- 740 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SEZAİ KARAKOÇ’UN DÜŞÜNCE DÜNYASINDA MEVLANA
SEZAİ KARAKOÇ’UN DÜŞÜNCE DÜNYASINDA MEVLANA
Ümmühan KORKUT*
ÖZET
Sezai Karakoç, düşünce ve sanat hayatında çok geniş bir yelpazeden beslenmiş, mütefekkir ve sanatkâr kimliği ile kendinden sonraki kuşaklara örnek olmuş, modern Türk edebiyatının bilhassa modern Türk şiirinin önemli bir ismidir. Fikirlerini, incelemeye aldığı düşünce adamlarının hayatlarının fikirlerinin ve zikirlerinin üzerinden anlatmaya aktarmaya çalışmıştır.
Bu makalede Sezai Karakoç’un fikir dünyasına ışık tutan yol gösteren yayımlanmış üç inceleme kitabından birisi olan ‘‘Mevlana’’ isimli kitabı, Sezai Karakoç’un fikir âlemi, diriliş düşüncesi, dönemin Anadolu’su ve Karakoç’un gözüyle Mevlana’nın ele alınan yönleri tespit edilmek amacıyla incelenmiştir. İncelenen bu eser sonucunda özelde Sezai Karakoç’un düşünce dünyasında Mevlana genelde de birçok mütefekkirin Anadolu’ya sebepsiz, amaçsız gelmemiş olduğu düşüncesi hâkimdir. Garbın ve Şarkın birleştiği noktada Anadolu’da böylesine bir mütefekkirin tesadüfî bulunuyor olması Sezai Karakoç’un düşünce dünyasındaki Mevlana’ya uygun değildir. Sezai Karakoç’un fikri dünyasından yaşam biçimine yansıyan diriliş düşüncesinin, incelemeye aldığı Mevlâna’nın hayatından yansımaları tespit edilerek diriliş fikrinin devirler öncesinden de olduğu belirtilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Mevlâna, Sezai Karakoç, Anadolu, Diriliş.
Giriş
Sezai Karakoç, mütefekkir ve sanatkâr kimliği ile modern Türk edebiyatının özellikle Türk şiirinin önemli bir ismidir. Şiirlerinin yanı sıra hikâye, deneme, piyes ve çeşitli konularda düşünce, hatıra ve edebiyat yazıları ve inceleme eserleri vardır. Eserlerinde fikren kendini yakın hissettiği ve eleştirdiği insanlara atıflar yapmıştır. Bu bağlamda birçok düşünce ve sanat adamının onun düşünce ve sanatında yeri olmuştur. Bazıları hakkında yoğun düşüncelere sahiptir ve bunlar hakkında tespitleri, değerlendirmeleri vardır. ‘‘Yunus Emre’’, ‘‘Mevlana’’ ve ‘‘Mehmet Akif’’ adıyla bu incelemeleri kitaplaştırmıştır. Bunların yanı sıra Muhiddîn-i Arabî, İmam Rabbânî, Necip Fazıl gibi mütefekkirlerle de yakından ilgilidir. Eserleri içinde inceleme kitapları ayrı bir yer tutar; zira bunlar bu mütefekkirin savunduğu ideallere ve düşünce sistemine destek veren ışık tutan ve Sezai Karakoç’un edebiyat hayatında yapmak istediklerini yansıtır. ‘‘Şiirlerinde batıcılara karşı tenkîdî bir tavır geliştiren şair düşünce yazılarında deneme türünü kullanmıştır. Seçilmiş konularda odaklaşan sade bir yazış üslubu vardır.’’(Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, 1998: s.181). Kendi fikri dünyasına göre seçtiği konu ve kişileri Diriliş düşüncesi etrafında kendine has sade ve düşündüren üslubuyla şekillendirmiştir. ‘‘Diriliş’’ diye adlandırdığı düşünce örgüsü, eski medeniyetimize ait değerleri canlandırma ve bunun ışığında çağdaş bir kişilik oluşturma yolundaki bu düşünce, aynı zamanda Batı ile bütünleşme sürecinde oluşan fikri değişimlerin gerçek bir tenkidini de ihtiva etmektedir. Yazılarında bu ‘Diriliş Düşüncesi’ni geliştirmiş geçmişteki kültür değerlerimizin yorumunu yapmış, bunun ışığında insanlığın çağdaş durumuna eğilmiştir. Diriliş, İslâm’dan ayrılıştan sonra ona yeniden dönüştür. XIII. yüzyılda bu dönüşü, dirilişi yaşamaya ve yaşatmaya çalışan Mevlâna bu sebepledir ki Karakoç’un düşünce çerçevesine fikri ağına takılmış ve bu sebeple kendine özgü üslubuyla incelemeye almıştır.
