- 1451 Okunma
- 9 Yorum
- 3 Beğeni
GELİYORUM ELENİ
İlk aşk hiç unutulmazdı. Nereye gidersen git, yüreğinde seninle her yere taşınırdı o…
O yüzdendi zaten onu balıkçılıktan vazgeçirmeyen. O dalgalarla mücadele verirken, aslında yitirdiği sevdasıyla mücadele verirdi. Kıyının bir yakasında kendisi, diğer yakasında Eleni… Hem çok yakın, hem de çok uzak. Elini uzatıverse tutacak kadar yakınken, cehenneme girmiş gibi yakan bir ateşti aynı zamanda.
Bu düşüncelerle sandalına bindi. Besmele çekerek, sandalın küreklerine yapıştı. Anacığının o kadar yalvarıp yakarmasına karşı inadından vazgeçmemişti. Oysa hangi yürek hayır derdi bir Ananın yakarmalarına. Son bir kez kara tarafına baktı. Olan karısı Esma’ ya olmuştu. Hiç dillendirmemişti içinde kopan fırtınaları. Ne yaşardı, ne hissederdi, nasıl katlanırdı bu sessiz işkenceye. Robotlaşmış olmalıydı beyni. Yine de Mahmut’ a gülerdi. Mahmut, farkederdi faketmesine de, o gülüşün içinde saklı olan hayal kırıklığını ama çaresi yoktu bunun. Geri dönülmez, çaresi olmayan bir yola girmişti yıllar evvelinde.
Sabah güneşinin ışıkları önce cılız cılız bulutların arasından sıyrılmaya çalışıyordu. Hava soğuktu. Üzerine geçirdiği kapişonlu yağmurluk, iyice eskimiş olduğundan mıdır nedir? Onu ısıtmıyordu artık. İçini bir titreme aldı. Kollarını sandalın küreklerinden bıraktı ve kendi bedenine doladı. Sanki o anda Eleni’ ye sıkıca sarılmış hissetti. Öyle hissetmesinin nedeni üzerindeki yağmurluk olmasındandı belki de. Onu çok özlediği zamanlarda çıkardı genellikle denize. Balık tutma işi bahanesiydi. Denizin Tam orta yerinde ayağa kalkar, bütün öfkesini kusar, bağırır da bağırırdı. Öfkesi boşalınca, uysal bir kedi gibi çöker sandalın içine, ağlar, ağlar içini boşaltırdı bir güzel. Ne menem şeydi bu aşk denen illet. Yıllar yılı, verem gibi işlemişti yüreğinin derinliklerine. Ne öldürüyor, ne onduruyordu kendisini.
O sırada şiddetli bir gök gürültüsüyle düşüncelerinden sıyrılarak kendine geldi. Günlük güneşlikti oysa az öncesine kadar. Ege denizi,uysal bir kadın gibiydi çoğu zaman. Şimşekle birlikte gökyüzü en şiddetlisinden bir deprem oluyormuş gibi eğilip kalkıyordu. Mahmut, sandalın içinde, bütün öfkesi gitmiş rahatlamış şekilde birleşip, üzerine gelen dalgaya bakıyordu. Yüzünde son zamanlarda olmayan gülümseme ile dalgayı kucaklamaya çalışıyordu.
“ Gel bana Mahmut’ um. Seni çok özledim. Bak sana gelinliğimle geldim. Vuslata erelim. Tut elimden, hiç olmayan düğünümüz bugün. “
“ Geliyorum Eleni. Ben seni hiç bırakmadım ki. Hep gönlümde, hep gözümdeydin. Hiç ayrılmayacağız artık. Geldim. Uzat elini bana… “
Gökyüzü tekrar aydınlandı. Sonra tekrar karardı. Eleni , beyaz gelinliğinin içinde Mahmut’ a sarıldı. Tek vücut haline geldiler.
Fırtınanın ardından, sandalın parçalanmış parçaları, hafif hafif kıyıya vuran dalgalarıyla sallanıyordu. Mahmut’ dan arda kalan yağmurluk, tahtalara takılı kalmıştı.
NERMİN KAÇAR /23.10.2016