KURTULUŞ SAVAŞI'NDA İNGİLİZLERLE SAVAŞMADIK
“İngilizlerle savaşmadık! Türk orduları İngiliz ordularıyla karşı karşıya gelmedi! İngilizler bize tek bir kurşun bile sıkmadı!..”
Günümüzün Ali Kemalleri, yobazlık” ve “liboşluk” adeta genlerine işlemiş olan Ömer Kürkçüoğlu, Cemil Koçak, İdris Küçükömer, Kadir Mısıroğlu, Yalçın Küçük, Fikret Başkaya, Abdurrahman Dilipak ve Mehmet Altan gibi “yobaz”, “liboş” ve “Marksist” tarihçi, yazar ve akademisyenler ile tarih bilgileri onların anlattıklarıyla sınırlı cahiller, “Kurtuluş Savaşı sırasında İngilizlerle savaşmadık, onlar 1921’de zaten resmen tarafsızlıklarını ilan etmişlerdi” diye ahkâm kesmekteler... Bu iddiaların hiçbir “bilimsel temeli” yoktur. Bu hainlerin ve cahillerin Büyük Taarruz öncesinde İngilizlerin Mustafa Kemal’e ve Milli Harekete karşı aldıkları önlemleri, yaptıkları planları bilmemesi ya da bilmezden gelmeleri düşündürücüdür.
Türk Milli Kuvvetleriyle savaştıklarını bizzat İngilizler itiraf etmişlerdir. Örneğin, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri, Amiral de Robeck, 1919 Haziranında Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderdiği bir raporda bu gerçeği şöyle ifade etmiştir: “Biz halen Türkiye ile savaşmaktayız. Sevr Barış Antlaşması’nın bütün Türkleri bir araya getirdiğini görerek yeni bir savaşa devam edecek miyiz?”
Sevr Barış Anlaşmasına müteakiben bir gazetecinin Mustafa Kemal’e sorduğu, “İngiltere’yle savaşacak mıyız?” sorusuna Mustafa Kemal, şu cevabı vermiştir: “İngiltere ile barış imzaladık mı ki, bu sorunun yeri olsun! Yüz kez savaş durumundayız, bin kez savaş durumundayız…”
Kurtuluş Savaşı, Doğan Avcıoğlu’nun da belirttiği gibi, aslında bir “Türk-İngiliz Savaşı”dır.
İngilizlerle savaşmadık mı? Yalanınız batsın kahrolası yobazlar ve liboşlar! Türk Kurtuluş Savaşı’nı küçültmek isteyen art niyetli çevrelerin beslediği bu yalanları yüzlerine vurmak gerekmekte… İşte İngiliz ordularının Türk ordularıyla Anadolu’da Kurtuluş Savaşı yıllarında (1919-1922) yaptıkları belli başlı savaşlar ve çatışmalar:
1. I. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında yapılan “gizli”, “açık” paylaşım antlaşmaları doğrultusunda Anadolu’yu işgal eden İngilizler, 15 Mayıs 1919’da Yunanlıların İzmir’e çıkarak Anadolu içlerine ilerlemelerini bizzat kararlaştırmışlar ve bu Yunan çıkarması İngiliz subaylarının gözetimi ve denetimi altında gerçekleştirilmiştir. Nitekim İzmir’in Yunanistan tarafından işgal edilmesi kararını, İngiliz Amirali Calthorpe, 14 Mayıs 1919 tarihinde öğleden sonra İzmir valisine ve Türk komutanına tebliğ etmiştir. Ancak Yunan işgallerinin İngilizlerin tahmin ettiğinden çok daha “kanlı” bir şekilde gerçekleştirilmesi Anadolu’da işgallere karşı bir halk hareketinin başlamasına yol açmıştır. Bu durumda, adeta “sömürgeciliğin kitabını yazmış olan İngiltere”, Türkleri daha fazla “kışkırtmamak” gerektiğini düşünerek “daha temkinli” davranmaya karar vermiştir. Özellikle 1919 yılı sonbaharında İngilizler Anadolu’daki milliyetçilere karşı da daha “ılımlı” davranmaya başlamışlardır. Nitekim, Mustafa Kemal’in Ali Galip Olayı’ndan ustaca yararlanarak Damat Ferit Hükümeti’ni düşürmesine ve milliyetçilere daha yakın Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin kurulmasına İngilizler karşı çıkmamışlardır. Dahası Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin Mustafa Kemal’le temas kurarak Amasya Görüşmeleri’ni yapması ve bu görüşmeler sonrasında İstanbul’da Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin toplanması için seçimlerin yapılmasına da İngilizler müdahale etmemişlerdir. Ayrıca İstanbul’da milliyetçilere yakın Mersinli Cemal Paşa’nın Harbiye Bakanı olmasına da ses çıkarmamışlardır. İngilizlerin bütün bu “ılımlı” adımlarının nedeni Milli Hareketi güç kullanmadan etkisiz kılmaktır. İngilizler, “Biz Türklerin düşmanı değiliz, bu nedenle Milli Harekete de gerek yoktur!” demek istemişlerdir. Nitekim bu İngiliz oyunundan etkilenen kimi milliyetçiler, (Ki bunlar arasında Kazım Karabekir de vardır). Sivas Kongresi’ne gerek olmadığını ve Temsil Heyeti’nin dağıtılması gerektiğini savunmuşlardır. Erzurum Kongresi günlerinde İngiliz subaylarından Yarbay Rawlinson, Mustafa Kemal’le ve bazı milliyetçilerle görüşerek Milli Hareketi “barışçı” yolarla etkisiz hale getirmeye çalışmıştır. Kazım Karabekir’le de görüşen Rawlinson, ona, İngilizlerin Türkiye’nin toprak bütünlüğünden yana olduklarını, Mustafa Kemal’in barış koşullarının kabul etmesi gerektiğini, İngiltere’deki güçlü partilerin Türkiye’nin bağımsızlığını savunduklarını, dahası İngiltere’nin Türkiye’nin ekonomik kalkınması için de elinden geleni yapacağını belirtmiştir. Rawlinson’un bu “bol keseden” vaatlerinden etkilenen Kazım Karabekir Paşa, “İngilizler Türkiye’yi kazanırlarsa, birkaç Türk subay ve ulemadan oluşan bir kurulun, İngilizlerin 100.000 kişisinin söz dinletemediği yerlerde (İngiliz sömürgelerinde) dirlik ve düzeni koruyabileceğini ve Türk ulusunun her ferdinin İngiliz dostluğundan yana olduğunu” söylemiştir. Karabekir, Rawlinson’la yaptığı görüşmede İtilaf devletleriyle, özellikle de İngiliz İmparatorluğu’yla dostça ilişkiler kurmak niyetinde olduklarını belirtmiştir. Mustafa Kemal, 8 Ocak 1920’de Kazım Karabekir’e gönderdiği kapalı tel yazısında, bu tür açıklamalarından dolayı Kazım Karabekir Paşa’yı, üstü kapalı “uyararak”, Rawlinson’un, eğer İngiliz Hükümeti’nin resmi görevlisiyse Ankara’ya gelerek Temsil Heyeti ile görüşmesi gerektiğini belirtmiştir.
