Gümnâm - 4
O gece konuştuğum şeyle konuşmamızın üzerinden bir buçuk yıl geçmesine rağmen ne kayda değer bir olay ne de bir gariplik yaşadım. Herşey olabildiğince sıradandı. Fenerle ilgilenmek dışında hergün yürüyerek orman yolundan Şabla’ya gidiyordum. Kasabada artık hoş karşılanıyor, rahat alışveriş yapabiliyordum. Ayrıca balık tutmak ve küçük gezintiler yapmak için küçük bir kayık da edinmiştim. Başlarda o şeyin bana dediği gibi ormandan ve denizden uzak dursam da sonraları çok aldırış etmemeye başladım. Hatta yaşadıklarımın da bir rüya olduğunu düşündüm.
Epey param birikmişti. Payitahta gitmek hatta bir süre orada yaşayabilmek için yeterince vardı artık. Ancak buraya da alışmıştım. Biraz daha çalışıp öyle gideyim diyordum. Ne kadar çok param olursa o kadar iyiydi. Yalnız ben buraya geldim geleli Halil Ağa bir kez bile beni ziyarete gelmemişti. Buraya gelirken yaşadığımız şeyler yüzündendi muhakkak ama gündüz yolculuk ederek bile gelmemişti. İyi olup olmadığını merak etmeye başlamıştım. Bir günlüğüne feneri bırakıp, Hacıoğlu Pazarcık’a gitmek istiyordum ancak muhtardan başka fenerle ilgilenebilecek kimse yoktu. Biraz hava değişimi de bana iyi gelecekti. Bunları düşünerek uykuya daldım.
Gecenin ilerleyen saatlerinde birden uyandım. Çevreme bakınırken ayak ucumda dikilen şeyi farkettiğimde korkuyla yataktan fırladım. Sonra farkettim ki bu o gece konuştuğum varlığa benziyordu ancak görüntüsü daha korkunçtu. Bir süre dikilip bana baktıktan sonra konuşmaya başladı:
-Gerçekten bizi görebiliyorsun.
-Ne işin var odamda, sen de kimsin?
-İsmimi söylerdim ama sizin dilinizde telaffuz edilecek bir isim değil. Sen bayçura diyebilirsin.
-Bayçura mı?
-Evet, daha önce arkadaşlarımdan biriyle konuşmuştun. O sana söylemedi mi?
-Bir çok şey söyledi de, bayçura onlardan biri değildi?
-Lafı uzatmayı severdi. Burası onun eviydi biliyor musun?
-Evet söylemişti ama neden artık değilmiş gibi konuştun.
-Öldü.
-Öldü mü? Siz...ölebiliyor musunuz?
-Sonsuza dek yaşayabildiğimizi kim söyledi. Elbette ölüyoruz. Herşey ölür.
-Ne zaman oldu peki bu?
-Fazla olmadı, sizin zamanınızla altı yedi ay kadar.
-Altı yedi ay mı? Nasıl peki? Bana biraz araştırma yapıp döneceğini söylemişti. O kadar uzun zaman geçti ki artık rüya gördüğümü düşünmeye başlamıştım. Şu an şu konuşmaya bile inanmakta güçlük çekiyorum, çok korkunç görünüyorsun.
-Korkunç mu? Size benzemeyen çoğu şeyi böyle nitelendiriyorsunuz değil mi? Neyse, o benim arkadaşımdı. Normalde böyle bir mesele umrumda olmaz. Ama gerçekten ciddi meseleler var. Öncelikle buraya gelmem çok uzun zaman aldı. Çünkü her yer örak dolu.
-Örak mı?
-Evet, tehlikeli varlıklar. Bizim için bile tehlikeli. Nasıl bu kadar çoklar bilmiyorum. Çünkü genelde savaş meydanlarında olurlar.
-Arkadaşına onlar mı zarar verdi?
-Bilmiyorum. Anneni tanıyor musun?
-Annemle ne alakası var?
-Hiç görmedin değil mi?
-Evet doğumumda ölmüş. Neden sordun?
-Bak. Bu dünyanın tarihinde siz insanlar çok küçük bir yer kaplıyorsunuz. Zaten ömürleriniz kısa, onu da çoğunlukla boş işlerle geçiriyorsunuz. Bu dünyanın asıl sakinleri geceleri yaşar. Sizin sınırlarınız ise gündüzle belirlendi. Ancak sınırlara hiç saygı göstermediniz.