‘‘ Sezai Karakoç’un ‘Mevlâna’ adlı biyografi çalışması, Diriliş dergilerinin yedinci döneminde,19 Aralık 1988 tarihli 22.sayı ilâ 27 Mart 1989 tarihli 36.sayılarında 15 bölüm olarak yayınlanmış, daha sonra aynı şekilde kitaba dönüştürülmüştür. Bu eser klasik bir biyografi kitabı değildir. Zaten Karakoç’un böyle bir hedefi de yoktur. Mevlâna’yı kendine özgü üslubuyla ele almış ve değerlendirmiştir.’’(Baş, 2008: s.427). Münire Kevser Baş’a göre bu bir biyografi çalışması olsa da tam anlamıyla biyografik bir çalışma demek doğru olmaz. Çünkü Karakoç Mevlâna’yı anlatırken bir bakıma kendi ideallerini anlatır, kendi dünyasını, amacını yansıtır. Mevlâna’nın doğumundan ölümüne tek düze bir anlatım değildir bu. İdeallerinin yansımasıdır. Karakoç’a göre idealsiz yaşamak ölümdür. Çünkü ‘‘İdealin güçlükleri hayatın kolaylıklarından daha büyük haz verici bir zenginliğin kaynağıdır.’’(Hatıralar, 1991: s.123-124). Fakat buna karşılık, Türkiye’de, fikir ve ideal adamının bir değeri ve ciddi bir etkinliği yoktur. Yıllar öncesinde de fikir adamları döneminin içerisinde anlaşılamamış veyahut yanlış anlaşılmıştır. Kendisi gibi anlaşılamayan fikir adamlarını incelemesi, hakkında derin düşüncelere sahip olması, kendini yakın hissetmesi bu anlamda çok makul bir davranıştır.
‘‘Doğu’nun büyüklerini bildiği gibi, Batı’nın fikir ve sanat dünyasıyla da yakından ilgilidir. Ona göre Doğu’yu bilmek, kendini bulmak; Batı’yı bilmek ise kendini doğru ifade edebilmek bakımından önemlidir.’’ (Baş, 2008: s.426).
Karakoç’un kendi üslubuyla kendi bakış açısıyla ele aldığı Mevlâna ‘‘İlköğrenimini babasından almıştır. Küçük yaşta babasının görünürde olan sebeplerden biri olarak Moğol tehlikesi üzerine ailesini ve müritlerini toplayıp Anadolu’ya göçmesiyle birçok şehir gezmiştir. En son durakları ise Konya olmuştur ve oraya yerleşmiştir. Bahâeddin Veled’in ölümüyle onun yanında onun ilmiyle yetişmiş olan oğlu Mevlâna geçmiştir. İlmini arttırmak için Halep ve Şam’a gitmiştir. Geri döndüğünde ise medresede ders, camilerde vaaz vermiştir. Şems-i Tebrizî ile tanışmasından sonra dersleri ve vaazları bırakmıştır. Şems’e gösterdiği ilgi halk arasında yanlış anlaşılmış ve dedikodular başlamıştır. Şems-i Tebrizî bu dedikodular üzerine ansızın ortadan kaybolmuştur. Mevlâna Şems’in gidişinden büyük üzüntü duymuş ve geri gelmesini talep etmiştir. Fakat bu dönüşünde de dedikodular durmamış devam etmiştir. Şems bu kez geri dönmemek üzere gitmiştir. Kimi kaynaklarda öldürüldüğü belirtilse de kesin bir bilgi yoktur. Mevleviliği örgütleyen ise oğlu Sultan Veled’dir. Doğu-İslâm kültürünün en büyük düşünür ve şairlerinden olan Mevlâna Farsça-Türkçe karışık birkaç şiiri dışında bütün yapıtlarını Farsça yazmıştır. Irk, din ayrımı gözetmeden bütün insanlığa seslenen, birliği, hoşgörüyü, iyiliği öğütleyen, aşkı en yüce değer sayan düşüncesiyle yalnız Türk şiirini değil, Doğu şiirini de beslemiştir. Birçok dile çevrilen Mesnevi’si âyetler, hadisler, Senaî, Attar gibi ozanların şiirlerinden alıntılar, öyküler, öğütler yoluyla tasavvufu açıklayan bir yapıttır.’’(Özkırımlı, 2004: s.899-900). Mevlâna’nın bulunduğu, kendini geliştirdiği, kök saldığı Anadolu, devrinin en sıkıntılı yıllarındadır. Her yüzyılda bir gelen âlimlerden olan Mevlâna’da kendi devrine bir ışık olarak gelmiştir. Anadolu’da bulunmasını tesadüf olarak adlandırmak Karakoç’a göre mümkün değildir. XIII. yüzyılda Anadolu siyasal bakımdan pek çok kargaşanın yaşandığı, olağanüstü hareketli büyük bir kaynaşma ve oluşma dönemidir. Bu dönemde Anadolu’ya göç eden Mevlâna gibi velîler, Anadolu’nun Moğol baskılarıyla sarsılan içtimai ve siyasi ortamında insanların inançlarını koruyan ve onların direncini besleyen bir sığınak gibidir. Bu sebeple Mevlâna her yönüyle incelenmeyi hak eder.
