- 833 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
YÜREĞİNİ YİTİREN ZAMAN
Ben yüreğini yitirmiş bu zamandan korkuyorum diyor furuğ Ferruhza.
Ben de korkuyorum. Hem öyle çok korkuyorum ki bildiğiniz gibi değil. Kaldı ki yüreğini yitiren her ne olursa olsun insan korkmaz da ne yapar…
Kimsenin tadını kaçırmak karamsarlığa düşürmek gibi bir amacım yok asla.
Ancak ben yaşam sevincimi anlamlı düşlerimi aydınlık yarınlara olan umudumu yitireli öyle çok zaman oldu ki..
Aralarından bazılarıyla aynı masayı paylaşmış olmanın müthiş mutluluğu yeterli olmuyor artık hayata bağlanmama.
Şair edebiyatçı karikatürist yazar düşün insanı ve önemli sanatçılar ki onların aralarındaki en büyük bağ, hemen hepsinin Sosyalist/Komünist olmalarıydı. Yani doğuştan insan gibi insan doğmuş olmalarıydı. Bu bir insan için en büyük ödül muhteşem bir ayrıcalık ve onurdur bu hayatta.
Şimdi ben onlarsız yetimlerden de yetim öksüzlerden öksüzüm. Nasıl da büyüdü kalbimin yarımlığı ve hiç bir yarı, tamamlayamadı bu yarımı, sözüne denk düşer gibi.
Öyle ki; kendi yurdumda kendi toprağımda kendi insanlarım arasında gurbet ellerdeyim.
Gurbet o kadar acı ki ne varsa içimde
Hepsi bana yabancı, hepsi başka biçimde
Ne bir arzum ne emelim, yaralanmış bir elim
Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde
Ahh o eski zamanlar,eski aşklar, eski dostluklar eski insanlar derken, eski mekânlara uzanalım dedim biraz da.
Küllük
Yıl 1914′mü? belki de 1940 kışı, Orhan Veli geceden kalmış, pek muteber sevdiğinin hayalini kuruyor şimdi, Edip Cansever ağabeyimiz çok sevmiş Tomris Uyar’ı ama Turgut Uyar’ın ki aşkın söylenmemiş hali. Dert çok, sıkıntı, Nilgün intihar etti en temizi budur belki de, insanlar divane gibi boş boş dönüyorlar kendi çevrelerinde, “ne olacak ya hu ne olacak böyle?” homurdanan tanıdık bir ses yine. Gidip bir kahveye pineklemeli en iyisi, bütün dostlar oradadır şimdi, mesele yine aynı… Çayınızı karıştırırken Sait Faik ile göz göze geliyorsunuz. Kahvenizi yudumlarken Orhan Kemal önündeki kâğıda bir şeyler karalıyor. Kadeh tokuştururken Orhan Veli, Edip Cansever ile koyu bir sohbete dalıyor. Az ileride Cemal Süreya ile Can Yücel atışıyor. Dilerseniz daha gerilere gidelim. Mesela Yahya Kemal’in, Ahmet Hamdi’nin, Peyami Safa’nın bir köşeden çıkagelen Şair Mehmet Sıtkı Akozan “Sanmayın avare bülbüller gibi güllükteyiz / Biz yanık bir kor gibi akşam sabah Küllük’teyiz” diye andı burayı. Beyazıt Cami’sinin ana yola bakan tarafındaki bu bahçeli kıraathane, 1950′lerde adeta bir ilim irfan yuvasıydı. Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurullah Ataç, Peyami Safa, Necip Fazıl Kısakürek, Tarık Buğra, Fuat Köprülü, Ahmet Muhip Dıranas, Neyzen Tevfik, İlhan Berk, Reşat Nuri Güntekin ve Cahit Sıtkı Tarancı gibi isimler burayı sıkça ziyaret etti. Hatta Faruk Nafiz Çamlıbel ve Behçet Kemal Çağlar’ın 10. Yıl Marşı’nı Küllük’te yazdığı rivayet edildi. Mekânın sakinleri burayı o kadar benimsediler ki 1950′lerde yıkılan kahvede sadece çay, kahve, nargile içip sohbet etmekle yetinmediler. Bir de Eylül 1940′tan itibaren, adını yaşatmak için “Küllük” dergisini çıkardılar.