-Benden mi bahsediyorsun?
-Hayır babandan.
-Az önce annem, şimdi babam?
-Gece halkıyla gündüz halkının yakınlaşması kesin bir şekilde yasaklanmasına rağmen baban bir su iyesini, yani anneni sevmiş. Üstelik onu sudan uzağa götürerek yapılacak en büyük kötülüğü yapmış.
-Bekle biraz, şimdi sen bana annemin bir insan olmadığını mı söylüyorsun?
-Evet, tabi bu da senin bizi görebilmeni açıklıyor.
-Yani, yani ben..
-Evet yarı gündüz yarı gece halkından...
-İnanmıyorum sana, annem senin gibi bir canavar olamaz. Babam hep melek kadar güzel olduğunu söylerdi.
-Canavar mı? Su halkının kadınları zaten göz kamaştırıcıdır. Baban sana yalan söylememiş. Ayrıca ben bir canavar değilim. Önce bizi görmezden geldiniz, sonra varlığımızı unuttunuz, şimdi de korkuyorsunuz. Asıl korkman gereken dışarıdakiler.
-...???
-Örak, yüzlerce, binlerce... Olağan dışı bir durum var son zamanlarda. Şüreleler şehirlerin yakınlarında dolaşmaya başlamış. Örak sürüleri her yerde. Kötü şeyler olacak gibi.
-Örak da neymiş?
-Sen bir melez olmana rağmen bunca zaman nasıl böylesine bilgisiz kalabildin?
-Ben Şabla’ya gelene kadar hiç bir şeyden haberim yoktu ki. İlk o şürele denen garabeti gördüm sonra da arkadaşını.
-Çok tuhaf, yaşadığın yerde onca sene görmemiş olman gerçekten tuhaf. Neyse, asıl mesele şu. Ortalık karışacak bundan eminim ve bu senin dünyanda bildiğin türden bir karışıklık değil. Kuzeyden gelen insanlar bu konunun doğrudan muhatabı.
-Kuzey mi? Ruslar mı?
- Evet kendilerine öyle diyorlar. Benim gözümde insanların birbirinden farkı yok. Ölen arkadaşım, senin hakkında öğrendiklerini sana yetiştirmeye çalışırken öldü. Bana geldiğinde durumu çok kötüydü. Çok fazla örak olduğundan bahsetti, sonra da senin anneni anlattı. Ama asıl sana söylemek istediği şeyi söyleyemeden öldü. Burada kendi halinde yaşayan biriydi. Neden böyle bir durumun içine girdi ve nasıl öldü bilmiyorum. Ama o bu kadar önemsediyse ve bu iş için canını verdiyse benim için de önemlidir diye düşünüyorum. Şimdi bir müddet kuzeye gidip neler olduğuna bakmam gerekiyor. Önce seni uyarmak istedim. Çünkü senin de muhtemelen hayatın tehlikede. Özellikle öraklara ve civarda meskun şürelelere dikkat etmen gerekiyor.
-Peki onlara karşı ne yapabilirim?
-Öraklar her tür ışıktan nefret ederler. Ama şüreleyi gün ışığı dışında bir şey korkutmaz. Bildiğim kadarıyla böyle.
-Senin dönüşün de uzun sürerse ne yapacağım?
-Umarım sürmez, üç-dört hafta içinde dönmezsem beni bekleme. Adalar denizinin kuzeyinde sizin Semadirek olarak bildiğiniz bir ada var. Orada Ay Dağında su iyelerinden bir ata var. Onu bulup kim olduğunu ve olanları anlat.
...
Tüm bu olanların benimle ilgisini kuramamak şöyle dursun, annemin bir insan olmadığını duymak benim için çok fazlaydı. Gerçek olup olmadığını sorguluyor, bunca zaman bana söylemediği için babama kızıyordum. Ayrıca evimden çıktığımdan beri daha iyi bir hayat hayali kurarken her şey kabusa dönüşmeye başlamıştı. Tüm bunlarla nasıl başa çıkacağımı, nelerle karşılacağımı bilmiyordum.
