- 809 Okunma
- 9 Yorum
- 1 Beğeni
BİR BAŞKA MACERA!
Yine yol görünmüştü. Yolculuk heyecanı ile tüm gece gözüm uyudu, özüm uykusuz kaldı. Telefonumun alarmı çaldığında, her zaman ki heyecanla fırladım yataktan. Zaten her şeyi hazır etmiştim akşamdan.
Küçük ağabeyim getirmişti sabaha karşı hava alanına. Bu tür günlerde nazımı hep çekerler sağ olsunlar. O yüzden minnetim sonsuz hepsine.
İlk iş olarak, bineceğim uçağın check-in bölümüne giderek, gerekli işlemleri bitirmek istedim. Hüviyetimi, telefona resmini çektiğim bilet detaylarını görevliye verip uçuş kartımı aldım. Sıra bavulu teslim etmeye geldiğinde, 38 pound vermem gerektiği söylenince bayağı şaşırdım.
-Sebep?
-Biletiniz bagajınızı kapsamıyor?
-Nasıl yani?
-Basbayağı!... İnternetten rezervasyon yaptırmışsınız. Çoğu kişi bu detaya dikkat etmiyor, dedi. Tartışacak halim yok.
-Herhalde öyle oldu! dedim, hesaplı bir bilet aldım diye de seviniyordum üstelik!
Kadın görevli başını salladı “Evet” misali Maalesef öyle oluyor.
"Aman neyse!" dedim içimden. Bununla mı canımı sıkacaktım şimdi, ödedim gitti.
Elimde el bagajım, oradan ayrıldım. Yine her zamanki geç kalır mıyım telaşım yüzünden, gereğinden erken hava alanında olmuştum. Vakit geçirmek için bir birkaç gazete satın alıp bir kafede oturdum. Sıcak ve sütlü kahve eşliğinde sayfalarını karıştırarak, epey vakit geçirdim ancak uçuş saatime hala epeyce zaman vardı.
“Ne vardı erkenden koşturacak böyle şimdi nasıl vakit geçecek” diye söylenerek kafeden çıktım. Biraz da "Duty Free - vergisiz alışveriş"mağazalarını dolaşarak vakit geçirmek, hem de ufak tefek hediyelik bir şeyler almak istedim. Ancak gideceğim yerde her şey fazlasıyla var diye düşündüğüm için ne alsam bir türlü karar veremiyordum.
Mağazanın raflarında göz gezdirip durdum bir süre. Sonunda bir şişe büyük rakı, üç kutu fıstıklı lokum ve kendime de bir şişe parfüm aldım. Parfümün fiyatı benim için biraz pahalı bir seçim sayılabilirdi ama kokusu şahaneydi.
“Aman! Her zaman yapılan bir şey değil, değer!”deyip kıymıştım paraya.
Mağazadan ayrılır ayrılmaz parfüm şişesini kutusundan çıkartıp, şöyle bir gezdirmeyi de ihmal etmedim. Pek bir mutlu olmuştum doğrusu. El bagajım elimde daha bir dikleşerek yürüdüm uçağımın kalkacağı bölüme.
Nihayet vakti geldiğinde, tüm yolcular bir girdik demir kuşun içine. İhtiyaç halinde kimsenin üstünden atlayarak geçmek zorunda kalmayı sevmediğim için koridor tarafı koltuk daima ilk tercihimdi. Çantamı kabinin üst rafına güzelce yerleştirip, geçip oturdum huzurla koridor kenarı koltuğuma.
Yerleşir yerleşmez yerime, ne kadar uyusam kardır diyerek yasladım sırtımı koltuğa ve boynumdaki fuları kapattım yüzüme.
“Hadi bakalım kızım” dedim içimden, "yine hazırsın işte bir başka maceralı seyahate!”
Direkt uçuş yerine, daha hesaplı olduğunu düşünerek ara stoplu bir güzergah seçmiştim. Gidenleriniz varsa bilir burası da Amsterdam Schiphol hava alanıydı. Oldukça büyük ve labirent gibi bir yer. İnsanın gideceği yeri bulana kadar resmen başı gözü döner. En azından bana öyle oluyor.
