- 3278 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DR. MEHMET HENGİRMEN İLE AİLE VE EVLİLİĞİ KONUŞTUK
Röportaj: Mesut ÖZÜNLÜ
Dr. Mehmet HENGİRMEN 1946 yılında Gaziantep’te doğdu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Doktorasını dilbilim üzerine yaptı. 1984 yılında Ankara Üniversitesine bağlı olarak kısa adı TÖMER olan Türkçe Öğretim Araştırma ve Uygulama Merkezini kurdu. On yedi yıl bu merkezde başkanlık yaptı. 1998 yılında Kazakistan Dünya İlimler Akademisi, Mehmet Hengirmen’e dilbilim konusundaki çalışmalarından dolayı ordinaryüs profesörlük unvanını verdi. Türkçenin Eğitimi ve Öğretimi, Yabancı Diller Eğitimi ve Öğretimi Anabilim Dallarının kurulmasına öncülük etti. Bu anabilim dallarında master ve doktora dersleri verdi. 1998 yılında bir dil üniversitesi kurabilmek amacıyla kısa adı EKAV olan Eğitim ve Kalkınma Vakfını kurdu. 1998 yılında Viyana’da yapılan ve 186 ülkenin katıldığı fotoğraf yarışmasında dünya birinciliğini kazandı. Dr. Mehmet Hengirmen, Türkçe ders kitaplarından dilbilime, romandan şiire, tercümeden düşünceye onlarca eserin yazarı ve yayıncısıdır. Hengirmen; aynı zamanda ülkemizin tarihine, sosyolojisine ve geleceğine ilişkin kafa yoran, düşünce üreten bir mütefekkir. O, özellikle aile ve evlilik konusunda “Bir dakika! Benim de söyleyeceklerim var” diyenlerden… Biz de gittik, konuştuk, kendisine sorduk…
* Sayın Hengirmen, son yaptığınız çalışmalarda kadın-erkek ilişkileri, aile hayatı, evlilik ve boşanma, ailede mutluluk arayışı, iyi yaşamak ve mutlu olmak gibi insan ve toplum odaklı alanlara yoğunlaştınız. Bu alanları öncelemiş olmanızdaki amaç nedir, bilgi verir misiniz?
Mesut Bey, bildiğimiz üzere “aile” toplumun çekirdeğidir. Siz çürük taşlardan sağlam bina yapamazsınız. Aile sağlam olmayınca, toplum da sağlam olmuyor. Bir ülkenin mutlu ve huzurlu olabilmesi için, önce ailede yetişen bireylerin mutlu ve huzurlu olması gerekir. Bu nedenle aile konusuna öteden beri yakın ilgi duydum. Tabii idareci olduğum zamanlarda, bu gibi sosyal olaylarla fazla ilgilenemiyordum ama şimdi, var gücümle sosyal olay ve olgulara, toplumsal sorunlara ve bunların çözümlerine eğildim. Aileye önem vermemin sebebi bu; ailenin, toplumun çekirdeği olması; aile sağlam olmayınca toplumun da mutlu ve huzurlu olmaması…
* Kadın ve aile konusuna ilginiz nasıl ve niçin başladı; bu konudaki gözlem ve araştırmalarınız sonunda, aileyi, toplumu ve milleti içine alan nasıl bir resim çıktı ortaya?
1960 yılında Peygamberimizin hayatını okumuştum. Bu, beni çok etkilemişti. Daha sonra Kur’an-ı Kerim’i okudum. Orada, anne babaya gösterilen saygı ve bununla ilgili ayetler beni fazlasıyla etkiledi. Ve Cahiliye devri Araplarının, kız çocuklarına yaptıkları zulümler, kuma gömmeler… Daha sonraları kafamda birtakım fikirler oluştu; baktım, Türkler üç bin yıldan beri tarih sahnesinde büyük devletler kurmuş… İnsanlık tarihine bir göz attım, uzun süreli üç büyük imparatorluğun kurulmuş olduğunu gördüm. Bunlar Roma, Hun ve Osmanlı İmparatorlukları. Roma ile Hun İmparatorluğu yaklaşık biner yıl, Osmanlı İmparatorluğu ise altı yüz yıl yaşamış. Bu, en uzun süreli üç imparatorluktan ikisini Türkler kurmuş. “Türklerin ne özelliği var ki, büyük devletler kurmuş ve büyük işler yapmışlar?” Araştırdım, gördüm ki; Türklerde, ilk devirlerden bu yana aile kavramı çok güçlü; özellikle 8 ve 9. yüzyıllardan 13. yüzyıla kadar “hakan” ile “hatun” aynı tahtta oturuyor ve bir savaş kararı alınacağı zaman ikisi birlikte karar veriyorlar. Sonra köylerimize baktım, mesela Gaziantep’in Türkmen köylerine... Burada da kadınlar ata biniyorlar, yolma yoluyorlar, ekin biçiyorlar. Bir de ailelerin geleneği çok sağlam, kadına saygı çok büyük. Ailede inanılmaz derecede bir dayanışma söz konusu. Hatta Türklerde var olan misafirperverlik ile bu aile dayanışmasını; köydeki, bizdeki kadar güzel hiçbir yerde görmedim. Bugün Anadolu’nun neresine giderseniz gidin, Türk kadını gerçekten çok onurlu, çok şerefli bir konuma sahip. İşte Türklerin bu kadar büyük işler başarmasının sebebi buydu; birincisi, erkeklerin kadınlara değer vermeleri; ikincisi, kadının erkeğe duyduğu saygı. O hâlde; bizi büyük kılan ve büyük devletler kurduran, Türk ailesinde var olan bu sağlam yapıdır.
