- 998 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
ANNE AH'I
Herzamanki gibi sedirin üstüne oturmuş evinin penceresinden dışarıyı seyrediyordu Ayşe teyze. Soğuk soğuk esen rüzgar kipriklerine değiyordu ve gözleri nemleniyordu yine. Yaşına göre fazlasıyla çizgiler vardı yüzünde. Dile kolay koskoca altmış yılın anısı vardı yüzündeki çizgilerde. Kim bilir? Belki de altmış yılın acısı... Derin derin düşüncelere kapılmıştı. Gözleri sokaktaki beyaz takside kalmış, kendisi ise maziye dalmıştı. Oğlunu son kez beyaz bir taksiye binerken görmüştü. Hâlâ aynı taksiyle geri döneceği günü bekliyordu... Kapının açılma sesini duyunca başındaki tülbenti ile gözlerini silip yavaşça ayağa kalktı. Gelen Ayşe teyzenin kocası Rıfat amcaydı. "Selamun aleyküm hanım" diyerek içeri girdi. Ayşe teyze "aleyküm selam" derken bir yandan oturması için minderini hazırlıyordu. Eşine karşı itaati ve sevgisi ile bilinirdi Ayşe teyze. Rıfat amca sert mizaçlı bir adamdı. Dediğini ikilettirmezdi. Çok çektirmiş zamanında Ayşe teyzeye. Üzerine kuma getirmiş çok geçmeden kaçmış kadın. Yine Ayşe teyzeye kalmış. Yine o çekmiş kahrını, yine o sevmiş, yine o sahiplenmiş. Rıfat amcada eskisi gibi değildi zaten. O da altmışaltı yaşını devirmiş. Nerde o eski heybeti? Yıllar nasılda alıp götürmüştü birçok şeyi.
Hava yavaş yavaş kararırken Rıfat amca sobaya odun atıyor, Ayşe teyzede sofrayı kuruyordu. Bir zamanlar dolu dolu olan sofranın etrafında şimdi bir başlarına kalmışlardı. Herkes çekip gitmişti. Beş çocukları vardı. Dördü başka şehirlerde başka hayatlar kurmuşlardı kendilerine. En küçüğü Hasan yirmibeş yaşında ve bir başka bir şehirde görev yapıyordu. İki ablası iki de ağabeyi olmasına rağmen onlarla görüşmüyordu. Bir köy okulunda bütün vaktini çocuklarla geçiriyor, evde bile başarılı öğrencilerine özel ders veriyordu... Sürekli annesini arıyor hayır duasını alıyordu...
Ayşe teyze, akşam namazını Rıfat amcayla beraber kıldıktan sonra sobanın üstünde, ufacık çaydanlığında demlediği çayı getirdi. Çaylarını yudumlarken "yaa" diyordu Rıfat amca, "gene kaldık mı bir başımıza?
Aah hanım ah! Keşke genç olsaydım. Seni bir daha tanısaydım. Bir daha sevseydim. Vallahi bu kez seni hiç üzmedim." Pamuk gibi kalbi olan Ayşe teyze dayanabilir miydi? Bu sözlere. Halihazırda bekleyen yaşlar süzülüyordu gözpınarlarından yanaklarındaki çizgilere doğru. Rıfat amcanın hıçkırık sesi ortamın sessizliğini delip geçiyordu. Ayşe teyze gözlerine inanamıyordu. İlk kez bunca sene bir yastığa baş koyduğu o katı, kaya gibi adamın ağladığına şahit oluyordu. Rıfat amca oyuncağı kırılmış bir çocuk gibi ağlarken, kelimeleri hıçkırıklara karışıp kekeme bir halde "hakkını helal et hanım" diyordu. Sessizliğini bozup "helal olsun bey" dedi Ayşe teyze. Belki o kadar kırılmamış olsa daha uzun cümleler kuracaktı ama içindeki kırıklar izin vermiyordu kelimelerin toplamasına...
Sabah namazı için kalktığında Rıfat amcanın hala uyanmadığını farkeden Ayşe teyze hafifçe dokunup "bey hadi kalk sabah oldu" diye seslendi ve gidip abdest aldı. Döndüğünde Rıfat amcanın uyanmadığını görünce yeniden seslendi "bey güneş doğacak hadi kalk" sonra yanına gidip yüzünü çevirdi ki Rıfat amcanın nefes almadığını fark etti. Evet Rıfat amca çoktan göçmüştü bu dünyadan. Akşam son kez helallik istemişti. Belkide öleceğini hissetmişti.
Var gücüyle yürüyüp komşulara haber verdi Ayşe teyze. Komşuları da çocuklarını arayıp durumu anlattı. Kötü haber tez ulaşır misali bütün çocukları babalarının vefat ettiğini öğrenmişlerdi. İkindi namazına doğru herkes toplanmış namazdan hemen sonra defn işlemleri yapılmıştı. Şimdi bir soru hatta çocuklar için bir sorun vardı. Annem ne olacak? Kimse yanına götürmeye yanaşmıyordu. Bir anne beş evlada bölüştürülünce herkes hissesinden feragat ediyordu. Söz konusu miras olsa kim kime bırakırdı hissesini acaba?
Büyük oğlan Ahmet "benim hanım kabul etmez" deyip işin içinden sıyrılmaya çalışıyordu. Küçüğü Yasin " benim çevrem çok geniş abi biliyorsunuz. İş ortamım, arkadaşlarım. Annemi gördüklerinde ne diyeceğim? Olmaz abi olmaz" diyordu. Annesinden utanıyordu.
Kızlar "biz elin evindeyiz annemizi istesekte götüremeyiz." Son söz Hasana gelmişken Ahmet lafa karışıp, "sende bakamam dersen annemizi huzurevine göndereceğiz. Hem zaten sen bekarsın nasıl bakabilirsin ki annemize?" Hasan kararlı ve bir o kadar da sitemkar bir sesle "Siz evlisiniz de bakamayız diyorsunuz. Ben annemi huzurevine göndertmem. Arkadaşlarım annem yüzünden benimle konuşmayacaksa onlara arkadaş demem. Ben beni doğuran kadından utanmam! Alırım annemi, giderim köyüme, hiçbirinize de minnet ettirmem" deyip ayağa kalktı ve annesini alıp köyüne götürdü.
Ayşe teyze çocuklarının onu istemediğinin farkındaydı. Evlat nankör olsada annelik bu ya yinede kıyamazdı.
Oğlu Hasan köyde bir kızla evlendi. Birde oğlu oldu. Ayşe teyze ilk kez gelin şefkati gördü. Torununu sevdi ama doyamadan iki yıl sonra o da vefat etti. Aradan beş sene geçti. Hasanın bir kızı daha oldu. Tayini bir şehir merkezine çıkmış orda bahçesi olan güzel bir evde eşi ve çocuklarıyla huzurlu yaşamına devam ederken, büyük ağabeyi Ahmet eşinden ayrılmıştı. Yasin arkadaşlarından büyük bir darbe yemiş iflas etmişti...
Ayşe teyze hiç beddua etmemişti evlatlarına ama Allah kimsenin ah’ını kimsede bırakmazdı. Hele bir annenin kalbini kırmanın karşılıksız kalmasının imkânı yoktu. Dünya adaletsiz olsada, ilahi adalet er geç tecelli ediyordu. Çünkü Yaradan ihmâl değil yalnızca imtihan ediyordu...
FACEBOOK/Zümra Emirzalı
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.