Görüldüğü gibi Mustafa Kemal, bu “İngiliz oyunlarını” fark etmiştir. Bu doğrultuda Anadolu’daki sivil ve askeri yönetim üzerindeki etkisini artırmış, Kuvayı Milliye Hareketi’ni yurt geneline yaymış, özellikle İngilizlerin bulunduğu Batı Anadolu ve Boğazlar bölgesindeki Kuvayı Milliye güçlerini Ali Fuat Paşa ile daha da güçlendirerek İzmit’i ve İstanbul’u tehdit etmeye başlamıştır. Nitekim Mart ayını sonlarında Milli Kuvvetler, Kilikya’dan İzmit’e kadar uzanan bölgede egemenlik kurmuşlardır. İşte, Mustafa Kemal’in kontrolündeki ve Ali Fuat Paşa’nın başında bulunduğu Milli Kuvvetlerin Boğazları tehdit etmeye başlaması üzerine tedirgin olan İngilizler, Milli Kuvvetlere “yumuşak davranma stratejisini” bir kenara bırakarak silaha sarılmışlardır. O günlerde İngiltere’nin İstanbul’daki temsilcisi Londra’ya gönderdiği bir raporda, “İzmit’i terk edersek, İstanbul milliyetçilerin eline düşer… Mustafa Kemal’in askerleri Gebze’ye kadar geldi . Haydarpaşa ve Üsküdar’ı Kemalistlerin basmasından korkuyoruz” demiştir. İngiltere’yi silaha sarılmaya iten tek neden, Milli Kuvvetlerin, İzmit yakınlarına gelip Boğazları tehdit etmeleri değildir, ayrıca İngiltere’nin barış görüşmelerinden de istediği sonucu alamaması, Mustafa Kemal’in masa başında da İngilizlere güçlük çıkarması, İngilizlerin saldırganlaşmasında etkilidir. İngilizleri o günlerdeki Maraş olaylarını da bahane ederek Milli Harekete karşı askeri güçle saldırıya geçmeye karar vermişlerdir. Londra Konferansı görüşmeleri sırasında, 5 Mart 1920’de Lloyd George’un yaptığı şu açıklama, İngiltere’nin yeni politikasını gözler önüne sermektedir:
“Yunan askerleriyle birlikte Türkiye’de 160.000 askerimiz var. Türklerin ise 80.000. Fransız, İngiliz ve Yunanlılardan meydana gelen her iki asker, bir Türk askerini yenemez ise bu konferansı durdurup Türklerin bütün isteklerini kabul edelim!” demiş ve barış şartlarının kuvvet yoluyla savunulacağını belirterek sözlerine şöyle devam etmiştir: “Mustafa Kemal Paşa adi bir çeteci değildir. Türk Hükümeti’nin atadığı Erzurum valisidir. Bu Türk valisi bizim müttefikimize (Maraş’ta Fransızlara) saldırsın, biz hiçbir harekette bulunmayalım. Bu olamaz. Hemen en enerjik tedbirleri almalıyız. İlk iş olarak Mustafa Kemal Paşa’nın atılmasını istemeli, sonra Müttefik Kuvvetlerle İstanbul’u işgal etmeliyiz.”
Lloyd George, 1920 yılı içinde her fırsatta Milli Harekete karşı “şiddet” ve “güç” kullanmaya çalışmıştır. Örneğin, 23 Ağustos 1920 tarihinde de İtalyan Başbakanı’nı Türkler üzerine silahlı birlikler göndermeye ikna etmeye uğraşmıştır. “İstanbul’daki Türkler artık o eski yumuşak Türkler değil, Çanakkale’de gemilerin hiçbir rolü olmuyor. Mustafa Kemal hemen hemen bitmiştir. Elinde hiçbir savaş malzemesi yok. Buna rağmen Türkler bilinemez” diyerek Türklere yönelik saldırılara ağırlık verilmesini istemiştir.
Milli Hareket’e yönelik “şiddet” kullanmaya karar veren İngilizler, 16 Mart 1920’de silah zoruyla İstanbul’u resmen işgal etmişler ve İstanbul Hükümeti’ni sıkıştırmaya başlamışlardır. Harbiye Bakanı Fevzi Paşa’nın ifadesiyle, “Hükümet nota bombardımanına tutulur…” 17 Şubat 31 Mart arasında Babıali’ye 5 nota verilmiştir. Baskılara dayanamayan Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin istifa etmesinden sonra kurulan Salih Paşa Hükümeti de fazla dayanamayarak istifa etmiştir. 5 Nisan 1920’de İngiliz isteklerini kayıtsız şartsız yerine getirecek olan Damat Ferit Paşa Hükümeti kurmuştur.
