- 1494 Okunma
- 9 Yorum
- 2 Beğeni
Kahramanın Yolculuğu - Bildiğim Dünya
“Fırtınadan da korkmaz mısınız?”
Deniz üzerinde patlayan havadan, fırtınada karayı görememekten ya da görüp de istemediğim bir yakınlıkta olduğunu farketmekten korkarım. Barometrenin başaşağı gidişinden, ana direğin çatırdamasından, dalga güvertenin üzerini yaladıktan sonra bir kişinin eksik olmasından da korkarım. Korkarım korkmasına da denizde değilim. Açılacak teknem yok. Tekneyi geçin, bir botum bile yok. Yıllardır güverteye ayak basmadım. Hal bu iken fırtınadan korkmam gerekirmiş gibi gelmedi.
“Peki ya fırtınada kalmış şu ağaçlardan?”
Biliyorum ki literatürde arborafobi diye bir kavram var: ağaçlardan korkma durumu. Ağaca çıkıp düşmekten değil, basbayağı ağaçtan korkmaktan bahsediyorum. Bir ara, gençlik yıllarımda, ben de buna yakalandığımı düşünmüştüm. Bu korkumu karanlık bir kış akşamı, benim gibi yeni yetme kuzenlerimle seyrettiğim Evil Dead adlı korku filmi ortaya çıkarmıştı. Filmde uyuyan Karanlıkların Efendisi uyandırılıyor, sözü geçen efendi de ağaçların bir kızın ırzına geçmesini sağlıyordu. Her ne kadar bu sahnenin etkisi fazla sürmediyse de bugün hala ağaçtan sarkan bir sarmaşık görsem o kış akşamına geri dönerim.
Dönüp bahçeye baktım. Evet, ağaçlardan başka bir şey görünmüyordu. Evet, ağaçlardan sarkan sarmaşıklar vardı. Ama Evil Dead 35 yıl öncesinde kalmıştı. Niye korkmam gereksin ki?
“Bir de şu gözle bakın. Bunlar loblolly çamları. Boyları otuz metreye varıyor. Bir fırtınada devrilseler sadece sizin evi değil, komşununkini de götürürler. Bu durum sizi endişelendirmiyor mu?”
Bu loblolly çamlarından komşunun bahçesinde de var. Onunkilerden biri devrilse demek ki benim ev de gidecek. Bir an önce komşumla bu konuyu konuşmalı, şu çam meselesini halletmesini söylemeliyim.
“Peki ya sizin bahçenizdekiler?”
“Az önce dediğiniz gibi. Benim evimin yanı sıra komşununkini de yıkacaklar.”
“Evet?”
“Kendi evim gitmişken komşununkinin derdine mi düşeceğim?”
“Beyefendi, anlatamıyorum. Öncelikle sizin eviniz gidecek. Sigorta yaptırmazsanız sokakta kalacaksınız.”
Umutsuzca çevreye bakında. Büfenin üzerindeki çerçeveli resimleri görünce.
“Bakın” dedi, “karınız var, çocuğunuz var. Bu ağaçlar devrilmesi yüzünden onların kış vakti sokakta yatmasına izin mi vereceksiniz?”
“Karımla kızımı merak etmeyin. Onların tuzu kuru; hiç bir şeycikler olmaz onlara.”
“Niye olmasın ki beyefendi? Birlikte yaşamıyor musunuz yoksa?”
“Tabii ki yaşamıyorum. Niye birlikte yaşayayım?”
Anlamadan yüzüme baktı. Parmağımdaki alyansımı kontrol etti. Resimlere tekrar göz attı. Arkasını dönüp yemek masasının yanında duran oyuncak ata baktı. Açık kapıdan görebildiği oturma odasının çocuk kitapları ve bulmaca parçalarıyla kaplı halısını seyretti. Sonra bana dönüp sordu:
“Nasıl yani?”
“Çok basit. İki yıl önce her ikisi de bir araba kazasında öldüler. Baptist kilisesinin mezarlığında yatıyorlar. Çamlardan korkacak halleri yok.”
Yaka kartı olmasa adının Dennis Haysbert olduğunu hatırlamayacağım sigortacı bey ayağa kalktı, yemek masasının üzerine yaydığı broşürleri topladı, sunumunda kullandığı dizüstü bilgisayarını çantasına koydu ve hiç bir söylemeden çıkıp gitti.
Ben de yemek masasında oturduğum sandalyeden kalktım, fincanıma biraz daha kahve koydum ve cam kenarına gidip en yakındaki çamı seyretmeye başladım. Çok geçmeden, birkaç saat sonra bir sincap yukarı doğru tırmanmaya başladı.
YORUMLAR
"Çok geçmeden, bir kaç saat sonra" bu adam zaman mevhumunu kaybetmiş. Hala ortalıkta duran oyuncaklara bakarsak zamanı durdurmuş diyebiliriz. Sincabın bir kaç saat sonra görünmesini "çok geçmeden"" diye anlatmasına bakarsak ne olursa olsun zaman onun için hızla ilerliyor diyebiliriz sanırım.
