- 544 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Pencere Üzerine Betim Çabaları
Birinci Çaba: Evet evet pencere dışarıyı görmeye yarayan bir araç; camı açtığınızda dışarıyla ilişkinizi bir basamak yukarı taşıyıp sizi sesle, rüzgarla tanış kılacak dolayısıyla daha gelişkin bir fikir sahibi olmanıza yardımcı olabilecek bir fırsat! Yok eğer, bakmak ama görmek değilse niyet; perdeli veya perdesiz hiç fark etmeyen duvarın sağır bölgesi… Oysa saniyelere sığsa da, bin bir zahmetli, karmaşık ve ‘’öğrenilmiş’’ denen çapraşık oyunun gümrüklü, kolluk kuvvetli kadraj sınırının zapt-ı raptı! Keşke bu kadarla bitse, hep hazır, konservatif, en ulu otorite tarafından oluşturulmuş barkodlu, ve senin esamini bile okumamasına karşın keskin bir nazarla sana kuş, dağ, kelebek olarak gösterilen, ‘’asla kuşku duymayacaksın’’ ayeti eşliğinde kutsanmış kuru ama yeşile boyanmış muhteşem(!) panorama! Peki bu mu gerçeklik?
İkinci Çaba: Hep çocuk (daha doğrusu eksik, yetersiz) kılınmaya mahkumiyetinizin en olmaz safdillikle ön kabulüne dayalı ‘’Herkesi kendin gibi bilme’’ aldanışı, daha üstten gelen her türlü buyurganlığa sorgusuz itaat! Pencereden gördüğün hareket halindeki her şeyin havsalandaki kuş oluşuna yemin billah inanış! Orada mı hakikat?
Üçüncü Çabas: Muhtarın emriyle köye gelen medya mensuplarına, ‘’Ekmek Kur’an çarpsın ki doğru! ’’ derecesinde noterden tasdiki dahi aşan, vaka-ül emin’’e şahitlik edecek büyük ‘’bizim köy’’ desteği! Kılavuza gerek var mı?
Dördüncü Çaba: Bilimin kıyaslama, ölçme, tartma, tüm koşullarda aynı sonucu verme koşulunu bile boyunduruk altına alan müthiş bir hitabet katakullisi, algı yaratma ve sonuçlarını yanına varılmaz heybetli bir anıt mezarda başına muhteşem güçleri bekçi kıldığımız ve gizemli, kutsal olaylar kırk ambarı! Aklı, yöntemi yetmedi vicdanı, ahlakı tatile çıkaran nebat-i esrar! Zorun tarih yazıcılığı ve baş tacı kılınan bu tarihin tavuk- yumurta diyalektiğindeki kadar basit ve çözümlenebilir olmasına karşın ‘’Şaşmaz gerçek’’ olarak kabulü! Nerde akıl, uçtu mu deneyimler?
Beşinci Çaba: ‘’Eşitsiz ve birleşik gelişimin’’ yalnızca insan- doğa- üretim ilişkilerinin cebirsel toplamı için değil fakat tek tek bireyler için de gerekliliğini dayatan bir realiteden bihaberlik! Her zamanı ve her yeni adımı kendisiyle başlatma, kendi ‘’donmuş’’ tanımları ‘’Olan biten her şeyin’’ yerine ikame etme gafleti! Yani ‘’toplum yaratığı’’ insan olduğu derecede ‘’Toplum yaratmada o denli katkı verip tasarruf sahibi olabileceğinden’’ habersiz oluş… Ya da ‘’Gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde’’ oluşu ölçecek bir ‘’durum metreye ’’ Fransız oluş! Bu kadar mı uzaklaşılır kendin olmaktan?
Altıncı Çaba Doğa, insanlık, canlılığa dair bahiste, o genel, görüntülenmiş, haritalara aktarılmış, koordinatları belirlenmiş yaşam mutluluğu kriterlerinin ve birliğinin, yerel, şartlı, ön ve bön yargıya dayalı olarak reddiyesi, es geçilmesi, hafife.alınması… ‘’Hadi gel köyümüze geri gidelim! ’’ şarkısının her sabah ki, tatlı uyku katilliği! Doydu mu ruhlarınız?
Yedinci Çaba: Tarihin yalanlama lavları altında, büyük ‘’kahramanları’’ tanrı yerine geçirmekle, ola ki ‘’yenilmişse’’ diğerlerini cehennem ateşine layık görmeyi bir borç bilen ‘’ vicdansız’’ vefa! Kahramanı siz yaratırsınız ama olabilir misiniz?
