- 485 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
BENİM CENNETİM
Yıllar geçtikçe paylaşmak eğilimim mi artıyor o eğilim her zaman vardı da, bunu şimdi daha mı çok duyumsuyorum bilmiyorum. Kimi zaman yalnızlığı özlüyor görünsem de, bir süre sonra duygu, düşünce, eylem ve beğenilerimi, bütün sevdiklerimle paylaşmak gereksinimi duyuyorum.
Bir kitap mı okudum?.. Bu kitabın olumlu ya da olumsuz yanlarını görüşüne güvendiğim, düşüncelerine saygı duyduğum, sevdiğim bir insanla tartışmak istiyorum.
Güzel bir sofrada sevdiklerimle birlikte bulunmak , yemeklerin tatlarını artıracak bir söyleşi ortamı içerisinde, duygularımı onlarla paylaşmak istiyorum.
Bir yolculuğu sevdiğim insanlarla yapmak, kimi güzellikleri onlarla izlemek, kimi coşkulara birlikte katılmak istiyorum.
Her türlü kültür etkinliğini, beni daha mutlu edecek sevdiklerimle izlemek istiyorum.
Çok şey mi istiyorum?..
Yaşantımı renklendirecek, ona bir anlam verecek mutluluğumu çoğaltacak insanlarla birlikte olmaktan neden kaçayım ki?..Tersine, onlarla daha çok birlikte olmak için, her türlü fırsatı yaratmaya çalışıyorum.
Yapabiliyor muyum? Ya da...Ne oranda bu isteklerimi gerçekleştirebiliyorum?
O, kuşkusuz ayrı bir konu. Ekonomik ve bireysel sorunların ağırlaştığı bir dönemde, bu tür ilişkilerin yoğunlaşması gerekirken, üzülerek belirtmek gerekir ki, giderek arası açılıyor.Acı ama ne yazık ki gerçek.
Bütün olumlu söylediklerimin karşıtı olacak, hadi düşmanlığın demeyelim ama en azından sevgisizliğin egemen olduğu bir ortamda nasıl soluk alabileceğimi düşünmek istiyorum. Ne kadarda güç. Hatta olanaksız diyeceğim. Birbirimizin yüzüne bakamayacağımız her koşulda sırtımızı döneceğimiz, güvenemediğimiz , daha da önemlisi, paylaşacak hiçbir şeyimizin olmadığı insanlarla birlikte olmak gerçekten sıkıcı olacaktır. Bu duruma düşmektense, yalnız kalmak belki daha olumludur bizim için.
Ortaya koymaya çalıştığım bu birbirinden farklı iki görünüm, sanırım düşüncelerimi daha açıklıkla kıyaslama olanağı bırakıyor.
Benim Cennetim adlı kısa şiirim şöyle:"
’Benim cennetim sevdiklerimle
Gerisi cehennem volkanı’
Başka söze gerek var mıdır? Bence Cennet, vaat edilenden çok, sevdiklerimizle birlikte olduğumuz yerdir. Dünyadaki cennet ve cehennemi, bir bakıma kendimiz yaratmıyor muyuz? Görerek , yaşayarak, duyumsayarak....Bu konudaki ölüm sonrası düşünceleri, başkasını bilmem ama en azından benim algı sınırlarımın dışında kalıyor.
Ne güzel söylemiş Karacaoğlan:
Cehennem yerinde hiç ateş yoktur...Herkes ateşini kendi götürür.
Bir çok, şekilde anlatılan ancak aynı iletiyi taşıyan bir öyküyü aktaralım:
Adamın biri ölmüş. Sorgulama için sırasını beklerken, cennet ve cehennem kapılarının açık olduklarını görmüş. Merakını yenemeyerek içlerine bir göz atmış. Bakmış ki, ikisi de birbirinin benzeri. Her ikisinde de zengin ziyafet sofraları yer alıyormuş.Bu sofralarda yalnızca birer metre boyundaki çatal ve kaşıklar ilgisini çekmiş. Ayrıca cehennemdeki masanın etrafında oturanlar soluk bitkin ve mutsuz görünürlerken, cennettekiler sağlıklı ve neşeliymişler.Bunun nedeni üstüne düşünürken, ayrımın davranışlarında olduğunu gözlemlemiş. Cehennemdekiler bu uzun çatal ve kaşıklarla yemek yiyemedikleri için tüm yiyecekleri etraflarına döküyor bu yüzden beslenemedikleri için zayıf kalıyorlarmış.Cennettekiler ise karşılıklı olarak birbirlerini besliyorlarmış. Böylece hem paylaşmanın keyfini yaşıyorlar, hem de yemeklerin neşe içinde sürdürüyorlarmış.
Sevdiklerimizle yaratabileceğimiz bir cennet ortamı yanında sevgisizliğin oluşturduğu bir cehennem arasındaki ayrımı bu öykü yeterince anlatıyor.
Her birimiz, yeri geldiğinde bu ayrımı duyumsuyor, yaşıyoruz. Sevdiklerimizden uzak da olsak, onların anıları zaman zaman yaptığımız bir telefon görüşmesi, kısa bir birliktelik, içimizde kurumaya yüz tutmuş bahçemizi yeşillendirebiliyor.