- 966 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
VARLIĞIN KOKUSUNU ALANLAR
Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan İslam düşüncesini bireysel, toplumsal olarak yaşamak isteyen Müslümanlar uzun yıllar düzenle çatışmalıydılar. Düzenin baskın tavrı, CHP tek parti döneminde doruk noktasında iken, Menderes’le gelen açılım sonrasını 60 ihtilaline bırakmıştı. 60 ihtilali birden bire zamanı yine CHP’nin baskın uygulamalarına geçirdi. Ama Adalet partisiyle Anadolu halkı nefes alarak CHP zulmünden kurtuldu. CHP zulmünden diyorum sakın CHP’liler alınmasın. Ne yazık ki CHP iktidar oldu mu ne insanlık, ne özgürlük, ne saygı, ne sevgi hiçbir şey tanımıyor. Sanki bir sürü şımarıklar ordusu devleti işgal etmiş gibi oluyor. Ne kanun, ne nizam tanıyorlar. İstedikleri gibi hareket ediyorlardı. Anadolu halkının eskilerine CHP dönemi denildiğinde, devlet, hükümet, memur, asker, polis kelimeleri halka korku salıyordu.
Sürekli horlanan itilen Müslüman muhafazakâr kesim, bir yandan İslam noktasında bilinçlenmesini artırırken, diğer yandan CHP’nin zulmüne karşı Adalet partisi saflarında kendine yer aradı. Erbakan odalar birliğindeki mücadelesinin ardından, Adalet partisi saflarında siyasi mücadeleye girişmek istedi, ama Ancak adalet partisi buna izin vermedi. Bunun üzerine Anadolu’nun dindar esnafları, sanayicileri Erbakan’ı öne çıkararak nur topu gibi bir parti doğurdular. Milli Nizam Partisi… MNP; etkili, yetkin kadrolarıyla herkesin dikkatini çekti. Çünkü partinin önde gidenlerinin hemen hepsi üniversiteli, profesör, doçentti. İçlerinde kariyer sahibi olmayan çok azdı.
Dönemin milliyet, cumhuriyet, hürriyet gazeteleri Erbakan ve Arkadaşlarının hayat hikâyelerini, düşüncelerini, röportajlarını boy boy veriyor. Erbakan’ın Adalet partisi başkanı, aynı zamanda başbakan olan Demirel’e karşı mücadelesi, CHP’lilerin, sol kesimin dikkatini çekiyordu. Erbakan büyük ağır sanayi hamlesiyle, batı ve Amerikan karşıtı düşünceleriyle dikkat çekmişti. Onlara göre tek Erbakan’ın kusuru vardı. Şeriatçıydı, Atatürk konusu olduğu zaman kaçardı. Anıtkabir’e siyasi hayatı boyunca neredeyse hiç gitmedi. Kaçamadığı seferinde ise; not defterine “Aziz Atatürk bu millet yaptıklarınızı asla unutmayacak” yazmıştı. Her zamanki dil ustalığını kullanmış. Deftere her yöne çekilebilecek bir not düşmüştü. Not: Ya o kadar iyi şeyler yaptınız ki biz asla unutmayacağız diyordu. Ya da o kadar kötü şeyler yaptınız ki biz asla unutmayacağız diyordu. Kafasının içine giremeyeceğimiz için bu cümleyi hangi anlamda kullandığını bilmiyoruz. Ancak bütün gücüyle Anıtkabir’e gitmekten kaçan birinin olumlu şeyler yazacağını düşünmek zor.
MNP, 1971 muhtırasıyla kapatıldı. Arkasından MSP (Milli Selamet Partisi) kuruldu. Parti bütün görünümleriyle muhafazakâr dindar parti olduğunu, Anadolu’nun bağrından koptuğunu ispatlıyordu. Sanki parti Cumhuriyet kurulduğu andan itibaren ezilen, horlanan Müslümanların sesiydi. Geleneksel dindar görünümleri, söylemleri üste çıkıyordu. Ama siyasi, ekonomik, sosyal görüşleriyle solcuları geçiyordu. Erbakan’ın konuşma üslubundaki alaycılık, hafifseme olmasaydı belki altın yumruklu bir lider olup çıkacaktı. Ama şahsi karakterinden kaynaklanan yapısıyla hareket ediyor. İnançlarında keskin kararlılık olmasına karşın, konuşma biçimi esprili, dalga geçici olarak ön plandaydı. 12 Eylül öncesi Konya’da yapılan miting Anadolu’nun geleneksel dindar Müslümanlarının iktidara yürüyüşleri gibiydi. İran devriminden sonra yapılan bu miting, Sakarya da Akıncılar derneğinin yürüyüşünün ardından, artık inkılap sırası bize geldi der gibiydiler. Nitekim sloganlar da öyleydi. İRAN, PAKİSTAN SIRA SENDE MÜSLÜMAN… LAİK DEVLET, YIKILACAK ELBET… Ve meşhur HAK YOL İSLAM YAZACAĞIZ marşı… Gözyaşları içinde söylenen bu marş o günkü Müslümanların duygularını, iktidar yürüyüşlerindeki samimiyetlerini anlatıyordu.