Mevlâna
Eser beş başlık altında toplanmıştır. ‘‘Mevlana’’ adıyla ilk bölümde Anadolu’nun genel durumunu, mütefekkirlerin Anadolu’ya göçünün sebepsiz olmadığını ve Mevlâna’nın hayatının Sezai Karakoç’un gözüyle anlatımıyla başlar.
‘’Ölümü düğün gecesi (Şeb-i Arûs) olarak anlayan insana tesir edecek hangi güç vardır? O güçlü, yenilmez insan, Mevlâna’dır. Ölüme ve hayata, zamana ve tarihe yenilmeyen insan.’’ ifadeleriyle Karakoç Mevlâna’yı tanımlar.
Karakoç esere Anadolu’nun başlangıcından başlayarak Haçlı saldırıları, Moğol istilaları gibi sıkıntıları kendi üslubuyla anlatmıştır. Mevlâna’yı anlatabilmek için Anadolu’yu bilmeye öncelik vermiştir. Moğolların istilasında yanıp kavrulan Anadolu tekrar tekrar küllerinden doğup kendi medeniyetini doğurmuştur. Bu yanış, kavruluş esnasında Anadolu’nun Mevlâna’sı vardır.
Anadolu kadar, Doğu’yla Batı’nın kapıştığı, küfürle İslâm’ın çarpıştığı bir başka toprak yoktur. 600 küsur yıl evvelinde Anadolu’da yerleşen, yetişen, yeşeren bir medeniyet kuruldu. Doğu ile Batı’nın kursağında akla karanın mücadelesinde küfürle İslâm’ın çatışmasında Anadolu kendi medeniyetini oluşturdu. İslâm’ın ezeli ve ebedi düşmanı fark etti ki, Doğu’nun ve Batı’nın kaderi Anadolu’da düğümlenmiştir. Anadolu’da İslâm ve küfrün savaşında Haçlı katliamlarında mümin kanlarıyla sulanan topraklara yeni mümin gücü Maveraünnehirden gelmeliydi. Maneviyatı yenilemek ve tazelemek için yeni yeni akışlar olmalıydı. Bu yüzden hiç eksilmeksizin, ilim insanları, manevi âlem insanları kitlelerin ruhu kalbi olarak akın akın geldiler.
Karakoç, Mevlâna’nın Anadolu’da yerleşmesini bir tesadüf olarak görmemekte ve bu konu üzerinde önemli değerlendirmelerde bulunmaktadır. Horasan’dan göçüp Anadolu’ya gelenler Haçlılara karşı İslâm için gelenlerdi. Bunların yanı sıra Allah yolunda savaşmak için gelenleri yalnız bırakmamak için Anadolu’ya ilim insanları gelmiş ve Haçlılardan sonra Moğol istilasını öngörmüşçesine Anadolu’yu ilmi ruhi açıdan geliştirmiş, sağlamlaştırmıştır. Bu göçte gelen âlimlerden birisi olan Sultan’ül-Ulema olarak bilinen Bahâeddin Veled’de oğlu Mevlâna ile beraber göç etmiştir. Mevlâna’nın babası Bahâeddin Veled’in ata yurdu Harzemşahlar ülkesini bırakıp Anadolu’ya gelmesini gündelik sebeplerle açıklamak Karakoç’a göre yetersiz bir izah olur. Muhakkak onu harekete geçiren bir takım bahaneler vardır. Ama Karakoç asıl sebebin Bahâeddin Veled’i yönlendiren, kaderin yüksek iradesine, yalnız şimdiki zamana değil, geleceğe de hükmeden ilahî bir değerlendirmenin ölçüp biçme sırrının tesirinin olduğu fikrindedir. Çünkü Karakoç’a göre manevî eğitimden geçmiş insanların, önemli bir hayat değişikliği kararını vermeleri için, dış sebeplerin yeterli olmadığı, mutlaka içlerinde ‘‘izin’’ çıktığına dair bir işaret beklediklerini düşünmektedir. Aynı şekilde Bahâeddin Veled’in yerleşmek için Konya’yı uygun mekân olarak seçmesini de bu bakış açısıyla değerlendirir. Çünkü Bahâeddin Veled, Belh’den çıkınca, doğrudan Konya’ya gelmiş değildir. Mevlâna’nın babası âdeta bir sezgiyle aradığını Konya’da bulmuş ve orada yerleşme kararı almıştır. Bu arayışın merkezinde şüphesiz Mevlâna vardır. Çünkü ona göre ‘‘ bir rasathane dürbününün dönüp dönüp sonunda aranan yıldızı gökte buluşu’’(Karakoç, 2014: s.14)gibi bir olaydır. Karakoç, Mevlâna’nın böylesine küçük yaşta gelişi olayını ise ‘’erenlerin kervanında, omzunda gökleri taşıyan bir çocuk’’olarak nitelendirir. Karakoç Anadolu’nun seçilmesindeki en önemli etken olarak, Doğu’yla Batı’nın karşı karşıya geldiği yer olmasını gösterir. Maddi savaşın bittiği manevi savaşın başladığı dönemde Mevlâna büyümüştür. Öncesinden ayarlanmışçasına gelen âlimler Anadolu’ya kök salmış ve insanları bu yolda hazırlamışlardır. Anadolu da yaşanan bocalayıştan sonra gelen isimsiz dirilişte Mevlâna’nın rolü büyüktür.
