- 656 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ASKERİ HASTANELERİN SAĞLIK BAKANLIĞINA DEVRİ
ASKERİ HASTANELERİN SAĞLIK BAKANLIĞINA DEVRİ
Dr. Sadık Özen
15 Temmuz tarihinden bu yana ülkemizde yaşanan olumsuzluklara ek olarak, Askeri Hastanelerin Sağlık Bakanlığı’na devri kararının alınması ve uygulamaya konulması, son derecede yoğun bir tartışma ortamı yaratmış bulunuyor. 669 sayılı OHAL kararnamesi ile GATA ve Askeri hastaneler sağlık bakanlığına devredilmiştir.
Bu kararın OHAL döneminde ve ivedilikle alınmış olması tartışmalara yoğunluk kazandırmıştır. Eğer konu geniş bir zaman sürecinde, olağanüstü durum sona erdikten sonra; özen ve titizlikle yapılan bilimsel çalışmalarla ve tüm ayrıntılar gözden geçirilerek ele alınmış olsaydı, bu denli tartışmalara neden olmayabilirdi. Özellikle, GATA’nın sıradan bir askeri hastane olarak ele alınmaması gerekirdi. Çünkü bu kuruluşun; büyük bir tarihi geçmişi ve günümüzde; bilimsellik, tıbbi teknoloji ve tıbbi gelişmeler açısından dünya çapında bir yeri vardır. Burası, aynı zamanda; hekim ve tıbbın her dalında uzman hekim yetiştiren önemli bir yüksek öğretim kurumudur.
Bu devir kararının alınmasına gerekçe olarak gösterilen hususlar arasında doğru olanlar bulunabilir. Ancak bunların tarafsızlık ilkesi içinde ele alınması ve değerlendirilmesi gerekirdi. Bu önemli ve ciddi konunun; kulaktan duyma söylentilere ve medyada çıkan sansasyon yaratıcı haberlere itibar edilerek ve gerçekliği tam olarak saptanmamış yayınlar ele alınmak suretiyle yüzeysel olarak değerlendirilmiş olacağı düşünülemez. Ama yapılan tasarrufun halkımızı yeterince tatmin edecek boyutlarda bir çalışmanın ürünü olduğu da söylenemez. Keşke konu, kamuoyu önünde enine boyuna tartışıldıktan sonra karara bağlanabilmiş olsaydı. Aslında bu konunun kamuoyu yoklamaları yapılmasını ve hatta referandumu gerektirecek bir önemde olduğu düşünülmeliydi.
Gerek sivil-asker hekimlerin, gerekse halkın ve tüm yetkililerin, konuya hakim olacak kadar bilgi sahibi olmadan tartışmalara katılması son derecede yanlış olur. Bunca yıllık bir hekim olmama rağmen, yaptığım kısa bir araştırma ile bilmediğim birçok şeyi yeni öğrendiğimi açıklamalıyım. Zira bu konu herkesin balıklama dalacağı bir konu olmanın çok ötesindedir.
İlk olarak; askeri hastanelerin ülkemizde ve dış ülkelerdeki durumlarının gözden geçirilmesinin doğru olacağı kanısındayım. Ve de konunun iyi değerlendirilebilmesi için tarihi boyutlarının ele alınarak incelenmesi ve değerlendirilmesinin uygun olacağı görüşündeyim. Bu yapıldığında; belki de sadece ülkemizde değil, tüm dünyada GATA’nın ne derecede önemli bir kuruluş olduğu anlaşılır ve durum buna göre bir karara bağlanılabilirdi.
Konu gündeme geldiğinde ilk yapılması gereken şey; alelacele Askeri Hastanelerin kapatılması ya da Sağlık Bakanlığına devredilmesi değil, durumun doğru ve yanlış yönleriyle ele alınması ve enine boyuna değerlendirebilmesi için bir tetkik kurulunun oluşturulmasıydı. Zira bu tür önemli kararlar, masa başında oturarak ve duygusallıkla hareket edilerek iki dudak arasından çıkan bir emirle alınamazlar.
ASKERİ HASTANELER
Ülkemizde büyüklü küçüklü 40 civarında Askeri Hastane bulunmaktadır. Alfabetik sıraya göre bunlar; Adana, Ağrı, Amasya, Ankara (Gata, Mevki Hastanesi, Etimesgut) Ardahan, Balıkesir, Bitlis, Bursa, Çorlu, Diyarbakır, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Girne, Gölcük, Hakkari, Isparta, İstanbul (Gümüşsuyu, Kasımpaşa), İzmir, Kars, Kayseri, Kocaeli, Konya, Malatya, Merzifon, Muğla, Sarıkamış, Şırnak, Tekirdağ, Van. 30 Yataklı İaşeli Revirler ile sınır bölgelerindeki Seyyar Jandarma Birliklerinde bulunan Seyyar Sahra Hastaneleri bunlara dahil edilmemiştir.
Bu hastanelerin bazıları Osmanlı döneminden günümüze kalmışlardır. Zaman içinde onarılmış, geliştirilmiş ve günümüzde hizmet vermeye devam etmektedirler. Cumhuriyetin ilk yıllarında açılmış ve hala hizmet vermeye devam edenler yanında yakın bir zamanda açılmış olan hastaneler de vardır. Ancak bu hastanelerin tamamının verimli olarak çalıştıkları söylenemez. Nedeni, bulundukları statü gereği, bağlı oldukları askeri kuruluş ile hizmet yerleri arasındaki konumlarıdır. Bu konuda ancak kağıt üzerinde bir uygulama yapıldığı ve bir formalitenin yerine getirildiği görülüyor. Örneğin; Merzifon’daki bir hastanenin Malatya garnizonuna bağlı olması gibi. Böyle bir durumda bir hastanenin sağlıklı çalışması mümkün olabilir mi?
Anlaşılacağı üzere; bu hastanelerin verimli çalışabilmeleri için, yeni düzenlemelerin yapılması gerekmekteymiş. Aslında sadece Askeri Hastanelerin değil, bütün sağlık kurumlarının, daha doğrusu ülkemizin tüm sağlık sisteminin gözden geçirilmesi ve yeni düzenlemelerle sektörün sağlıklı bir şekilde çalışmasının sağlanması gerekir. Ama bunun yapılması ayaküstü kararlarla yapılacak bir şey değildir. Hele, Sağlık Bakanlığı tarafından denetlenen resmi ve özel hastane hizmetlerine bile yeterli çözüm getirilememiş ve buralar birtakım sorunlarla karşı karşıya iken, bir de Askeri Hastanelerin bu sistem içine alınması düşünülmemeliydi.
