- 787 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
BABAMIN MİRASI
Emekli olduktan sonra da çalışmak zorunda kaldığı iş yerinden her döndüğü akşam bel ağrısı hissetmeye başlamıştı adam. Hayatı boyunca hiç de alışık olmadığı şekilde bedenen çalışıyordu burada. Yükü çok ağır olmasa da günde defalarca inip çıkmak zorunda olduğu basamaklar zorluyordu onu. Yaşı altmışı geçmişti. Sağlıklı görünse de pek dayanıklı değildi vücudu. Bel ağrısı sürekli artmaya başlayınca böbreklerinden şüphelenmeye başladı. Girdiği ultrason sonucuna göre böbrekleri sağlamdı. Bel ağrısının nedeni de kas sıkışmasıydı. O merdivenlerden çıkarken düşme tehlikesi atlatmış, elindeki yükleri bırakmamak uğruna belini zorlamıştı. Demek ki zamanla geçerdi bu ağrı. Fakat ultrasonda görünen bir başka olay vardı ; prostat kanseriydi adam. Üstelik oldukça da ileri bir safhadaydı.
Çalışmaması ve yoğun şekilde tedavi olması gerekiyordu. Üstelik eşi, çocukları sürekli onunla meşgul olmak zorunda kalacaklar ve sonuçta da - büyük bir ihtimalle - öleceği günü bekleyeceklerdi. Bunu kabul edemezdi. Tedavi olmamaya ve çalışmaya devam etmeye karar verdi. İş yerinde birlikte çalıştığı arkadaşına, belinin iyi olmadığını, eğer çıkmasını istemiyorsa kendisini biraz idare etmesini rica etti. Büyük oğluyla aynı yaştaydı iş arkadaşı. Gençti, cüsseli ve de anlayışlıydı.
Artık ölümünden sonrasını düşünmeye başlamıştı.Yarım kalan tahsil hayatından sonraki iş hayatı başarısızlık ve iflâslarla geçmiş, geride borçtan başka sadece zar, zor elde edebildiği eşinin ve kendinin emekliliği kalmıştı. Üstelik kendi emekliliği ile ilgili de yüklü bir borcu vardı. Ölümünden sonra borçlarının eşine ve çocuklarına kalmaması için hep aklına gelen ’ reddi miras ’ seçeneği vardı. Onlara bunu mutlaka yapmaları için sıkıca tembih edecekti.
Bir süre önce hayatını ve bazı başından geçen olayları kaleme almayı denemiş, eşinin de çocuklarının da pek hoşuna gitmemişti. Oldukça açık yürekliydi adam ; çocukluk, gençlik aşklarını, eşiyle nasıl tanışıp evlendiğini, çocukluğundaki sefaleti daha ilk günlerde yazmaya başlamış, bunları da internet ortamında paylaşınca, öncelikle çocukları tepki göstermiş, eşi de ; ’ Bırak sen şunları yazmayı, tavla oyna, okey oyna ! ’ demişti.
Akşam yemeğinden sonra küçük odaya çekilip, okey, tavla oynuyorum bahanesiyle yeniden yazmaya başladı adam. Eğer ömrü yeterse, aslında çocukluktan beri hayâli olan bir kitap hazırlamak istiyordu. Bunu da miras olarak çocuklarına bırakacaktı.
Hiç doktora gitmeden öldü adam. Eşine, ölümünden sonra mutlaka reddi miras yapmalarını sıkı sıkıya tembih etmişti. Çocuklarından ve eşinden kendilerine dikili bir ağaç bile bırakamadığı için defalarca özür diledi. Bilgisayar çıktısı olarak bastırdığı kitap taslağını sarıp sarmalamıştı. Eşine ölümünden sonra çocuklarına ; ’ Babanızın mirasıymış. ’ diyerek vermesini, daha önce açarsa ya da vermezse, hakkını helâl etmeyeceğini söylemişti.
’ Ben nasıl reddederim onun borçlarını ? ’ diyordu kadın. Adam defnedilmiş, yedinci gecesi okunmuş, şimdi borçları düşünülmeye başlanmıştı.