80 sonrası Amerika Ortadoğu’da gelişen radikal İslamcı eğilimlere karşı düşünceler üretmeye başlamıştı. Çünkü İran devriminden sonra halkı Müslüman ülkelerde başlayan hareketlilik Amerika’yı iyice korkutmuştu. Amerika için; ister İslam ol, ister sol önemli değildi. Amerika için önemli olan tek şey; kendisiyle anlaşan Müslüman, kendisiyle anlaşan solcuydu. Böylece Amerika; İslamcılarla, radikal solcuları ılımlı haline getirmek için politikalar üretmeye başladı. 70’li yılların solcuları, Müslümanları fakir halkın sesiydi. Çoğu fakir fukara aile çocuklarından oluşuyordu. Henüz mevkileri, makamları, parayı tanımamışlardı. Yani henüz fikir sahibi olanlar midelerinden düzene, düzenle de Amerika’ya bağlanmamışlardı. Kim ne derse desin 1945 yılından sonra Türkiye Cumhuriyeti, oluşturulan paktlarla (NATO – CENTO gibi) Türkiye, İran, Pakistan Amerika’nın denetimindeydi ama denetim denilmesi yasaktı. Çıkar ortaklığı denilecekti. Radikalleşmeye başlayan Müslümanlar, solcular Amerikan güdümlü paktlara karşı çıkıyorlardı. İran 1979 yılında halk devrimi gerçekleştirerek Amerika’yı Müslümanlar adına İran’dan kovdu. Pakistan’da ihtilal denemesi yapıldı. Amerika Ziya Ül Hak’la bastırdı. 12 Eylül 1980 ihtilaliyle de Türkiye’deki radikal gelişmeler durduruldu.
Amerikan karşıtı Müslümanlar, solcular, mutlaka mevkilerle, makamlarla, ciddi paralarla tanıştırılmalıydı. Değilse fakir fukara halk, en azından ekmek kavgası olarak batının Türkiye’deki sömürge düzenini yıkıp yerine, ya İslamcı ya da Sosyalist bir devlet kurabilirlerdi. Bu durum ülkedeki İngilizlere göbeğinden bağlı siyasi oluşumları tedirgin ederken, Amerika’yı derinden düşündürüyordu. İran elden çıkmış. Pakistan ihtilalden, Türkiye ihtilal adımlarından döndürülmüştü. Çare ılımlı solcular, ılımlı Müslümanlardı. Yani ılımlı sol, ılımlı İslam… Bunun da yolu midelerinden dava adamlarını bağlamaktı. Yani dava adamlarını dillerinin bile telaffuz edemeyecekleri paralarla tanıştırmaktı. Elbette böyle bir harekette, devletin gücündeki paralar beyinleri döndürebilirdi. Öyleyse Müslümanlar da solcular da hemen iktidar edilip Amerika’nın kontrolünde parayla tanıştırılmalıydılar.
Devreye devlet çarkını çok iyi bilen; 12 Eylül darbesini yapan Evren ve arkadaşlarına danışmanlık yapan Turgut Özal sokuldu. Turgut Özal dindar, muhafazakâr bir bürokrattı. Bürokratlıktan ve ailesinden gelen sosyete hayat bilgisi de mevcuttu. Yani her dalda oynayabilecek biriydi. Nitekim karısı “hacca da giderim içkimi de içerim” sözüyle bu durumu gayet iyi açıklamıştı. Turgut Özal, MNP, MSP saflarındaki kardeşi Korkut Özal’a göre, daha demokrattı. Turgut Özal’a hemen parti kurdurdular. 12 Eylül darbecilerini de talimatla düşman ettiler. Özal’ın anavatan partisi Evren ve arkadaşlarına düşman, onlar da Özal’a düşmanlardı. Manzara buydu. Çünkü düzenin sahipleri biliyordu ki; CHP devrinden kalma halkta bir asker düşmanlığı vardı. Halk askerin yönetimde olmasını istemiyordu. Askeri kendine payanda eden CHP’yi de onun için sevmiyordu. Bu bilinçle Özal ile Evren düşmanca hareket ediyorlardı. Maksat Özal’ı iktidar yapmaktı. Ama aslında düşman falan değillerdi. Özal iktidar olunca da Evren yönetimden uzaklaşmayacaktı. Roller Amerikalılar tarafından biçilmişti. Amaç; Evren’in budadığı solcular, milliyetçiler, şeriatçılar parayla tanıştırılacaktı. Çünkü gündem de ılımlı İslam, ılımlı sol vardı. Yani midelerinden devlete, devlet eliyle de Amerika’ya bağlanacak olan solcular ve Müslümanlar vardı.