Esasen sağlık sektöründe yalanan sorunlar sadece günümüze ait değildir. Geçen 10 yıl içinde bu hususta çok önemli çalışmalar yapılmış, yeni adımlar atılmıştır. Ancak bunlardan yeterli sonuçlar alınamamıştır. Çünkü izlenen yol yanlış olmuştur. İşin görünen yüzüyle, sorunlar daha çok siyasi rant sağlanması yönünden ele alınmıştır. Oysa sağlık hizmetlerinin, eğitim, savunma ve ulaşım hizmetleri gibi siyaset dışı ele alınmaları gerekir. Bu nedenle; konunun çözümü daha geniş çalışma ve araştırmalarla sağlanmalı, ilgili tüm kurumların, Tabip Odalarının, Sendikaların, Üniversitelerin, deneyim sahibi hekimlerin, hizmet almakta olan halkın görüş ve önerileri dikkate alınmalıydı. Ne yazık ki bu yapılmamış, alınan kararlar daha çok siyasi ağırlıklı olmuştur. Dileriz bir gün bu gerçek anlaşılır ve yukarda ifade edilen kriterler içinde gerçek çözüm yolları aranır ve bulunur.
Askeri hastanelerin tümüyle ilgili araştırma yapmak ve her biri hakkında ayrıntılı bilgiler sunmak istemiştim. Ne yazık ki kısa bir sürede bunun gerçekleştirilmesi olanağının olmadığını gördüm. Bu konuda uzun ve ayrıntılı bir çalışmanın yapılması gerekiyor. Bu hastaneler, bulundukları yerlerde ziyaret edilmeli, gerek hastane içinde gerekse hizmet verdikleri bölgelerde bulunan halkın bilgilerine başvurulmalıdır. Konuyla ilgili internetteki arama motorlarından yararlanılması çok zorlaşmıştır. Çünkü bu hizmetlerin zamanla daha ileriye götürülmeleri gerekirken, buralarda bazı özel konularda ayrıntılı bilgilere ulaşıılması adeta imkansız hale gelmiştir. Aranan şey içindeki her sözcük ayrı ayrı ele alınmakta ve bu suretle aranan asıl konudan uzaklaşılmaktadır. Bu nedenlerle; bugün için, kısa zaman sürecinde istenilen ölçüde yeterli bir çalışma yapılamamıştır.
TARİHÇE
Tüm askeri hastaneler hakkında ayrıntılı bilgilere yer verilemesi mümkün olamamıştır. Bunlar arasında en önemli yeri alan GATA’ nın tanınabilmesine; bu güzide kuruluşun tarihimizdeki yeri ve değerinin belirlenmesine çalışılacaktır. Gata, bugün sahip olduğumuz tıp fakültelerinin çekirdeğini teşkil eder. “Tıphane-i Amire” ismiyle, II.Mahmut döneminde Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin (1774-1834) başlattığı çalışmalarla, 14 Mart 1827 tarihinde, İstanbul’un Beyazıt’a yakın semtlerinden Vezneciler’deki Tulumbacıbaşı Konağı’nda “Askeri Tıbbiye Mektebi” kurulmuştur. Bu tarih, günümüzde kutlanmakta olan 14 Mart Tıp Bayramı’nın başlangıcıdır. Okul, bir süre sonra Topkapı Sarayı’ndaki “Otlukçu Kışlası” na taşınmıştır. Bunun arkasından, orduya cerrah yetiştirmek için 9 Ocak 1832’de “Cerrahhane-i Mamure” açılmıştır.
1839 yılında Tıphane ve Cerrahhane birleştirilerek, şimdiki Galatasaray Lisesi’nin bulunduğu yerdeki eski Enderun Mektebi’nin binasına taşınmış ve bina yeniden inşa edilerek ismi “Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane” olarak değiştirilmiştir. “Adli” sözcüğü aynı zamanda bir şair olan Padişah II. Mahmut’un şirlerinde kullandığı mahlastır. Şahane sözcüğü ise imparotorluğu temsil etmektedir.
Başına Viyanalı Dr. Charles Ambroise Bernard’ın getirildiği Tıbbiye Mektebi 17 Şubat 1839 günü törenle açılmış ve 11 Mart 1839 günü eğitime başlamıştır. 14 mayıs 1839 günü II. Mahmut’un ziyaret ettiği okulda, Fransızca eğitim yapılmaktaydı ve eğitim süresi 7 yıldı. Bu dönemde, öğrencilerin eğitimlei açısından birtakım sıkıntılar yaşandı. 1840 yılında, daha sonra Sağlık Bakanlığı’na dönüşecek olan “Meclis-i Umur-u Tıbbiye” kuruldu. 1841 yılında fakültede poliklinik açıldı. Öğrenciler daha çok Müslüman olmayan gençlerdi. Bu okul kırk yıl boyunca sadece üç yüz hekim yetiştirebildi ve bu süre içinde ülkede hekim sıkıntısı çekildi.
1866 yılında mektep Demirkapı’daki Gülhane Kışlası’na (Taşkışla) taşındı. Bu kışla dikdörtgen şeklinde, ön cephesi üç, diğer iki cepheleri iki katlı, büyük ve eski bir binaydı. Ortasında bir iç bahçesi vardı.
Askeri Tıbbiye’de eğitim Fransızca dilinde verilmekte olduğu için Türk öğrenci sayısı oldukça azdı.
1855’de 7 hekim, 1856’da 9 hekim mezun oldu; bunlardan sadece biri Türk’tü. Türkçe eğitime yabancı hocalar karşı çıkmaktaydı. Türk doktorlar “Cemiyet-i İlmiyye-i Tıbbiye” adında bir cemiyet kurarak Türkçe eğitim için mücadele etmeye başladılar. Bu mücadele başarıya ulaştı ve sivil hekim yetiştirmek için 1 mart 1867’de Askeri Tıbbiye’ nin bir köşesinde “Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye-i Şahane” ismi altında Türkçe eğitim yapan sivil tıp mektebi açıldı. Sivil tıbbiyenin ilk müdürü Kırımlı Aziz İdris Bey oldu. İdris Bey, günümüzde Kızılay’ın kullanmakta olduğu amblemi çizen kişidir.
