- 727 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Mutlak Son (b.ö.r.-45-)
Özel okul yıllarım da sona erdi. Artık emekliyim. Gezmelere ve kitaplara daha fazla zaman ayırıyorum. Aralık ayının son günleri, hava güneşli. Berbere gidip uzayan saçlarımı kestireceğim. Berber arkadaş kapısına bir pusula iliştirmiş, “Yarım saat sonra geleceğim.” Eh! Zaman var. Hemen yakındaki Öğretmenler İlköğretim Okulu’nu ziyaret etme fikri takıldı aklıma. Bu okulun yapılmasına ildeki öğretmenler olarak bizler katkı sunmuştuk. Okula vardım. Merhabalaşmak derken müdür arkadaş, “Bir öğretmenimizin ataması yapıldı. Acilen bir öğretmene ihtiyacımız var. Çalışır mısın?” Bu öneri hayli hoş ve ilginçti benim için. “Kısa süreli olarak neden çalışmayayım.” dedim. Formaliteler tamamlandı. Göreve başladım. O okulda bir ay, ocak ayında çalıştım. Güzel öğrenciler, saygıdeğer velilerle tanıştım. Karne doldurdum. Veliler, her görüştüğümüzde, “Aman öğretmenim sene sonuna kadar çocuklarımızı siz okutun…” Kısa sürede gerek meslektaşlar gerek velilerle çok düzeyli ilişkiler geliştirdim. İkinci dönem okula öğretmen atandı. Böylece bu okuldaki öğretmenlik serüvenim ancak bir ay sürdü.
İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne uğradım. Amacım, olanaklı olursa bir okulda çalışmaktı. Doğuma ayrılan arkadaşların sınıfları boş kalıyordu. Böyle bir okul arıyordum. Amaçsızca evde oturmak bana göre değil. Müracaatımın üstünden kısa süre sonra evime yakın başka bir okuldan arandım. Sene sonuna kadar çalışmak koşuluyla yeni bir okulda göreve başladım. Çalışacağım sınıf, ara dönemlerde karşılaştığım en mükemmel bir sınıftı. Yirmi mevcut, Pırıl pırıl öğrenciler. Hepsinin gözlerinden ışıklar saçıyor. Görevlerine sadık, çalışkan bir öğretmen kadrosu. Sayılı günler çabuk geçer. Yarım dönemlik çalışma süremde bu okulda da unutulmayacak dostluklar edindim hem öğretmen arkadaşlar hem de velilerimle. Karnelerin verilmesiyle bu okulda görevim sona erdi. Yaz tatiline girdik memlekete Artvin’e gittim. İkinci ilim Kocaeli’ne ancak ekim sonu döndüm.
Memleketimde köyde ufak bir bahçemiz var. Bahçede yaz sebzeleri ekmiştik. Bunlarla vakit geçiriyordum. Şehirde yapacak hiçbir iş yok. Yine müdürlüğe başvurdum. Uygun bir okul bulursam çalışmayı koydum aklıma. Olacak bu ya, hemen arandım. Bu kez yine evime hayli yakın bir okulda göreve başladım. Öğretmenlik benim mesleğim, hobim, yaşam biçimim. Hemencecik kaynaştık öğrenci, veli ve öğretmen arkadaşlarla. Bu sınıfın durumu geçen yıl aldığım sınıf gibi değildi. Akademik başarı oranı hayli düşük. Hızlı bir seferberlik yaptım. İşin içine velileri de dâhil ettim. Evlerde okuma saatleri düzenlenmesini sağladım. Dakikada altmış kelime okuyan bir öğrencim sene sonuna doğru yüz elli kelime okur duruma geldi. Çarpım tablosu, ritmik saymalar ve dört işlemi eksiksiz tüm sınıfa öğrenildi. Kitap, okuma üzerine yaptığım anlatılardan mı etkilendiler bilemem. Öğrencilerim harçlıklarından ayırdıkları paralarla kitaplar alıp bana hediye ettiler. Bu hediyelerin yerini gönlümde hiçbir şey alamaz. Derken yer karası güneş etrafındaki turunu devam ettirdi. Haziran geldi. Mutlak sona ulaşmanın geri dönülmez hüznünü yaşamaya başladım istemeden. Karneleri verip bu kez meslek yaşantımı öğretmenliği gerçekten sonlandırdım. Okuttuğum sınıf dördüncü sınıftı. Öğrencilerim, “Öğretmenim ne olur gelecek yıl ziyaretimize gelin. Sizi bir kez daha görmek isteriz…” dediler. Onları kıramazdım. Elbette ziyaretlerine gidecektim.
