- 476 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Tutsaklıktı sevgide var oluş…
Düşünüyorum da, daha doğrusu uzun zamandır düşünüyorum, kendi kendime bir sebep bulup gülmek istemiştim, olamadı, olamadı o sebebi bulamadım, belki daha uzun zaman bulamayacağımı hissediyordum, kendi kendime, daha ne kaldı bu kadar acılanmaların ardından, hırslanıp, kahreden cümlelerin arkasından hangi güzellik düşecekti yüreğimin tam da çapraz noktasına, acı ile hüznün kesiştiği o noktaya derken garipsedim kendimi…
Yılların ardına saklanmış huzur ve de iç güvenin verdiği mutluluklar nerede derken, sessizliği bozan bir müzik ile “bir pazar sabahı” diyordu yıllardır dinlediğim müzik eşliğinde…
Öylece çakılı kaldı düşüncelerim, rastgele gelen bu ses garip bir düş kurgusuna attı beni…
Uzun zaman oldu bu düşleri özlemeye başlayalı, öyle sebep olmalıydı ve tartışmasız düşünmeden gülmeliydim…
Sevdiğim renkler geldi aklıma, kendimi bildim bileli maviye hep gülümserdim ama kahkaha atamazdım.
Yolculuklarda hiç gülmedim desem yeri var.
Yan yana olduğum insan hep hüzün atardı düşünmek için veya sevgili dediğim sen sevgisi hep kahır ve endişe açtın içime.
Ara sıra gülmelerimiz oldu belki de ama ne kaldı geride ki bu kadar hüzünden başka ki şimdi onlara güleyim veya bu anlarda sadece gülmenin yolculuğunda düşüncelerim.
Arınmışım bir defa kasvetten, boşluğa girmiş bir defa düşüncelerim. Unutmuşum geçmişin yaralarından kopan kabukları ile duraksayan acıları hatırlamanın anlamı var mı şimdi ki derken bu müzik ve devamları kulağımda kulaklık ve özlemi düşünmekle duraksadı her şey sanki durdu zaman durdu bende…
Ve tekrarladım özlem derken kaçıncı kezdi bilmek mümkün değil.
Özlem kelimesine takılan dilim tekrarları ile kelime anlamını büyüttü benliğimde…
Ve aniden dilimden dökülen “kaç özlem anlarını feda ettim sevginin hüzünlerine” derken içimden yükselen öfkeye bu sefer engel olamadım…
Ama gene de bu gün olmasını çok istediğim gülme sebebimi bulmalıydım…
“Şarz ile cazz” yazılımlarını bilerek değiştirdim ve “telefonu şarj etmek oldu bende cazz” etmek…
Eyy gözleri anlam yüklü güzellik, bazen kendine, olmadı yazdığına güleceksin ki özlemi unutup gözleri düşüneceksin…
Hayal bu ya kahkaha atamazsan bile gülümsersin en azından insan olarak…
Tutsaklıktı sevgide var oluş…
Yaşamın sadece esaretiydi içinde dar nefesler aldığım…
Kaç beylik laf edildi, kaç nefes beylik yaşandı?
Ve ömrün ne kadarı yanıltılarak geçmedi, kime neden bu kadar gözyaşı döktük ve kimin için hayatımızı zamana yayarak tutsak yaşadık…
Kendimize tutsak yaşarken, düne kadar içinde var olmaya çalıştığımız zamanlarda kendi kendimize düşünceler ve de özlemler eşliğinde nefes almaya çalışırken, son dönemlerde en önem verdiğimizce esir olduk hüznü içinde barındıran zamana ve sevginin esaretinde var olduğumuz yaşama eksik kaldık…
Kim için ve ne için, en önemsediğimiz değil miydi en çok sevdiğimiz dediğimiz ve en çok sevdiğimizce sırtımızdan yarılırcasına yaralar alırken sadece sevmenin zamana yayılan tutsaklığına sığındık.
Ve esaret zincirleri ile sırtımıza vura vura acılanırcasına sanki küskün olduk yaşamın içinde mecburiyetimiz olan zamana…
Zamana tutsaklık vazgeçemediğimiz tüm isteklerimizi hep erteledik ve erteledikçe yaşama geciktik…
Geciktikçe isteklerimize kavuşmaktan var oluşumuzdaki kendimize olan güveni azalttık ve küstük yaşamın an zamanlarına…
Kendimize küstükçe yaşamdan koptuk ki gün geldi aynadaki kendi yüzümüze bakamaz olduk ve yaşamın artık zor zamanlarını kendimize tutsaklıkla zamana tutsak olduk ve vazgeçtik tüm yaşam görgülerinden…
Kendi kendimizden yaşamdaki haklarımızı terk ederek intikam almaya çalıştık ve de başardık ki artık dünyanın tüm renkleri karışmışçasına kendimizde küçüldükçe küçüldük…
Artık zamana tutsak ve kendi kendimizi hiçe sayarak zamana bağlarımızı azalttık…
Artık önemsenecek o kadar az şey kalmıştı ki hepsinin ilk harfi özleme yapıştı…
Bir geç kalınmış yaşam hikâyesinin az biraz kesitinin içinde umut barındıran kısmıydı bu…
Hüzünlü şarkılar eşliğinde uzun zamanlara yayılması mümkün olmayan dar sevinçlerdi bunlar ve bu sevinçlerin yaşam bölümü ile kıyaslandığında çok az zamanlarını kapsar…
Belki de zaman zaman işitilen şarkılarda mutluluk kırıntıları vadeden kısımlarının etkisi ile geçmişin kasvetlerine kısa zamanı kapsayacak örtüler vuruluyordu…
Garipsenen duygular arasındaki bu sevinç gözyaşları yaratan bu kısa zamana yayılan sevinçlerdi ki kalan yaşama direnç verirdi…
Sorular sorulurdu nerede ne yapıldı ki hak etmediğim yaşam kareleri ile hüzünlenip mutluluk anlarından kopup gömüldük kasvete veya hangi mükâfat tarifiydi bu kısa iç gülümsemeler yaratan?
Galiba biz sevmeyi içimizde barındıran belki de bu umutların içimize sığmasıydı…
Belki sevmeyi hak edenlerden olabildik ama sevilmedeki oynak düşüncelerle yaşamımızı karartılar, her zaman en çok yakınımızda olanlar veya en çok seni sevdim dediğimizin kurbanı olduk, yaşamda…
O çok nadir yaşanacak anlardan birinde birbirimize hitap ederken, ikimiz de mutluluğu yakalamıştık sanki sevmiştik bir birimizi derken yüreğimizin seslerini ayrı ayrı mahallelerde dinlerken, mutluluk belki de limite çıkmıştı bu cümle ile ikimizde de…
Ama gerçekler ve baş edilmez olgular, bu iç kıpırtısının devamını pek de uzatamadı.
Ve hüzün gittiği yere kendi kendine caka satarak geri dönmekte pek gecikmedi…
Sadece hiç şaşırmadım yaşadığım en ufak mutluluk kırıntısı benimdi. Ve ben bu anları ömrüme anı olarak yaşamaya sanki mecburdum…
Belki de benim yaşamım bu gelgitlerle aralıklı olarak mutluluklarla hüznü takip etmenin nefesleri ile geçecekti…
Kopuk kopuk masallarla…
Yalnızlık gece karanlığında gözü kapalı telaşlı yürümek gibi bir olgudur…
Ama yaşam zaten tam bir koşuşturmadan ve endişelerle dolaşmak ve şartı gibidir diye düşünüp durdum…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.