Sivil Tıp Mektebi’nin açılışından sonra, 1869 yılından itibaren Askeri Tıbbiye öğrencileri askeri kimlik kazandılar ve kılıç kuşandılar. Sivil Tıbbiye Mektebi ise Askeri Tıbbiye içinde yer almaktaydı. Öğrenci sayısı 200’ü bulunca; 1874 yılında eskiden hastane olarak kullanılan Ahırkapı’ daki bir binaya ve buradan da 1894 yılında Kadırga Meydanı’ndaki Menemenli Mustafa Paşa Konağı’na taşındı. Haydarpaşa’ya nakledilinceye kadar burada faaliyet gösterdi. Önceleri Askeri Tıbbiye’ye bağlı olan Sivil Tıbbiye Mektebi sonradan Maarif Nazırlığı’ na bağlandı. Yeni mezunların tayini “Cemiyet-i Tıbbiye-i Mülkiye” tarafından yapıldı. 1874 yılında 13 kişi mezun oldu. 1888’de ise bu sayı 32’ye çıktı.
Askeri Tıbbiye, 1876-1903 yılları arasında eski Gülhane Kışlası’nın olduğu yerden Ahırkapı’daki binasında öğretim yaptı. 1903 yılında ise binaların yetersizliği ve eskimesi yüzünden Askeri Mektepler Nazırı Zeki Paşa tarafından Anadolu yakasındaki Selimiye Kışlası’nın yanına ve buradan da; şimdilerde Haydarpaşa’da bulunan ”Marmara Üniversitesi”nin olduğu binaya taşındı. Burası, günümüzde “Sağlık Bakanlığı Sağlık Bilimleri Üniversitesi” olarak hizmet vermektedir.
Bugünkü “Haydarpaşa Numune Hastanesi” binası; Sultan II. Abdülhamit’in doğum günü olan 30 Aralık 1898 tarihinde hizmete açılmıştır. Bu binanın karşısına II.Abdülhamit’in doktorluğunu yapan Alman asıllı Prof. Dr. Rieder’in çabaları ile “Seririyat Pavyonları” adı verilen tedavi klinikleri inşa ettirilmiştir. Bu klinikler yapılırken 1902 yılında inşaattan düşerek sakatlanmıştır. Sakat kalmasına rağmen Rieder Paşa, koltuk değneğiyle hem Gülhane’deki vazifesine devam etmiş hem de bu inşaatların bitirilmesini sağlamıştır. Büyük bir Türk dostu olan Prof. Dr.Rieder Almanya’ya dönüşünden sonra yayınladığı “Für Die Türkei” isimli kitabında şunları yazmıştı. “Türkiye’deki inkılap ve ıslahatın yabancılardan beklenmesi bir hatadır. Türkler kendi kendilerini düzeltmek mecburiyetindedir ve düzelteceklerdir” Rieder paşa, bu kitabında çektiği zorlukları anlatmış ve Milli Savunma Bakanlığı’na yaptığı 2202 tekliften sadece 19’una uygun cevap aldığını belirtmiştir.
1908 yılında Meşrutiyet ilan edildiğinde Askeri Tıbbiye’nin kadrosu oldukça genişlemişken, Sivil Tıbbiye’de hoca ve para sıkıntısı vardı. Meşrutiyetin ilanından sonra 21 kasım 1908’de Sivil Ttıbbiye’nin adı değiştirilerek Fakülte olarak eğitime başladı. Cemil Topuzlu Paşa dekan oldu. 14 Eylül 1909’da Sivil ve Askeri Tıbbiye birleşti ve Darülfünun’a bağlanarak “Darülfünun-i Osmanî Tıp Fakültesi” adını aldı. Böylece “Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane” fiilen kapatıldı. Ancak aynı geleneğin devamı ve askeri öğrencilerin açıkta kalmaması ve eğitimi için “Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye” okulu kuruldu. Bu okulun eğitimi Tıp Fakültesi’ne ve idaresi Harbiye Nezareti’ne bağlıydı. Askeri öğrenciler Tıp Fakültesi’nde sivil öğrencilerle birlikte eğitim görürlerdi. Bu model, Fransa’nın Lyon kentindeki Askeri Tıp Okulu’ndan alınmış ve Haydarpaşa Tıp Fakültesi’nde de uygulanmıştır. Burada Askeri ve Sivil Tıp Fakültesi öğrencileri birlikte eğitim almışlardır.
Ülkemizde tıbbi toplantılar ilk defa 13 Kasım 1908’de “Gülhane Müsamere-i Tıbbiyesi” adı altında Dr. Wieting paşa tarafından başlatılmış olup, “Gülhane Müsamereleri” daha sonra ülkemizdeki bilimsel toplantıların ilk çekirdeğini oluşturmuş bulunuyor.
Gülhane’nin kuruluşuyla birlikte “Askeri Hekimlik” ve “Harp Cerrahisi” gelişmeye başlamıştır. 1894 yılında Almanya’ya gönderilen askeri tabipler döndüklerinde “Gülhane Tatbikat Hastanesi” nde hoca oldular ve böylece Gülhane daha güçlü bir hekim kadrosuyla yoluna devam etti. Gülhane Tatbikat Hastanesi ilk açıldığında, Askeri Tıbbiye’yi “Tabip Asteğmen” rütbesiyle bitiren askeri doktorlar kıtalara gitmeden önce bir yıl süreyle burada staj yapıyorlar ve bu staj sonunda rütbeleri “Tabip Teğmen” oluyordu. Daha sonraları, uzman askeri doktorlara “Tabip Yüzbaşı” rütbesi verildi.
