- 1040 Okunma
- 6 Yorum
- 1 Beğeni
TÜRKİYE’DE BOŞO’LARA YER YOK .
Parantez içi ünlem işareti kullanmadan ne varsa olduğu gibi yazıyorum. (!) İşaretini -gereken yerler varsa- okuyucu kendisi koysun artık.
**********************************************************************
Türkiye’de az buçuk mürekkep yalamış herkes mutlaka Ziya Gökalp’in ‘’Vatan’’ şiirini bilir. Bu şiir ideal bir Türk Vatanının nasıl olması gerektiğini izah etmektedir kısaca. Şiiri tekrar hatırlayalım:
VATAN
Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur,
Köylü anlar manasını namazdaki duânın...
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur’ân okunur.
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüdâ’nın.
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!
Bir ülke ki toprağında başka ilin gözü yok,
Her ferdinde mefkure bir lisan âdet, din birdir.
Meb’üsânı temiz, orda Boşolar’ın sözü yok,
Hududunda evlatları seve seve can verir;
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!
Bir ülke ki çarşısında dönen bütün sermaye,
San’atına yol gösteren ilimle fen Türk’ündür;
Hirfetleri birbirini daim eder himaye;
Tersaneler, fabrikalar, vapur, tren Türk’ündür,
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!
Görüldüğü gibi Ziya Gökalp özellikle Türkçe üzerinde duruyor ve Atatürk’ten çok daha önceleri Türkçe ezandan, Türkçe namazdan bahsediyor.
Her ne kadar kendi şiirinde bile ‘’camii, namaz, mektep, Hüda,fert, mefkure, lisan, meb’üsan,san’at, hirfet, daim, himaye’’ gibi Arapça ve Farsça kelimeler kullansa da neticede istediği, üzerinde sadece ve sadece Türkçenin konuşulduğu-yazıldığı bir ülkedir.
Bu gün elinize bir sözlük alsanız ‘’mektep, Hüda,fert, mefkure, lisan, mebusan, daim, himaye’’ kelimelerinin anlamını bulmanız zor olmaz ki zaten herkes bilir. Haydi Hirfet nedir onu da ben söyleyeyim:
Hirfet: Osmanlı Devleti’nde kunduracılık, duvarcılık, demircilik, marangozluk, dokumacılık gibi küçük el sanatlarına verilen addır.
Peki şiirde ‘’ Meb’üsânı temiz, orda Boşolar’ın sözü yok,’’ dizesinde yer alan ‘’Boşo’’ nedir?
Yok yok…Sözlük karıştırmayın. ‘’ Boşo ‘’ Kelimesinin anlamını hiç bir sözlükte bulamazsınız.
İyi de hiç bir sözlükte anlamını bulamayacağınız bu kelimenin, başlığı Vatan olan bir şiirde işi ne? Ziya Gökalp ‘’Meb’usanı temiz’’ Yani ‘’Millet Meclisi temiz’’ derken ve bu temizlik için de Boşoların orada sözünün olmaması gerektiğini söylerken ne kast etmiştir? Ne bu Boşo? Ya da kim?
Evet…’’Boşo ne?’’Değil, doğru soru… Doğru soru‘’Boşo kim?’’ Olmalıdır. Çünkü şiirde geçen Boşo herhangi cisim değil bir insandır. 1910 yılında Osmanlı Meclis-i Mebusanında ( Millet Meclisi ) millet vekili olarak görev yapmış Rum asıllı, Osmanlı Devleti vatandaşı bir milletvekilidir Yorgo Anderya Boşo.
Manastır Vilayetinin Sefrice Sancağı Millet Vekili olarak parlamentoya giren Yorgo Anderya Boşo Efendi bir görüşe göre görevi süresince sadece Partikhanenin ve Rum okullarının çıkarları için çalışmış, hatta bir Osmanlı mebusu olduğunu, bu nedenle biraz da ülkenin sorunları için çalışması gerektiğini anımsatanlara şu cevabı vermesiyle ünlenmiştir: ‘’Osmanlı Bankası’nın sermayesi, yöneticileri ve bütün çalışanları yabancı olup yalnız adı Osmanlı’dır! Benim Osmanlılığım da Osmanlı Bankası’nınki kadardır.”(Orhan Karaveli: Ziya Gökalp’ı Tanımak, Doğan Kitap)
Ama aynı dönemin meclis zabıtlarına baktığımızda karşımıza biraz daha farklı bir Boşo Efendi çıkar.
