- 956 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
DE-Dİ-KO-DU
“Başkalarının günahlarıyla, aziz olamazsın.” Anton Çehov
Yazımı insanları ötekileştiren, egoyu hasta eden dedikodu üzerine yazmak istedim. Sözcüğü hecelerken bile, “Ne kadar kaba, basit insanı küçülten bir sözcük!” diye düşündüğüm çok olmuştur. Çoğumuzun gelin kaynana dedikoduları yüzünden, -merak duygusunu kışkırtan dedikodu yüzünden- nice yuvalar yıkılmadı mı? İnsanların işler bozulmuş, hatta asırlardır cinayetler işlenmedi mi? Aşkın bitiminde bile ya iftira, ya dedikodu, ya da ihanet vardır. Dedikodunun çirkin, hoş olmayan yönlerini saymakla bitiremeyiz, tabi. Eğer konuşulan doğru olursa, ’dedikodu’ olur. Doğru değilse, ’iftira’ adını alır ki, dedikodudan çok daha ağır bir günahtır.
R.N. Güntekin’e sormuşlar:
“Dedikodu nedir, örnekleyebilir misiniz?”
Yazarımızın manidar yanıtı bugün bile bizlere örnek teşkil edecek derecede anlamlıdır:
“Başkasını çekiştirmek ve kınamak için yapılan konuşma dedikodu yapıyor zannetmesinler diye fazla şey sormaya cesaret edemiyorum. İnsan varsın biraz dedikoducu ve terbiyesiz olsun da aptal olmasın.”
Aklımın sınırlarından aşırmaya çalıştığım bu dört heceli sözcüğün açılımını, sizlere kısaca anlatmak istiyorum. Toplumun popüler kültür, olarak değer biçtiği, ama çoğu insanın başını ağrıtan, başına çorap ören, başına dert açan dört heceden oluşan bir sözcüktür.
DE-Dİ= Demek fiilinin geçmiş zaman hali.
KO-DU= Koymak fiilinin geçmiş hali.
DEDİKODU= Başkalarını çekiştirmek ve kınamak üzere yapılan konuşma. Dedikodu; bir insan hakkında, doğru olan, ama konuşulmasından hoşlanmayacağı şeyleri, o kişinin o anda haberi olmayacak şekilde, bir başkasıyla konuşmasıdır.
Kum= Silisli kütlelerin, kayaların, doğal etkenlerle parçalanarak ufalanmasından oluşan, deniz kıyısı, dere yatağı vb. yerlerde çok bulunan, ufak, sert tanecikler:
Kuma=Aynı erkekle evli olan kadınların birbirine göre adı, ortak.
Örnek: Bir sene onunla dağlarda dolaşmış, anamın üstüne kuma getirmiş. H. E. Adıvar
Kumkuma= Küçük testi çömlek. Kötü, olumsuz bir özelliği kendinde fazlasıyla toplayan kimse, olay, olgu veya yer.
Örnek: Burnundan kıl aldırmayacak kadar kompleks kumkuması bir adamdı. H. Taner
Atasözü, deyim ve birleşik fiiller:
Dedikodu çıkarmak
Dedikodu etmek (veya yapmak)
Dedikodu sermayesi olmak
Birleşik sözler:
Dedikodu kumkuması
Dedikodu kumkuması; Çok dedikodu yapan kimseye denir.
Dedikoducu ise; başkalarını çekiştirmeyi, onlar hakkında söylentiler çıkarmayı huy edinmiş kimse için kullanılır.
Her iki kişinin insanlığa yakışmayan eylemine, “Dedikoduculuk,” diye tanımlarız. Yani, başkalarını çekiştirme eğilimi, bundan zevk almadır. Onların bütün işi, hatta zevkle yaptıkları yeni fikirlerle, insanlar üzerinde dedikodu projeleri üretmektir. Dedikodu üzerine dahilikte üstlerine yoktur. Övünmeyi, ilginin üzerinde olmasını, iltifat edilmesinden çok hoşlanırlar. Adeta yaydıkları aslı astarı olmayan haberlerle tinlerindeki açlığı doyurup egolarını cilalarlar. Bu ruh hali insan psikolojisinin defolu halidir.
