- 535 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BENDE OLMAK – BENDE KALMAK
Gerçeğin Demine Hu!
Bir düşünür der ki, ‘’Yazmak, iki kere düşünmek eylemidir’’. Uzun zamandır tüm yaşamımda bunu yapmaya çalışıyorum ben de; dönüp dolaşıp düşünerek, kendimi eleştirerek ve bunu ‘’ha tamam şimdi daha iyi ifade ettim!’’ noktasına gelene değin. Üstelik olur da ilerideki aşamalarda dönüp bakacağım zihinsel bir tarih kaydı da düşmüş oluyor insan!
Okuduğunuz şu satırların, anlatmakta ne denli başarılı olunacağına dair bir kestirim iddiası taşımadığını açıkça söylemeliyim. Yalnızca ne olmaması gerektiği konusunda çok net olduğumu biliyorum: Asla kırmamak, asla yargılamamak! Yalnızca şu satırların sahibinin kendini ifade çabası olarak görülmeli olası sınır ihlallerine karşın!
Evet, ‘’Büyük İnsanlık’’ adına uygarlık denen sınıflı toplumla birlikte devasa bir canlı organizma kimliğine bürünmüş, kişisel ‘’gerçekliğinin’’ yaldızlarla sarmalanmış yanılsamalı görünümü, bu büyük kuşatmanın harmanında savrulan kabuklara dönüşmüştür. Yani her kişisellik görünümlü olgunun göbek adını koyan tarih ebenin kendisidir. Ama devinimi sağlayan çelişki( paradoks değil!) ise duyumsadığımız, okuduğumuz, tanığı olduğumuz ‘’birey olma halinin (zannının) de bizzat kendisi sayılmalıdır. Özetle ‘’insanoğlu hem bir sınıflı toplum yaratığı, hem de toplum yaratandır! İnsanlık tarihinde denizde yağ damlası kadar yer işgal eden küçücük bir olayın, ya da bir toplumsal alt-üst oluşun belleklerimizde nasıl etki bir uyuyan dev olduğunu hepimiz biliriz. Nice ‘’sağlıklı’’ , ‘’karakterli’’, insanlık için kilometre taşı olmuş ‘’bireyin’’ varlığını besleyen tehlike potansiyelini anlamanın bile çok uzağına düşeriz genellikle.
Evet ben senin içindeki çağlayanın sesiyim! Ayrı-gayrımız yok aslında! İşte öylesine rahatım seninle konuşurken! Küsmeyiz kırılırız, yüreğimiz yanar bağırırız canhıraş! Ama bu bütün taraflar için bir imdat çağrısıdır! O yüzden boşa denmemiştir ‘’İnsan insanın kurdudur’’ diye! Özellikle de birbirlerinin duygularına yakın olan olanlar aslında ciğerlerini okurlar birbirilerinin; ruhsal bir ümmi değilse tabi! Akıl, zeka ve deneyim; duyumsanan anlarla, yüzleşilen korkularla, yapılmış içsel muhasebelerle, savuşturulmuş veya kurbanı olunmuş saldırıların derin izleri ile artık sözsüz de olsa yepyeni bir dilin konuşanı haline gelirler. Fısıltıları bile ele verir onları!
Hele yaşın demlendiği, sükunetin baş sıraya yerleştiği, gözün daha yaşlı, gönlün daha kolay titreşir bir hal aldığı olgunlukta deneyimlenen bir ‘’muhteşem bir şarap’’ sabrıdır, kendinden kendi olmaya. Yol daha aşina, dağın ardını gören göz daha keskin, kulaklar daha diktir eğer ‘’boşa çiğnenmemişse bu yalan dünya’’! Meram anlatma sıkıntısı çekme durumunda bu birikim kendiliğinden devreye girer, ileti mutlaka aktarılır! Kim bilir, bunun en naif yolu bir ‘’Horozlu ayna’’ armağanıdır muhataba: Baksın ve görsün diye! Dedik ya, bir yaşam mahiri, bir sevgi ustası, belki de bir ‘’insan tamircisine’’ çıkacaktır adınız! Olsun ne gam! Ya o terazi sizin sıkletinizle denk ise ‘’Evrensel ve Bütüncül Sevgi yolculuğuna’’ yer ayırtabileceğiniz gibi; Aşkın marazi yanıyla inmeli hale gelip, ergenlik numaralarının abonesi olmanız, kendinizi mağdur, karşı tarafı fail sayan bir fatalizme kurban olmanız da çok olasıdır!