Böylece, Saray, tam anlamıyla İngilizlerin kontrolüne girmiştir. İngilizler, Padişah Vahdettin’i ve Sadrazam Damat Ferit’i kullanarak Milli hareketi ezmek için her yola başvurmuşlardır. Önce Anadolu’daki Mustafa Kemal’i ve milliyetçileri “dinsiz” ve “zındık” ilan eden bir fetva almışlar, (11 Nisan 1920) daha sonra bu fetvayı kendi uçaklarıyla dağıtmışlar, sonra iç isyanları çıkarmışlar, daha sonra da Padişah’tan Mustafa Kemal üzerine bir ordu gönderilmesini istemişlerdir. (7 Nisan 1920). İngilizler, bu orduyu kendi askeri güçleriyle destekleyeceklerini belirtmişlerdir. Ordunun savaş araç gereçleri, İstanbul’da İngiliz kontrolü altındaki depolardan karşılanmıştır. Böylece Padişah Vahdettin, milliyetçileri ortadan kaldırmak için Kuvayı İnzibatiye denilen Hilafet Ordusu’nu görevlendirmiştir. Hilafet Ordusu, Nisan sonu ve Mayıs başında İzmit ve civarına yığınak yapmaya başlamıştır. Taze kuvvetlerle güçlendirilen İngiliz birlikleri de Halifelik Ordusu’nun İzmit ve gerisindeki ordugahlara yerleştirilmiştir. Bu sırada İngilizlerin maddi ve manevi olarak destekledikleri ve Milli Harekete karşı başka bir oluşum da Cemiyet-i Ahmediye’dir. Bu cemiyeti, silah ve mühimmat bakımından da destekleyen İngilizler Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’yle de görüşerek millicilere karşı bir fetva almak istemişlerdir. Cemiyet-i Ahmediye, Anzavur İsyanı’nın patlak vermesinde etkili olmuştur.
İngilizler, Milliyetçilere yönelik bu saldırı hazırlıkları dışında Anadolu’daki, Yunan ordusunu da alarma geçirerek “hazır” olmalarını istemişlerdir. 17 Mayıs 1920’de, İtilaf devletleri, İngiltere’nin Hyte kasabasında yaptıkları toplantıda, Yunan ordularının Batı Anadolu’yu işgale başlamasını, ancak bunun ilk aşamada Bursa ile sınırlı kalmasını kararlaştırmışlardır. Bu sırada ABD Senatosu da Batı Anadolu’nun Yunanistan’a verilmesini uygun gören bir karar almıştır.
Halifelik Ordusu, Kuvayi Milliye karşısında bir varlık gösteremeyerek geriye İzmit’e çekilmek zorunda kalmıştır. 14 Haziran 1920’de Ali Fuat Paşa’nın kontrolündeki Milli Kuvvetler, İzmit’e doğru saldırıya geçmişler ve İzmit’te bekleyen İngiliz birlikleriyle Türk Milli Kuvvetleri sıcak çatışmaya girmişlerdir. Batı Cephesi Kuvayı Milliye Komutanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa bu çatışmayı şöyle anlatmaktadır:
“İngilizler, İzmit etrafında, Hasanpaşa, Solaklar, Tepe Köy, Ağa Köyü hattının bazı yerlerine siperler kazarak buralara Halife Kolordusu’ndan 1, 2 ve 3. alayları yerleştirmişler ve bunların cenah ve gerilerine de iki üç İngiliz taburu koymuşlardı. İzmit Limanı’nda bulunan birkaç parça İngiliz Savaş gemisi de söz konusu savunma mevkinin sağ kanadını ateşleriyle koruyabilecek bir durum almıştı.”
“14 Haziran sabahının erken saatlerinde önceden kararlaştırdığım plan gereğince her taraftan yapılan baskın saldırıları Halife Kolordusu’nun birlikleri üzerinde beklediğimiz etkiyi yapmış, piyadelerinin hemen hepsi direnme göstermeksizin tüfek ve makineli tüfekleriyle bizim tarafımıza geçmişlerdi. Yalnız topçuları Kumla Çiftliği civarında mevzi alarak üzerimize ateş açmak cüretinde bulunmuştu. Fakat topçumuzun şiddetli ateşi karşısında ateş keserek İzmit şehrinin girişine sığınmışlardı. Öğleye kadar Hacı İbrahim, Solaklar, Tepeköy, Akköy hattı tarafımızdan işgal olunmuş, Halife birliklerini bizimle savaşa sokmak amacıyla üzerimize ateş açmış olan bazı İngiliz birlikleri, İzmit içerisine kadar sürülmüştü.”
Bu durumda bir İngiliz subayı, elinde beyaz bayrak Ali Fuat Paşa’nın karargahına gelmiş ve ateşin kesilmesini istemiştir. Eğer hareket durdurulmazsa savaş durumu yaratacakları tehdidini savurmuştur. Ali Fuat Paşa ise İngiliz subayından İzmit’in boşaltılmasını istemiştir. Görüşme sona erdikten bir süre sonra İngiliz uçakları Türk birliklerinin üzerine bomba yağdırmaya başlamıştır.
Yine Ali Fuat Paşa’ya kulak verelim:
“İngiliz uçaklarının bu saldırısı üzerine 14/15 Haziran gecesi baskın hareketi ile İzmit’in işgaline karar vermiştim. Ne yazık ki bu baskın İzmit’in kuzeyini inatla savunmakta olan Ermeni çetelerinin direnmesine rastlamış ve bu nedenle bir sonuç vermemişti. 15 Haziran’da İngilizlerin İzmit’i boşaltacakları söylentisi dolaşmışsa da gerçekleşmemişti. Aynı gün İzmit’in kuzeyine karşı tekrarlanan saldırı hareketimiz şehrin kenarlarına kadar ilerlemişti. 16/17 Haziran’da İngilizlerin karadan ve denizden İzmit’i savunmaya başlamaları üzerine hareketimizin biçimi ve niteliği değişmiş, esasen bu saldırılardan beklediğimiz sonuçlar da sağlanmış olduğundan, hareketimizi durdurmuş, birliklerimizin eski mevkilerine dönmeleri kararını vermiştim.”
Ali Fuat Paşa, anılarında, İngilizlerle bir kere daha sıcak çatışmaya girildiğini şöyle anlatmaktadır:
“Kütahya’nın Milli kuvvetlerimiz tarafından işgalinden sonra İngilizler evvela çekilmiş, fakat sonra eski yerlerine dönmek istemişlerdi. Milli Kuvvetler Kumandanı ise geri dönüşlerine izin verilmeyeceğini bildirmesi üzerine iki taraf arasında bir müsademe olmuş, mateessüf iki taraf da kayıplar vermişti.” Söz konusu çatışma 24 Eylül 1920’de gerçekleşmiştir.