Neyse salimen varmıştım, bavulum otomatikman diğer uçağa transfer olacağından, sadece el bagajım ile geldim gümrük çıkışına. Tarayıcı üzerine bagajımı bıraktım, ardından kendim de kontrol kapısından geçtim. Ancak tam çantayı alacak iken, iri yarı ve neredeyse erkeksi kadın görevli;
- Açalım çantayı, diye beni durdurdu.
-Tabi olur dedim, açalım…
Kadın elini çantanın içine daldırıp file içindeki rakı şişesini, parfüm şişesini, deodorant ve saç spreyi ne varsa çıkartılıp bir kenara koydu. “Cız!!!” etti içim bu hareketiyle. Başıma geleceği anlamıştım çünkü.
-(Bunlar yanına alamazsın dedi kadın,yasak!
(These are not allowed! You can’t take them with you! )
-Niye? Freeshop’tan aldım ben bunları deyip, belgesini gösterdim.
(Why not? I’ve bought them duty free! Here is the receipt. )
-El çantanda değil, dedi, bavulunda taşımalıydın.
(You should carry them in your suitcase not in your handbags)
İlk kez mi yolculuk yapıyordum, Freeshop’dan alıp belgesi de gösterildiğinde hiç sorun olmuyordu. Ayrıca bavul zaten önceden chek-in de uçağa veriliyor, aldıklarım nasıl içine konsun! Bunu izah ettim kendisine.
-Hepsi kapalı ve kutuları içinde olmalıydı! dedi bu kez.
(All of them have to be sealed and in the boxes! )
Ruhsuz yüzünde en ufak bir yumuşama ifadesi yoktu. “Nuh diyor, peygamber demiyor” yani! Belli ki daha fazla oyalanmadan yoluma gitmemi istiyordu. Tabi ki söylediğine uydum, başka çaresi yoktu. Ama anlatamam size, 85 poundluk parfüm ve 24 poundluk rakı şişesine el konulması nasıl içime oturdu.
“Seni şişko zilli seni! Diye söylenerek içimden aldım bagajımı...“Oh! Kaptın bedava rakıyı ve güzelim parfümümü, kullanmak nasip olmasın emi! “
Fena halde canım sıkılmıştı bu duruma. “Keşke baştan ayağa bolca sıksa imişim parfümü üzerime, hiç olmazsa kokusu kalırdı uzunca bir süre ”
Amsterdam’da bekleme sürem 6 saat olacaktı ve bayağı uzun bir süreydi Ucuz olsun diye direkt uçuş bileti almadığıma da çoktan pişman olmuştum bile. Zira elimden kaptırdıklarımla ve ekstra ödenen bagaj ücretiyle, ucuz sandığım bilet neredeyse aynı fiyata gelmişti.
Neyse; İlk iş gidip diğer uçağa bineceğim bölümü bulmak istedim. Yine telaş memuresi bendeniz koşturarak giderken ki ( epeyce zamanım da vardı daha) ayağımda bir tuhaflık hissettim. Adım adarken bir garip olmuştu ayak tabanımın altı.
Bir de baktım, ne göreyim! Spor ayakkabımın altı iki parçaya ayrılmak üzere. Tamam yıllardır giydiğim ve çok rahat ettiğim bir ayakkabıydı, ama beni böyle bir anda ortada bırakabileceği hiç aklıma gelmemişti doğrusu. Bavulda yeterli ayakkabım vardı da, şimdi ne fayda.
Seke seke daldım ilk gördüğüm tuvalet kapısından içeriye. Baktım baktım, düşündüm ne yapabilirim diye ve çözüm "şak" diye geldi gözümün önüne. Hemen ayakkabıları, ardından çoraplarımı çıkarttım. Ayakkabıları tekrar giyip bu kez çorabları ayakkabıların üstünden giydim.
Beyaz spor pabuçlar siyah yünlü ayakkabıya dönüvermişti anında. Hiç de fena görünmüyordu aslında. En azından değişik olmuştu ve bu model kimsede yoktu. "Seveyim şu pratik zekamı" deyip çıktım dışarı.
Şimdi ilk iş uçağın kalkış yapacağı "Gate - çıkış kapısını" bulmam gerekiyordu. Sonrasında nasıl altı saati öldürürüm bakacaktım. O sırada ilk ineceğim yere vardığımı eve haber vermeyi unuttuğum aklıma geldi ve hemen cep telefonumu çantamdan çıkartıp kardeşimi aradım.