Mevlâna iyi bir eğitim görmüştür. Hem akli ilimleri öğrenmiş hem de babasından ve onun halifelerinden manevi ilimleri tahsil etmiştir. Mevlâna hayatının belli bir döneminden sonra ansızın büyük bir değişiklik geçirip birden bire olduğundan başka bir Mevlâna olmamıştır. Hiçbir değişim ve oluşum birdenbire olmaz her şeyin derinlerde, görünmeyen planda yavaş ve uzun bir hazırlanma dönemi vardır. Mevlâna’da da bu böyle olmuştur.
Mevlâna’nın ilişkilerinden dolayı Mevlâna’yı ‘‘Moğol işbirlikçisi’’ göstermenin yanlış olduğuna değinen Karakoç, bunu açıklamaya çalışır: ‘‘Moğollarında Müslüman olacağını anlayan, sezen ya da bilen Mevlâna’nın onlarla da dolaylı olarak ilişkisini az çok sürdürmesi, görevinin bir parçası değimliydi?’’. Mevlana’nın yöneticilere yakınlığı işbirliğinden değildir. Halka destek olmak için yöneticilerden yardım istemesinden dolayı ve de halkla yöneticiler arasında kopukluğu gidermek içindir.
Karakoç’a göre ‘‘Mevlâna medresede ders vermekle yetinilemeyeceği görüşündedir. Devlet görevlileri hatta halk uyandırılmaya aydınlatılmaya muhtaçtır. Ancak bu aydınlatma klasik metodla yapılamaz. Ders, medrese, vaaz ve nasihat camide etkili olur ama bunların dışında da geceli gündüzlü bir telkin ağı kurup Müslümanları Hıristiyanlık ve putperestlik etkilerinden korumak gerekiyor. Yani Mevlâna, halkın çevresindekilerin, yöneticilerin ve herkesin anlayabilmesi için medresede ders vermek yerine şiirsel üslupla anlatacaklarını anlatır.
Karakoç Mevlâna gibi velîlerin gönül yolunda daha da ilerleyebilmek için aşk ateşiyle yanarken yanlarına yoldaş gerektiğini düşünmektedir. Karakoç Mevlâna’nın gönül yolculuğunun bu noktasında yanarken bir dost bir yoldaş bekliyordu. Tıpkı şeyh mürid ilişkisi gibi birbirlerine yol gösteren yoldaş olan Şems-i Tebrizî geldi ve onda olan ateşi körükledi. Mevlâna kendini buldu. Mevlâna ve Şems’in buluşması Doğu ile Batı’nın buluşması gibidir.
Şems Mevlâna’nın gönlünün ilk silahını denediği nişan tahtasıdır. Bir yankıdır. Onunla konuşmak Mevlâna için bir monologdur. Bu durum ayniyle Şems içinde geçerlidir. Mevlâna ve Şems-i Tebrizî aynı ruhun iki yüzü, bir elmanın, bir olmanın iki yarısıdır. Korkulu bir yola başlayan için bir arkadaş gerekir. Kendi kendimize söylemeye cesaret edemediğimiz şeyi o bize yüksek sesle söylesin diye.