2. Ali Fuat Paşa’nın emrindeki Milli kuvvetlerin 15 Haziran 1920’de İzmit’teki İngiliz birliklerine yönelik yaptığı saldırının intikamını almak isteyen İngilizler, 22 Haziran 1920’de Yunan birliklerini harekete geçirmişlerdir. “Yunan birlikleri kısa bir sürede, Bandırma, Bursa ve İzmit bölgesini işgal ederek İngiltere hesabına Boğazları güvenlik altına alırlar. İngilizler, Anzavur Paşa kuvvetleri ile Süleyman Şefik ve Suphi Paşaların Halifelik Ordusu’nun başaramadığı bu işi Venizelos’un Yunan Ordusu’na yaptırmak kararındadırlar.”
Doğan Avcıoğlu’nun dediği gibi, “Aslında 22 Haziran 1920 Yunan ilerlemesi tamamen İngiltere’nin kontrolünde bir saldırıdır. Saldırı planları İngiliz kurmayları ile birlikte hazırlanmıştır. Olayların iç yüzünü bilme bakımından geniş olanaklara sahip bulunan Prof. A.Toynbee, saldırı planlarının İngilizlerle birlikte hazırlandığını yazmaktadır.”
İngilizler, 22 Haziran 1920 Yunan saldırında Yunan ordusuna sadece saldırı planlarını hazırlayarak destek olmamışlar aynı zamanda bu saldırıyı Yunan ordusuyla birlikte yürütmüşlerdir. Mudanya-Gemlik gibi Marmara Denizi sahil kasabaları Yunan-İngiliz ortak hareketiyle işgal edilmiştir. 22 Haziran’da Akhisar, 23 Haziran’da Kırkağaç, Soma ve Salihli, 25 Haziran’da da Akşehir işgal edilmiştir. İngiliz destekli Yunan birlikleri, 30 Haziran’da Balıkesir’i, 2 Temmuz’da Kırmesti (M. Kemal Paşa)’yı ve Karacabey’i işgal etmişlerdir.
İngilizler, 6 Temmuz 1920’de Gemlik’i işgal etmiştir. Burada İngiliz birlikleriyle Türk birlikleri çatışmaya girmiştir.
İngiliz ordusunda görevli Prof. A. Toynbee’nin, Gemlik’in işgaliyle ilgili yazdıkları, İngiliz-Yunan ortak hareketini olanca açıklığıyla gözler önüne sermektedir:
“Milliciler çekilmişlerdi. Gemlik, Yunan birlikleriyle işbirliği yapan İngiliz donanması tarafından işgal edilmişti. Halen Yunan zulmünün hüküm sürdüğü bölgedeki Yunan Genel Komutanlığı Tümen Karargahı binalarını daha önce biz (İngilizler) kullanıyorduk. Duvarlarda İngilizce yazılmış uyarı yazıları hala okunabilir durumdaydı…”
Gemlik, İngiliz-Yunan ortak planlarıyla, İngiliz-Yunan deniz ve karar birliklerince ortaklaşa işgal edilmiştir.
3. 25 Haziran 1920’de, Yunan saldırıları sırasında İngilizler, bir kısım Türk kuvvetini cepheden uzak tutmak için Marmara’nın Güney kıyılarını gözlemişler ve Mudanya’ya asker çıkarmışlardır. Buradaki Türk kuvvetleri de İngilizleri ateşle karşılamış, bazı kayıplar verdirmiş, fakat daha sonra kasabının dışındaki mevzilerine çekilmek zorunda kalmışlardır. 6 Temmuz 1920’de bir İngiliz deniz filosu, Mudanya’yı üç saat kadar topa tuttuktan sonra işgal etmiştir. Bu İngiliz saldırısı sırasında 25 Türk askeri şehit olmuştur. Bu İngiliz saldırısının da etkisiyle 8 Temmuz’da Bursa Yunanlılarca işgal edilmiştir. Bursa’nın işgalinde İngilizlerin nasıl bir tavır takındıklarını görmek için, Amiral de Robeck’in, 25 Haziran 1920’de yayınladığı şu ültimatoma göz atmak yeterlidir: “Herhangi bir yerdeki İngilizlere ve öteki Müttefiklere karşı bir harekata girişildiği veya düşmanca bir eylemde bulunulduğu takdirde Bursa kentini donanmanın ağır silahlarıyla bombardımana tutmakta veya uçaklarla saldırıya geçmekte tereddüt göster-meyeceğim.” Bursa Vali Vekili Albay Bekir Sami, bu İngiliz tehdidine şu karşılığı vermiştir: “Mudanya’yı 24 saat içinde terk etmediğiniz takdirde milliyetçilerin direnişi sonunda dökülecek kanın sorumluluğu size ait olacaktır.”
4. 20 Temmuz 1920’de iki İngiliz zırhlısının katıldığı bir İngiliz-Yunan karma birliği de Tekirdağ’ı, Edirne’yi ve bütün Doğu Trakya’yı işgal etmiştir. Tekirdağ’a yapılan Yunan çıkarması, İngiliz ve Yunan filolarının korumasında yapılmıştır. İşgale ateşle karşılık veren Türk topu, İngiliz ve Yunan savaş gemilerince ortaklaşa tahrip edilmiştir.
5. 21 Haziran 1920’de, 150 kişilik bir Türk kuvveti, Çamlıca tepelerinde İngiliz mevzilerine saldırmıştır. İngilizler saldırıyı makineli tüfek ve top ateşiyle püskürtmüşlerdir.