Gülhane, 18 Aralık 1918’de Fransızlar tarafından işgal edildi. Bunun üzerine kuruluş üç gün gibi kısa bir süre içinde “Gümüşsuyu Askeri Hastanesi” ne taşındı. 23 ağustos 1923’te Gülhane’nin adı “Gülhane Askeri Tıp Encümeni-i Alisi” oldu ve 2 ekim 1923’te eski binasının bulunduğu Sarayburnu’na geri taşındı. 1928’de Haydarpaşa Tıp Fakültesi’nde okuyan askeri tıbbiyelilerin daha iyi yetişmesi için Haydarpaşa Askeri Hastanesi uygulama hastanesi olarak Tıp Fakültesi’ne bağlandı ve oradaki servis şefleri de hasta başında öğrencilere eğitim verdi. Bu gelenek benim öğrenin yaptığım 1952-1958 yılları arasında devam etmiş yetişmemize büyük katkı sağlamıştır.
1933 yılında yapılan “Üniversite Reformu” ndan sonra Tıbbiye, Avrupa yakasına taşınmış, askeri tıbbiye öğrencileri de Beyazıt’ taki üniversite giriş kapısının yanında bulunan sarı binada kalmaya başlamışlardır. Daha sonra da Kadırga’daki eski kışlada oluşturulan “Askeri Tıbbiye Yurdu” na nakledilmişlerdir.
Gülhane daha sonra, 21 temmuz 1941’de, Ankara’da Cebeci - Demirlibahçe –Abidinpaşa semtleri arasında yer alan, Askeri Dikimevi ve Askeri Harita Mahfeli’ ni karşısındaki “Mevki Askeri Hastanesi’ne taşınmış ve “Askeri Doktor Mektebi ve Kliniği” adını almıştır. Bu arada Genelkurmay Başkanlığı tarafından adından Gülhane ismi kaldırılmıştır. Bunun üzerine Başhekim Prof. Dr. General Abdülkadir Noyan, dönemin Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak ile görüşerek; 1898 yılından beri bu kurumun yayınlarını “Gülhane” adıyla yaptığını ve bu isimle tanındığını, bu isim değişirse Gülhane’nin tıp şöhretini kaybedeceğini anlatmıştır. Fevzi Paşa, “- Oğlum, bana bunu anlatmadılar” diyerek Abdülkadir Noyan Hocamızı haklı bulmuş ve Gülhane isminin devam etmesini sağlamıştır.
ANKARA TIP FAKÜLTESİ’NİN KURULUŞU
1945 yılında çıkarılan bir yasa ile Ankara Üniversitesi’ne bağlı olarak “Ankara Tıp Fakültesi” kurulmuştur. İstanbul’da tıbbiye son sınıfta eğitim görmekte olan asker ve sivil tıp öğrencileri bu fakülteye nakledilerek, 19 Ekim 1945 tarihinde eğitime açılmış ve 1946 yılında ilk mezunlarını vermiştir. Bu arada Gülhane’nin adı “Gülhane Askeri Tıp Akademisi” olarak değiştirilmiştir. Bir süre fakülte ile hastane birlikte kullanılmış ve 1953 yılında Gülhane binalarını tamamen Ankara Tıp Fakültesi’ne devretmiştir. Ve bazı cerrahi klinikleri Dışkapı’daki Askeri Mevki Hastanesi’nde kalmak üzere, Bahçelievler-Anıttepe arasında bulunan şimdiki Kara kuvvetleri Komutanlığı eski binasına taşınmıştır. O dönemde burası Yedeksubay Okulu olarak hizmet vermekteydi. Gülhane’nin buraya nakli ile Yedek Subay Okulu da İzmir Eşrefpaşa ile Üçkuyular arasında yer alan Hatay semtindeki “Sahra Sıhhiye Okulu”na taşındı.
Öğrenime başladığım 1952 yılından bugüne kadar, mesleki bağlantılarımı hala sürdürmekte olduğum 58 yıllık hekimlik yaşamımın her döneminde ülkemin sağlık sorunları ile ilgilendim ve yaşanan olumsuzluklara çözüm yolları düşündüm. Bu konularla ilgili kitaplar yazdım ve çözüm önerilerinde bulundum. Sağlık hizmetinin başında bulunanların en büyük kusurları; kendi alanlarında deneyim sahibi hekimlerin önerilerine değer vermeyerek, sadece kendi bildiklerini okumaları ve kendi görüşlerini uygulamaya koymalarıdır.
1952 yılından itibaren; askeri hekimler ve askeri hastanelerle yakından ilgilenme ve onları yakından izleme fırsatı bulmuş bir hekimim. Çünkü Askeri Tıbbiyeli arkadaşlarımla aynı sınıflarda öğrenim yaptık. Mezuniyetten sonra birçok arkadaşım GATA’da çalıştılar, orada uzmanlık eğitimi aldılar ve kariyer yaptılar, üst rütbelere ulaştılar ve akademik unvanlar kazandılar. Denizci olarak görev yaptığım yedeksubaylık döneminde; İzmit “Gölcük Deniz Hastanesi”, İstanbul “Kasımpaşa Deniz Hastanesi”, İzmir “Askeri Genel Hastane”, “Gaziemir Hava Hastanesi” nin başarılı çalışmalarını yakından izleme olanağı buldum. Buralar çalışmalarına tanık olduğum önemli sağlık kuruluşlarımızdır. Gölcük’de “I. Arama Tarama Komodorluğu Başhekimi”, “Donanma Komutanlığı Karargah Tabipliği” görevlerinde bulundum. İzmir “Uzunada 30 Yataklı İaşeli Revir Baştabipliği” yaptım. Buranın kuruluşunda görev aldım ve içtenlikle hizmet ettim. Öğrencilik yıllarımda; Erzurum “Mareşal Fevzi Çakmak Hastanesi” ne ait orada görev yapmış rahmetli hocalarımızın çok değerli anılarını dinledik. Sayılanlarla birlikte, haklarında bilgi sunamadığım diğer askeri hastanelerin de ülkemize ve halkımıza çok değerli hizmetler verdiklerine inanıyorum.
Gülhane Hastanesi, 28 Ekim 1971’ de Etlik’ te hizmet verdiği binaya taşındı. 1909 yılında kapatılmış olan Askeri Tıp Fakültesi, GATA’ ya bağlı olarak 7 Kasım 1980’ de, yani yetmiş bir yıl sonra tekrar açıldı. 1981 yılında ise sivil tıp fakültelerinde askeriye adına okuyan tüm tıp fakültesi öğrencileri (6. sınıfta okuyanlar hariç) Askeri Tıp Fakültesi’ne nakledildi ve ilk mezunlarını 30 haziran 1982’de verdi. “Haydarpaşa Askeri hastanesi” 1 Ekim 1985 tarihinden bu yana “Gata Haydarpaşa Eğitim Hastanesi” olarak hizmet vermekteydi.