Meserret Kahvesi
Salah Birsel “Kahveler” kitabında buradan “Meserret Kahvesi tüm İstanbul’un kahvesidir. Orada hiç değilse bir kez oturmamış edebiyatçı da gösterilemez” diye bahsetti.
Sirkeci’de Ankara ve Ebusuut caddelerinin köşesindeki kahve, yazarlarla gazetecilerin uğrak yeriydi. 1900′lerin başında açılan kahvenin gediklileri arasında Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Sait Faik, Edip Cansever, Melih Cevdet Anday, Muzaffer Buyrukçu, Mehmet Rauf, Halit Ziya Uşaklıgil, Necip Fazıl gibi edebiyatçılar yer aldı.
Orhan Kemal birçok eserine burada başlarken kahveyi “Meserret Bâb-ı Ali’den ekmeğimi çıkarmaya çalışmanın başlangıç noktasıdır” diye andı.
İkbal Kahvesi
Arkadaşı Nurer Uğurlu “Orhan Kemal’in İkbal Kahvesi” kitabında ünlü yazarın hayatını anlattı. Oğlu Işık Öğütçü, Cihangir’de Orhan Kemal Müzesi’nin altına yıllar sonra aynı isimde bir yer açtı. Şimdi varın ünlü yazarın geçmişte Nuruosmaniye’deki bu kahveyle ilişkisini siz düşünün.
Bir dönem Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Ahmet Haşim’in de uğrak yeri, Orhan Kemal ve arkadaşlarının taktığı adla “Kahvetül-ikbal”, 1960′ların sonlarında kapanana kadar sabah sohbetlerinin ev sahibiydi. Muzaffer Buyrukçu, Nurer Uğurlu ve Orhan Kemal bu buluşmaları, düğün ertesi damat sohbeti anlamına gelen “Sabahiye”diye adlandırırdı. Edip Cansever, Musa Anter, Yaşar Kemal, Ece Ayhan, Rıfat Ilgaz, Oktay Akbal, Behçet Necatigil ve Sennur Sezer de İkbal’in gediklilerindendi.
Kulis Bar
Jorj Sütçüyan Beyoğlu’nda Atlas Pasajı’nda 1948′de açtı Kulis Bar’ı. Her sabah Çiçek Pasajı’ndan taze çiçeklerle süsledi. İçerisi büyük görünsün diye boydan boya aynalarla kapladı. Her daim uğrayan dostlarından biri gelmediğinde hasta mı diye meraklandı, aradı.
Atlas Sineması’ndaki galalarda, tiyatroların perde açmadığı pazartesi günlerinde en kalabalık zamanlarını gördü burası. Abdi İpekçi, Nadir Nadi gibi gazeteciler, Yaşar Kemal, Edip Cansever, Fethi Naci gibi edebiyatçılar, İzzet Günay, Fikret Hakan, Metin Erksan, Yılmaz Güney gibi sinemacılar müdavimlerindendi. Kadife kapısı tanıdıklara her daim açıkken, diğerleri “Burası kulüp” denilerek kibarca reddedilirdi. Mekân daha sonraNişantaşı’na taşındıysa da eski havasını bulamadı ve kapandı.
Lefter’in Meyhanesi
Nazlı Eray “Nevizade’de yarı karanlık Lefter’in Meyhanesi, beş parasız entelektüeller. Dipte çalan bir laterna, yanında garson Tanaş. Bu Tanaş herkesin derdini bilirdi, ona göre konuşurdu” diye andı burayı.
1950′lerde laternasıyla ünlenen meyhanede Kambur Panayot’un kolunu çevirdiği laternadan hep aynı şarkı,“Adalardan Bir Yar Gelir Bizlere” yükselirdi. Ama kimse şikâyetçi değildi. Çünkü burası öğleden sonraki pastane buluşmalarının ardından, edebiyatçıların akşam sofrasıydı.