6. 5 Temmuz 1920’de Boğaziçi’nin Asya kıyılarındaki Türk çeteleri İngiliz kuvvetlerine saldırmışlardır. Çatışma bütün gün boyunca devam etmiştir. Bu çatışma sırasında İngiliz gemileri sahili ve Beykoz’u topa tutmuşlardır. Beykoz’a yönelik saldırıya bir İngiliz birliği ve bir İngiliz torpidosu katılmıştır. ABD Yüksek Komiseri Amiral Bristol bu Türk-İngiliz çatışmasını, “Boğaziçi’nin Asya kıyısında Türk kuvvetleri İngiliz kuvvetlerine saldırdı… Çatışma bütün gün sürdü. İngilizler, karadaki kuvvetlerine yardım için, sahil ve Beykoz’u gemilerinden bombardıman ettirdi.” diyerek rapor etmiştir.
7. 10 Temmuz 1920’de İngilizler, Kuvayı Milliye’ye karadan ve havadan hücum etmişlerdir. Bu saldırıda önemli bir başarı elde edemedilerse de, Ali Fuat Paşa’nın verdiği bilgiye göre, bu saldırı, çevredeki Ermeni ve Rum çetelerinin saldırılarını artırmalarına neden olmuştur.
8. 11 Temmuz 1920’de Yunanlılar bir İngiliz savaş gemisinin korumasında Karamürsel’e 400 asker çıkarmışlardır. 1 Temmuz 1920 tarihli İkdam gazetesi, İngilizlerin Karamürsel’de yaptıkları vahşilikleri, “Medeni Adamlar! İngilizlerin Karamürsel’de insanlık dışı hareketleri…” başlığıyla okuyucusuna duyurmuştur.
9. 12 Temmuz 1920’de İznik Yunan ve İngiliz kuvvetlerince işgal edilmiştir. İznik, daha önce de 19 Mayıs 1919’da İngilizlerce işgal edilmişti.
21 Temmuz 1920’de, Lloyd George Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada, “Türkiye tamamıyla parçalanmalıdır. Bundan üzüntü duymak için hiçbir sebep yoktur. İngiltere Hükümeti en uygun hareket ederek Yunan birliklerinin istihdamını görüyor. Bu birlikler büyük şevk ile dövüştü. Görevi on günde tamamladı. Fransızların yardımını da elde ettik.” demiştir.
10. 5 Eylül 1919’da bir İngiliz taburuyla bir Fransız taburu ve iki batarya Hatay Dörtyol’un Gürlevik mevkiinde Kara Hasan ve çetesiyle çarpışmış, çarpışmada bir hayli kayıp veren İngiliz ve Fransız birlikleri Dörtyol’a çekilmişlerdir.
11. 27 Eylül 1919’da Merzifon’daki İngiliz birliği Samsun’a çekilirken, kendisini izleyen bir Kuvayı Milliyle birliğiyle çarpışmıştır.
12. Adana’da da Milli kuvvetlerle İngilizler arasında sıcak çatışmaların yaşandığını bizzat İngiliz raporlarından öğrenmekteyiz. Örneğin, 22 Kasım 1920 tarihli İngiliz Genel Rapor’unda,”Mustafa Kemal’in ordusu Adana’da İngilizlerle çarpışmakta ve Cezayir’de İngilizleri tehdit etmektedir” denilmiştir.
13. İngiltere, Kurtuluş Savaşı’nın başından sonuna kadar, hatta daha sonraki dönemlerde hep Musul’la ilgilenmiştir. Bölgedeki zengin petrol kaynaklarından dolayı Musul’u ele geçirmek isteyen İngilizler Anadolu’da ilk olarak (3 Kasım 1918’de) burayı işgal etmişlerdir. İngilizler, sadece bölgeyi işgal edip kontrol altından tutmakla kalmamışlar, aynı zamanda türlü entrikalar da çevirmişlerdir. Örneğin İngilizler, Irak’taki Kürtleri doğrudan doğruya korumaları altına almış ve bir ara Hindistan’a sürdükleri Süleymaniye’de çok iyi tanınan Şeyh Mahmud’u kazanmaya çalışmışlardır. Mustafa Kemal ise Misak-ı Milli sınırları içinde görülen Musulu’u İngilizlere kaptırmamak için elinden gelen her yola başvurmuştur. Bu yoların için de “savaş” da vardır. Mustafa Kemal, Musul’u İngilizlerden almak için, Antep’te Kuvayı Milliye Komutanlığı yapmış olan Milis Yarbayı Özdemir Bey’i Revandız bölgesine göndermiştir. Özdemir Bey’in görevi, Irak Kralı Faysal’ın, Misak-ı Milli sınırları içindeki bölgeyi işgalini önlemek ve Musul’u İngilizlerden geri almaktır.
Revandız’da bir kısım aşiretlerin desteğini sağlayan Özdemir Bey, karşısında İngilizleri bulmuştur. Özdemir Bey’i etkisiz hale getirmek isteyen İngilizler Revandız’ı havadan bombalamaya başlamışlardır. Özdemir Bey’in kontrolündeki kuvvetler; Türk-Kürt birlikleri, 1922 Haziranından 1922 Eylülüne kadar, 4 ay boyunca, İngilizlerle birçok defa karşı karşıya gelmiş, kanlı çatışmalar olmuştur. Özdemir Bey, 30 Ağustos 1922’de, Büyük Taarruz kazanıldıktan bir gün sonra, İngilizlere karşı Derbent Savaşı’nı vermiş ve İngilizleri büyük bir bozguna uğratmıştır. 18 Eylül 1922’de Revandız-Erbil yolun üzerindeki Musul’la bağlantıyı sağlayan Şaklava ilçesini işgal etmiştir.
Özdemir Bey’in Derbent Zaferi’yle Süleymaniye tehdit altında kalmıştır. Buranın da Türklerce ele geçirileceğini düşünen İngilizler, İngiliz mandası altında Süleymaniye merkezli bağımsız bir Kürt devleti ilan etmişlerdir. Şeyh Mahmud’u da Kürt Hükümeti’nin başkanı yapmışlardır. Ancak, İngilizlerin tam olarak kontrol edemedikleri Şeyh Mahmut, Özdemir Bey’le temas kurarak birlikte Süleymaniye üzerine yürüme önerisinde bulunmuştur. Özdemir Bey de bu öneriyi Türk Genelkurmayı’na bildirmiştir. Ancak, İngilizlerle, Büyük Taarruz sonrasında İzmit ve Çanakkale civarında beliren savaş tehlikesi ve bir süre sonra da Mudanya Ateşkes Antlaşması’nın imzalanması ve İngilizlerin İstanbul’u boşaltmayı kabul etmeleri gibi gelişmeleri dikkate alan Genelkurmay, Süleymaniye üzerine yürünmesini doğru bulmamıştır.