Sağlık Bakanlığına devredilen Gata bünyesinde; son derecede değerli askeri tabipler, sağlık astsubayları, hemşireleri, att ve paramedikler TSK içinde etkin biçimde sağlık hizmeti vermekteydiler. Burada yetişen bilim adamı ve akademisyenler arasında çok değerli bilimsel çalışmalar yapmış ve uluslararası üne kavuşmuş olanlar vardır. Bunlar yanında; yurt içi ve yurt dışında, ohal bölgelerinde görev yaparak şehit ve gazi olanlar bulunmaktadır. Ülkemizdeki sağlık ordusunun önemli bir bölümünü oluşturan, çok değerli sağlık kuruluşlarının, geçmişteki hizmet ve önemleri yok sayılarak, şok bir kararla Sağlık Bakanlığına devri büyük bir olumsuzluk olmuştur.
Bir süredir, bu güzide kuruluşumuz için, gerçekliğinin ne derecede doğru oldukları tam olarak bilinemeyen birtakım yolsuzluklar ileri sürülmektedir. Bu arada ne yazık ki, haklarında rüşvet alınması, çürük raporu verilmesi gibi birtakım dedikodular da üretilmektedir. Ülkemizde yaşanan yozlaşmaya paralel olarak, bunlar arasında doğru olanların olması muhtemeldir. Ancak, devlet başkanı tarafından, at izi ile it izinin birbirine karıştığının söylendiği bir ülkede, bu söylentilerin ne derecede doğru olduklarının saptanması son derecede zordur. Eğer her kurumu sarmalayan şer odakları bu kutsal ocağa da musallat olmuş iseler, bu ülkemiz adına büyük bir ayıp ve acıdır. Tarih boyunca sahip olunan kutsal göreve gölge düşer.
Durumun büyük bir hassasiyetle takibi ile suç işleyenlerin saptanması ve işledikleri suçların cezasını çekmeleri gerekir. Ne yazık ki bugüne kadar bu suçlamalarla ilgili gerekli, radikal işlemler yapılmamış bulunuyor. Bu durumda; dedikodular araştırılmadan ve kesin sonuca bağlanmadan yapılan tasarruflar halk tarafından ne ölçüde kabul görebilir. Yapılması gereken; kurumların doğrudan cezalandırılması değil, suç işleyenlerin cezalandırılmaları ve kurumların bu pislikten arındırılmalarıdır. Yani kurunun yanında yaşların yakılmamasıdır.
Ülkemizin askeri sağlık sisteminin gözden geçirilmesini gerektiren şeyler olabilir. Aynı şey tüm sağlık sistemimiz için de geçerlidir. Bu yadsınamaz. Ancak, iyi işlemeyen kurumların bütünüyle ortadan kaldırılmaları söz konusu olmamalıdır. Eğer öyle olsaydı, her kolu ve bacağı ağrıyanın, rahatsızlıklarının ve hastalığının tedavi edilmesi yerine bu organlarının kesilmesi yoluna gidilirdi. Bu örnekten hareket edildiğinde Gata için yapılanların ne derecede bir yanlışlık ve olumsuzluk olduğu anlaşılacaktır. Hele de ülkemizin içinde bulunduğu şu terör ortamında en çok ihtiyaç duyulanın, içlerinde Savaş Cerrahisi uzmanlığı ve buna bağlı ünitelerin de yer aldığı bir sistem olduğu unutulmamalıdır.
SAVAŞ CERRAHİSİ
İnsanlığın ortak amacı; öncelikle barış ortamı içinde dostça bir yaşam sürdürülmesini sağlamak, silahlı çatışmaları önlemek, mağdurları korumak ve onlara yardımcı olmaya çalışmaktır. Hekimlerin amacı da daha iyi bir ortamda sağlıklı bir şekilde yaşamalarına katkı sağlamaktır. Bütün bu asil duygulara ve bu konuda gösterilen bütün olumlu çabalara rağmen; gerek aynı toplum içinde, gerekse değişik ırkta ve renkte, farklı dilden konuşan ve farklı inançlara sahip bireyler ve toplumlar arasında anlaşmazlıklar, çatışmalar ve savaşlar olmaktadır. Bu noktaya gelinmesinden sonra; insanları daha uzun ve daha sağlıklı yaşatma amacını güden tıp mesleğine ve onun önemli bir dalı olan “SAVAŞ CERRAHİSİ” ne ihtiyaç duyulur.
Savaş cerrahisinin prensipleri yüzyıllardır bilinmektedir. Ancak her yeni nesil cerrah tarafından yeniden kavranmalı ve her yeni savaşta hatırlanmalıdır. Savaş alanları ve çevrelerinde görevli hekimler kısıtlı kaynaklarla çalışmak zorundadırlar. Buralarda görev yapan cerrah ve uzmanların liyakatları kadar, onlarla birlikte görev yapan ekipmanın ameliyat sırasındaki yardımları ve sonrasında göstermeleri gereken dikkat, özen ve çabaları da büyük önem taşır. Sözü edilen kısıtlı sözcüğü; çalışma koşullarının her zaman yeterli olmayacağı anlamında kullanılmıştır.
Kaynakların kısıtlı olmadığı, daha çok olanaklara sahip olunan ortamlarda bile; yeterli ilginin zamanında gösterilememesi ve gerekli müdahelenin zamanında yapılamaması, ihmal ve bakım eksikliği gibi nedenlerle, hayatta kalabilecek bazı hastalar ne yazık ki kaybedilebilmektedir. Bu; düşük gelirli ülkelerde, uzak veya merkeze belli mesafedeki hastanelerde sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Tabii ki bu gibi olumsuzluklar sadece savaş cerrahisi alanında yaşanmaz. Acil tedavi gerektiren her durumda, özellikle acil servisler ve ilk yardım üniteleri ve 112 ambulans servisleri için de geçerlidir. Bu ünitelerde; bilgi, deneyim ve yetenek sahibi olunması kadar; ölçülü bir duygusallıkla hareket edilmesi ya da edilmemesi, istekli olunması veya olunmaması, soğukkanlı davranılması ya da davranılamaması, paniğe kapılmadan acelecilikle hareket edilmesi gerekir. Sayılan şeylerde çelişkililer olduğu düşünülebilir. İşte, çelişki sayılacak bu şeyler savaş cerrahisinin ruhunu ve temelini teşkil ederler. Çünkü hekimlikte, özellikle de savaş cerrahisinde zaman çok önemli ve değerlidir. Kaybedilen her saniyede bir can kurtarabileceği gibi, bir ölümle de karşılaşılabilir.