26 Nisan 1910 Tarihinde Meclis-i Mebusanda ‘’Kavanin ve Nizamatın Suret-i Neşr ve İlanı Hakkında Kanun Layihası" Görüşülüyor… Yani efendim Kanunların ve Nizamların Neşredilmesi( Basılıp dağıtılması ) ve İlanı ile İlgili Kanun Önergesinin görüşülmesi…
Niçin böyle bir önergeye gerek duyulmuş?
Çünkü 1876 Anayasasına göre de 1908 Anayasasına göre de Osmanlıca bilmeyen herhangi bir vatandaşın devlet memuru olabilmesi mümkün değil. Bu da uygulamada bir takım sorunlar yaratıyor. Ama daha önemlisi meclisten çıkan kanunları bırakın azınlıklar, Türkler de anlamıyor. O bakımdan da vatandaş, hak ve sorumluluklarının neler olduğunu bilmiyor. Yani konu anadil konusu ama bu günkü tartışmalardan farklı… ( okuyunca göreceksiniz zaten)
Neyse; görüşmelerde konuşulanlara geçiyorum. İlk söz alan Rum Kozmidi Pandelaki Efendi’dir.
KOZMİDİ EFENDİ ( İstanbul ) - Osmanlı Devleti’nde resmi lisan Türkçe’dir. Bu inkar edilemez bir hakikattir. Fakat resmen kabul edilen ahval ile, cereyan eden ahval arasında fark vardır. Mesela, ‘’Osmanlılar’ın hepsinin resmi lisan olan Türkçe’ye vakıf oldukları farz olunur.’’ kaidesi resmi olarak kabul edilmişse bile, hakikatte Osmanlı memleketinin her yerinde yerleşmiş bütün Osmanlılar Türkçe lisanına aşina mıdır ve bu lisanla yapılan ilanları anlayabilirler mi meselesini tedkik edersek zaruri olarak binlerce kişinin Türkçe’yi anlayamadığı, Türkçe neşriyatın içeriğinden haberdar olmadıkları sonucu çıkacaktır. Şayet kanunları neşretmekten maksat muhtevasından halkı haberdar etmek ve sonra ona uygun davranmasını istemekse, bu muhtevanın anlaşılmasını sağlayacak tedbirleri de şimdiden düşünüp hazırlamalıyız. Kanunların neşri ile ilgili maddeyi ‘’Takvim-i Vekayi ile birlikte duyurulmak istenilen beldedeki çeşitli dillerde yayınlanan gazetelerle neşredilir’’ olarak değiştirirsek mesele hallolur.( Kanunlar sadece Resmi Gazete olan Takvim-i Vekayide Osmanlıca olarak yayınlanıyor o devirlerde. İstenen şey ise bu kanunların resmi gazete dışında Ermeni, Rum, Yahudi hatta Arap ve Kürt basın yayın organlarında da kendi dilleri ile yayınlanması. )
İSMAİL PAŞA( Tokat) –İtalyanca okuyup öğreneceklerine Türkçe okusunlar. Avrupa ülkelerinde resmi dil dışında Tiyatro oynanmasına bile müsaade edilmiyor.
KOZMİDİ EFENDİ- Türkçeyi öğrenene kadar ne yapsınlar peki?
AHMET MUHİP BEY( Denizli)- Resmi dil Türkçedir. Kozmidi Efendiye katılmıyorum. Halkın yüzde sekseni köylerde oturmaktadır. Her ile yeterince beyanname gönderip ihtiyar heyetleri ve duyurucular vasıtasıyla halka duyurulmalı. Aksi takdirde kanun bir fayda sağlamaz.