* O zaman şöyle deyebilir miyiz? Siz 60’lı yılların başlarında kadın ve ailenin toplumsal dokumuzun şekillenmesindeki önemini yakinen gördünüz. Sonra araştırdınız, birtakım gözlemler yaptınız, okudunuz, doldunuz; şimdi de zihin arşivinizde oluşan malumatı kitap ve eserlerle halkımıza sunuyorsunuz…
Evet, bunu bu şekilde ifade edebiliriz. Kadın ve ailenin önemini hemen her platformda dile getirmeye çalıştım. Yazılarımda, şiirlerimde ve derslerimde; gerek hoca olduğum dönemde gerekse daha sonraki çalışmalarımda kadın ve aile üzerinde çok durdum. Mesela evlilik ve aile kurma hususunda birçok öğüt ve ibret içeren Güvahi’nin Pentname’sini Türkçeye çevirdim. Ayrıca “Kadının Evrensel Değeri” başlıklı bir çalışma yaptım. Kısacası kadının eğitimi, ailenin ve toplumun mutluluğu konularını, gerek yazılarımda gerek konuşmalarımda ele aldım, işlemeye çalıştım. Çünkü kadının yükselişi ailenin; ailenin yükselişi de milletimizin yükselişidir.
* Efendim, aile yapımızda bugün büyük sorunlar yaşanmakta, boşanma oranları gün geçtikçe artmakta; neticede kadınıyla, erkeğiyle, çocuğuyla insanımız büyük dramlar yaşamakta. O hâlde, yukarıda sözünü ettiğimiz sağlam ve mutlu aile yapısına, ileri ve ideal topluma nasıl dönüşeceğiz? Sizce bunun ölçüleri nelerdir veya ne olmalıdır?
Önemli bir konuya değindiniz gerçekten. Son yıllarda boşanmalar çokça arttı. Önceki yıllara oranla, yüzde 50’den yüzde 70’lere varan çözülmeler yaşıyoruz. Bu, çok ürkütücü bir rakam... Bu durum bize, 75-80 milyonluk Türkiye’nin 30-35 milyon kadarının mutsuz olduğunu gösteriyor. Pekâlâ, bunun sebepleri ne? Niçin boşanma oranları bu kadar fazlalaştı? Kanaatimce bunun sebeplerinin başında doğru eş seçememek geliyor. Hatta bu konuda katkı olur düşüncesiyle “Evleneceklere Karakter Testi” başlığı altında bir çalışma yaptım ve bunu web sitemizin ana sayfasına koydum. İkincisi, insanımızın özellikle kadınlarımızın eğitimli ve kültürlü birer birey olarak yetiştirilmesi konusuyla ilgili birtakım eksikliklerimiz… Bilgi ve anlayışta, birbirimizi iyi tanıma ve dengimizi bulma noktasındaki bazı eksiklik ve yetmezliklerimiz… Mesala evlendik; hiçbirimiz kusursuz değiliz. Her birimizin düşünce dünyası, birbirinden farklı. Bir kere, başkalarının düşüncelerine saygı göstermek zorundayız. Dört temel prensip var evlilikte; sevgi, saygı, güven ve hoşgörü. Bu dördü olmayınca yürümüyor.
* Bir televizyon konuşmanızda “Evlenmek katlanmaktır; tahammüllü ve fedakâr olmaktır” şeklinde bir söz söylemiştiniz. Bunu derken, tek taraflı bir katlanmayı değil, hayatın ve birlikteliğin doğal ağırlığını ve zorluklarını kastetmiş olmalısınız. Bu sözü biraz açabilir misiniz?
Bunun ifadenin iki anlamı var. Birincisi, eşimizin eksiklerine ve kusurlarına katlanmak. Erkek, hep benim dediğim olsun derse olmaz. Kadının düşüncelerine de saygı göstermek zorundadır. Üstelik kadınların sezgileri erkeğe göre çok güçlü. Olacak olayları önceden hissedebiliyorlar. İyi olan veya olmayan insanları daha kolay tanıyorlar. İkincisi, sizin de belirttiğiniz gibi, bizzat hayatın kendisinden gelen zorluklara katlanmak ve tahammül etmek… Bunlar; eşimizin geçirdiği ağır bir hastalık olabilir, yoksulluk olabilir, sabır ve metanet isteyen birtakım sorumluluklar olabilir. Bu nedenle eşler el ele verip birbirinin yükünü ve hayatın zorluklarını hep birlikte taşımalı; tahammülü, fedakârlığı ve sabrı elden bırakmamalıdır. Kısaca özetlersek; ailede sevgi, saygı, güven ve hoşgörü olmazsa kopmalar başlıyor. Bu nedenle atalarımız, “Değirmen iki taştan, muhabbet iki baştan” demişler.