‘‘Bütün olup bitenler belki farkında değillerdir ama ham ruhların olgunlaşması içindir; Mevlâna ile Şems adeta bir oyunda bir diyalogla bir mesaj veriyorlar. Oyundan bir anlam çıkarmalıdır çevre.’’(Karakoç, 2014: s.43). Mevlâna’nın etrafındakiler Şems-i Tebrizî ile olan münasebetten rahatsız olup kıskanmışlardır. Kendi usullerinden farklı bir yola gidilmesi nefislerini zorlamış ve Şems-i istememişlerdir. Şems-i Tebrizî ikinci kez gidişinden sonra geri dönmemiştir.
Karakoç’a göre, Mevlâna yeni bir yol çıkarmayı aklının ucundan bile geçirmemiştir. Öncekiler gibi onunda tek gayesi hakikati olduğu gibi ortaya koymak unutulmaya yüz tutmuş olanları hatırlatmaktı. Bu bağlamdan hareketle söyleyecek olursak eğer Mevlâna, Sezai Karakoç’un diriliş düşüncesinde yer alan İslâm’ın tekrar dirilişi, varlığını yüceltmesi fikrini asırlar öncesinden başlatmıştır. Yolları aynı hedefleri aynı fakat zamanları farklıydı. Mizaçları farklı hastalıklar, ilaçlar ve tedaviler çok sıhhat ve şifa tektir. Mevlâna’da çağının manevi hastalıklarının yaygınlaştığını görmüştür. Mevlâna imanla birlikte ahlakı da telkin etmiştir çevresine. Telkin etmekle kalmayıp örnek olmuştur. Buna örnek olarak da Mevlâna’nın bir papazın kendi karşısında eğilmesi sonucu kendiside bıkmadan eğilip saygı göstermiştir. Bunun sonucu olarak papaz Müslüman olmakla şereflenmiş, kurtulmuştur. Bu menkıbe bir semboldür. Eğilmelerden kasıt tevazudur. Mevlâna papaza, Müslüman Hıristiyan’a tevazuda üstün gelmiştir. Görüşte tevazu yeterli değildir. Asıl tevazu içte olmalıdır. Gerçek mütevazı Mevlâna, görünüş tevazucusu papazı ruh ve gönlün alçak gönüllülüğün esas yeri olması sebebiyle yenmiştir.
Karakoç Mevlâna’nın eserlerinin tümünü ‘‘bir türkü, bir şiir, bir nutuk, bir öğüt gibi düşünmek mümkün’’ der. Mecalis-i Seb’a’sını 7 toplantı, 7 toplanış, 7 toplayış olarak değerlendirir. Kendi deyişiyle konuşması şiir olmuş olan Mevlâna karanlıklar içinde aydınlığa ilerleyip kendinden sonrakilere yol açmıştır.
‘‘Ne olursan ol gel’’ çağrısı tüm eserlerinde bulunacak olan öz bir parçadır.
Mevlâna diyor ki ‘‘gel ne olursan ol yine gel’’ bu sözün aslının İran kaynaklı olduğu söylense de Mevlâna’da anlam kazanıp vücut bulduğu kesindir. Anlatmak istediği çağrı insanoğlunadır. Karakoç’a göre Mevlâna ne olursan ol ‘‘Putperest, Hıristiyan olsan da’’ gel diyor. Gel diyor fakat geldiğin gibi kalma. Gel kendine itiraf edemediğin mutsuzluğu, umutsuzluğu, çaresizliği, arayışı bırak ve kımılda bir adım at ve gel sonrası kurtuluşa erer İslâm’da umutsuzluk yok gel diyor. ‘‘Burası, bu dergâh korkulacak bir yer değildir’’diyerek hem İslâm’a davet ediyor hem İslâm’ın hoşgörüsünü anlatıyor.
Bir takım insanları İslâm’ın battığını sandıkları bir dönemde Mevlâna umutsuzluğa hiç düşmedi ve İslâm’ın ilerleyeceğini hep düşündü. Nitekim yüzyıl sonrasında Anadolu’da bütün Moğollar birçok Hıristiyan ve Yahudi’nin Müslüman olması ve Müslümanların yeniden büyük bir devlet kurmalarıyla medeniyetlerinin parlak dönemini başlattığı görülür. Mevlâna’nın umudu boşuna değildir.