Beyoğlu’nda bugünkü Nevizade’de Mavi Boncuk’un yerindeki meyhanede bir duble rakı, altı çeşit mezeyle sunulurdu.
Ülkü Tamer, Onat Kutlar, Kemal Özer, Adnan Özyalçıner, Ferit Edgü, Doğan Hızlan, Orhan Kemal, Sait Faik ve Özdemir Asaf, Lefter’in Meyhanesi’nin gediklilerindendi. Ülkü Tamer’in anlatımıyla Lefter 1964′te Ece Ayhan’a göre bando mızıkayla Yunanistan’a gönderilince mekân kapandı.
Lambo’nun Meyhanesi
40 kuşağının “Alaylılar Akademisi” diye nitelediği Lambo’nun Meyhanesi, Orhan Veli’nin Nevizade’deki keşfiydi. Hatta ünlü şair, büyük aşkı Nahit Fıratlı ile burada buluşurdu. Mekân o kadar küçüktü ki İlhan Berk burayı “Bir tramvay büyüklüğündedir” diye andı.
Leyla Erbil, Leyla Umar, Güner Kuban ve Mina Urgan gibi dönemin kadın edebiyatçılarının da sık sık uğradığı meyhane, veresiye defteri ile ünlüydü. Müdavimlerinin paraları çıkışmadığında Mösyö Lambo o deftere ya bir şiir, ya bir söz yazdırırdı.
Lambo, komünist olduğu gerekçesiyle meyhanesi kapatılınca ayakkabı dükkânı açtı ve onu çalıştırırken intihar etti. Sevenleri, bir devir böylece kapanırken onu hep tezgâhın arkasında Rus klasiklerini okurken hatırlayacaktı.
Hatay Restoran
1967′de Ali Demir’in Kadıköy’de açtığı Hatay Restoran, Cemal Süreya’nın öncülüğündeki edebiyat sohbetlerinin Anadolu Yakası’ndaki adresiydi. Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ece Ayhan, Salah Birsel, Adnan Özyalçıner, Sennur Sezer, Can Yücel ve Behzat Ay gibi isimler ciğeri ve humusu ile ünlü mekânın sık gelen konukları arasındaydı.
Süreya sayesinde restoranda anı defterleri tutulmaya başlanınca, burası tarihe defteri olan meyhane diye geçti. 1983′ten beri biriktirilen 11 ciltlik defterden seçmeler, şairin ölümünün 13. yılında “Hatay Meyhanesi Defterleri”adıyla kitaplaştırıldı.
Tomris Uyar ile Süreya’nın kadeh tokuşturduğu meyhanenin defterlerinde neler yoktu ki? Feyyaz Kayaca’nın şiirleri, Arif Damar’ın, Ece Ayhan’ın, Fethi Naci’nin notları… Aynı şanslı defterler Cemal Süreya’nın çizdiği ve “Sevgili, Edip!”ithaflı bir Edip Cansever resmini de gördü.
Degüstasyon
Mekân, Orhan Veli’ye “Canan ki Degüstasyon’a gelmez / Balıkpazarı’na hiç gelmez” dizelerini yazdıracak kadar popülerdi. Ahmet Haşim’in burada sandalyesi olduğu rivayet edildi. 1920′de İtalyan Subayı Maurandi Çiçek Pasajı’nın girişinde, bugün Otantik’in olduğu yerde açtığı Degüstasyon’u üç yıl sonra Edmondo Morrigi’ye devretti.
Lokanta 1930-1960 yıllarında en parlak dönemini geçirdi. Yahya Kemal, Ercüment Ekrem Talu, Faruk Nafiz Çamlıbel, Tarık Buğra, Eşref Şefik ve Sait Faik’in sık sık uğradığı meyhane, yazın Çiçek Pasajı’na masa koyduğunda, bugün de süren bir geleneği başlattığından habersizdi. 1970′lere gelindiğinde kadrosu değişen ve eski havasını yitiren meyhane 10 Mayıs 1970′te Çiçek Pasajı çökünce diğer meyhanelerle birlikte kapandı. İsmi halen Balıkpazarı’ndaki bir meyhanede yaşıyor.
