1)TOPRAĞIN KOKUSU
Başlangıç olarak Toprak ile tanışmamızdan bahsetmeliyim. Hatta ve hatta neden Toprak olduğundan.
Sevmezdi ona toprak dememi, bazen kızardı. Gözleri kahverengiydi ama daha önce hiçbir yerde görmediğim ve hayatımın sonuna kadarda göremeyeceğim bir renkti. Ne zaman gözlerinin içine baksam yağan yağmurun ardından gelen toprak kokusunu hatırlatırdı. O koku bana her zaman huzur vermişti biliyorum ki herkes bu kokuyu sever. Başkasının onun gözlerine bakmasını istemezdim. Benim gibi huzur bulurlar diye. Kıskanmak değildi bu korkmak gibi bir şeydi. Ben onun gözlerinin içine bakarken dünyanın en korkak insanı oluyordum. Bu acizlik gibi bir duyguda değildi, sadece korkmaktı. Toprak’ın gözlerine sayfalarca paragraf yazabilirim ama daha fazla uzatmadan ilk gördüm günü anlatmalıyım.
Benim hayatım monoton geçer; Evden okula, okuldan eve. Haftada 1 gün rakı içerim. Rakı içmem bile monotonlaşmıştı. Üniversitede ikinci öğretim olarak okuyorum yani sabaha kadar oturan ve akşam okula giden klasik bir öğrenciyim. Çok net hatırladığım bir gün “14 Mayıs 2014 Çarşamba”. Benim için sıradan bir gün; akşam dersim var ve bu gün rakı içeceğim. Dersten sonra okulun fotokopicisinden ders notu alıp eve gideceğim.
“Gidemedim!”
Ders bitti ve bizim derslerimiz baya yorucu oluyor. Bitkin bir vaziyette ders notlarını almaya gidiyorum, merdivenlerden kantine indim. Kantinin büyük kapısından çıkıp fotokopiciye gidecektim. Kapıdan biraz uzakta Toprak duruyordu; Sağ ayağı sol ayağının arkasında parmak ucundaydı, sağ elinde sigara vardı ve sol eli sağ elinin dirseğinden destek oluyordu, sağ eli çenesinin hizasındaydı. Çok güzeldi. Bir anlığına göz göze geldik ve ne olduğunu bilmiyorum. Sanki kendimden geçmiştim ve ne düşüneceğimi bilmiyordum. Garip bir duygu. Hoşlantı değildi, çok garipti. Yanından geçip giderken sanki zaman yavaşladı, yelkovan felç geçirmiş gibiydi. Sesler boğulmaya başladı, bende onun gözlerinde. Bide yetmezmiş gibi kendi kalp atışlarımı duyuyordum. Kısacası bir Çarşamba akşamı içmeden sarhoş olmuştum.
Fotokopiciye girdiğimde deli gibiydim, orda çalışınlardan biri ben arkadaşımdı ona yaklaştım notları alırken; “Bu akşam rakı var mı?” diye sordu ve uzun zaman sonra ilk defa çarşamba akşamı “bilmem” dedim. Çıkarken gözüm ister istemez kantinin büyük kapısına kaydı, onu görmek istiyordum sanki. Baktığımda orda yoktu. Orda olsaydı ne yapacaktım ki gidip konuşacak mıydım, sanmam. Yoksa tekrar yanından mı geçecektim, hiç sanmıyorum. Otobüs durağına geldiğim ve evime doğru yol alacam zaten yorgunum. Birde üstüne Toprak, yani kendimde değilim.
Eve geldim ve ilk yaptığım buzdolabına yönelmek oldu. Rakıyı aldım mutfaktaki masanın üstüne koydum, iki bardak, bir kalıp peynir ve dilimlenmiş bir elmanın üstüne türk kahvesi serptim. Türk kahveli elma en sevdiğim mezedir. Evimdeki sandalyeler baya eskidir ve sürekli ses çıkarırlar hepsinden ayrı ayrı nefret ediyorum. Sandalyeye oturdum o iğrenç sesle birlikte, bir duble koydum ama hala aklım Toprak’ta. Gözleri çok güzeldi.