Molla Cami’nin Mevlâna için söylediği ‘‘Peygamber nist, veli dared kitap’’(Peygamber değildi fakat kitabı vardı)sözünü hatırlatan Karakoç bu sözün, Mesnevi’nin Rahmani kaynaklı olabileceğini en güzel şekliyle ifade ettiğini söyler. Yine Karakoç’un ifadesiyle ‘‘Şüphesiz Mesnevi vahiy değil ilhamın en üst derecesinde son sınırındaki bir yücelmenin derlediği ve değerlendirdiği görülmemiş çiçeklerden oluşmuş ilham verimi bir eserdir. Karakoç, eğer Mesnevi, Mevlâna’nın erdiği ‘makam’dan konuşması ise Divan-ı Kebir’deki şiirlerinde ‘hal’lerin bir demeti olarak ifade eder. Yani Mevlâna her bahar tabiata dalmış ve ondan heybelerini gülle doldurarak alacağını almış. Mevlâna, tabiata, mevsimlere, bahara dalmış ama orada kalmamış, orda manevi âleme, manevi bahara, ilâhi aşka geçmiş. Artık bu gül başka bir gül bu bahar başak bir bahar bu şarap başka bir şarap bu aşk başka bir aşktır. Mevlâna’nın şiirleri tasavvufun ta kendisidir gölgesiz saf gönül sesleridir. Edebiyata açılan Mevlâna onu da davasının bir aracı yapmasını bilmişti.
Mesnevi temelde bir eğitim kitabıdır Kur’an öğretisini ruhlara sindirme derslerinden oluşan bir kitaptır. Direkt metodla değil de en direkt metodla Kur’an hakikatlerini öğretmek için değil yaşatmak müminleri kuran ahlakıyla ahlâklandırmak onların ruhlarının Kur’an’la donatmak güçlendirmek amacıyla çırpınıyor Mevlâna. Bir bilinçlenme öğretisidir Mesnevi. Veliler hayatlarında da öldükten sonrada müminlere tesir etmek onların gidişlerinde bir iyileşme yükselmeye hizmet etmek anlamında tasarruf sahibidirler. Hem yetiştirdikleri insanlar hem eserleri bu görevi yerine getirir. Hz Mevlâna’nın Anadolu üzerinde böyle bir manevi tasarrufu vardır. Mevlevilik ocağında yetişenler Mesnevinin Anadolu insanının ruh yapısının oluşmasında büyük katkıları olmuştur.
İkinci başlık olan ‘‘Mesnevi’den (Başlangıç)’’ bölümünde Mesnevi’nin ilk on sekiz beyitinin Türkçe anlamlandırılması verilmiştir.
Mesnevi’den (Başlangıç)
Yakınıp duran şu neyi dinle
Ayrılık ne demek ondan anla.
Beni kamışlıktan kestiler keseli,
Ben ağlarım, ağlatırım kadınları, erkekleri.
Şerha şerha yarılmış bir sinem olmalıydı ki,
O zaman anlataydım ki ne derttir bu özlem derdi.
Kendi öz toprağından ayrı düşmüş olanlar,
Orda geçen o mutlu zamanları anar, arar.
Ben her yerde, her toplulukta inledim durdum;
İyilerle de düşüp kalktım, kötülerle de kalktım oturdum.
Herkes benim dostum sanıyordu kendini;
Kimse bilmedi ama sırrı ta içindeki.
Sırrımı söylüyorum işte haykırarak, ama,
Gözlerde görecek nur yok, duyacak güç kulaklarda.
Can vücuttan saklısız, vücut candan;
Ama izin yok ki ruhu görsün insan.
Ateştendir şu neyin sesi; yelden, sudan değil;
Kimde yoksa bu ateş, insan değil.
Aşkın ateşidir fışkıran ağızdan.
Aşkın coşuşudur şarabı kabartıp duran.
Dostundan ayrılanın dostu neydir; bizim elin neyleri,
Perde perde yükselip yırttı bizim perdeleri.
Ney gibi öldüreni, kurtaranı kim görmüş;
Neyden üzgün, neyden daha şen olanı kim görmüş?
Ney kanlı bir yolculuğu anlatır da anlatır;
Aşk hikâyelerini, Mecnun’u anlatır da anlatır.
Ağzı yalnız kulaktır dinleyen, sayan;
Aklı yalnız sarhoşlardır arayan.
Üzgün günlerimiz bitmez bir güz oldu;
Ömür kömürümüz ateşte köz oldu.
Günler geçip gittiyse ağlamaya ne gerek!
Var olsun el uzatan ermiş insan, olgun dilek.
Balıktan ötesi bol suya kandı;
Günü geçmiş olanın geçim yolu tıkandı.
Olgunun durumundan ne bilsin bizcileyin ham kimse;
Sözü kısa keselim öyleyse.
Üçüncü bölüm ‘‘Düğün Gecesi’’ başlığıyla Mevlana’nın ölümü Şeb-i Arûs olarak adlandırmasını esas alarak bir Velînin ölümünün ancak bir ilerleme olabileceğinden bahsedilmiştir.