Türkiye’nin bu tavrına karşın İngilizler bölgedeki saldırılarına devem etmişler; Kasım-Aralık 1922 ve Ocak 1923’te bölgede üç önemli saldırıda bulunmuşlar ama püskürtülmüşlerdir.
14. Büyük Taarruz sonrasında Türk ordularının Çanakkale ve Boğazlara yaklaşmaları üzerine İngiliz parlamentosunda alınan karar doğrultusunda Çanakkale’deki İngiliz birlikleri takviye edilmiş ve General Harrington’a gerekirse Türk ordularıyla savaşma yetkisi verilmiştir. Bu doğrultuda İngilizler, 15 Eylül- 30 Ekim 1922 tarihleri arasında savaş hazırlıklarına girişmişler, Çanakkale’ye takviye kuvvetler, uçaklar ve savaş gemileri göndermişler, seferberlik ilan etmek için ön karar almışlar, dahası İngiltere’ye bağlı Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Afrika Birliği’ne, ayrıca Romanya, Yugoslavya ve Bulgaristan’a “asker göndermeleri” için çağrıda bulunmuşlardır. Yunan donanmasından da yararlanmak istemişlerdir.
SONUÇ:
“Kurtuluş Savaşı’nda Türk ordularının İngilizlerle savaşmadığı, İngilizlerin Türklere kurşun sıkmadıkları…” iddiası koskoca bir yalandır.
Kaynakça:
Doğan Avcıoğlu –Milli Kurtuluş Tarihi (4 Cilt)
Sinan Meydan -Cumhuriyet Tarihi Yalanları
YAZI ADI VERİLEN İKİ KAYNAKÇADAN DERLENMİŞTİR.ÖZGÜN BİR YAZI DEĞİLDİR...
Not:Bu yazıların yazarının hiçbir yazısını okumadığı kişilerin yazdıklarıyla alakalı yazı yazmak gereksinimi yoktur. Herkes kendi yoluna…
YORUMLAR
Değerli Aynur Engindeniz, eminiz değil mi?
Ben şahsınıza öfkeyle ve tüm enteklektüel yazışma kuraları içinden sıyrılarak seviyesiz şeyler yazdım?
Bilemiyorum, ben kavramsal veya bilimsel olarak ve dildeki yerleşiklik haliyle anlambilimsel ve sözcük-kökensel argümanlar kulanırım.
Mesela polemik yapacağız ya; o böyle olmuyor.
Neyse, konuyu gereksiz polemik ve yarışma değil, yazışma ve entelektüek paylaşım düzeyine çıkaran bir soruyla devam edeyim.
Siz çok edeğerli bir roman/t ve öykü'nist bir kalemsiniz, bu nedenle litere ve alitere kelimelerle oyunuyorum.
Ve realizm(toplumcu edebiyat) anlamında atıflar yapıyorum.
Ona yönelik giriş olsun.
Örnek olsun, sandalye bir müddet sonra gül olur mu?
Böyle bir soru ile başlamayı uygun görüyorum.
Göktürkmen tarafından 10/31/2016 12:07:15 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Sandalye gül olur mu?
Kinayeyi gördüm :) Öyle bir soru sordunuz ki ne cevap versem çürütülebilecek. Gerçek gerçektir, dağ gibi taş gibi. Tamam bir tanedir de. Ama insan algılarıyla kendi gerçeğini de oluşturabiliyor. Sürrealist olarak bakıyorum ve diyorum ki evet sandalye bir müddet sonra gül gibi görünebilir. Realist bakıyorum, hayır sandalye kuru odundur ve bu gerçeği hiçbir şey değiştiremez. Yani sorunun cevabı göreceli. Evet biz görmek istediğimizi görüyoruz çoğu zaman.
Göktürkmen
Göreceli gitmiyoruz, ortak ayrışanlarına göre kristalize ederek gidiyoruz...
Peki, insan maymun olur mu; tersinden maymun insan olur mu?
Göktürkmen
Brütler irrasyonel noktalara tekabül ediyor.. biz olgu saymıyoruz...
İrrasyonel doğru yok, gerçek vardır.. onun gibi...
Aynur Engindeniz
Lütfen en son soracağınız soruyu şimdi alayım. Çok fazla zamanım yok. Ama bu parçalardan hangi bütüne varacağımızı da merak ediyorum sayın Göktürkmen.
Bu arada ben dinim gereği evrime inanmıyorum. Buna irrasyonellik denirse de ziyanı yok.
Göktürkmen
Yani sorguluyor filan gibi olduksa, sizde aynı şekilde sorabilirsiniz, memnuniyetle cevaplarım.
Ama vakit konusu önemli tabi, ben işinizi engelliyorsam, zamana yayarak ve siz de devam etmek isterseniz, etnelektüel sohbete devame ederiz ya da etmezsiniz.
Son olarak evrim teorine bir atıf yapmadım, ama dinsel yoğun bilgi birikimli olduğunuz için şartlı refleks oraya yöneliyorsunuz.
Hulkiyetle illiyeti sıralalama biçimini daha uzun tutsaydınız, dizgenizi anlamaya yönelik daha iyi olurdu.
Zıtların birliği ve illiyet, hulkiyetin mekanizmalarıdır. İrrasyoanliteden de akıl üstü ve akıl dışı imgeleminizi anlamaya çalışma amaçlı soru çıkardım.
Kutsal kitap'ta c"kutsal umartesi günü balık tutanlara maymunlar oluverin dedik" diyen bir ayet mealii olduüunu biliyorum.
Esenlikler dilerim....
Merak nasıl bir duygudur ki insanı yemekten içmekten alıkoyar.
Sevdiklerini unutur,güzelliklere kapatır gözlerini.
Konu tarih olunca içimizde dolanan sarı kurt bir köşeden diğer köşeye zıplar durur.
