2)EVRENİN BÜTÜN SIRRI
Sokağın ortasında kala kaldım, ne bir adım ileri ne de bir adım geri gidebiliyordum. O da tam karşımda duruyordu adım atmadı ne ileri ne de geri. Aramızda en fazla yirmi adım vardı ama gözlerinin içini görebiliyordum, kokusunu hissedebiliyordum.
Dünyanın var olduğu günden bu yana yaşanmış her anın kısa bir özeti gibiydi gözleri. Bu aşk mıydı? Yoksa kayboluş muydu? Aslen ben aşka inan bir insan değilim ama bu aşk da değildi. Bu kadar güzel olmak zorunda mıydı? Ya da Tanrı bu kadar güzel yaratmak zorunda mıydı? Belki her şey normaldi, peki ben bu kadar güzel bakmak zorunda mıydım? Yoksa güzel bakabilmek miydi mühim olan?
Sokağın ortasında iki farklı insan, sanki evrenin bütün ışıkları o gece parladı. Bir kitapta okumuştum; “Evren ve onun gizemli sırrı aslında o gözlere gömülüdür, seviyorsan ve sevdiysen o gözler sana bütün kainatın sırrını bir huzurla açıklayabilir.” Diyordu. O gece hak verdim yazara. İnanıyorum ki yazarda güzel baktı, güzel gördü ve Tanrı ona da güzel yarattı. Belki o da benim yaşadıklarımı yaşamıştır, bir sokakta. Belki o da karşısında toprak kokan gözler görmüştür. Bu kadar güzel yaratmak zorunda mıydı? Diye iç geçirmiştir.
Sadece birkaç saniye öyle kala kaldık, sonra aynı anda adım atık. Bilmiyordum bu adımın beni iki göz toprağa hapsedeceğini, bilseydim ne fark ederdi ki. Birbirimize yaklaşıyorduk ama zaman o kadar yavaştı ki, birkaç saniye dakikalar gibiydi. Bitmedi ve bitsin de istemedim. Akrep ve yelkovan birlik etmişler saat üç suları bir limana demirlemişlerdi. Yakınlaşırken ağzımdan çıkacak ilk kelimeyi düşünüyordum, ne desem. Artık karşı karşı karşıyaydık bir el sıkışma mesafesi, bana göre bir ölüm mesafesi.
İlk onun dudaklarından döküldü kelimeler. Gülümseyerek “Bugün tesadüflerin ardı arkası kesilmiyor.” Dedi. Sesinde hafif bir cızırtı vardı ve bu çok tatlıydı. Bende aynı samimiyetle ve gülümseyerek “Şaşkınım” dedim. Gözlerini yere çevirdi iki saniye sonra tekrar gözlerime baktı ve gülümsedi. O zaman fark etmiştim gülümserken saçlarını sol kulağının arkasına topluyordu, bu da çok güzeldi. “Buralarda mı oturuyorsun?” diye sordu. Benim evim yaklaşık on beş dakikalık mesafedeydi yani biraz uzaktı. “hayır, caddeden aşağı inerken buralara kadar gelmişim” dedim. Tekrar gülümsedi “Koşarak” diye beni düzeltti. Biraz utandım biraz çekindim “ Farkında değildim” diye cevap verdim. Rahatsız olduğumu düşünerek konuyu değiştirdi. Hangi bölüm olduğumu, kaçıncı sınıf olduğumu sordu. Benim ilk senemdi, onun ikinci senesi. Öğrendim ki bu sokakta oturuyormuş arkadaşıyla birlikte. Mavi bir apartmanın dairesiydi, üçüncü kat, küçük balkonlu evde tek ışık yanıyordu.
Bu kısa ayak üstü sohbet, ilk konuşmaydı hiç unutamam. Sadece on dakika sohbet benim yeni hayatımın başlangıcıydı. Tam evine girecekken adını sordum belki biraz yüksek sesle sormuş olabilirim. Kısık ve yine cızırtılı sesiyle …(Toprak) dedi. Benim hayatıma anlam yükleyen isim. Bir alfabenin oluşturabileceği en güzel isimdi.
İlk tanışmamız böyle oldu, kader beni ona götürdü. Bilmediğim evinin önüne kadar. O sokağın ortasında Toprak’ın o halini hareketlerinin hepsini dün gibi hatırlıyorum. Gözlerindeki parıltıyı, saçının her telini, yüzündeki her ayrıntıyı hatırlıyorum. En önemlisi Toprak Kokusunu.
"Yaşanmış ve Geçmiş" "Yorumlarınız ihmal etmeyin"
toprakveben.blogspot.com.tr
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.