YORGO BOŞO( Şerice) - Dün bütün gün Hakimiyet-i Milliye ( Milli Egemenlik) diye yırtındık, işte hakimiyet-i milliye… Bunu herkes istiyor. Biz burada ne yapıyoruz, onu bilmek istiyorlar. Bilsinler ve ona göre hareket etsinler, kanuna muhalif davranmasınlar. İşte ahali bunu istiyor.
Resmi dil Türkçe’dir, Türkçe başımızın üstünde. Resmi işlemlerde herkes onu kullanmaya mecburdur. Onsuz olmaz ve onu gittikçe daha fazla yaymaya, herkesin kendi kendine, başkalarının aracılığına ihtiyaç duymadan kullanabildiği bir dil haline getirmeye çalışacağız. Fakat bugün siz zannediyor musunuz ki herkes Türkçe biliyor. Hatta ana dili Türkçe olan Türk unsurunda bile bu dili bilmeyen çoktur. Hepiniz bunu çok iyi biliyorsunuz. O halde niçin kanunlar ille Türkçe yayınlansın istiyorsunuz. Her köyde çınar ağacına iliştirilmiş Türkçe kanun yanında tercümesi de olsa ne zararı olur."
Hakimiyet-i milliye yalnız Türkçe konuşanlardan oluşmamaktadır. Hakimiyet-i milliye diğer muhtelif lisanlardan da müteşekkildir. Siz bu ihtiyacı düşünmeye mecbursunuz, siz düşünmezseniz, o ahali yarın kalkar suiistimal ettiğiniz hakimiyet-i milliyeyi elinizden alır
İSMAİL PAŞA- Almazlar, almazlar. O sizin hüsn-ü kuruntunuz ve dileğiniz.
YORGO BOŞO-( Devam eder ) Onun için mecliste kanunları yaparken halkın bunları nasıl anlayacağını da düşünmeliyiz, bir genel kaide koymalıyız ve çeşitli dairelere ve nahiyelere dağıtılsın ve ‘’Resmi lisandan başka, mahalli dillere de tercüme edilerek ahaliye neşr ve ilan edilsin.’’ demeliyiz.
İSMAİL PAŞA- Biz de Türkçeyi Kurtaralım diye uğraşıyoruz MONŞER.
YORGO BOŞO- Monşer Türkçe mi? Sen bunu nereden öğrendin?
Evet…Görüldüğü gibi Rum asıllı bir milletvekili Türk asıllı bir milletvekiline ‘’ Monşer Türkçe mi?’’ Diyerek Türkçe dersi veriyor ve ‘’ Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur’’ Diyen Ziya Gökalp’in temiz bir mebusan istemi ile mecliste görmek istemediği Boşo işte bu Boşo Efendidir.
Haa hemen hatırlatayım: Bazı işgüzarlar ve kıvırtkanlar daha sonraları bu ‘’Boşo’’ kelimesinin ‘’ Bolşevik’’ Anlamında kullanıldığını söylemiş olsalar da uzak yakın bir alakası yoktur.
Hatta komiktir ‘’Boşo’’ yu ‘’ Boş ol ‘’ olarak yorumlayan salaklar da çıkmış ve artık Türkiye’de ‘’ Boş ol ‘’ diyerek kadın boşama döneminin sona ermesi gerektiğini söylemiştir Ziya Gökalp’’ Yorumu ile cehalet denen sanatın zirvesine çıkmışlardır.
********************
1930 Yılına gelindiğinde artık Türkçenin yabancı dillerin hakimiyetinden kurtulması gerektiği doğrudan doğruya Atatürk tarafından şu cümlelerle ifade edilir:
‘’ Milli his ve dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil şuurla işlensin.Ülkesinin yüksek istiklalini korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır’’
Ben bir dil bilimci değilim ama yine de Atatürk’ün şu kısa konuşmasında bile ‘’ milli, inkişaf, müessir, şuur, istiklal’’ gibi kelimelerin Türkçe olmadıklarını biliyorum.