Bir kaynakta "kahraman" olan zat-ı muhteremi başka bir kaynakta vatana ihanet ederken bulursunuz.
Bir tarih hocası göklere çıkarır diğeri yerin dibine bocalar.
Adamlar öldüklerinden gıkını çıkaramaz.
Biz de nereden bilelim olayın aslını?
Bilmek için okuyoruz,okuduğumuz "resmi tarih" oluyor.
Değiştirilmiş tarih , uyarlanmış,işine geldiği gibi yazdırılmış tarih yani.
Bizde hatırat denilen yazın türü eksikliği var.
Bir zamanlar Osmanlı Paşasının Sultan'ın emri ile sefere giden ordunun peşine takılıp tuttuğu günlüklerden oluşan zannedersem Milliyet Yayınlarının bir kitabını okumuştum.
Adam,yani Paşa ordunun yaptığı talanı,yağmayı açıkça yazmış.
O kitabı okuduktan sonra "bir salkım" koparan Yeniçerinin "bir kese" altın bırakmadığına emin oldum.
Kitabı okumadan da aklıma yatmamıştı ya...
Okuyunca tam emin oldum.
Bir de merhum dedemin anlattığı ve bana göre "hakiki tarih" alameti farikası olan meseller var ki onlar hiç birine uymuyor.
Misal; bizim ilçede her "Kurtuluş Günü" eski belediye binasına çöken siyah bayraklı düşmana karşı ilçenin liseli delikanlılarından oluşan takma bıyıklı mücahit kuvveleri baskın yapar ve düşmanı yok eder.
Bu arada bizimkilerden üç beş tane şehit olur ve üzeri al bayrağımız ile örtülür.
Hatta bir defa (yıllar önce-ben ilkokuldaydım) bizim gençlerden biri şehit olup üzerine bayrak serilince yaşlı bir dede dayanamayıp belinden çıkardığı tabanca ile düşmana ateş edince polisler yakalayıp götürmüştü.
Dedeme bizim ilçede düşmanla harp edildiğini ancak ilçemizde şehitliğimiz olmadığını söyleyince " Ne savaşı,Ruslar ilçeden giderken millet gitmeyin diye ağlıyordu" demişti.
İşte fark.
Bir de lütfen birbirinizi "kırmayın"
Üzmeyin.
Kimse kimseyi kendi cennetine götürmeye kalkmasın.
Bırakın herkes mutlu olacağı yeri kendi seçsin.
Selam ve saygı ile.
İki minik tez yazıyorum.
Amacım tutarsızlıkları göstermektir.
1- Literatür, biliyoruz ki 1914-18 sürecinde işgalci ülkelerin okunmasına izin verilen arşiv belgeleridir.
2- Son on beş yılda bu minvaldeki artan yayınlara bakıldığında bunları çok kesif bir kısmının Fetullahi medya tarafından bulunduğu görülecektir.
Gaitasında boncuk arama hikayesidir...
Değerli Kemal beyin yazısında belirttiği bahse konu "Gerçek Tarih"çiler, siyasi ve ahlaki olarak tek tek incelenebilir.
Örneğin, Ab ve Abd fonlarında proej bedeli zıkkımlananlar, Karen Fogg ya da merhum Denktaş'ın M.Ali Birand'a dediği : Size o.ç. diyemediğimiz için K. Fogg çocuğu diyoruz gibi söylerse, bu tür çocukların ortaya saçılan elposları filan.
Fetullahilerin pek çoğunun 15 Temmuz kalkılşması sonrası bilinen nedenlrle RTE kampına geçtiği malumdur.
Bu iddiları gündeme getirenlerin kendi içindeki fikri tutarsızlıklarına dikkat çekmek adına; profillerine Türk bayrağı koyarak yazanlar da dahil, onceden yoldaş oldukları Fetullahi, Abdullahi ve tüm diğer özgürlükçü- liboş takım hakıındaki son fikirleri nedir?
Bunu inkar edenler, kendi yazdıkları eski yazılar arşivine bir zahmet baksınlar...
Görecekleri şeylere şaşırmayacaklardır umarım...
Kürd Said ve Kürt-İslam senteziyle, Fetullahi hareket hakıındaki övgüler falan-fişmekan !
Bunlar yani Fetullahiler, son konumlanmaya göre eğer hainse; neden bunların da yaptığı gibi İngiliz arşivlerini dahi bozarak yazdıklarına bunca tevessül ediyorsunuz?
Hain kavramı iktidara savaş açınca mı oluyor sadece.. oradan sonra bitiyor mu?
"Statüko", "resmi tarih", "Tc" gibi bant kaydı tarihçiliğin esas alındığı bu belgeler hakkındaki düştükleri tutarsızlığı fark etsinler.
Yani Feto, Apo, Altan brothers vs.. gibi elan kaçak ya da tutuklu olan, emperyal solu, mezhepçisi ve etnikçisi zevat hakkındaki son fikriniz nedir?
Hain mi, yoksa kaynak gösterilecek, atıf yapılacak denli epistomolojik adamlar mı?
Bunu bilelim?
Yani sizin deyimle "Tc" .. "resmi tarih" ve "statüko" gibi emperyo-dangalak kelimelerle düşünürsek, The Grand System'in de bir statükosu ve resmi tarihi yok mudur?
Olamadığınıa nasıl bu kadar eminsiniz?
Niye bir de bu açıdan bakmıyorsunuz, Türklere, Atatürk'e, devrimci cumhuriyete olan dininizin kininizliği midir?
Tamamen ve onlara dayalı belgelerle, yine onların bunca doğruyu yazıp-söylediklerinden nasıl emin oldunuz?
İyilikle...
Göktürkmen tarafından 10/31/2016 12:05:19 PM zamanında düzenlenmiştir.
Pek değerli Aynur Engindeniz hanımefendi, öncelikle gününüz aydın ve güzel geçsin.
Sonrasında ben size iyi şeyler söylemeyi umuyorum demeliydim veya artık umuyordum.
Örnek olsun, karşılıklı soru cevaplarla insani iletişim ve gelişim kurallarından taviz vermeden şaşırtmak, hayret ettirmek, farklı bir yerden bakabilme erdemi gibi...
