- 875 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
SINAV
Bir grup arkadaşımla toplanıyoruz, üniversite sınavına ilk defa girecek genç arkadaşlar da var aramızda... Deniz kenarında bir yerde banklarda oturup uzun uzun karşılıklı konuşarak hoşça zaman geçiriyoruz. Sonra onlar sınav yerlerini görmeye gidiyorlar ve tekrar dönüyorlar yanımıza...
Bu arada bizler de sınava giriyoruz tabii ki... Fakat biz sınav yerlerini görme gereği duymuyoruz. Sanırım biz her şeyi(!) biliyoruz. Öyle bir his, duruş benliğimde...
Sonra arkadaşlar arasında bir oyundan söz ediliyor. Bir "oyun" bu; kimden çıktı, kim söyledi bilinmiyor!..
Çok meraklanıyorum, kimse bir şey de anlatmıyor veya bilmiyor. Oyunu izlemeye gideceğiz sanırım! Salonda oturacağımız yeri belirleyecekmişiz, emeğimizle hem de!..
Bu çok güzel ama, bu bir koşu! Koşarak varacağız salona.
-Hay Allah! Epeydir koşmadım ben, yıllardır!
-Ne yaparım ben şimdi, nasıl koşarım! Yürümüştüm hep ileri, fakat koşarken anlıyorum ki; ben yürümemiş emeklemişim!..
Bir gonk sesiyle kendime geliyorum, koşu başlıyor. Her yer zifiri karanlık, ama yolda hiç kimse yok! Herkes kayboldu, ne çabuk koştular!..
-Bana bir şeyler oluyor, adımlarımı daha bir büyük atıyorum, daha fazla yol almak için, uçuyorum sanki, telâşla salona gideceğim sokağa değil, yanlış tarafa yürüyorum!
-Hayır burası değil, zaman değerli, koşuyorum deli gibi, bir ışık, ışığa doğru, arkadaşlarım yok, yetişmeliyim!..
Soluk soluğa salondayım sonunda...
Herkes orada, yanyana yerlerimize oturuyoruz. Birlikteyiz yine eskisi gibi. Ne güzel "birlik/te olmak"!..
Hepimize renkli birer kart veriliyor, benim kartım mavi, zihnim ve kalbim açıkmış, öyle söyleniyor. Bu kart bende kalıyormuş mavi olduğu için, kartımı kalbimin üzerine koyup sonra göğsümün üzerindeki cebime yerleştiriyorum. Bana yenisi veriliyor, yine mavi...
Ve nihayet beklediğimiz an! Ve sahne açılıyor. Anlamaya çalışırken bizleri sahneye davet ediyorlar. Ne olacağını kestiremeden sahnede buluyoruz kendimizi... Belirli bir aralıkla yan yana içe dönük diziliyoruz. Her birimizin önünde metalden birer araç var.
Ve bir gonk sesiyle oyun başlıyor. Önümüzdeki metal araçlarda birer resim benzeri objeler kartlar beliriyor. Hemen düşünüyorum ve sorguluyorum;
- "Biz buraya niçin geldik, bu objeler ne olabilir, neyi anlatabilir, bu bir fırsat gibi, yaklaşır ona dokunursam benim olacak ve aslını kazanacağım!"
-Yok öyle! - "Düşünmeliyim, önce anlamaya çalışmalıyım! "-
Ve yine bir gonk sesi, her gonk sesinde dünyanın varlıkları oluşuyor, sunuluyor önüme!..
Ben şaşkın, zihnim karmakarışık ve gittikçe de algımla oynandığını hissediyorum. Önümde iki seçenek var; ya önümdeki varlığa dokunup hepsine sahip olacağım ya da mesafe koyup, onu itip gittikçe yükselen çok yüklü bir miktar para alacağım!..
- Çok şaşkınım çok! Zihnim allak bullak!!! Önümü göremiyorum! Dünya fırsatlar dünyası, niye geldik biz dünyaya, bir sebebimiz olmalı, bir hedefimiz...
- Ne ekersek onu biçmez miyiz?
- Asıl var’lık nedir?
- Gerçek mutluluk bu mu?
Emeksiz kazanç, kolay yaşam, içi boşaltılmış sahte kavramlar daha neler neler geçiyor zihnimden...
Ve yine bir gonk sesiyle irkiliyorum. Önümde bir bayrak! Hem de Atatürk resimli!
Durur muyum dostlar! Hiç düşünmeden koşuyor sarılıyorum ay yıldızlı bayrağımıza, Atatürk’ümüze, ışığımıza!..
Öyle mutluyum, öyle ferahladım ki; halâ uyanamadım yeni günün umut arayışlarına!..
Bu bir rüya mıydı, yoksa zihnimin yorgunluğu mu veya bir sınav mıydı, bizleri gerçeğe, insana, değerlerimize dönüştürülebilir olan?...
30.10.2016 / Kadriye PERVAN