Her neyse…1932 yılında tam olarak Ziya Gökalp’in dediği olur. Artık Mecliste Boşo’lara yer yoktur. 1935 yılına kadar Ermeni, Rum, Yahudi kökenli millet vekiline rastlanmaz TBMM de. 1935 yılında ise Berç Keresteciyan ( Türker )[ 1 Mart 1935 – 5 Ağustos 1946---Ermeni], İstamat Zihni Özdamar [1 Mart 1935 – 5 Ağustos 1946---Türk Ortodoks], Nikola Taptas [1 Mart 1935 – 8 Mart 1943- Rum], Abravaya Marmaralı[1 Mart 1935 – 8 Mart 1943---Musevi] millet vekili olarak görev yaparlar ve yine 1943 yılına kadar Mecliste bu dördünden başka azınlık milletvekili yoktur.
Meclis Boşolardan temizlendiği gibi 1932 yılında Ezan da Türkçe olmuştur. Şöyle ki:
Tanrı uludur (x4)
Şüphesiz bilirim bildiririm Tanrı’dan başka yoktur tapacak (x2)
Şüphesiz bilirim bildiririm Tanrı’nın elçisidir Muhammed (x2)
Haydi namaza (x2)
Haydi felaha (x2)
Namaz uykudan hayırlıdır* (x2)
Tanrı uludur (x2)
Tanrı’dan başka yoktur tapacak
[*Sadece sabah ezanında söylenir.]
Bu Türkçe ezanda bile ‘’Şüphe, namaz, felah, hayırlı’’ Gibi öz Türkçe olmayan kelimeler vardır.
Bu arada Meclis Boşolardan temizlenmiştir ama Türk dilini yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak için kurulan Türk Dil Kurumunun ilk genel sekreterliği görevine Agop Martayan adında biri getirilir ki bu Agop Martayan Beyrut’ta Ermenice olarak yayınlanan ilk gazeteyi ( Luys= ışık) yayınlayan kişidir.
Eşi Meline ile birlikte gittiği Sofya’da Eski Türkçe ve Eski Uygur Türkçesi dersleri veren Agop Martayan 22 Eylül
1932 tarihinde Dolmabahçe Sarayı’nda, Mustafa Kemal Atatürk’ün başkanlığında gerçekleştirilen I. Türk Dil Konferansı’na İstepan Gurdikyan ve Kevork Simkeşyan ile birlikte dil uzmanı olarak davet edildi. Daha sonra çalışma ve araştırmalarını yeni kurulan Türk Dil Kurumunun baş uzmanı ve ilk genel sekreteri olarak sürdüren Agop Martayan, 1934’teki Soyadı Kanunu dolayısıyla, Atatürk’ün kendisine Türkçenin gelişimine katkılarından dolayı önerdiği "Dilaçar" soyadını kabul etti. Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi çalışmalarıyla, Türk ulusunun ve Türkçenin kökenlerinin bulunması konusunda önemli bilgileri ortaya çıkardı.1936-1951 yılları arasında Ankara Üniversitesi’nde dil-tarih ve Türkoloji dersleri verdi ve Türkçe üzerine önemli çalışmalar yaptı. Latin harfleri ile yeni Türk abecesinin ( Alfabenin Türkçesi abece oluyor) oluşturulmasına yönelik çalışmalara katıldı. 1942-1960 yılları arasında Türk Ansiklopedisi’nin hazırlanması çalışmalarında baş danışmanlık yaptı. Türk Dil Kurumundaki görevini ve dil çalışmalarını 1979’daki ölümüne kadar sürdürdü.
Onun çalışmaları sonucunda dilimiz gerçekten de artık yabancı dillerin boyunduruğundan kurtulmuş oluyordu. Artık yabancı ülkelerin devlet adamlarıyla bile öz Türkçe konuşuyorduk. Mesela 3 Ekim 1934 Tarihinde Mustafa Kemal Atatürk tamamen öz Türkçe bir konuşma ile şu şekilde karşılamıştı konuğu İsveç Veliaht Prensi Güstav Adolf’ü:
’Altes Ruayâl,
Bu gece, yüce konuklarımıza, Türkiye’ye uğur getirdiklerini söylerken duyduğum, tükel özgü bir kıvançtır. Burada kaldığınız uzca, sizi sarmaktan hiç durmayacak ılık sevgi içinde, bu yurtta, yurdunuz için beslenmiş duyguların bir yankısını bulacaksınız.