Karakoç’un ifadesiyle ‘‘Bu gece bir yas gecesi olamazdı, bir düğün gecesi olabilirdi ancak. Çünkü: büyük insanlar için hep ilerleme vardır. Ölüm en büyük ilerlemedir onun için. Bir yandan, bu dünyada, izi ve eseriyle, sönmemecesine yaktığı meşalelerle sağ ve diri olarak yaşarken, öte yandan, ebedîlik dünyasında da, bütün bir ömür özlemini çektiği, aşkıyla ateş harmanı gibi savurduğu bir birlik ve bir topluluk, geçmez güzellik ve yıpranmaz gerçekler dünyasına ölümün yanına yaklaşamayacağı bir dirlikle geçmiştir. Ölümle bir hayat ortadan kalkmamıştır, bir hayat iki hayat olmuştur. Sönmemiş parlamıştır.’’. Bu durumda Mevlâna’nın Şeb-i Arûs’undan sonra dünya yolculuğu bitmiş yeni bir yolculuğu başlamıştır.
Dördüncü bölümde Mevlâna’nın ve Mesnevi’nin yeterli derecede anlaşılmadığını ve günümüzde yeterli ilgiyi görmediğini düşüncesi hâkimdir. Bu sebeple vakit kaybedilmeden Edebiyat Fakültelerine bağlı ‘‘Mevlana Enstitüsü’’ açılması gerekmektedir.
Karakoç’a göre Mesnevi’nin biri çağı için diğeri çağından sonrası için olmak üzere iki ayrı görevi vardır.
Mesnevi Anadolu’da önemli bir görev teşkil ediyordu. Mesnevi’yi okumak daha doğrusu yaşamak ‘‘fon müziği’’ olarak neyin eşlik ettiği miraç lirizmiyle dolu bir arınış yolculuğuna çıkmak demektir. Karakoç: ‘‘O ney ki üflerken, hatırımıza gelen ve içimizi yakan hatalarımızın alevli dilidir. O ney ki acı ve tatlı hayat çağrışımlarımızın nağmeleridir’’ diyerek Mevlâna’nın hayatında önemli bir motif olan neyi tanımlar.
Karakoç Mesnevi’nin Farsça yazılmış olmasından hayıflanan birçok kişiyi haksız bulur ve bu kişilerin yanlış bir edebiyat kanaati ve bilgisine sahip olduklarını söyler. Düşüncesinin doğru olduğunu da şöyle ifade eder: ‘‘Eğer Mesnevi Türkçe yazılmış olsaydı ne kadar büyük olursa olsun, zaman içinde eski bir edebiyat metni gibi karşılanacak ve sadece öğretim alanı içinde kapalı bir hayatla çevrili olarak kalacaktı. Hâlbuki Farsça söylemekle bir yandan Anadolu dışındaki dünyaya sürekli olarak seslenme imkânını sürdürmüş, öte yandan her yüzyılın canlı Türkçesine çevrilerek Anadolu’da devamlı olarak çağdaş olmuştur. Böylece, büyüklüğün ve güzelliğin son sınırında da olsa bir mermer heykel gibi geri çağlarda kalmamış, her çağ bir çocuk gibi doğmuş, büyümüş ve yaşamış sonrada bir sonbahar yerini yeni, canlı ve genç bir Mesnevi’ye bırakmıştır.’’(Karakoç, 2014: s.90-91).
Mevlâna gibi dünya çapındaki bir İslâm önderi, bir aşk adamının, ideal insanının halk ve devlet desteği alan üniversitelerde Edebiyat Fakültelerine bağlı Mevlâna Enstitüleri kurulması ve Mesnevi kürsüsünün açılmasını temenni ediyor. Böyle bir teşebbüsün gerçekleştirilmesi kültürümüzün çağa hitap edebilecek bir dirilişine kavuşmaya işaret olacağı görüşündedir.
Son bölümde ise eserin tamamına yansıyan Anadolu’nun günümüz aydınlarının, batıcıların, devrimcilerin, marksistlerin tarafından Anadolu’nun ruhunu çölleştirmek, çoraklaştırmak amaçları olduğunu ve gelen neslin gelen Anadolu’nun ne olursa olsun bu oyunlara gelemeyeceği düşüncesi hâkimdir.
‘‘Batıcılar, devrimciler, marksistler Türkiye’nin geleceğine ne gibi bir katkıda bulunabileceklerini düşünselerdi nasıl bir çıkmazda bulunduklarını anlayacaklardı’’ diyerek Karakoç Anadolu’nun artık eskisi gibi olmadığı ifade eder. Yaşadığımız yüzyılda Anadolu değersizleştirilmeye çalışılmaktadır fakat Çağ ne kadar değişmiş olursa olsun, Mevlâna bir meşale gibi ışıklarını saçmakta, Müslüman gençliğe yepyeni ufuklar açan ve açacak olan bir esprinin temel unsurlarından hayat damarlarından biri olmaktadır. Karakoç bu düşüncesini şu sözlerle ifade eder: ‘‘İçimize bir güve gibi girmiş, derimize bir kene gibi yapışmış yabancı düşüncelerin melez akımından bu yüce insanların ayarında insanlar çıkar mı? Onların niyeti, yeni bu yabancı akımların kastı, Anadolu’nun ruhunu çölleştirmek, çoraklaştırmaktır.’’