Zaman geçtikçe üstüne içtikçe aklım daha fazla takılmaya başladı. Dördüncü dubleden sonra evde duramadım ve sokağa çıktım saat 2 gibiydi. Kimse yok sokaklarda ben ve sokak köpekleri yürüyoruz başıboş. Ara sokaklardan caddeye çıkarken bir sigara çıkardım, köşede sigaramı yakmaya çalışıyordum. Sigarayla beraber derin bir nefes çektim. O an ne düşünüyordum sormayın bilin işte. Cadde üzerinden meydana doğru gidiyorum yavaş yavaş sonra aklıma babam geldi. Babamla yaşadığım ilk an, hatırladığım ilk an. Kaç yaşındayım bilmiyorum. Ben kapının önünde oturuyorum merdivenlerde babamı gördüm elinde büyük bir poşet eve geliyordu. Ben kendimi bildim bileli kule yapmayı seviyorum evde ablamın babamın kitaplarıyla yapardım çoğu kişi okey taşlarıyada yapmıştır evet bende yaptım. O gün babamda bana marangozdan tahtalar yaptırmış bir sürü koca bir poşet. O tahta parçalarının beni nasıl mutlu ettiği dünyaları bana verdiği ortadaydı. Babam her zaman beni mutlu edecek şeyleri bilirdi. Yürümeye devam ettim.
Meydana vardığımda sigaram bitmişti. Etrafıma baktım, kafamda yol çizdim eve nerden gideyim acaba diyerek. Eski otogara doğru yürümeye devam ettim. Az sonra önümde birinin yürüdüğünü fark ettim. İnce belli, uzun simsiyah saçlı, dar kot, uzun kollu vardı. Yavaş yürüyordu elinde sigara ve çene hizasında. Evet doğru tahmin ettiniz, Toprak önümdeydi. İlk önce onun olduğunu fark etmedim yürümeye devam ettim. Tam yanından geçerken parfümünün kokusu, yine zamanın yavaşlamasına, yine kalp atışlarımın sesini duymama neden oldu. Bir adım önüne geçtim ister istemez arkama baktım yine o gözler. Kahverengi bir cehennem, simsiyah bir cennet, dünyanın en güzel meyve bahçesi; yüzü. Adımlarımı hızlandırdım ama koştuğumu fark etmedim. Bunu nefesim kesildiğinde fark ettim.
Uzun bir koşu yapmışım farkında olmadan, İstasyona yakın bir sokaktaydım kaldırıma oturdum sigara yaktım. Kafam darma duman oldu, salak gibi oldum resmen bu nasıl bir saçmalıktır. Bu nasıl bir tesadüftür. Biri bana açıklasın. Yaklaşık yarım saat oturdum o kaldırımın üzerinde. Artık eve gidip uyumak istiyordum, ayağa kalktım. Sokağın sonunda sola dönüp başka bir sokağa girdim, kafam eğik elimde yine sigara. Yavaş adımlarla bugün olanları düşünüyordum. Sokağın ortasındaydım kafamı kaldırdım karşımdaydı. Ulan sanki bütün sokaklar, caddeler beni ona götürüyordu. Bu gerçek bir saçmalıktır. Ya kafayı yemeye başladım ya da oturduğum o kaldırımın üzerinde sızdım.
Sokağın ortasında kala kaldım, ne bir adım ileri ne de bir adım geri gidebiliyordum. O da tam karşımda duruyordu adım atmadı ne ileri ne de geri. Aramızda en fazla yirmi adım vardı ama gözlerinin içini görebiliyordum, kokusunu hissedebiliyorudum.
"Yaşanmış ve Geçmiş" "Yorumlarınız ihmal etmeyin"
toprakveben.blogspot.com.tr
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.