Isveç-Türk uluslarının kazanmış oldukları utkuların silinmez damgalarını tarih taşımaktadır. Süerdemliği, önü, bu iki ulus, ünlü sanlı sözlerinin derinliğinde sonsuz tutmaktadır.
Ancak, daha başka bir alanda da onlar erdemlerini, o denli yaltırıklı yöntemle göstermişlerdir. Bu yolda kazandıkları utkular, gerçekten daha az özence değer değildir.
Avrupa’nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar; onlar bugün en güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar: Baysal utkusu.
Altes Ruayâl,
Yetmiş beşinci doğum yılında oğuz babanız, bütün acunda saygılı bir sevginin söyüncü ile çevrelendi. Genlik, baysal içinde erk sürmenin gücü işte bundadır.
Ünlü babanız, yüksek kralınız beşinci Güstav’ın gönenci için en ıssı dileklerimi sunarken, Altes Ruayâl sizin, Altes Ruayâl prenses Louise, sevimli kızınız Altes Prenses Ingrid’in esenliğine, tüzün Isveç ulusunun gönencine, genliğine içiyorum.”
Kaynak: Ayın Tarihi Mecmuası, 1934, No: II, sayfa 22, 23 (1923 yılında yayın hayatına başlayan “Ayın Tarihi Mecmuası” Cumhuriyet döneminin en uzun ömürlü ve en zengin içerikli süreli yayınlarından birisi olmuş, Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün prestij eserleri arasında yerini almıştır.)
Altes Prenses Loise ve Ingrid’in esenliğine, tüzün İsveç ulusunun gönencine ve genliğine içilen bir kadeh -herhalde- şampanyadan hemen önce yapılan bu konuşma karşısında Altes Ruayâl Gütav ‘’ Ha?’’ demiş olsa gerek ki yine aynı tarihte yani 1934 de Saffet Arıkan’ın teklifiyle “Osmanlıcadan Türkçeye-Türkçeden Osmanlıcaya Cep Kılavuzları” formülü denenmiştir
Bu devrede M. Kemal; “İsmet Paşa’yı gördüm. Konuşamıyoruz, dilsiz kaldık, bu kadar çalıştık, küçük bir kılavuz çıkardık” diyerek bu konuda yanlış yaptıklarını kabullenmiştir.
Yazıyı noktalayalım mı? Noktalayalım artık.
Kısacası: ‘’Haydi namaza, haydi felaha, Namaz uykudan hayırlıdır.’’
Esenlikler diliyorum efendim.
RESİMLER:
1-Atatürk ve İsveç Veliaht kralı Güstav Adolf.
2- Atatürk ve Prenses Louise
3- Agop Martayan ( Dilaçar)
4- Atatürk’ün Türk dili ile ilgili düşünceleri ( Kendi el yazısından )
5-Atatürk, Prenses İngird ve Prenses Louise
6- İsmet İnönü ve Prenses Louise
7- Atatürk ve İsveç Büyükelçisinin eşi.
YORUMLAR
Sonuç olarak bizim Türkçe olarak bilip kullandığımız kelimelerin kökeni ne olursa olsun asla ve kat'a değiştirilmemeli ve günlük konuşmalarımıza devam etmeliyiz! Ayrıca yazının sonunda en hayırlı iş Dinimizdir anladım.
Yazı yine harikaydı ağabey.
Emek vermiş olan bütün uzuvlarına sağlık.
Selam ve saygılarımla.
Çok iyiydi değerli kalem emeğine sağlık. . İsveçli kesin anlamıştır bende en ıssı dileklerimi sunuyorum size efendim. .. Dllaçar'ında Atatürk soyadını verdiğini hatırlatmak isterim ...takdir ettim selamlar
sami biberoğulları
Atatürk soyadı ile ilgili Agop Dilaçardan daha çok Saffet Arıkan'ın teklifi olduğu üzerinde durulduğu için o kısmı es geçmiştim. İlginize teşekkürler tekrar.