* Kadının mutluluğu ailenin, ailenin mutluluğu da toplumun mutluluğudur. Sizce fertten topluma uzanan bu mutluluk arayışında dinin ve dinî değerlerin doğrudan bir rolü var mıdır? Din, aile ve toplum mutluluğunun neresinde durmaktadır?
Din; ailede mutluluğun tam ortasında, başında, sonunda, sağında ve solunda durmaktadır. Toplumda, din kadar insanı derinden etkileyen başka bir kurum yoktur. Mesela resmin, müziğin, sanat ve estetiğin, hatta dilbilgisinin kaynağı dindir. Başka bir deyişle toplumdaki bütün sosyal kurumların kaynağı dindir. Evlilik ve aile de dâhil, insan ve toplum odaklı her şeyin ortak zeminidir din. Örneğin dinde evlilik dışı ilişki dediğimiz zina yasaktır. Zina yapılmazsa, aile içerisinde güven oluşur. Dinimizde, yalan dolan ve haram iş yasaktır. Şayet dinî kurallara uyarsak; sevgi, saygı olur; güven olur, hoşgörü olur. Yani yukarıda söylediğimiz, aile mutluluğunun dört ana kuralı oluşmuş olur. Ayrıca dinimiz; anne ve babamıza karşı şefkatle muamelede bulunmamızı, nikâhımız altında bulunan eşlerimizle iyi geçinmemizi emrediyor. Kadına ve anneye kutsal bir değer atfediyor. İşte Peygamberimizin “Cennet, annelerin ayakları altındadır.” sözü, bu değeri ifade etmesi bakımından çok önemli.
* Biraz önce kadın ve annenin kutsallığından söz ettiniz. Bu kutsallık; kadının beşerî var oluşun merkezinde yer almasından, deyim yerinde ise insanoğlunun bir nevi yaratılış üssü konumunda bulunmasından mı kaynaklanıyor, ne dersiniz?
Elbette… Şimdi düşünün; peygamberlerin de annesi var, evliyaların da annesi var, devlet başkanlarının da annesi var. Anne, temel… Beşeriyetin, çocuğun, dolayısıyla insanlığın oluştuğu ve geliştiği yegâne varlık. Kadın olmadan anne, anne olmadan aile, aile olmadan da toplumlar ve milletler olmuyor. Bu açıdan kadın, dolayısıyla anne ve aile, kutsal birer varlık ve kurum. Bunun için kadını iyi yetiştirmemiz lazım. Çünkü kadınlarımızı, kızlarımızı gereği gibi yetiştirip okutmadığımız zaman; önce aileyi, sonra da toplumu kaybediyoruz.
* İdeal anlamda “aile” dediğimizde “geleneksel Türk aile yapısı” örnek bir prototip midir? Size göre, aile yapımızda eksik olan; sosyal, sanatsal ve kültürel yönden “bu da gerekir” denilen nedir veya nelerdir?
Şimdi bizim aile yapımızın sağlamlığını test edebilmemiz için, başka ülkelerin ve milletlerin aile yapılarıyla karşılaştırmak gerekiyor. Dünyada birçok ülke gezdim, gördüm; ama bizim Anadolu’daki aileler kadar sağlam, mutlu, saygı ve sevgi dolu bir yapıyla karşılaşmadım. Bana göre, dünyadaki en sağlam ve en mutlu aile modeli, bizim Anadolu’daki o Türkmen aile yapısı. Biz şayet dünya çapında söz sahibi bir millet olmak istiyorsak, kadınlarımızı ve kızlarımızı iyi yetiştirmemiz, okutmamız; aile yapımızı daha da geliştirmemiz; sağlam, mutlu bir hâle getirmemiz gerekiyor. Bu nasıl olacak? Mesela ilköğretim kitaplarında öğrenilmesi gereken sekiz tema vardır. Bunun birisi de zorunlu “aile teması” olması gerekir. İlkokuldan itibaren “ailenin önemi” çocuklarımıza anlatılmalı; karşılıklı saygı, sevgi, güven ve hoşgörü öğretilmelidir. Kız çocuklarına da, erkek çocuklarına da hatta özellikle erkek çocuklarına. Böylece kadına şiddet ortadan kalkar; aile yapımız daha da güçlenir; ideal bir toplum modeline erişmiş oluruz.
* Teşekkürler Mehmet Hengirmen Hocam.
Ben de teşekkür ediyor, memnuniyetlerimi ifade ediyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.