İki bin on beş yılının ocak ayındayız, günlerden çarşamba. Geçen yıl bir sömestri döneminde son olarak çalıştığım okulu ziyaret ettim. Bir kez daha birlikte mesai yaptığım arkadaşlarımla selamlaşmanın mutluluğunu yaşadım. Ziyaret saatimin öğrencilerimin öğle yemeğine çıkış saatine denk gelecek biçimde olmasını arzulamıştım. Son öğrencilerimi, benim sonbahar goncalarımı bir kez daha yakından görecektim. Onlar şimdi ortaokul öğrencileri olmuşlardı. İlkokulun yanı başında bulunan ortaokul bahçesinde beklemem uzun sürmedi. Güneş de ışınlarını mertçe gönderiyordu yaşlı dünyamıza kış ortası olmasına karşın.
Bir anda kendimi bir gül bahçesinin içinde buldum. Sonbahar, goncalarım henüz açmış, birer kırmızı gül, mor karanfil, pembe hatmi çiçeğine dönüşmüşlerdi. Ayşeler, Cerenler, Ahmetler, Hasanlar, Rukiyeler, Emineler, Mehmetler, Zeliha ve Oktaylar… Yanı başımda bitiverdiler. “Öğretmenim,” nidalarıyla yanıma koşmalar. Boğazıma sarılmalarının hoşluğunu anlatmak ne mümkün. Yaşanan duygu yoğunluğu betimlenemez ancak yaşayan hisseder o uçsuz sevgi selini. Riyasız, kalplerden gelen “öğretmenim” seslerini ölünceye kadar unutamam. Çocuklarımla birer mutluluk yumağı oluşturduk. Hepsiyle tekrar ayrı ayrı sarmaş dolaş olduk. Birbirimize dokunduk. Kalplerimizdeki sıcaklığı öğretmen-öğrenci dostluğunu kılcal damarlarımızın en uç noktalarında hissettik. Öğrencilerimin tatlı bakışlarından yansıyan ışık ruhuma huzur verdi. Dünyada yaşanan tüm olumsuzlukları unutturdu bir an.
Öğretmen- öğrenci ilişkileri büyük sınıflarda da güzellikler içerir elbet. Fakat ilkokul öğretmenliği farklı bir olgudur. Anlatılamaz… Annelerin sıcak kucağından ayrılan çocuk okula başladığında kendini farklı bir âlemde bulur. Evden çok kalabalık bir dünya, tanımadık simalar… Öğretmenlik işte o anda başlar. Çocuğa uzanan sıcacık bir el; anne eli değil bu el fakat sıcacık. İçten konuşmalar, tatlı bakışlar çocuğun minicik kalbinde bir güven duygusu oluşturur. Yaşamı, dünyayı seven, kafasında çocuk sevgisinden özge duygular taşımayan öğretmen betimlemeye çalıştığım iletişimi kurar yeni öğrencileriyle. Aralarında kopmaz bir sevgi bağı kurulur. Gerisi teferruat, düğün bayram. Onun için ilkokul öğretmenleri hiç unutulmaz.
Öğrencilerimle hal-hatır sorduk. Onları sağlıklı, fark edilir düzeyde büyümüş serpilmiş görmekle ayrıca mutlu oldum. Derslerini sordum. Hepsi adeta bir ağızdan:
“Öğretmenim iyi ki bizlere ritmik saymaları, çarpım tablosunu tam kavrattınız. Öğretmenlerimiz soruyor sizlere çarpım tablosunu kim öğretti diye. Bir de öğretmenim bizlere okuma sevgisi aşıladınız…” Böylesi tümceler duymakla geçen yılki çalışmaları anımsıyorum bir an… Onları fazla tutmadım yanımda. Yemek için evlerine gidip bir daha okula dönmeleri gerekiyordu. Ne diyeyim. Kalbimi paramparça ettiler. Hepsi bir parçasını alıp gittiler.