Özal dört grubu birleştireceğini, dört hareketi iktidar yapacağını söyleyerek yola çıktı. Dört grup, LİBERALLER, SOLCULAR, MİLLİYETÇİLER, MUHAFAZAKÂR DİNDARLAR… Daha açıkçası, KAPİTALİSTLER, SOLCULAR, ÜLKÜCÜLER, ŞERİATÇILAR… Orkestranın şefi Turgut Özal, beste ve müzik Amerika’dan…
Böylece dört grup; hem derinlemesine hem de genişlemesine parayla tanıştı. Dönemde çıkan DERİN DEVLET tam bir devletti. Her yerde eli kolu olan, istediğini ihya eden, istemediğini yok eden… Hesapsız kitapsız bir devlet… ANAVATAN iktidarında nice devrimci solcular, nice devletçi ülkücüler, nice şeriatçı muvahhit Müslümanlar kaybolup gittiler. Neredeyse çoğu önce müteahhit, sonra çete, sonra mafya olup çıktılar. Kurtlar vadisi gibi mafya filminin halk tarafından neden sevildiğini merak etmeyin. Temeli Turgut Özal dönemlerinde atıldı.
İlk revizyon başarılıydı ama tam değildi. Sonra sırasıyla solun gözbebeği mavi gömlekli Ecevit, şeriatçıların meşhur İsrail ve Amerikan düşmanı Erbakan iktidar edildi. Bunların iktidarlarında her grup ayrı ayrı parayla, makamla, mevkiiyle tanıştı. Bazen taşkınlık ediyorlar, sanki iktidarlarını devlet yaptıklarını zannediyorlardı. İşte o zaman devletin gerçek yöneticileri hemen işe el koyuyor. İktidarlarında şımaranları uzaklaştırıveriyordu.
Ve nihayet şimdiki AK PARTİ dönemine gelindi. Ülkenin Radikal Müslümanları, Radikal solcuları, Radikal ülkücüleri, Özal ve daha sonraki koalisyon dönemlerinde parayla, pulla, mevkiiyle, makamla tanıştırılmış, gruplar derin devlet burjuvasının kokusunu, tadını almıştı. Artık Amerika için son noktanın konulması gerekiyordu. DEMOKRATLIK maskesiyle bütün uçlar AK PARTİ aracılığıyla bir araya getirildi. Gelişim, değişim yeni bir süreç… Milyon dolarlardan, çay parasından söz ediyormuş gibi konuşan milletvekilleri, bakanlar, iş adamları devri başladı. Ülkenin her uç kesimi midesinden devlete, devlet eliyle Amerikan güdümüne girdi. Artık Amerika eskisi gibi sömürgeci, öcü değildi. Amerika onlar için; barışı, demokrasiyi getiren, toplumları özgürleştiren bir güçtü. Amerikan ortağı olarak dünyaya düzen vermek, ılımlı hale gelen solcular, şeriatçılar (Müslümanlar), ülkücüler için önemliydi. Artık Amerika ile masaya oturuyorlar. Dünya haritasını ellerine alıyorlar. Ortadoğu’ya, Kafkaslara ayar çekiyorlardı. Arap devletleri arasında baharlar uçuruyorlar. Düzenleri, iktidarları yıkıp yerine Amerika ile her alanda bağlı yeni iktidarlar oluşturuyorlardı.
Böylece dünya varlığının kokusunu alanlar, koklamayı bırakın devasa zenginleşmenin yolunu bularak korkunç bir oyunun içine girdiler. SAVAŞ… Savaş zenginleşme yolundaki en verimli sektörlerden biridir. Dünyanın bombasına, mermisine, askeri aracına para yatırırsın. Savaş anında uyuşturucu, kaçakçılık yaparsın. Mağduriyetlere oynar dünya bankalarından hibeler alırsın. Yine mağduriyetlere oynar dünyanın yardımını toplarsın. Ortalığı savaş bahanesiyle yakarsın, yıkarsın. Sonra inşaatçılarını gönderir yeniden yaparsın. Sağlık malzemelerini yok pahayla satarsın. Gıda ve ihtiyaç malzemelerinden fazlasıyla vurgunlar vurursun.
Amerika savaş ticaretinin nimetlerini solculara, şeriatçılara, ülkücülere iyice anlattı. İktidar nimetlerinin çatısı altında hepsini toplayarak, nasıl vurgunlar vuracaklarını öğretti… Barışı öne çıkarmanın nasıl bir salaklık olduğunu, barıştan söz eden insanları bir köşeye çekerek “Ula aptal mısınız? Barış yapıp ne halt edeceksiniz? Bakın görün savaşın nimetlerini, ne kadar verimli, bundan iyi kazanç yolları mı var?” mantığında açılımlar yaparak insanları ikna etti. Şimdi kahramanlık türküleriyle insanları öldürüyoruz. Üzerinden milyonlarca, milyarlarca dolarlar kazanıyoruz.
PROJE: Ortadoğu’ya, Kafkaslara ILIMLI İSLAM, ILIMLI SOL, ILIMLI MİLLİYETÇİLİK…
KAZANÇ: Süper… İnsanların hiçbir zaman akıllarından geçmeyecek miktarlarda paracıklar.
Varlığın kokusu; artık eskisi gibi uzaklardan koklanan değil, aksine o varlığın içinde boğularak doyasıya koklanan…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.