- 624 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Denize
‘‘Söz ile söz ehlinin arasında aklım telef‘‘ olmayacak. Çünkü asla yalnızca söz ve kulak arasındaki sıradan bir seslenme olmayacağını yüksek sesle haykırıyor kalbim. Üstelik sözü söyletip duyulmasına olanak vermeden ‘‘kalk!‘‘ diyen bir Ramazan Davulcusu sanki o!
Peki bunca yeşermiş filizi, bunca kırmızı tomurcuğu, savulan sevgi hasadının geniz yakan, burun direğini sızlatan kokusunu, Elli yılı aşkın zamandır deme durmuş insanlığı, yumuşacık kundaklara sarmalanmış özeni nasıl anlatır ki hepimizin ortaklaştığı sözcükler? Yeter mi onlar, içe işleyen erguvani bakışları,yontu üstadlarının var kıldığı başeserin ‘‘taş‘‘ kaldığı güzelliği... Yüreği uyandırmamak için şelalenin musluk damlasına öykünmesini anlatmaya?
‘‘Kimbilir nasıl güzeldin, / Göklerden yere süzüldün... / Benim alnıma yazıldın / Dünyaya geldiğin zaman‘‘ deyip meramını anlatmış ozan. Peki ben ne yapayım? Herhalde bir ayna düşlüyordu ömrüm: ‘’Aldanmış, Kendini ayna sanmış bir cam’’ iken ben! Eh ne de olsa ‚‘Dünyanın en büyük ordusu iki kişidir, En kalabalık kenti de bir kişi…‘‘ dese de şair!
Hadi deniyorum anlatmayı...
Benim gibi yaşlılara öyle geliyordur belki de! Önümüzde civan bir delikanlı gibi koşan zamanın, yolun olmadık bir yerinde saklandığı duvar dibinden başını uzatıp ‘’Küstah’’ bir tebessüm ile ‘neredesin?’’ demesine karşın, asla kızılamayıp hatta gizliden gizliye hoşnut olduğumuz ‘’Araf’’ zamanlarına girdim derken seni buldum çok zamanlar görerek!
Yalnızca Yaşadığı zamanın su geçirmez bölmeleri içinde ‘’bir dem süren’’ gençliğin saflarına geçmemi sağladın sen! Projektörleri daha açık, ufuk çizgisi daha geniş, korktukları ve yaşamak istedikleriyle yüz yüze gelerek daha engin deryalara yelken açılmış bir serüvendi oysa büyümek dediğimiz şey. Sen bana genç varlığınla öğrettin bunu. Papatya falının bile yürekleri yuvasından oynattığı, ‘’türlü hayallerin kurulduğu, yar deyip, sevda deyip avlusunda fink atılan çitlerle örülü bahçelerin çok ötesinde bir yer burası: Sevgi Durağı idi aşkın!
Yarının doğuracağı güzellik, dağların ardındaki sevda ve uğruna söylenen şarkılar, yazılan şiirler hep ülkeye dair, hep dünya içindi; oysa istisnayı bozan sen idin. Daha doğrusu sende harmandı kaçak hayaller, pembe tüllerin yumuşaklığı, bilemedin dağ başlarında yahut da grevde, eylemde içimi yakan bir çift gözdün kim bilir!
Hoş geldin Gülüm!
Seninle deli çavlanlar gibi çağlıyorum; bana verdiğin çocuk kalbinle çocuk gözlerinle seyr-ü seferde gülücükler devşiriyorum zamandan. ‘’En Sosyal Hayvan’’ olan insanın vahşi doğasında takdir edilesi bir kıvraklık ve beceri ile yaşamı nasıl kolaylaştırdığına, çok güçlü bir harç olarak nasıl yıkılmaya yüz tutmuş duvarları ustaca onardığına tanık oluyor gözlerim. Evlat oluyorsun ana-babasına ölesiye evlat, kız oluyorsun örgülü saçlarıyla dizlerinin dibinde zamana zaman katıp terk-i dünyadan vaz geçiren!
Şimdi benim yerime şair konuşmalı mutlaka ve şunları söylemeli kulağına usulca:
‘‘Geldim,gitmelere bekle diyerek.
Attım valize birkaç kırgınlık,
Bir iki vefasızlık.
Bir kaç acı söz,
Benim hatırladıklarım.
Bir kaç iyi söz,
Senin unuttukların.
Geride kalan ne varsa;
Boğazın sularına serdim.
Geldim,korkma aç kapıyı,
Sende kalmaya değil;
beni almaya geldim.‘‘
Kalp saatim tıkır tıkır işliyor sayende! ‘‘saat sıfır;/ Düşmek için de uçmak için de en uygun rakım‘‘ dese de şair! Üstelik kalbe iyi gelir fırtınalı sularda pupa yelken yol almak! Rivayet o ki; Gömleğimizi şişiren rüzgar çok beslermiş sevgiyi! Ne tufanlar gördük bir kulaçlık ömürde; Yelkenlerinden biri sen ol bir diğeri ben; bizi ıısız kıyılara taşıyacak teknenin! Hoş geldin öyküme gülüm ya da merhaba Deniz!
‘‘Senin gözlerini
Çocuklara vereceğim kentlerdeki;
Onurlu ve uzak
Hilesiz ve çıplak
Bir su damlasından korunaksız Ay ışığına ilmekler atan‘‘ çocuklara, torunlarıma; dalım kız balım evlatlarına dünyanın! Sınırsız bir dünya haritası ve başında çoşkulu, sevinçli insanlardır sana vereceğim doğum günü hediyesi. Haaa bir de savaşları, zulmü, kırık kaşını insanın... hepsini yok edecek aşk!
Seni görememenin derdi kavurur yüreğimi! Ama mutluyum onunla ben! Çünkü; ‘‘Bir derdim var, Bin dermana değişmem!‘‘
Sardım, sarmaladım seni! Ömrün çok uzun ve dilediğince olsun! Filizkıran fırtınaları uzak olsun ovandan!
‘‘Söz söyleyen yoktur sözün üstüne‘‘: İstersen Neruda bitirsin kelamı!
‘’Ve sen her şeyi dolduruyorsun, her şey seninle dolu.
Bütün bu sözcüklerden sonsuz bir bilezik yapıyorum
üzüm gibi ak ve yumuşak ellerin için.’’