- 1260 Okunma
- 5 Yorum
- 2 Beğeni
Taş VI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
"Büyük savaşçılar ha?... Unutmamışsın."
Ben, çocukluğumuzda savaşı kaybedip parçalanan ama bunun öncesinde efsane sıfatını almaya hak kazanmış taşları gömdüğümüz taş mezarlığını incelerken biri böyle dedi. Arkamı döndüm ve tanımak için biraz zamana ihtiyacım olduğunu çaktırmadan elimi uzattım. "İyi akşamlar, nasılsın?" Esmer, çekik gözlü, sert bakışlı bir adamdı. "İyiyim. Beni tanıdın mı?" diye sordu. Sanki zaman kazanmak istediğimi fark edip beni köşeye sıkıştırmak ister gibi gülümsedi. "Mehmet Ali? Sen değil misin?" diye cevap verdiğimde alaycı gülümsemesinin yerini şaşkın bir ifade aldı.
"Helal ha! Bu kadar çabuk tanıyabileceğini tahmin etmemiştim."
"Fazla değişmemişsin Mehmet Ali. Bakınca hemen tanıdım."
"Sen de... Sen de fazla değişmemişsin. Yine dalgınsın. Eskiden de böyleydin ha!" Sadece dudak ve dudak çevresini oynatarak o zorlama gülümsemesini yaptı yine. Ve devam etti.
"Başımız sağ olsun. Duyunca hepimiz çok üzüldük. Şaşırdık. Böyle bir şey... Ne biliyim, burayı biliyorsun. Esra’yı işte... İnsan... İnsan kabullenemiyor ha." Son cümlelerini söylerken gözlerini yere doğru indiren Mehmet Ali ayakkabısının ucuyla toprağı eşelemeye başladı. Elleri uzun siyah paltosunun ceplerinde belli belirsiz hareketlenmişti.
"Öyle ya..." dedim. "Ne denir ki? Bilmiyorum... İşteydim. Haberi alır almaz toparlanıp çıktım. Buraya geldim. Cenaze evine uğradım, tanıdık kimse yoktu. Esra’nın annesi... Emine teyze baygınlık geçirdi, ortalık bir anda karıştı. Ben de kendimi buraya attım." Mehmet Ali aynı hareketleri yapmaya devam ederken hafifçe kafasını salladı.
"Emine teyze" dedim "Yusuf’a beddua ediyordu. Mahalleli sanki Yusuf’u katil olarak ilan etmiş." Mehmet Ali başından beri bu konunun açılmasını bekliyormuş gibi vücudunu doğrulttu. Sanki daha önceden kararlaştırmışız gibi aynı anda ters istikamete dönüp ağır adımlarla yürümeye başladık. Taş mezarlığın hemen bitişiğindeki geniş ve engebeli toprak alan önceden taş savaşlarını yaptığımız yerdi. Burayı adımlarken belli bir süre sustuk. Sonra Mehmet Ali lafa girdi.
"Yusuf’un ailesi haberin duyulduğu gün mahalleyi terk etti. Uzağa bir yere akrabalarına gitmişler. O gün mahalleli toplanıp bunların evini taşladı. Bizler engellemeye çalıştık. Yapamadık. Camı çerçeveyi indirdiler. Yusuf’un annesi dayanamayıp dışarı çıktı. Hepsine bağırdı. "İftiracılar!" diye... "Benim oğlum kanserle boğuştu. Acıyı ölümü siz ne bilirsiniz. Allah sizi bu iftira ateşinde cayır cayır yaksın. Bu dünyada yanın dilerim ki!" diye... Kendini yerlere atıp ağıtlar yaktı. Ağız dalaşları tekrar başlarken jandarma geldi. Apar topar çıktılar evden. Gittiler..."
Sonra aniden sağ taraftaki patika yola bakıp gözlerini heyecanla açtı Mehmet Ali "Şşşşşttt! Geliyorlar. Çabuk.. Çabukk!" Kısık sesini en yüksek desibele ayarlayarak hareketlendi. "Çabuk, şuraya geçelim!" Taş mezarlığının yanındaki yüksek duvarın arkasına doğru sürükledi beni. Oraya gizlendik. "N’oluyor Mehmet Ali, kim geliyor?" diye sordum. Mehmet Ali heyecanla ve yine kısık sesle "Taş savaşları!.. Taş savaşları başlayacak!" dedi. Bunu söylerken öyle heyecanlandı ki cümlenin sonuna doğru kısık ses tonu normal tona dönüşüverdi sonra -ne yaptım ben- der gibi gülerek ağzını kapattı. Ama bu sefer gülüşü yapmacık değildi. Dudakları kendi doğallığında yukarı doğru kıvrılıyor ve yüzünün bütün çizgileri buna eşlik ediyordu. O an sanki ikimizi bu evrenin dışında, her yere kapalı, kendimize ait bir gezegendeymişiz gibi hissettim. Bu gezegende biz ve çocukluğumuz vardı. Taşların şiddetle birbirine vurmasını ve toprağın bu çarpışmayı bir doğa olayıymış gibi olanca sakinliğiyle kendi gövdesinde kabul etmesini hatırladım. -Çocukken buna çok şaşırırdım.- Esra’nın Yusuf’a gülümsemesini gördüm sonra. Bir ağacın dibindeydiler. Bir kavak ağacının... Sonra kendimi gördüm... Sislerin içinde. Kıskançlığın verdiği nefretle ikisine bakıyordum. Uzaktan... Çok uzaktan...
Mehmet Ali iki eliyle kolumu sarstı ve "Bugünkü savaş, en büyüklerin savaşı olacak" dedi. Taş savaşçıları kafilesi arkaya doğru uzanan bir üçgen gibi sıralanmış, sokak lambasının aydınlattığı arenaya doğru yaklaşıyordu.
...
YORUMLAR
İlk defa bir savaşın bitmediğine sevindim. Öyküden ziyade roman tadı var. Fazla ara vermeyin ve çok kısa yazmayın lütfen.
Selamlar.
Önder Kızılkan
Önce şunu belirtmek isterim...
Bölümlü yazılar yayınlanırken, araya fazla zamanı koymak hem okuyucuyu zorlar , hem de zaman ve mekanı bütünleştirme adına okuyucunun zayıf kalmasını sağlar. Özellikle bu tür sitelerde okumanın yazmaktan çoook daha zor görüldüğü yerlerde...
''TAŞ'' için son yorumumu daha öncede size belirtmiştim CaNMaYBuLL olarak..Yazınız bitince ,bütününe ikinci bir''TAŞ'' yazısı benden gelecek.
Her taş yerinde ağır olduğu gibi, her yer taşıyabildiği kadar taşlaşır hayata ...
tebrikler