Bayçura gittikten bir hafta sonra gece korkunç homurtularla uyandım. Etrafa bakındım, gürültüler dışarıdan geliyordu. Kapıyı aralayıp dışarıya baktığımda geceden daha koyu bir karanlıkla karşılaştım. Normalde aysız ve bulutlu gecelerde bile deniz veya orman az da olsa görünürdü. Sis bastırdığındaysa hafif bir aydınlık olurdu. Şimdi ise iki adım ötesini bile göremiyordum. Yine homurtu, gıcırtı karışımı sesler yükselmeye başladı. Kulaklarım çınlıyordu. Az sonra karanlığın içinde beliren yüzlerce gözün bana baktığını farkettim. İğrenç gürültüler çıkararak fenere doğru yaklaşıyorlardı. Bayçuranın örak dediği bunlardı sanırım. Bir an korkudan taş kesilsem de çabucak kendime gelip kapıyı kapattım. Tüm gaz lambaları yanıyordu. Bayçura ışıktan nefret ettiklerini söylemişti. O halde burada güvendeydim diye düşünürken bina büyük bir gürültüyle sallandı. Fenerin her yerinden çatırtılar, gıcırtılar, homurtular yükseliyordu. Kilerin kapağı açılıp kapanıyor, pencere kanatları kırılırcasına çarpıyordu. Binayı üzerime yıkacaklarını düşünmeye başlamıştım. Sarsıntı sonucu bir kaç lamba düşüp söndü. Kararan yerlerde birer birer öraklar belirmeye başladı. O anda neye benzediklerini az da olsa görebildim. İsli duman renginde ve insan şeklinde ama yüzleri çürümüş ölülere benzeyen yaratıklardı bunlar. Dışarı çıkamazdım, fenere çıkan merdivenleri ise çoktan kapatmışlardı. Ne yapacağım konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Can havliyle bir anlık kararla kiler kapağının çevresinde duran yağ fıçılarına koştum. Yanlarından geçerken bir tanesinin temasını kolumda hissettim ve kalbim duracak gibi oldu. Koca fıçıları birer hamleyle devirip elimdeki lambayı yere boşalan yağın içine fırlattım. Tüm oda alevler içinde kaldı ve örak sürüsü iğrenç gürültüler çıkararak kaçıştılar.
Galibiyetin gururunu fazla yaşayamadım. Çünkü kendi sonum da gelmişti. Az sonra tüm binayla birlikte yanıp kül olacaktım. Ertesi gün muhtar yanmış cesedimi bulurdu, belki de bunca alevin içinde külüm bile kalmazdı. Bir anda uykusuz, huzursuz onca zaman sonra ölüm çok huzurlu göründü gözüme. Yere uzandım ve umarım ruhumu rahat bırakırlar diye düşünerek gözlerimi yumdum...
======================================================>>>>>
YORUMLAR
grafspee
Ne zamandır bekliyodum bunu :) sitenin Borges isin. :) Burada korku öğesi biraz aşşağı çekilmiş onun yerine kurguya yeni iskeletler koyulmuş. seviyorum bunu sadece öykü ve yazın olmak yerine meraklı insanı Tarihe mitelojiye efsanelere eski kaynaklara doğru bir yolculuğa çıkarıyor. :) Neyse Spolier vermeyeyim. Devamınıda Aynı heyecanla bekliyorum selam ile dostum
grafspee
Bunu nasil yapiyorsunuz bilmiyorum, hatta geçen de bu konuyu bi arkadaşla tartismistik.. yani önermeleri yazarken yazar bunun cidden farkinda mi yoksa okuyucu didik didik ederek, yazarin anlattigindan fazlasini mi gormek istiyor? Hem olaylari bu kadar akici anlatip hem de hic duraksatmadan bunca derin replikleri araya sıkıştırmak maharet ister.. ve bunu siz gerçekten çok iyi yapiyorsunuz. Kendimize benzemeyen her seyi hep cirkin gormedik mi? Bugun de oyle degil mi? Belki de onlar guzeldir, cirkin olan biziz diyen kac kisi var,yani neyi kıstas olarak aliyoruz.. neyse hikayeden uzaklastim biraz galiba ama cok iyi gidiyor bence. Hani illa bi seylere benzetmeyi severiz, ilk bölümdeki yaratik biraz gollumu andirmisti ama bu bölüm biraz daha karma gidiyor.. hadi hayırlısı:)