Dedikodunun bir de farklı bir türüne tanıklık ederiz; Sağlam bir temele dayanmayan ve ağızdan ağıza yayılan söylentidir. Örneğin; Başkent dedikoduları, Seçim dedikoduları, Sinema ve sanatçılar, Sağlık, ekonomi, borsa ve finans sektörü, hakkında yapılan dedikodular, vb. gibi örnekler vermek mümkündür. Anımsarsak, sağlık bakanımız, birkaç kez resadüf ettiğimiz grip vakalarından sonra medyada açıklama yapmıştı. “Ülkemizde Domuz Gribi Tehdidi Var,” diye demeç vermiştir. Yetmedi ekranlarda aşı olarak örnek teşkil etmiştir. Bu durum kamuda büyük yankı yapmıştır: Vatandaşlarımız ölüm korkusu yüzünden hastanelere, eczanelere, özel polikliniklere akın etmişlerdir. Kazanan yine aşı ithali yapan ecza sektörleri olmuştur.
Kimi zaman da “Reklamın iyisi, kötüsü yoktur, “ der ve biri çıkar, çakma haber balonu patlatır. Bu durum kamuda ya korku, ya da şaşkınlıkla kargaşa yaşatır. Örneğin; 15 Temmuz’ da, “Askeri Darbe Oldu,” diye konuşan TRT Spikerinin konuşmasından sonra halk, doğruca bankamatiklere, sonra da marketlere koşmuş rafları boşaltmıştı.
Her insanın ilgi alanı farklıdır. Benim de ilgimi en çeken edebiyat dünyasının fısıltılarıdır. İçlerinde ibret alacağımız anekdotlar olduğu gibi üzülebileceğimiz söylentiler de olabilir. Birkaçını aktarmak istiyorum:
Sait Faik ve Peyami Safa’nın bir soru yüzünden yumruk yumruğa kavga ettiklerini ekşi sözlükten öğrendim:
"Louvre müzesi cayır cayır yanarken tek bir şeyi kurtarma fırsatın var? Mona Lisa’yı mı yoksa orada bulunan küçük bir çocuğu mu kurtarırsın?"
Peyami Safa "Ben Mona Lisa’yı kurtarırdım" der demez, Sait Faik deliye dönmüş, Peyami’nin üzerine yürümüş. Araya girenler onları zor ayırmış.
Halikarnas balıkçısı, Cevat Şakir’in tam 30 sene bir kadınla mektuplaştığını, gizli aşkının Azra Erhat olduğunu da yeni öğrendim! Azra’yla mektuplaşmalarında Azra’ya aşkından ve hayranlığından şöyle cümleler yazar;
"Ben öldükten sonra yazacaklarını düşünüyorum da ölesim geliyor yahu!"
Ve ilginç olan da nedir biliyor musunuz? İkisi de mektup sonlarına veda olmasın hep yeniden başlasın diye "merhaba" yazıyorlarmış. Ne romantik değil mi?
Yakup Kadri’nin yazar Halide Edip’e aşık olduğu da başka bir dedikodu konusu. Üstelik Dr. Adnan Adıvar’la evliyken. Yakup Kadri’nin Lüsyen romanında bu konuya az da olsa değinmiş.
Orhan Kemal’in, ”Aşık olmazsam ölürüm!” dediği kulaktan kulağa dolaşırken; İstanbul’da gerçekten bir kıza aşık olduğunu, - onu hamile bıraktığını,- duyan karısı camı çerçeveyi kırıp, intihar ettiğini öğrenince çok şaşırdım.
Gözümüzde, gönlümüzde yücelttiğimiz yazarların, sanatçıların da birer insan olduğunu düşünüyor insan.
Gelelim din propagandalarına, söylencelerine; Özellikle koşulsuz ve tam kabul edilebilecek kurum din kurumlarıdır. Hele ki, “Din elden gidiyor!” diye bir söylenti çıkartsın, halkın en az yarısı hedefteki kişi veya kişilere öfke, kin biçer. Daha da ileri giderek palayla, “Allahuekber!” diyerekten kafa bile keserler. Günümüz Gezi, Ankara olaylarında tanık olduk. “Camide seks yapılıyor, hamile kadının üzerine işediler!” vb, gibi söylentiler basını aylarca oyalamış, halkın belirli kesimini inandırmıştır. Bu konuda Diyanet fetva versin, halkın %50’si gözü kapalı o fetvaya inanır, riayet eder.
Demek ki ufak bir söylenti kavla çakmak olup, ateş alabiliyor. Demek oluyor ki, yöneticiler, devletin sorumlu kişileri ellerinde tuttukları mikrofonu daha dikkatli sözcükler seçerek konuşmalıdır. Aslı olmayan sözler ancak İFTİRA olur, sonuçları kötü olur. Aynı yöneticiler büyük yangınlara neden olacak, halkın nabzını olumsuz attıracak, -etki tepki yaratacak- söylentiler yapmamalıdır.
Genelde kırsal kesimlerde kulaktan kulağa çok kısa bir sürede yayılan dedikodular, kan davalarını tetiklemiştir.