Sekizinci Çaba: ‘’Biz’’ tanımı içine, herkesi sokmayı (görünürde zevahiri kurtarmak gizli dürtüsüyle de olsa) ilan eden anlayışın tarihin her döneminde bu bahse dair çekincelerini boyayıp gizlemesi… Saymaya başladığınızda bu büyülü ‘’Biz’’ tanımının içine girmek bir yana hepsinin salon dışına çıkarılışını belgeleyen tüm gazetecilerin tutuklanması! Sınıfsal, durum ve çıkar pozisyonuna göre düşünce üretiminin fay hatları çok açık ve belirginken bile; bir gökkuşağı algısına kurban gitmek, hatta altından geçip olacak mucizelere sorgusuz iman etmek! Değişti mi cinsiyetiniz?
Dokuzuncu Çaba: Dedik ya, canlılık müthiş bir deneyim ve sarhoş eden duyumsamadır! Peki onlara karşı duyulan vicdanın, merhametin, sevginin ölçütü o meşum, o kalabalıkların onayını isteyen, o saraylar, dokunulmazlıklar ve buyurganlık şatolarıyla taçlanmış iktidar olma gücü mü, yoksa her koşulda sizi siz yapan ve asla sizi yanıltmayan içinizdeki ses midir?
Onuncu Çaba: Vicdan, merhamet, sevgi gibi kavramlara yurtluk eden bu dünya ne denli çıkar çelişkileri ile dolu oldu ki, en derininize saklanmış ve her doğallık dışı durumda gongu titreştirerek size gönderilen içsel uyarılara bile sağır kılan taş duvar kıldı kalbinizi. Bir süre sonra bu geçici ‘’bir yana koyma’’ ihmali, sonrasında ebedi unutmaya, ardından da güçlü alkışlar arasında reddiye ve ‘’kahrol’’ telinine dönüşebildi? Çoğunluk her zaman korkaklığın ve yenilginin en emin sığınağı olmayı sürdürecektir. Kaybedeceğiniz başka bir şey kaldı mı?
On Birinci Çaba: Nasıl da dokunaklı değil mi romanlarda, şiirlerde, resimler ve filmlerde kaldığında vicdani ret, sizden uzak diyarlarda veya uzak zamanlarda ise idealist gerillalar! Ah nasıl da etkili değil mi Guernika? Ne kadar hoş değil mi ‘’Lili Marlen’’ şarkısı! Ah keşke kuvvaya geçmeden yalnız sararmış sayfalarda veya kirli sinema perdelerinde kalsaydı Potemkin Zırhlısı, Kışlık Saray baskını, Paris’in baldırı çıplaklarının ‘’romantik’’ kömünarları’’… En gür sesinizle söylediğiniz Pir Sultan türküleri, zahidi telin eden Muhyi nefesleri, Köroğlu’nun Beylere isyanı, Dadaloğlu’nun padişaha ferman resti! Ah Kızıldere… Vah zalimin kurduğu idam sehpasında, alışılmış yaşamla arasındaki tek kahpe bağlantı olan ayakları altındaki sehpayı var gücüyle tekmeleyen koca yürekler! Oysa şimdi ‘’Biz’’ oldular, tüm yoksul ve mağdurların yaşadıklarını olmamış sayıp! Evet kör olun, bir olun, diri olun tarih kalpazanı alçaklarla… Zaman gelip ana dayandığındaki utanmaz sus-pus hali ve son tahlilde devlete sallanan kuyruğun biteviye titreyişi! Peki şimdi nasıl ayıracağız cellatla kurbanı?
On İkinci Çaba: Asla ve asla dikkate almayın nedenleri! Sonuç İmparatorluğu’nun şanlı Sancakları asla eksik olmasın ‘’objektif’’ ve tarafsız seyir kulelerinizden! İsmi ve cismi heybetli devletlerin bu günkü, yetmedi (tutarlı olmak oportünizmi Saik’iyle) geçmişte ne işlemişlerse hepsini masum ve kutsi gören anlayışın, tepeden tırnağa tüm haklılığına karşın yanlış, vahşi ve insan olma duruşuna heder getiren hoyrat tavrını üstünde tepinilen tek gerçek haline getirip diğerine gözlerini kapaması… Kör mü oldu insanlık?
