeydi. Genç adam yatakta sağa döndü. Genç adam yatakta sola döndü. Genç adam yatakta tekrar sağa tekrar sola döndü. Olmuyordu. Ne yapsa olmuyor uyuyamıyordu. Sıkıntı basıyordu içini. Yine aynı güne uyanacak. Tek başına kahvaltı yapacak kitap okuyup müzik dinleyecekti. Tek başına. Bir başına kalmış yaşlıları çok iyi anlıyor ve acıyordu onlara. Kapı zilinin ya da telefonun çalmasını beklemek ne demek bir özentiyle yapılan tek başına yediği için tencerede yarıdan fazlası kalıp yenilmeyen sonra da çöpe dökülen dolmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyordu. Saate baktı on ikiyi çeyrek geçiyordu.
Memurlar öğlen arasına çıkmış esnaflar dükkanlarında karınlarını doyuruyor devlet dairesinde işi olanlar bir çınar ağacının altında çay içerek mesai saatinin başlamasını bekliyordu. Genç adam on iki saattir yatıyordu. Kalktı elini yüzünü yıkadı. Aynaya bakmadı. Ne giysem diye düşünmeden bir şeyler geçirdi üzerine. Evde tek başınaydı. Kahvaltı yapmak istemedi. Oturdu televizyonun karşısına. On gündür televizyon izlemiyor gazete okumuyordu. Ülkeyle ilgili olup bitenlerden habersizdi. Televizyonda evlendirme programı ya da sağlıklı yaşıyorum gibi bir adı olan programlardan falan olurdu şimdi. Televizyonu açmadı. Bugün canı ne televizyon izlemek ne kitap okumak ne müzik dinlemek hiçbir şey istemiyordu. Canı hiçbir şey yapmak istemeyen bazı insanlar gibi dışarıya attı kendini. Apartmanın merdivenlerinden inerken iki yıldır kapı komşusu olan adını dahi bilmediği adamla merhabalaştılar.
Bazen yan daireden gürültüler gelirdi. Kadın ve erkek sesleri. Merak edip dinlerdi onları. Heyecanlı konuşmalarını gülmelerini falan. Onların arasına katılmak gelirdi içinden. İçinden gidiyim kapıyı vuruyum ve “ merhaba kardeşim ben de size katılabilir miyim” desem yok yok iki yıldır merhabadan ileri muhabbetim olmayan birine kardeşim demek komik olur “merhaba komşum ben de size katılabiir miyim” yok bu da olmadı kadınlar birbirine komşum der diye düşünceler geçirip dışından provalar yapardı. Ama gitmezdi.
Hava güzeldi bugün. Meydandaki kahvenin önündeki küçük iskemlede oturup bir çay söyledi. Bugün haftaiçi olduğu için meydan ve meydandaki park pek kalabalık değildi. Haftaiçi meydanda genelde hava almaya çıkan yaşlılar bankta oturur sakince etrafı izler biraz daha genç olan yeni emekli olmuş insanlar okey oynarlar. Çaydan bir yudum aldı. Çay acımıştı üstelik süzülmemişti. Saate baktı. Bire beş vardı. Çayı bitirmeden kalktı. Bir bankaya girdi. İçerisi çok kalabalıktı. İçeriye giren herkes makineden sıra alıyordu. O da aldı. Altı yüz yetmiş sekizinci sıradaydı. Tabelada yanıp sönen sıra numaralarına baktı. Beş yüz doksan dördüncü kişinin sırası gelmişti. Önünde daha seksen iki kişi vardı. Bir an ürktü. Bu kadar insanın burada ne işi olabilir diye düşündü. Kendinin bankada ne işi olduğunu sormadan. Bankaya bir işi olduğu için gelmemişti. Galiba bilinçaltı ona sen de diğer insanlar gibi daireye git elinde evraklar olsun bankaya git insanların arasına karış diyordu. Toplumsallaş sen de diyordu.