Selam ve sevgilerimle.
Dilimizin güzelliği zenginliğinden..Ancak çok iyi bilmediğimiz bir gerçek..Yıllarca doğru şekilde kullandığımız kelimelerin bir yazıda bir şiirde doğru halini görünce şaşırıyoruz... Böyle aydınlatıcı yazılara ihtiyacımız var.. Teşekkürler... Sevgi ve saygılarımla..
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Değerli hocam, 'Boşoluk' gerçekten de daha başka türlü tanımlanamazdı...
Türk dilini Türk'ün anlamadığı bir şekle büründürmekten başka şey değil elbette...
Daha ne denebilir ki...
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Güzel bir konu.
Düşünce güzeldi aslında ama, uygulama berbat oldu.
Dil dediğin şey, öyle bir günde değişmez ki.
Zaman lazım.
Bir de,
halkın anladığı ve konuştuğu her kelimeyi Türkçe kabul ediyorum ben.
Domatese neden kimse yeni bir ad bulmuyor?
Dil değişecekse, zamanla kendisi halleder o işi diye düşünüyorum.
Bir zamanlar Türk Dil Kurumu'nun saçma sapan çalışmaları vardı.
Çok komiktiler.
sami biberoğulları
Emekleme dönemindeki bir çocuğun paytak paytak yürüyüşü ne kdar komik ama güzeldir değil mi? Bu çabaları da aslında öyle değerlendirebiliriz. Evet komik tarafları çok olmuş ama zamanla su akmış ve yatağını bulmuş.
Öyle kelimeler var ki ne kadar zorlarsan zorla rağbet bulmuyor. Mesela bu gün hâla ''Yanıt'' cevap kadar rağbet bulmuş değil ama bir zamanlar irrite olduğumuz ''Doğal'ı artık neredeyse herkes kullanıyor..
Dediğin gibi, zamanın akışına bırakmak lazım bazı kelimeleri.
Örneğin: Belgegeçer tutulmadı. İlle faks diyoruz. Televizyon yerine öz Türkçe bir kelime bulamıyoruz. Hatta bir dil uzmanı Prof bize '' Dilimizde ''Enteresan'' kelimesinin tam karşılığı olan kelime maalesef yok'' Demişti.
Daha pek çok örnek verilebilir.
Selam ve sevgilerimle.
Teşekkürler hocam. Osmanlı dan günümüze kadar dil problemi farklı alanlarda iki farklı yabancının farklı aidiyet duyguları. Ve Türk olmadığı halde bir Türk kadar dile hizmet eden Türkoloji kürsüsü hocası.
Yine zengin ve düşündürücü bir yazı idi.
Kaleminize sağlık.
sami biberoğulları
Aslında geçmişten yakın zamana kadar dil ile ilgili çalışmalarda azınlıkların da üzerinde durdukları konu ''Resmi dil Türkçedir'' Konusu olmuş ve Meclis-i Mebusandaki konuşmalara bakacak olursak azınlıklar da ''Türkçe başımızın üzerindedir'' Diyorlar. Onlara garip gelen şu: Devlet, kendi dillerinde gazete çıkarmalarına taaa 1492 yılından beri izin vermiş. Yani Türkler henüz matbaayı kullanmadıkları asırlarda adamlar ülkemiz içinde kendi matbaalarını kurarak gazete çıkarmışlar ama gel gör ki meclisten çıkan kanunların işte bu gazetelerde kendi dillerinde yayınlanmasına devlet izin vermiyor. Adamların 1910 yılında üzerinde durdukları şey işte bu çelişki.
Şimdiki köpeklerin derdi bu değil. Şimdikiler ( Bölücü hainler) Anayasaya '' Türkiye'nin resmi dili Türkçe ve Kürtçedir'' Diye bir ifade sokmaya çalışıyorlar.
Selam ve sevgilerimle.