On Üçüncü Çaba: Saccoo ile Vanzetti, Dreyfus ve benzeri bir çok tarihi yargılamanın tüm vahameti ve acı sonuçları ortada ve vicdan yakarken, Tarih kalpazanlarının yalanla dolu destanlarına karşın halkların belleğinde işlenmiş yara izleri hala yürek dağlamayı sürdürürken: Siz hangi yüz ve fütursuz cesaretle kendinizi sınırsız yetkilerle donatılmış bir savcı yerine koyabiliyorsunuz?
On Dördüncü Çaba: Süt- liman ve korunaklı ortamlarda ağzınızdan düşmeyen ‘’yüce insanlık değerleri’’ neden bir karış daha doğudaysa veya egemen din anlayışının biraz ötesinde yeşeren ‘’heteredoks’’ biçimler söz konusu ise tüm resmi algılarınız harekete geçiyor? Neden tüm sinir uçlarınız saldırı ordusuna gönüllü kaydoluyor?
On Beşinci Çaba: Neden öldürülen insanların bir kısmı daha şerefli, kutsal? Neden hem bu dünyada hem de ‘’öbür dünyada’’ seçkin yerleri rezerve edilip gül suyuyla yıkanmış da, birileri bodrumlarda toplu ölümlere, tank arkasında sürüklenmeye, öğrenci evlerinde bir gece baskını ile yok edilmeye layık? Meydanlarda havaya uçan masumların milliyeti, dini, dili çok mu önemli? Çok daha mı önemli yada önemsiz kılıyor onları üstlerindeki üniformalar? Hesap makinenelerinin hanelerini aşan ölü ve kayıp sayısı dağları bile sallarken ne zaman son bulacak bu kan seçiciliği? Hele hele kendine Sosyalist, Devrimci vs. sıfatını yakıştırmakta hiçbir beis görmeyenlerin gizliden gizliye ‘’Oh olmuş! ’’ deyişleri? ‘’Zaman her şeyin ilacıdır’’ doğrusunun, ‘Güçlü olup galip gelenler kendi tarihlerini yazacak ve tartışılmaz doğru olacak! Şimdilik susalım! ’’ iç sesiyle gerçeküstü anlam çakışmasının bir kanıtından başka ne ola ki?
On Altıncı Çaba: Bilmek ve Bilmediğini bilmek! Her bahçenin (sınıfın) yordamına tabi olmakla birlikte bireyin de temel ödevlerinden biri olmuş iken, neden doğru (zahmetli, sorumluluk gerektiren bir yol iken) neden kolay ve genel kabul görenin kolaycılığı ile cazibesi galip gelir? ‘’Kişinin en büyük erdemi bilmediğini bilmektir’’ sözü dilimize pelesenk olmuşken; Faşistin f’sinden, Sosyalist ’in S’sinden dahi komik kültür sermayelerinin geçer akçe sayıldığı günümüzde gerek var mıdır zahmetli teorik araştırmalarına? Nasıl gelir yan yana ‘’Devlet ve İhtilal’’ ile halkına tarih boyunca bir an bile mutluluk vermemiş kutsal devlet? ‘’Geberen Kapitalizm: Emperyalizm’’ doğruluğu ile her türlü saldırganlık ve istilacılığın adının bununla, en laten olanından en şiddetli ırk övgüsüne dayanan her eğilimin Faşistlikle yan yana anıldığı bir zihin karışıklığı ‘’bilmediğini bilmemenin’’ tezahürlerinden biri olup giderilmesi gerekmez mi?
On Yedinci Çaba: Sonuna kadar ‘’Aydınlanma Yanlısı’’ olduğumuzun ilanı, olaylara bakış yöntemimizde ‘’çıkmaz sokaklara’’ saptığımız gerçeğinden bizi uzaklaştırır mı? Elinizde sınıf pusulasını, vicdanınızdaki insani ölçütleri yitirmiş iseniz, üstelik yaşam konforunun yumuşak koltuklarından söz söylemenin hazzı özünüze baskın gelmişse sosyalist olma iddianız kime inandırıcı gelir ki? Eğer böyle bir iddianız varsa bunu doğrulayacak yöntemlerle bu denli yakınsanız neden hala Aristo mantığına ve metafizik, durağan yöntemlere başvuruyorsunuz?