Savaş Cerrahisi; sınırlara yakın ve dış tehlikelere açık yerler ile terör bölgelerinde en çok gereksinim duyulan bir uzmanlık dalıdır. Buralarda hizmet veren hastanelerin büyük hacimli olmaları gerekmiyor. Önemli olan, burada görevli hekimlerin ve yardımcı sağlık personelinin, vakalara çok seri bir şekilde ve bilinçli olarak müdahalede bulunacak bir seviyede yetiştirilmiş olmalarıdır. Bu sağlık ünitelerine acil olarak getirilen vakalar çoğunlukla ateşli silah ve patlayıcı maddelerle meydana gelmiş yaralanma ve yanıklardır. Vücut bütünlüğü bozulmuş bir bireye uygun ve etkili bir müdahaleyi ancak bu alanda uzmanlaşmış, meslek hayatı boyunca bu tip vakalarla karşılaşmış ve deneyim kazanmış hekimler yapabilir. Ancak, olumsuzluğun tek başına hekimlerle giderilmesi mümkün olamaz. Aynı bilgi, deneyim ve yeteneklere sahip bir ekipman gereklidir. Müdahalede bulunacak hekim ve personelin sivil veya asker oluşları önemli olmamalıdır. Zira önemli olan, bunu yapabilecek yetenekle donanımlı bir hekim ve ekipmandır. Hatta bazı durumlarda uzman olmanın gerekliliği bile söz konusu olmayabilir.
Burada yaşamış bazı örnek olayları paylaşmak istiyorum. Bunlar; cephede, terör veya savaş sırasında yaşanmış olmasalar da, insan hayatının kurtarılması açısından bakıldığında aralarında büyük benzerliklere bulunmaktadır. Çaresizlik içinde kalan genç bir pratisyen hekimin; içindeki insan sevgisi, meslek sorumluluğu ve vicdani yargılarla hareket ederek ne gibi şeyler başarabileceğinin kanıtı olmalıdır. Mezuniyetimden kısa bir süre sonra Bitlis’in Ahlat İlçesi’ne atanmış ve 28 Kasım tarihinde görevime başlamıştım. 1959 yılı kışı çok yoğun geçmekteydi. İlçeyi Bitlis ve Van’a bağlayan karayolunun kardan kapanmıştı. Hava muhalefeti nedeniyle Vangölü’ ndeki deniz araçları da çalışmıyordu. İlçede mahsur kalmıştık. Adilcevaz’ın Süphan Dağı eteklerindeki bir köyden, doğum yapamayan genç bir kadını kızakla Ahlat Sağlık Merkezi’ne getirmişlerdi. Getirenlerin kasket ve omuzları üzerinde birkaç santimlik kar birikmiş, bıyıkları da donmuştu. Hiç deneyimim olmamasına karşın forceps kullanarak doğumu gerçekleştirdim. Hem anneyi, hem de çocuğunu kurtarmıştım. İçinde bulunulan yokluklar içinde; yüreğimi, cesaretimi, azim ve çabalarımı kullanarak başarılı olmuştum. Aynı günlerde, aynı koşullarda bir de Atrezi anal ameliyatı yapmak zorunda kaldım. Purhus Nahiyesi’nin Kirs Köyünden getirilen 7 günlük çocuğu sağlığına kavuşturdum. Bana yardımcı olan tek kişi ebe ve hemşirenin olmadığı sağlık merkezinde görevli, kendisini ablam yerine koyduğum hastabakıcı Rahmetli Halime Temiz’di.
Bunları buraya yazışımın nedeni; son günlerde oluşan bazı tartışmalar içinde, bazı asker kökenli meslektaşlarımın, askeri hekimlerin yaptıklarını sivil hekimlerin başaramayacağı tarzındaki söylemleri olmuştur. Amacım, tartışma içinde bir tartışma yaratılması olmayıp; sivil ve askeri hekimlerin aynı ilke ve amaçlarla yetiştirilmiş, aynı bilgilerle donatılmış, aynı vatanseverlik ve insani duygulara sahip olduklarını vurgulamaktır. Cephelerde hayatlarını kaybeden askeri hekimler yanında, yedek subaylık hizmeti sırasında canlarını veren sivil hekimler de olmuştur. Mahrumiyet bölgelerindeki görevleri sırasında, teröre kurban gidenler, olumsuz doğa şartlarına yenik düşenler ve katır sırtından düşüp ölenler vardır. Son zamanlarda, çalıştıkları hastanelerde, görevleri başındaki hekimlerin katledildiklerini da hesaba katarsak, tüm hekimlerin ne denli olumsuzluklar içinde yaşadıkları anlaşılacaktır. İşin bu yönüyle, hekimlerin cephede olma ya da cephe gerisinde olmaları arasında büyük bir fark bulunmamaktadır.
Savaş Cerrahisi sivil – asker tüm hekimler için önemli ve değerli bir tıp dalıdır. 1950’li yılların yarısında, öğrencisi olduğum Ankara Tıp Fakültesi’nde değerli iki hocamız Prof. Dr. Orhan Bumin ve Prof. Dr. Naci Ayral Savaş Cerrahisi eğitimi almışlar ve yurtdışındaki savaş bölgelerinde görev yaptıktan sonra fakültemize atanmışlardı. Büyük bir çabayla bize savaş cerrahisini anlatmış ve son derecede çarpıcı örnekler vermiş, bu durumlarda nasıl hareket etmemiz gerektiğini ve neler yapabileceğimizi öğretmişlerdi. Savaş Cerrahisindeki en büyük rol tabii ki askeri tabipler üzerinde bulunuyor. Özellikle de şu içinde bulunduğumuz dönemde bu görev daha da büyük önem kazanmıştır. Dolayısıyla, askeri hastaneler sivilleştirilirken konuya bu açıdan bakılması gerekirdi. Meselenin üç-beş kara ambulansı, ya da helikopter ambulansla çözülemeyeceği hesaba katılmalıydı.