Her ne kadar yaşadığımız yüzyılda Anadolu değersizleştirilmeye çalışılsa da Karakoç Anadolu’da yeniden Fatihlerin, Yavuzların, Mevlâna’nın, Yunus Emre’nin, Fuzûlî’nin, Şeyh Galib’in Itrî’nin ve Dede Efendi’nin, Hak yoluna adanmış kılıçların ve kalemlerin, erenlerin ve erlerin nesli gelecektir.
Sonuç
Bu çalışmanın neticesinde görülüyor ki Sezai Karakoç’un neredeyse her eserinde dile getirdiği Diriliş ifadesi, Mevlâna’nın ‘‘Ben şiir söylemiyorum, benim konuşmam böyledir’’(Karakoç,2014: s.59) ifadesine benzer. Nasıl ki Mevlâna’nın sözleriyle şiirleri bir olmuştur. Karakoç’unda ideali olan diriliş mücadelesi sözleriyle, yaşantısıyla bir olmuştur. Bu sebeple aradığı, okuduğu, konuştuğu her yerde herkeste diriliş mücadelesini aradığını bu makalede incelenmeye çalışılan Mevlana adlı eserinde de görmek mümkündür. Bununla beraber Anadolu kültürüyle yetişmiş olan Karakoç bu eserde Anadolu’da başlayan diriliş fikrinin yine aynı ruhla sürdürülmesi arzusundadır. Unutulan Anadolu’yu, unutulan mütefekkirleri, velîleri hatırlamak İslâm’ı tekrar diriltmek amacı vardır. Bu sebepledir ki incelemeye aldığı eserler İslâm’a hizmet etmek tekrar canlandırmak amacı olan kendi diriliş mücadelesi fikrine yakın kişilerdir. Öyle ki Karakoç’un Mevlâna’sı, devrinin İslâm ruhunun yaşaması için çırpınan bir pîr bir erendir; bir İslâm ereni, önderi, bir İslâm düşünürü ve nihayetinde bir İslâm şairidir. Bu apaçık gerçek bile, saptırılmak için yıllarca uğraşılmış. Hâlbuki Mevlâna Haçlı seferleri sonrası, Moğol baskılarıyla devam eden dönemine eserleriyle yol göstermiştir.
Sezai Karakoç tabir yerindeyse kendine özgü bir ekol kurmuş ve bu ekolün temsilciliğini yürüten; yürütmekte olan bir düşünce adamıdır. Bu ekolün temel dinamiğini oluşturan düşünce sisteminin İslâm’dan başka bir şey olmadığı malumdur. Ancak Karakoç adeta İslâm’a, çağa has ve yeni bir yorum getirmiş yahut da çağı ona ayarlamaya çalışmıştır.
KAYNAKÇA
BAŞ, Münire Kevser (2008), Diriliş Taşları, Lotus Yayınları, Ankara.
KABAKLI, Ahmet (2008), Türk Edebiyatı, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul.
KABAKLI, Ahmet (1987), Mevlana, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul.
KARAİSMAİLOĞLU, Adnan (2011), Mesnevî-Mevlâna, Akçağ Yayınları, Ankara.
KARAKOÇ, Sezai (2014), Mevlâna, Diriliş Yayınları, İstanbul.
ÖZKIRIMLI, Atilla (2004), Türk Edebiyatı Tarihi(2.cilt), İnkılâp Kitabevi, İstanbul.
Hatıralar, Diriliş. N. 123-124, 16 Şubat-27 Mart 1991.
Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (1998), Devirler, İsimler, Eserler, Terimler(5.cilt), Dergâh Yayınları, İstanbul.
mevlana.com/ (E.T. 11.05.2016)
sezaikarakoc.net/sezai-karakoc/ ( E.T. 10.05.2016)
sezaikarakoc.net/sezai-karakocun-tezi/ (E.T. 10.05.2016)
www.turkedebiyati.org/mevlana.html ( E.T. 11.05.2016)
turkishstudies.net/Makaleler/1518402676_114_turnamurat_2025-2042.pdf (E.T. 12.05.2016)
tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tezSorguSonucYeni.jsp ( E.T. 09.05.2016)
yazan-blog.tr.gg/13-ve-14-yyda-anadolunun-sosyal-ve-siyasi-durumu.htm (E.T. 13.05.2016)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.