Kötü Ruh'a gelince kan kan kan...Son filmi saçma bulduğumda "Korku filmi bu, ne bekliyorsun demişti arkadaşım." Göğse on santim saplanmış cam kırığının toplu iğne gibi çıkartılması, kopan uzuvlara rağmen şoka bile girmeden dolaşan insanlar aklımda kalanlar. Eski Kötü Ruhlar yenisinden daha başarılıydı sanki. Tamam korku filminde mantık baskın değildir ama bu kadar da mantıksız olması inandırıcılığını kaybettirdi bence. Litrelerce kırmızı boya harcanmış. Merakla beklediğim film kıpkırmızıydı. Yine testere yine testere...Bütün bunlara rağmen sonunda bir tek kurtulan kalmayan Türk korku filmlerinden elli kat daha iyi olduğunu düşünüyorum. Oysa yaşadığımız coğrafyanın mitolojileri incelendiğinde bile dünyanın en iyi gizem, gerilim, korku filmleri yapılabilir. Neyse buraya nereden geldim. Evet, ağaçlardan sarkan sarmaşıklar ve çocukluk korkuları. Benim çocukluğumun Evil Dead'ı olmadı ama kabus gibi babaanne hikayeleri bu eksikliği hiç hissettirmedi. Onun yüzünden hala kedileri sevmem. Ve kurbağaları.
Ben yine klasik talebimi de belirteyim: Yazılarınızın daha uzun olmasını diliyorum.
Saygılarımla.
Aslına bakarsanız hayat bir bütündür. Hayatın içindeki sahneler ise bütünün parçaları. Olay şu ki hayatın parçaları içinde alacağınız bir karar, yaptığınız bir davranış yada benzeri şeyler ondan sonraki parçaların gidişatını değiştirir. Çok sevdim bu öyküyü.Kendim yazarken de insanların hayatındaki kısacık kesitler en sevdiğim duraklardır.Beğenerek okudum...kaleminiz daim olsun...
sigortacı faka basmış.
en büyük kaybı yaşamış birini hangi afetle korkutabilirsiniz ki... sigortacı gördüklerinden yola çıkarak ikna gücünü kullanmış ve yanılgının şokuyla evi terketmiş. bir insan en sevdiklerini kaybederse bundan daha büyük kayıp olmadığını bilir... belki de ağacın devrilmesini dört gözle bekliyordur... ve anılarıyla birlikte gömülmek hiç bir şey olmamış gibi.... komşular mı kimbilir belki de ölüm herkes için kurtuluştur.
Başlıkla öykünün alakasını çok kuramadım doğrusu, daha doğrusu şu kahramanlı olan kısmı.. ama sigortacı tam kendine yakışanı yaptı. Nedense onlardan oldum olası haz etmem, elimde değil. Çok fırsatçı halleri var ve bu beni rahatsız ediyor. Belki de seni düşünüyormuş gibi yapıp, aptal yerine koyulmaktir asıl sebep. İşleri bu bile olsa... tabi bu kadar bencil bir insanın yanında sigortacı bile saf kalmadı değil.. aslında her şey birbiriyle ne kadar da bağlantılı. Iki yil once kazada karısını ve çocuğunu kaybetmis biri icin komşusunu dusunmemesi onu ne kadar bencil yapar? Kalp bulundugu ortama alışmada burundan daha az mahir degil galiba...
Kutlarim. Guzel bir öyküydü.
İlhan Kemal
Edebiyat kuramında Hero's Journey (Kahramanın yolculuğu) diye teorik bir yapı var. En eski mitolojik anlatılardan günümüzün filmlerine kadar bir çok eserde bu teorik yapı hayata geçirilmiş durumda. İlk adımda 'kahraman' günlük hayatında, sıradan yaşantısında, bildiği dünyada yaşamaya devam etmektedir. Her şey yolunda gibi gözükür ama değildir. En azından o kendi hayatında bir şeylerin yolunda olmadığını hissetmektedir ama ne olduğunu da söyleyememektedir. Bir sonraki adım Maceranı Çağrısıdır. Sonraki Çağrıyı Reddediş'tir, filan... Normalde epik bir romanın basamakları olan bu yapıyı ben öykü yazmak için kullandım. Bir sonraki öykü de (Maceranın Çağrısı) bu teorik yapıya dayandırılacak ama bir romanda ya da filmde olduğu gibi bir önceki bölümdeki kahraman oynamayacak.
Geçen aylarda meraktan bir sigorta şirketinin eleman alımı gününe gittim. O günün hatıraları bu öyküde yer aldı. Sigortacıları çok kişi sevmez ama benim orada denk geldiğim adayların hepsi hayatlarını bir kademe iyileştirmeye çalışan ama bunu yapmak için yeterli donanımı olmayan (Eğitim, iş beratı), bu yüzden de sigortacılık yapmak zorunda kişilerdi. İster istemez empati yapıyor insan.
Kahraman bencil mi? Öyküyü yazmayı bitirdiğime göre benim yorumum da sizinkinden daha geçerli değil. Yine de şu noktaları hatırlatmak isterim: Adam gündelik hayatında ne yapıyor? İki yıldır çocuğun oyuncaklarını toplamamış. İşe gidiyor mu, belli değil. Çok geçmeden mevhumu birkaç saati içeriyor (Yani saatlerce camdan bir noktaya sabit bakıyor) Bencillik dışında başka bir durum söz konusu olabilir mi? Saygılarımla.