’ Reddetmeyip de ne yapacağız anne ? Nasıl öderiz ? ’
’ Ne kadar borcu var ki babamın ? ’
’ Hiç bilmiyorum ki ? ’
’ Vallahi ben kendi borçlarımı ödeyemiyorum ; avukatlar sürekli arayıp duruyor. ’
’ Benim de kanıma dokunuyor doğrusu. Gerekirse yeniden işe girip ödemeye çalışırım ama sonuçta evli bir kadınım. Eşimin de senelerce neler çektiğini siz biliyorsunuz. Doğrusu bunu ona da anlatamam.’
’ Ben üstlenirim babamın her şeyini ! Gerekirse tüm hayatımı onun borcunu,itibarını temizlemek için feda edebilirim ! ’
En küçük oğluydu adamın bu fedakârlık çıkışını yapan. Aslında üç oğlu ve bir kızı vardı adamın.
’ Senin neyin var oğlum ? Ucuz kahramanlıkla borç ödenmez ! Hem ne lüzumu var var ki ! Madem hukukta böyle bir imkân var, biz de neden yararlanmayalım ? ’
’ Beni de öldürseniz bile reddedemem. Yıllarca ekmeğini yedim onun. Gerekirse yemem, içmem, emekli maaşımla yettiği yere kadar, yaşadığım kadar öderim onun borçlarını ! ’
Sonuç belli olmuştu. İki oğlu ve kızı reddi miras davası açıp sıyrılacaklar, anne ve küçük oğul ise güçlerinin yettiği yere kadar adamın borçlarını ödemeye çalışacaklardı.
’ Anne, babamın ne borçları var ? Kime, niçin borçlandı ? ’
’ Adamcağızın hiç bir kötü alışkanlığı yoktu oğlum. Sadece ilk evlilik yıllarımızda , bunalımdan kumar oynamaya başlamıştı. Fakat , asla borçlanmamış, o günlerde kazandığını kaptırmıştı. Bu sadece bir kaç yıl sürdü. Sonraki yıllarda, hiç bir yanlışı, kötü alışkanlığı olmadı. Tek hatası, sizin hiç birinizin , hiç bir şeyinizi eksik etmemek için çırpınmasıydı. Yıllarını kendisi için değil, sizin için feda etti. Ne kadar çırpınsa da, yapısı ticarete uymamıştı. Bir kuruş borcunun da şahsî olmadığından eminim ben. Ama daha fazla konuşmasam galiba iyi olur. Üstelik, toplasan, elli bin lira borcu çıkmaz. Bunun da çoğu kefillik borcu zaten. Kime kefil olduğunu da sakın sorma oğlum ? ’
Oğluyla yalnız kaldıklarında küçük odadan kapalı bir bohçayla döndü kadın.
’ Bu bohçayı baban bıraktı oğlum. Aslında ölümünden sonra mirası olarak hepinize birden vermemi istemişti. Fakat, madem ki kardeşlerin babanın mirasını reddediyor ; öyleyse bunu da onlara göstermem gerekmezdi. Önemli ya da önemsiz olsun, yine de sadece ikimizin, özellikle de senin hakkındır.
İki tane mavi dosya çıktı bohçadan. İkisinde de başlık vardı. Biri ; ’ FİKRET BABADAN ÖYKÜLER ’ diğeri ise ’ SİNEMACI FİKRET ’ ...
Fikret T....
YORUMLAR
Çok duygulanmış sın demek ki . Bu sitemli yazıyı yazmışsın.
Bende de oluyor bazen Fikret kardeş.
Ölüm aklıma geliyor etrafımdaki herkese sitem ediyorum içimden.
"Beni anlamadılar" diye.
Arada da olsa uğrayıp yazılarını bırakman iyi oluyor.
Yeniler bilmezler ama ben çok iyi bilirim.
Sen bu defterin sayılı yazarlarındansın.
Yazınca da iyi yazarsın.
Selamlarımla...