Bir yandan çıkış kapımı bulmak için gözüm tavandan sarkan tabelalarda numaraları takip edenken, her ne kadar ayakkabımı sağlama almışsam da adımlarıma da dikkat ederek yürüyorken, güm, diye biri sol omzuma tostlamaz mı! Hem de ne çarpma. Telefonum bile fırlayıp gitti elimden metrelerce uzağa. Beklemediğim bir durum olmasıyla, hem de içimin sıkıntısıyla;
-Hay seni öküz ya!!!!! deyi verdim.
Tahminen ellili yaşlarında modern kıyafetler içinde bir adam, koşturup telefonu yerden alıp, getirip bana uzattı.
- Çok özür dilerim (I am so sorry!)
-Ne sorisi ne!!!
Eşyalarımın yok yere gittiği yetmemiş, bir de telefonum parçalanacaktı. Adamsa hala durmuş öyle şaşkın bakıyordu yüzüme.
- Anlyamadım! ( I did not understand? )
-İyi ki yabancıydı da ne zırvaladığımı anlamamıştı.
Uzanıp telefonu aldım elinden, baktım çalışıyor mu diye. Allah’tan kabı korumuş, bir şey olmamıştı.
- Her şey yolunda mı? diye sordu bu kez. (Is everything okay? )
-Yes! Yes, deyip daha fazla uzatmadan konuyu yürüyüp uzaklaştım yanından.
Hemen sonrasında siniririmi hiç alakasız birinden çıkarmış olmayı hiç yakıştıramadım kendime doğrusu. Ne kabahati vardı ki garibanın. Benim dalgınlığım yüzünden olmuştu bunların hepsi. Etrafıma dönüp söyle bir bakındım. Mr. ise çoktan ortadan kaybolmuştu. Keşke özür dileme şansım olsaydı, bu kabalığım resmen içime oturdu.
***
Kah o mağaza kah bu mağaza, kah internet bağlantısı olan alanlarda sosyal medyaya takılarak, arada bir de biten şarjımı yine yolcular için ayarlanmış alanlarda doldurarak bu süreyi nihayet doldurup, yeniden uçağa attım kendimi. Bu uçuşta da koltuk numaram aynı olduğundan kolayca buldum yerimi.
Yolcular bir telaş içinde yer numaralarına bakarak koridorda ilerlerken ben koltuk arkalarında bulunan aylık haber mecmuası eleme almış çoktan göz gezdirmeye başlamıştım ki;
- Müsaade eder misiniz dedi, tepemde dikilen birisi.
( Would you excuse me! )
Kafamı kaldırdığımda bir de ne göreyim, biniş kapımı ararken çarpışıp, elimden telefonumu düşürmeme sebep olan Mr. ta kendisi?
- Elbette deyip, ayağa fırladım hemen.
( Certainly! )
Gayet nazik biçimde, dudağında belli belirsiz bir gülümseme geçip cam kenarı koltuğuna oturdu. Aramızda bir kolduk boş kalmıştı. Çok kötü hissediyordum kendimi, eğer hemen bir girişimde bulunmazsam sonra hiç yapamayacaktım özrümü.
- Bugün şanslı günüm değildi, size kaba davrandım, dedim. Lütfen özrümü kabul edin.
(Today was not my lucky day! I treat you rough, so please accept my apology! )
Masmavi gözlerinin içi gülerek;
-Özrünüzü kabul ediyorum dedi, ayrıca tamamen sizin hatanız değildi.
( Apology accepted, also all wasn’t your fault! )
-Adım Alfred ... Ve elini uzattı. İrlanda da yaşıyorum. Ya siz?
( My name is Alfred! I live in Ireland! and you! )
Hemen uzanan eli tutup sıkarak, ben de kendimi tanıttım. Pek bir rahatlamıştım, Öyle bir his doğmuştu ki içime, tatsız başlayan bir karşılaşmayı dostluğa döndürmeyi başaracaktım.* * *
YORUMLAR
Billur T. Phelps
Çok teşekkür ederim..
Yazılarımın rahat okunur olmasını hissetmen, en büyük mutluluk inan.
Çünkü acemi de olsa , kimsenin satırlarını atlaya atlaya okuduğu yazıların
sahibi olmak istemem..
Harikasın, (You made made day!)