On Sekizinci Çaba: Kültürel beslenme kaynaklarınızı seçerken neden hep egemenin, başatın ve seçkinin dayanağı ile oluşturulmuş söylemler baş köşenizde yer buluyor? En özverili tavrınızın arkasında bile bir ‘’Cumhuriyet seçkinciliğinin’’ zorlama, yapay inkılapları bir tutanak noktası olmayı geçemiyorsa nerde sizin sosyalistliğiniz?
On Dokuzuncu Çaba: Tüm evren, yaşam, canlılık ve dünya ile insanlığın geleceğine ilişkin bir hülyanız, bir ütopyanız var mı? Yoksa mevcut sistemin bir takım yönetici değişiklikleri ve revizyonlarla ideal hale geleceğine mi inanıyorsunuz? İnsanlığa ölümü göstererek sıtmaya razı ederek onun gelecek düşünü elinden alan iktidarların sistematik baskılarının bundaki payını görebiliyor musunuz?
Yirminci Çaba: Alemin gözündeki çöpe odaklanmışken kendi gözündeki merteği atlayan bir kafanın özgür olabileceğine olasılık tanıyor musunuz? Hele hele bu bakış tarzının geçmişi değerlendirirken kendi tarihine nesnel bakabileceğine inanmak gerçekçi midir? Başat uluslar tarafından sömürge kılınmış halkların varlık kavgasını ‘’İsyan’’, ‘’Ayaklanma’’, ‘’Başkaldırı’’ ifadelerine eşlik eden büyük bir kibirle yadsıyan hatta aşağılayan bir yaklaşımın o sosyalist olmayla nasıl yan yana gelebileceğini bir kez daha sorgulamak gerekmez mi?
Yirmi Birinci çaba: Dünyanın daha güzel, daha adil olmasının önündeki en büyük engelin sınıflı toplum olduğunun, hatta günümüzde bu egemen güç merkezileşmenin küresel boyuta erişmesinden dolayı adalet ve eşitlik, yaşanabilir bir çevre, Kadın- Erkek eşitliği, Cinsel yönelim özgürlüğüne ilişkin mücadelelerin küresel çapta verilmesinin zorunluluğu acil bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Geç kalmadık mı?
Yirmi İkinci Çaba: Kapitalizmin simbiyotik bağımlılıklar sonucunda kendi ütopyası yitirmesi, Onun almaşığı sosyalizmin de bu kötü mirasa sahip çıkarak ‘’Siyasal olanı ulus ile tanımlayarak’’ hatta dünya insanlık ailesini bir milletler resmigeçidine indirgemesi sonucu, insan mutluluğunu yüz yıllarca öteye savurması karşısında yeni bir teorik arayış ve güçlü bir umuda sarılmamız gerekmiyor mu?
Yirmi Üçüncü Çaba: Bir güzel Ütopya’nın sahiplerinin de aynı sevgi kaynağından, aynı adalet duygusundan, aynı vicdanın ezgilerinden beslenmesi gerekiyor. Kimi zaman ortaya çıkan uyumsuzluklar bir derin arayışına gebelik etseler de sonuç iradi beklentilerden farklı olabiliyor! İçtenlik dolu oluşundan şüphe duymadığım sevgiler, tutuşturduğu ocaklardaki harını sonsuza dek sürdürseler, her an o ateşle kavrulsalar da, gün oluyor taraflardan herhangi birine olmadık bir fevrilikle haddini aşma iznini tanıyabiliyor. Bu durum nasıl ki, onaylanması mümkün olmayan bir şeyse de, hep büyüme, emekleme ve öğrenme isteğiyle tutuşmanın da bir nişanesi! ‘’Beni anla! ’’ demenin feryad-ı figanı yalnızca! Sevgi ve saygı altını, emin olmalısınız ki değerinden bir şey yitirmiyor! Kim bilir bir zaman veriş, bir süre alıştır araya giren zaman! Sevginin yay gibi gerilmesidir okun daha ileri fırlaması için! Beklemeli miyiz?
Sevgili Dostlar, Tek sermayem bu sorular. Dileğim benim yanıt arayışlarıma ortak olabilmeniz, aynı soruları kendinize yöneltebilmeniz. Sevgi, selam ve muhabbetle! Ulussuz, sınırsız, adil, ve vicdanların körelmediği bir dünya dileğimle…
Turgay Bahtiyar
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.