Bu sevgiyi nasıl ördük ilmek ilmek. Öğrencilerime veda edip evime dönerken son çalıştığım okuldaki ilk günümü anımsadım. O günün olayları bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti... Yeni bir sınıftaydım ve heyecanlıydım! Tıpkı öğretmenliğe başladığım ilk günlerdeki gibi. Öğrencilerime şöyle seslenmiştim:
“Sevgili öğrenciler sizinle bir arada olmakla mutluyum. Dünyanın bütün çocuklarını koşulsuz severim. Şimdi size öğretmenlik ilkellerimi söylemek istiyorum. İçinde bulunduğumuz oda dershane. Dershanede okuyacağız-öğreneceğiz, konuşacağız, konuşanları dinleyeceğiz. Söz söylemede kendimize güveneceğiz. Sorunları konuşarak çözeceğiz. Aranızda çıkacak, içinden çıkamadığınız sorunları öncelikle bana getireceksiniz. Kesinlikle yalan söylemeyeceğiz. Dürüst olacağız. Yalanı, görevini yapmayanlar söyler. Sizler ve ben, hepimiz görevlerimizi tam yaparsak yalan söyleme ihtiyacı duymayız Bir sözümü yerine getirmeyi unutsam, hemen hatırlatacaksınız. Öğretmen zilini sınıfta duyacağız. Öğrenci, güzel konuşan, temiz giyinen çevresine neşe saçan çocuklara diyoruz. Sizler iyi birer öğrencisiniz. Gözlerinizden anlıyorum,” diyorum. Şu sözcükleri tahtaya yazıyorum:
“İstek… Disiplin… Sebat…” “İşte size başarının anahtarı olan üç sihirli sözcük. Bu sözcüklerin içini doldurur ve gereğini yaparsak. Başarı denen o güzel kuş kafamıza muhakkak konar. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın…”
Okuldaki ilk günümde beni üzen, kalbimi yaralayan bir durumla karşılaşmıştım. İlk ders zili çalıyor. Öğrenciler sıra olup sınıflara giriyorlar. Kulaklarımda önceki yıllarda öğrencilerimizin sabahleyin coşkuyla okuduğu andımızın yankısı var. Anlamlarını bilmeseler bile onları kaynaştıran, bir toplumun bireyi olma bilincin aşılayan Andımız söylenmiyordu artık. Okulun önünde sıra olup birlikte ant okunduğunda öğrenciler yeni bir yuvaya, bilim yuvasına geldiğini fark ediyordu önceki yıllarda. Evini, sokağını unutup derslerine motive olarak güne başlıyordu. Şimdilerde öyle olmuyor. Öğretmenler, veliler, öğrenciler hep birlikte giriyorlar sınıflara.
İki yıl yarımşar sezon çalışmalarımı katarsam yarım asra yakın bir süre öğretmenlik mesleğini yapma mutluluğunu yaşadım. Göreve başladığım yıllarda ülkede eğitim-öğretim sorunları henüz çözülmemişti. Hala anımsarım, çiçeği burnunda bir öğretmen olarak öğretmenliğe merhaba dediğim köyde kız öğrenciler yoktu sınıflarımızda. Aradan yıllar geçti. Maalesef, güzel yurdumuzda kız çocukların okula gidemediği bölgelerimiz var.
Devletin yapması gereken en öncelikli üç görevi var en azından: Yurttaşların, eğitim, güvenlik ve sağlık sorunlarını çözmek. Güzel gök kubbemiz altında bu işler yetesiye düzenli yürümedi bir türlü. Eğitim Birliği kanunu göz ardı edildi çoğu kez. Eğitim işine çeşitli cemaatler… Soyundu. Soyunuyor. Gelişimini tamamlamış uygar ülkelerde hiç rastlanmayan dershanecilik uygulamaları bizim ülkemizde yaşanıyor. Dershaneciliğe mahkûm olan çocuklarımız, çocukluklarını, gençlerimiz ilk gençlik dönemlerini doyasıyla yaşayamıyor. Bu girdap içinde; kitap okumaya zaman bulamayan, okuyamayan, sorgulayamayan kuşaklar yetiştiriyoruz. Böylesi eğitim politikalarıyla çağı yakalamamız olası değil. Tek çözüm pedagojik bilgilerle donatılmış öğretmenler yetiştirmek. Çağdaş uygarlık düzeyine erişmek adına her alanda bilimi rehber edinmekten başka da bir yol yoktur…
YORUMLAR
Emekli olmak yılların yorgunluğunu atmak güzel, ve artık gezmek dinlenmek hakkınız öğretmenim. Anılarınızı büyük bir keyifle okurken iç geçirdim öğretmen olmayı çok isterdim lakin, hayatın sürprizlerine yenik düşüyor umurlarımız maleSef. Öğretmen ve asker anılarını okumayı ve dinlemeyi çok severim, :-Psitemizde çokça öğretmenimiz var onlar da anılarını yazarlar. Emeklerinize ve öğretmenlik emeklerinize saygımla değerli öğretmenimiz. Sevgilerimle..
İBRAHİM YILMAZ
selam ve sevgiler olsun yüce gönlünüze.