Yukarda verdiğim hasta örneklerinin; sanırım, savaş alanları dışında, insanların günlük yaşamları sırasında bile görülüyor olması, bu konunun ne kadar önemli hale gelebildiğini anlatabilir. Aradan geçen 55 yıl önceki olanaksızlıklar ve onların yarattığı olumsuzlukları bir tarafa bırakalım. Bugün, karayollarımızdaki büyük gelişme ve en ücra köylere kadar uzanan ulaşım ağımıza rağmen; daha birkaç yıl öncesi, tıpkı benim yaşadığım öyküde olduğu gibi, bir kadınımız, doğum için kızaklarla taşınmaktadır. Bir köylümüz, hasta çocuğunu çevredeki sağlık kuruluşuna yaya olarak götürürken yolda ölmekte ve çocuğunu ölüsünü onlarca kilometre sırtında taşıyarak köyüne dönmektedir. Yani günümüzde, sağlık sistemimizdeki olumsuzluklar henüz tam olarak çözülememiştir.
Askeri ve sivil yaşamda, travma sonucu gelişen ölümler, son derece ciddi toplumsal sorunlardır. Amaç yaralanmaları azaltmak ve ölümleri kabul edilebilir seviyelere çekebilmektir. Bu nedenle sağlık personelinin travma ve resüsitasyon yani herhangi bir ilaç ve araç kullanılmadan verilen destektir. Bunun için gerekli bilgilere sahip ve hakim olunması, yaralı ve travmalı hastaya güncel tıbbi yaklaşım esaslarının iyi bilinmesi gerekir.
Travmalarla karşılaşıldığında; ilk yapılacak şey, erken yaşam kurtarıcı girişimlerdir. İleri hat cerrahi timleri tarafından uygulanan hasar kontrol cerrahileri ve tıbbi tahliye sistemlerindeki gelişmeler, tedavinin etkin uygulanabilmesini sağlar. Alınan acil önlemlerle mortalite oranları azaltılmaktadır. Son yıllarda bu tür olguların tedavisindeki yaklaşımda olumlu gelişimler meydana gelmiştir.
Uluslararası Kızılhaç Komitesi ICRC tarafından bu konularla ilgili fevkalade güzel bir kitap yayınlanmış ve Gata Acil Tıp Ana Bilim Dalı ve Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Uzmanı, değerli meslektaşım Sayın Mehmet ERYILMAZ tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.
ICRC – ULUSLARARASI KIZILHAÇ KOMİTESİ
Bir kaç İsviçre vatandaşından oluşan bir grup; 1863 yılında bir araya gelerek Uluslararası “Cenevre Yaralı Askerlere Yardım Komitesi“ ni kurdu. Bir yıl sonra toplanan bir uluslararası konferans da bugünkü “Uluslararası İnsancıl Hukuk” un temel taşlarından birini olan “Karadaki Silahlı Kuvvetlere Mensup Yaralıların İyileştirilmesi” ne ilişkin ilk “Cenevre Sözleşmesi” ni kabul etti. Böylece “Uluslararası Kızılhaç Komitesi – ICRC” kurulmuş oldu.
Bu komitenin çabaları Savaş Cerrahisi’ nin gerçekleştirilmesi yolunda olmuştur. Bu cerrahini temel hedefi silahlı çatışma ve diğer şiddet olaylarında yaralananların bakımıdır. Kuruluşundan bu yana geçen süreçte ICRC’nin sağlık ekipleri, dünyada yaşanan pek çok ruhsal ve fiziksel ızdıraba tanıklık etmiş ve gidermeye çalışmıştır. Ülkemizdeki “Kızılay” da tamamen bu amaçlarla kurulmuş bulunuyor. ICRC ve Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay, çok sayıdaki çatışma bölgesinde, hasta ve yaralıların tedavi edilmelerine katkıda bulunmuşlardır. Bu meyanda Savaş Cerrahisi’nin kurulmasına öncülük etmişlerdir.
ICRC kuruluşundan, yani 1870’deki Fransa-Prusya savaşından itibaren, savaş yaralılarına sağlık hizmetleri sağlamaktadır. Bununla birlikte, 1970 ve 80’ lerde savaş mağduru, silahlı çatışma ve diğer şiddet içeren olaylar üzerine, insani yardım aktivitelerinde bulunmaktadırlar. Bu aktiviteler; mültecilere yardım edilmesi, ülke içerisinde yer değiştiren ve yerleşik halkın ihtiyaçlarının karşılanması ve hasta ve yaralılara tıbbi yardım hizmetlerinin sağlanmasıdır. Bunlara ek olarak, yeni gerçekleştirilen organizasyonlarla ve Birleşmiş Milletler kuruluşları ile birlikte her türlü insani zorluklara karşı büyük bir savaşım verilmektedir.
ASKERİ VE SİVİL TABİPLER VE HASTANELER ARASINDAKİ FARKLAR NELERDİR ?
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için; Emekli Askeri psikiyatrist Sayın Dr. Semih Dikkatli ile Sayın Doğan Ceyhan’ın makalelerinden özetlediğim bilgileri burada paylaşıyorum.