Cumhuriyet Meyhanesi
Geçmişi 1800′lerin sonuna dayansa da, 1923′te o dönemki pek çok işletme gibi Cumhuriyet adını aldığı için, resmi kuruluş tarihi 1923 kabul edildi. 1940′larda işletmeye başlayan Koço Efanduli çizgisini ilk yıllardan itibaren korudu. Halen ilk açıldığı yerde, Beyoğlu Balıkpazarı’nda faaliyet gösteren meyhanede Mustafa Kemal Atatürk’ün de masası vardı.
Bu uzun soluklu mekân elbette devrinin önemli edebiyatçılarını da ağırladı. Sait Faik, Orhan Veli, Cahit Irgat, Cihat Burak gibi isimlerle anılan meyhane Atilla İlhan’ın da uğrak yeriydi. Hatta İlhan yıllar sonra Orhan Veli ile orada karşılaşmasını şu sözlerle andı: “Yağmur yağıyordu, rastladığımız ilk kitapçıdan Orhan Veli’nin (Kanık) yeni çıkmış kitabını almış, neş’e içinde, Balıkpazarı’na dalmıştık: ünlü Cumhuriyet Meyhanesi’ne gidiyoruz, çünkü pazar akşamıdır; öğrencilerin, en keyifli gecesi.”
.
YORUMLAR
Yazını okurken ürperdim. . .
Biliyor musun Denizeri sen aslında mükemmel bir duygusun.
Yazarsın demiyorum bak özellikle buna dikkatini çekerim. Çünkü artık yazar olmak çok kolay, tıpkı parayı basıp ehliyet almak gibi. Önemli olan duygudur.
Eğer kaleminin içinde duydu varsa, okuyucu için diyecek kelime yoktur.
Yukarıda okuduğum kişilerin çoğunu kaybettik. Hepsine Rahmet dilerim. Hepsi edebiyatımıza büyük eserler bırakıp o uzun yolculuğa çıktılar.
Fakat eminim ki senin ve senin gibi duygu yoğunluğu olan kişileri görselerdi, ilk yapacakları şey şu olurdu:
Sırtını sıvazlar, sonra da "Devam." Derlerdi.
Ben büyük bir yazar değilim ama naçizane şunu söylemek istiyorum. "Devam Denizeri."
Kalemini hiç bırakma.
Sevgiyle.
DEVRİM DENİZERİ
Yazılarından şiirlerinden öne, üyelerin çalışmalarına yaptığı muhteşem yorumlarıyla dikkatimi çekmişti. Ben de bu nedenle kendisine ‘ yorum sihirbazı’ yakıştırmasını yapmıştım. Müthiş analizi gözlemi çalışmaların ruhunu kavrayan derin sezgisi ve gıpta edilesi mütevazı yanıyla gönlüme taa o zamanlardan taht kurmuştu. Sevgim güvenim artarak sürdü bu günlere değin.
Yaratılış itibariyle her insan pek çok yetenek ve marifet sahibidir kuşkusuz. Ancak yine bir çokları bunların farkında bile olmaksızın kötü koşullarda sosyal yaşamdan çok uzaktalar maalesef.
Şair ve yazar olmak olabilmek konusuna gelince…Onlar da can çekişiyor açık açık. Herkes yazar şair hatta filozof! Peki ya bilinçli aydın dürüst samimi okuyucu..? Onlarda kayıplara karıştı. Önceki yıllarda on binin üstünde okunan çalışmalarıma şimdilerde dönüp bakan dahi yok.
Hiç kimse okumasa da; ben kendi yazdıklarıma bayılıyorum.. Katıla katıla gülüyorum..Düşünüyorum..Hüzünleniyorum ve kendime o kadar çok değer veriyor ve seviyorum ki..
Ben sonsuz 'bir duyguyum’ çünkü…
Ve sen benim canımın içisin DAVİDOFF’um…
.