Oysa sizden istenen ‘’Bende olman’’ değil, ‘’Bende kalmandır!’’ Ömrümüz hep komşulukla, deneyim, duyumsama alışverişi ile devinmiyor mu? En derinimizde duyumsadığımız, en hakiki anımız değil mi kişiliğimizi belirleyen? Üstü kat be kat örtülmüş korkularımız, yanlış-doğru ayırmadan hepsini kaydeden bilinçaltının müteahhitliğince kotarılmış kaçak yapılar değil mi, ilk sarsıntıda yerle bir olmaya mahkum? Gelişkin kapitalist ülkelerdeki gibi herkesin bir Psikolojik danışmanı ne yazık ki yok bu kadim coğrafyanın. ‘’doğa boşluk kaldırmaz’’ deyip yerine hemen muhabbeti, yarenliği, dert ve yara ortaklığını ikame ediveriyoruz maşallah! İyi de ediyoruz.
Senden istenen, işte bu deltaya akan suların yatağını temiz, akışkan ve şiirsel kılmak! Çünkü yol açanların yolu da açık olur. Biliyorum bu deltayı zenginleştirecek nice bereketli alüvyon, nice şifa verici cevher var sende; tıpkı güzelliklerle bezenmiş ruhun ve onunla aşık atan muhteşem bedenin gibi, yarattıkların, anlamlı ve unutulmaz kıldıkların gibi! Özgürsün duyumsadığın ölçüde, özgürsün, ruhunun ve bedeninin tasarrufunda: Coş! Çağla!
Ol Mahiler ki, derya içredirler ama deryayı bilmezler’’ ise de hepimiz biliyoruz yaşadığımız cevizin sert kabuklu olduğunu yahut eminiz ki, hikaye bir mahpus avlusunda geçer! Tam da bizi ‘’özgür’’ kılan bu farkındalık durumudur. Realitenin böylesine bir kabulü zorunluluk- özgürlük diyalektiğinin ferahlatıcı tercihine zorlar bizi! Kaldı ki, var gücümüzle ve ışın kılıçlarıyla saldırsak bile bu ‘’tahkim edilmiş mevzilerimize’’ bir Süpermen macerası kadar dahi rahatlatıcı olmayacaktır problemin çözümünde!
Bir diliz işte; dillerden herhangi biri! Yasağa, gizliliğin alçaltmasına, egemen ahlakın her türden riyasıyla hesaplaşmak görevi ile karşı karşıya iken o emin kabuğun arkasına utangaç saklanmalar ne ola ki! Ne ola ki, bir resmi ulu makama ulaşmaktaki zorluğa rahmet okutan o sır oluşlar, çıldırtan sessizlik, sağır bahçe duvarları… ‘’Bir mendil neden kanar?’’ Ferman gelirse sesini bahşetmeler! Hangi dilde bir karşılığı var bunun? An oluyor, bir tek ünlem kalıyor, hayıflanan ömürlerin sonuna konmuş!
Evet ‘’Eksik giden bir şeylerden’’ ‘’istersen hiç başlamasın, bu hikaye yarım kalsın’’ sonucuna bir illiyet bağı oluşturmaya ne zorlar ki insanı! Ne yakışmayan kibirdir sürekli kendi kontrolündeki ‘’güvenlik önlemleri ile’’ icra edilen gümrük memurluğu? Ah ne nafile engeldir pır pır uçan yüreklerin önüne!
Sana vaat edilen İrem bahçeleri değil tabii ki, ne de hiç birimize. Ama bütün kemliğine ve kahpeliğine karşın yaşanması gereken elde olanı son damlasına dek içmek iken, yaşam düşmanı cehennemi telin ve deşifre etmek değil midir? Bu ise ancak olmakla mümkün kanımca.
Ya bülbül-Şeyda gibi esrik, perişan, insana, muhabbete zarar verip çığrışacağız, ya da demini almış engürün ruhlarımızdaki sükunete, sevince, veliliğine koşacağız. Evet dokunulmazlıklar kalksın! Saçtan tırnağa dokunsun insanlar birbirine özgürce! Bir romandan, filimden akılda kalan klişe ifadeler olmamalı gün doğumu, gün batımı! İçten geçiyorsa ve ruhta iktidarsa bu sevinç hali Fizan, Çin- Maçin yakın kılınmalıdır!
Evet zaman, sisli ve yağmurlu bir gecede, bir tren düdüğüdür; dağları yalayan oynak ışıklarına yoldaşlık eden. Aradığımız sesti değil mi, bir de ışık! Yeter ki yüzümüzü aydınlatsın bu ışık ve şavkı düşsün bir başka insanın yüreğine!
Muhabbetle…Derun-u dille… Aşk ile…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.