Ve sonra, buradan çıkacak birikim ve bilgi yeniliğine göre tepki fakültelerini yeniden gözden geçirmek şeklinde.
İnanın başka bir niyetim yoktu.
Ama bu kadar ön yargı varsa, haklısınız galiba.. konuşabilmek çok zor ve ne kötü bir durum ?!
Esenliğiniz daim olsun, gününüz aydın olsun efendim...
Göktürkmen tarafından 10/31/2016 7:47:29 AM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Size de iyi günler dileyerek başlıyorum. Önyargılıyım evet çünkü siz bana daha önceleri de üzücü şeyler söylediniz. Ben yine de size daima saygı duydum. Duyacağım da. Ne bileyim, fikrimiz farklı olsa da ben sizi elit bir yerde tuttum hep, sıradan tartışmaların içinde öfke saçan konuşmalar size pek uymuyor gözümde. Ben böyle hakaretlerin, küfürlerin uçuştuğu ortamlardan da korkarım, hiç yanaşmam. Her ne kadar Kemal Bey polemik yaratmak gibi görmüş olsa da gayemi, benim bu yazıya yorum yapma amacım gayet masumdu. Neyse, neden önyargılı olmak zorunda kaldığımı açıklamaya çalıştım sayın Göktürkmen. bana ne soracaktınız, gerçekten merak ediyorum. Saygı ve selam ile, tekrar iyi günler.
Sinan Meydan'ın "Cummhuriyet Tarihi Yalancıları" (yalanları değil) adlı makalesini neredeyse birebir buraya aktardınız. Yani biz sizin bilginizi okumadık, fikrinizden haberdar olduk. Ben Kemal Paracıkoğlu kendi makalesini yazsın isterdim. Ki yazmaya muktedirsiniz de. Sizin yazınız daha okunur halde olurdu en azından.
Hangi ara Sami Hocayla ters düştünüz anlayamadım. Dip notunuz da olmamış. Bu konudan en son hiçbir yazısını okumadığınız Sami Hoca bahsetmişti.
Konu hakkındaki fikrime gelince; iki tarafında bu konuyla ilgili ne dediği umurumda değil. İki sevdiğim büyüğümün, iki güzel yazarın bu atışmaları hiç hoşuma gitmedi. Sami Emekliyle, Kemal Mangırcıkoğluna ne oldu :( Neyse umarım ben yanlış anlamışımdır, gerginlik falan yoktur.
Darılmaca yok -ki yüzde bin kızacaksınız. Çünkü siz, sizi desteklemeyen yorumlara sinirleniyorsunuz.
Saygılarımla.
Kemnur
Bu yazı hiç kimseyle atışmak için paylaşılmış değil, kendi kendinize karar vermişsiniz buna....hiç kimse hiç kimseyle küs filan değil...isimler üzerinden polemik yaratmayın....
Kemnur
Aynur Engindeniz
Sayın Göktürkmen siz de bana iyi bir şey söylemeyeceksiniz eminim ama hazırım da buyrun. Sorun.
Kemnur
Aynur Engindeniz
Kemnur
Bunu ayrıntılı okumam gerekiyor, makro bakışa ilk söyeleyebileceğim şu.
Derin Tarih ve M. Armağan atmasyonu tarihçiliğine güzel cevaplar var, sitemizde bu tür tarihçiler var, kari talebi çok, site profiline bakınca son derece normaldir.
Böyle düşünüyorum...
Benim sadece rahmetli Doğan Avcıoğlu ve Türklerin İngiliz kompleksi konusundaki bir deyim ve deneyimden yola çıkarak geliştirdiği teori üzerine katkılarım olabilecek, esenlikle...
Bu arada sayfaya yorum yazılamıyor!
Çok kötü ve klavye sayfada sürekli donuyor .
Yönetime duyurmuş oluyorum...
Göktürkmen tarafından 10/31/2016 7:11:59 AM zamanında düzenlenmiştir.
Tarih basit bir konu değildir kesinlikle. Bir şey yazdığınız çizdiğiniz zaman bilgi ve belgeler ile konuşacaksınız ya da sağlam kaynaklar ileri süreceksiniz. Kemal Hocamın bu yazısına katılmamak elde değil. İngilizler saman altından su yürütme işini her zaman iyi becerirler. Hiç bir yerde ön planda görülmezler hatta güneş batmayan imparatorluktur bir diğer isimleri lakin onların sömürgesine uğrayan mazlum milletlerde yavaş yavaş uyanmaktadır. Ve bir gün mutlaka onlarında sonu hüsrana doğru yol alacaktır. Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste, ata sözümüzün tecellisi gereği. Özet ile güzel bir yazıydı var olasınız...
Enteresan bilgiler.
İlgi ile okudum.
Ancak, tüm anlatılanlar ufak tefek askeri hareketler gibi geldi bana.
İngilizler, dünyanın en kurnaz milletidir.
Hangi coğrafyayı istila ettiklerinde, sömürmeden çıkıp gitmişlerdir ki?
Tek örnek İstanbul'dur.
Çatışmadan teslim etmişlerdir.
Demek ki,
bir şeyler elde etmişler,
o nedenle dünyanın en önemli şehirlerinden birini terk edip gitmişlerdir.
Nedir o?
Hilafet tabi ki.
Türkler ile Arapların tek bağlantısını kesmiş,
sonra da bin bir çeşit dalevera ile Arapların petrollerine el koymuşlardır.
Tüm bu planları çok önceden yaptılar.
Sonra da başarı ile uyguladılar.
Yunanlılar,
sadece piyon olarak kullanıldı bu işte.
İstila süresince başlarına gelmeyen kalmadı Batı Anadolu'da.
Adamlar,
soğuktan korunacak battaniye bulamamışlar,
ekmek torbalarına el koyup, onlarla örtünmüşler.
Daha neler neler var.
Keşke,
tarihimizi doğru kaynaklardan, objektif kaynaklardan okuyabilsek.
Şu anda,
her iki taraf ta, nalıncı keseri gibi kendine yontuyor.
En iyisi yabancı kaynaklar.