Dedikodu yapan kişi bir süre sonra yaydığı asılsız konuşmaları kulağına katlanarak gelir, gerçek olduğuna bile inanır. İnsanda bıraktığı izleri daha kötü ve çirkindir: “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz!” söylemi ile dedikoducu amacına zaten erişmiş bile olur.
Peki, dedikodu karnımızı doyurur mu? Hayatın vazgeçilmezlerinden mi? Hayatı renkli kılan en güzel şey midir?
Bence iyi değildir. Eğer sevgi, barış içerikli doğru bilgi mesajları verilmedikçe dedi-kodu çirkin bir sözel eylemdir. Dedikodunun gerçekten çok tehlike bir davranış biçimi olduğunu düşünüyorum. Az sonra anlatacağım kıssadan da anlaşılacağı gibi...
Bir gün büyük bir âlimin yanına çok dedikodu yapıp her defasında da pişman olan bir adam gelir ve:
“Efendim, benim bir derdim var. Yardım edin n’olur kurtarın beni bu dertten,” der.
Âlim olan sorar:
“Peki nedir senin derdin?
”Dedikodudan nasıl kurtulurum der?
Âlim:
“Şimdi köyüne git, oradan bir tavuk kesip getir,” der.
Adam gider kesilmiş tavuğu alır gelir. Âlim:
“Şimdi bu tavuğu al ve tüylerini yolarak köyüne git ve yolmaya devam ederek geri gel,” der...
Adam onu da yapar çünkü artık dedikodu günahından kurtulmuş olacak... Gelir âlimin yanına. Âlim:
“Şimdi o attığın tüyleri eksiksiz topla geri getir,” der.
Adam gider fakat hepsini toplayamaz tekrar gelir;
“ Ama efendim, bir kısmı rüzgârla uçup gitmiş, hepsini toplayamadım,” der...
Âlim:
“İşte dedikodu böyledir, bir kere ağzından çıktı mı telafisi artık imkânsızdır, dedikodusunu yaptığın kişi ya ölmüştür helalleşemezsin, ya başka bir yere taşınmıştır helalleşemezsin, ya da başkasına söylemiştir o kişiyi bulamazsın. Telafisi yoktur helalleşemedikçe,” der.
İnançlı kişi âlimin söyledikleriyle irkilir, bir daha dedikodu yapmaz.
***
Dedikodudan şairlerimiz de yaka silkmiştir. Öyle ki şiirlerinde kırgınlıklarını, şaşkınlıklarını, hatta öfkelerini dillendirmişlerdir. Örneklemek gerekirse Orhan Veli’nin mizahi şiiriyle biraz gülümseyebiliriz.
Kim söylemiş beni
Süheyla’ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş, ama kim,
Eleni’yi öptüğümü,
Yüksek kaldırımda, güpe gündüz?
Melahat’i almışım da sonra
Alemdara gitmişim, öyle mi?
Onu sonra anlatırım, fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
Güya bir de Galata’ya dadanmışız;
Kafaları çekip çekip
Orada alıyormuşuz soluğu;
Geç bunları, anam babam, geç;
Geç bunları bir kalem;
Bilirim ben yaptığımı.
Ya o, Mualla’yı sandala atıp,
Ruhumda hicranını söyletme hikayesi?
Peki dedikodudan, dedikoducuların dillerinden kurtulmak için neler yapmalıyız? İşte asıl çözülmesi, yanıt bulması gereken toplumsal sancımız da bu sorunun yanıt bulmasıyla çözülebilir. Bizler dedikodulara geçit vermeden dedikoduların esiri olmadan, dedikoducuya, yani dedikodu kumkumalarına ödün vermeyip yaşamlarımızı sürdürmeliyiz. Aklımıza hemen şu soru gelebilir:
“Ama onların ağzı kemik torbası değil ki büzelim! Bunu nasıl başaracağız?
Yazım bayağı uzun...Bunu bir sonraki yazımda anlatsam olur mu?
Emine Pişiren
Gazeteci-Araştırmacı Yazar
YORUMLAR
Çoğu insan "dedikodu sevmem,nefret ederim" dese de bana asla inandırıcı gelmez.
Çünkü insanoğlunun yapısında var birilerini çekiştirmek, yada diğer bir deyimle gıybetini yapmak..
Onun için insanlar üç düşünüp, bir konuşmalıdır...
Aslında şöyle desek daha iyi olur gıybeti arzulamayan bir kişi şayet öyle bir ortamdan rahatsızlık duyuyorsa zaten çözüm yolunu da kendi bulacaktır.. Sevgiler kaleminize
Dilek USTA tarafından 10/29/2016 3:04:03 AM zamanında düzenlenmiştir.