Bir adam kendisi istemediği halde kredi kartı gönderildiği için memuru azarlıyordu. Banka memuru “beyefendi bir kenara koyun belki ileride kullanırsınız lazım olur” dedi. Adam “ ne şimdi ne sonra kullanmak istemiyorum anlamıyo musunuz” derken araya başka kişiler de girdi ve mesele halledildi. Başka bir kişi ev kirasını bir diğeri arabanın kredi taksitini ödedi. Bir diğeri hesap açtırdı. Sıra kendisine geldi. Tabelada kendi sırası yanınca önce ne yapacağını ne diyeceğini bilemedi. Sonra çıkıp gitti bankadan. Uzaklaştı hızla. İleride börekçi görünce karnının acıktığı aklına geldi. Börekçiye gidip bir porsiyon patatesli börek bir de çay söyledi. Börekle çay gelene kadar haber kanalına baktı. Her saat başı haberler oluyor televizyonda bazı yetkililer sürekli bir şeyler konuşuyor bir şeyler tartışıyordu. Saat başı haber olduğunu düşününce korkuyordu. Dünyada ne oluyordu bu kadar saat başı haber yapacak. Kendini sele kapılmış gibi hissetti.
Börekçiden çıkınca saatin farkına varmadan dolaştı sokaklarda. Neredeyse bir ucuna gelmişti şehrin. Hafiften yağmur çiselemeye başlamıştı. Geri döndü. Geçtiği yollardan tekrar geçti. Evinin iki sokak aşağısındaki büfeye geldi. Köşedeki büfeden iki paket sigara aldı. Paketlerden birini çorabının içine soktu. Diğerinin jelatinini açtı içinden bir dal sigara aldıktan sonra gömleğinin cebine koydu. Sigarasını yaktı ve sonra her zaman geldiği meyhanenin kapısının önünde durdu. Sigarasından son bir fırt çekti yere attı. Ayağının ucuyla ezdi. Kapının kolunu yavaşça çevirdi ve kapıyı açtı içeriye adımını attı. Adımını atar atmaz kendisine bakan üç dört çift gözle karşılaştı. Bir an önce her zamanki masasına oturmak istedi. Masa cam kenarında sokağın kalabalık olan bölgesine bakıyordu. Buraya oturup insanları izlerdi her zaman. Masaya baktı doluydu.
“ Hay Allah kahretsin oturacak masa bulamadınız mı?” dedi. Aslında kendisi oturacak masa bulamamıştı. Ne zaman buraya gelse başka masa yokmuş gibi hep aynı masaya otururdu ve aynı meze gelirdi önüne.
Masayı dolu görünce bu gece evde içmek istedi. Kapıya çıktı. Bir sigara yakıp göğe baktı. Ay dolunaydı. Bu gece içilirdi. Yürüdü. Bir manavın önüne geldi. İyisinden bir kavun seçti ve koydu poşete. hoşlanmazdı kavunun poşete koyulmasından. Eski Türk filmlerindeki gibi bir fileye koyulmalıydı ve eve kavunu kesme taş döşeli bir sokaktan geçerek götürmeliydi. Eski filmlerin zamanında yaşasaydım belki mutlu olurdum diye düşündü. Yol yakındı. Kendini kapının önünde buldu. İçeriye girip ışığı açtı. Elindekileri masaya bırakıp radyonun düğmesine bastı. Radyodaki dj yine laf kalabalığı yapıyordu. Mutfağa gidip dolabı açtı. Dolapta bir dilim beyaz peynir kalmıştı. Bir de bardak alıp içeriye süngeri çökmüş çekyatın yanı başındaki sehpaya bıraktı. Rakısnı yudumlayıp radyosunu dinlerken yine düşüncelere dalmıştı. Yatağını bulamayan su gibiydi düşünceleri. Bir araya gelip anlamlı bir bütün oluşturamıyor, bir türlü o yazarlar gibi yazamıyordu. Biliyordu henüz mayalanmış düşüncelerden ona ekmek çıkmayacağını.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.