1- Diyarbakır başta olmak üzere, terör bölgesinde bulunan askeri hastanelerin, sivil hastanelerden önemli farklılıkları vardır. Bu farklar;
a) Güvenlik seviyesi üst düzeydir. (Buna rağmen ne yazık ki bazı güvensiz durumlarla karşılaşılabiliyor)
b) Tüm personeli özel araştırmalardan geçirilerek görevlendirilmiştir. (Bu konunun da yeterli olduğunun iddia edilmesi son derecede zordur. Buna karşın askerlerimiz arasına Fetöcüler sızabilmiştir)
c) Doktorları çoğunlukla subaydır ve sağlık memuru vd. konularda görev yapan sağlık personeli astsubaydır. Personelin çoğunluğu, hemşireler dahil askeri eğitim almışlardır. (Sivil doktorlar da yedek subaylık dönemlerinde, askeri göreve atanmadan askerlik eğitimi almaktadır)
d) Hemşireler özel yetiştirilmiş, istihbarat incelemeleri titizlikle yapılmış kişilerdir. Bu çok önemli bir husustur. Çünkü yaralı ve hastalara doğru tedavinin uygulandığı, doğru ilaçların verildiği ve kasıtlı bazı zararların verilmediğinden emin olunmasını sağlar. (Nitekim yakın bir süreçte Diyarbakır ve Van’da görevli bazı hekim ve hemşireler için medyada son derecede olumsuz haberler yer almıştır)
e) Personel 7 gün 24 saat esasına göre çalışır. Fazla mesai, performans gibi dertleri yoktur. Yaralı askerlerimize hizmet ederken ailesini bile unutan insanlardan oluşur. Askeri hastanelerde, çatılmalarda yaralı haberi alındığında, herkes en kısa zamanda görevi başında olur. (Aslında her hekim, hasta başında ailesi ve hastasından başka her şeyi unutur ve unutmalıdır da)
f) Bu hastanelere giden askerlerimiz, diğer güvenlik güçleri ve ailelerimiz kendilerini güven içinde hissederler. O yörede görevli olanlar, halkımız, polis ve korucular dahil herkes askeri hastaneyi tercih etmektedir. Ne yazık ki, bu bölgelerdeki sivil hastanelerde görevli bazı doktor ve hemşireler arasında, basında, PKK sempatizanları olduğu söylentileri yer almaktadır.
2-Kıtalarda görev yapan asker hekimlerin yerleri nasıl doldurulacaktır?
a) Uçuş doktoru kim olacaktır ? Hava Kuvvetlerine sivil doktor bulunabilecek midir?
b) Gemilerde hangi sivil doktor aylarca sefere çıkarak ailesinden uzak kalabilecektir?
c) Terörle mücadelede ve savaş sırasında sivil doktorlar alışıl olmadıkları bir çatışma ortamında görev yapabileceklerdir?
d) Çok özel bir dal olan ve çok özel yetenek gerektiren “Sualtı hekimi” bulunması kolay mıdır?
e) Harp cerrahisi ve psikolojisi gibi alanlarda kimler çalışacaktır?
3- Askere alım, özel personel seçimi, atamaya esas raporlar, sınıf değişiklikleri, askerden ayrılma vd. gibi özel bilgi birikimi gerektiren raporları kimler hazırlayacaktır?
Şu bilinmelidir ki; askeri sağlık hizmeti, askeri harekatın bir parçasıdır ve bu hizmet, askerliği ve operasyonel mantığı bilen kişilerce verilir. Yani; “Üç ambulans gönderir ve yaralıları aldırırız…” düşüncesinden çok daha öte bir anlam taşır.
SONUÇ:
Gülhane sadece bir hastane değildir. Bu toprağın insanlarına uzun yıllardır hizmet veren sivil, asker birçok tabibin eğitim, bilim ve kültür ocağıdır. Kapatılması büyük bir olumsuzluktur ve yerine konması güç olacak bir kayıptır. Bu durum karşısında, 699 sayılı Ohal kararnamesi hemen iptal edilmeli, geniş ve uygun bir zaman diliminde, ülkemizde sivil ve asker tüm sağlık sorunları araştırılmalı, politikadan uzak, akılcı, mantıklı ve gerçekçi kriterlerle ele alınmalı, sorunlar bu şekilde çözüme kavuşturulmalıdır.
Sayın Sağlık Bakanı’nın “Gata’da sadece 5 Harp Cerrahisi uzmanı var, neden daha fazlasını yetiştirmediniz” tarzındaki kınamasını haklı bulmak mümkün değildir. Zira, bir hekime ihtisas dalı seçmesinde herhangi bir zorlamada bulunulamaz. Bu arzu ve istek meselesidir. Bu konuda ancak özendirme söz konusu olabilir. Bunu yapmak da devletin işidir.
Not:
Değerli çalışmalarından yararlandığım meslektaşlarım Sayın Dr. Mehmet Eryılmaz, Sayın Dr. Semih Dikkatli ve Sayın Doğan Ceyhan’a teşekkürlerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
YORUMLAR
Yanlış saymış olabilirim; 54 Adet parağraftan oluşan yazınızı, bu ikinci ziyâretim.
Aklıma gelen bir cümle ile düşüncemi özetleyeceğim...
Ağızdan alınan haplar, insanların kilolarına göre verilir basit tâbirle...
Yazınız, uzunluk ve ağırlığı, 1000Mg.'lık Penisilin hapı gibi geldi bana...
Yazınız hakkında olumsuz bir eleştiri yapma hakkım yok; ancak, bilgisayar ekran ışığı altında ve ara vermeden okunabilecek uygun uzunlukta değil.
Trabzon'da vaktiyle bir mahalî gazeteye(T.) makale yazımı elden verdiğimde, genel koordinatör arkadaşım bana: "Kadir, bu yazı çok uzun; bunu kimse okumaz; dört sayfalık yazıyı bir sayfaya özetle de öyle yayınlayayım." Tabîi, yazıyı kısaltamadım ve yayınlayamadım... yıllar sonra ilgili resmî kurumlara taahhütlü olarak postaladım ve karşılığında gereken ilgiyi, kurumun özel ziyaretleri ile gördüm(Jandarma'nın Başarısı).
Sonuç olarak: Çok emek verdiğiniz ve yazıcı çıktısı alınıp okunması ve saklanması gereken eserinizi, tam okuyamadan bu yorumu,
emeğinize saygı olarak bildirme ihtiyâcı duydum ve affınıza sığınarak ekledim.
Sağlık dileğim ve Selâmımla...
kadiryeter Kadir Yeter. 06 KASIM 2016 Pazar. TRABZON.
w.edebiyatdefteri.com/158981-askeri-hastanelerin-saglik-bakanligina-devri/
sadikozen'e
sadikozen
Bu kadar uzun yazının okunamayacağını biliyorum. Yine de burada paylaştım. İlgi duyan ve göz atanlar olabilir diye. Nitekim bir kısmını okuyabilmişsiniz. İleride bu konuyla ilgili çalışma yapanlar da yararlanabilirler diye düşünüyorum. En derin sevgilerimle...